19 Ocak 2020 Pazar

Beklenen Godot’lar: Mesih, Mehdi ve Adnan’lar - Mine G. Kırıkkanat

Şam’daki Emevi cami, Ortadoğu’da var olan dinlerin tipik bir yığınak örneğidir.
Antik Çağ’da Roma tanrısı Jüpiter’e adanmış bir tapınak 4. yüzyılda Hıristiyan azizi Vaftizci Yahya’nın adını taşıyan kiliseye dönüştürülmüş, 634 yılında camiye çevrilmiş; yetmiş yıl süreyle hem kilise, hem cami olarak kullanıldıktan sonra 700’lü yıllarda tümüyle camileştirilmiştir.
Mekân, Ortadoğu’nun en kutsal ortak ibadethanesi sayılmakta; barındırdığı Vaftizci Yahya ile Muhammed Peygamber’in torunu Hüseyin’in kafatasları, Yunus Peygamber’in kalıntıları ve bahçesindeki Selahaddin Eyyubi türbesiyle başta Şiiler, tüm İslam mezhepleri için ideolojik önemde olup Vaftizci Yahya geçmişi yüzünden Yahudi ve Hıristiyanların, en çok da bu iki dini birleştiren Amerikan Evangelist Kilisesi’nin de “gasp edilmiş mülk” özlemiyle baktığı stratejik bir mevkidir.
Birbirlerine öykünerek, ama aralarında mutlaka husumet de geliştirerek yükselen dinler piramidinde; efsaneler de birbirinin taklidinden ibarettir.
İnsanlığı kıyamet korkusunun sardığı zamanlarda Yahudi Hıristiyan müminlerin ortaya çıkıp her şeyi düzene koymasını beklediği Mesih figürü, İslamda Mehdi’ye dönüşmüş ve daha kucaklayıcı bir algı için Mesih de inkâr edilmeyerek, İsa olacağı varsayılan Mesih’in, Müslüman Mehdi’nin arkasında namaza duracağı öngörülmüştür.
 Mehdi’nin menzili de belli: Emevi Cami
 Müslümanların beklediği Mehdi caminin (nedense?) İsa Minaresi diye bilinen beyaz minaresinin dibinde ortaya çıkacak, arkasında saf tutan Mesih, İsa’yla namaz kılacaktır.
Mehdi olduğuna inanan ya da Mehdi’yle yakınlaşmak isteyen bazıları, işte bu mucize beklentisiyle Emevi Camii’nde namaz kılmak için yanıp tutuşurlar. 
Caminin Müslüman Mehdi adayları ve Mesih bendelerinin “arzu objesi oluşu; elbette ki Saidi Nursi’nin de gözünden kaçmamıştı.
Kıyamet sayılacak Birinci Dünya Savaşı’nda alenen Alman ajanı olup sonra İngilizler, sonunda ve hâlâ da Amerikan Evangelist Kilise tarafından kullanılan Saidi Nursi, 1909 yılında Emevi Camii’nde Şam hutbesi diye anılan bir konferans verdi.
Said’in “Hutbei Şamiye”sinin 99. yılı, 2008’de Esad’la arası güllük gülistan olan AKP iktidarının gönderdiği elçiler ve Suriyeli din adamlarının katılımıyla yeniden Emevi caminde okundu, kutlandı.
Saidi Nursi’nin savunduğu İslam birliği projesi tam rayına oturuyordu ki Suriye’de iç savaş çıktı, Türkiye’nin muktediri Şia ile ortaklık ve Esad’la dostluğunu göp; Sünni kökenli fanatik isyancıları desteklemeyi seçti.
 Mehdi’ye ortam hazırlayan Adnan
 Nakşibendi tarikatıyla yakınlığını gizlemeyen, ama aslen Saidi Nursi’nin fikirlerini birebir benimseyen Em. Tuğgeneral Adnan Tanrıverdi’nin Cumhurbaşkanı’yla tanışıklığı; Erdoğan’ın İBB Başkanı, Tanrıverdi’nin ise elinde bir dal parçasıyla yatır aradığına dair tutanak tutulan Kartal Maltepe Zırhlı Tugay komutanlığı dönemine rastlıyor.* 2016’da Cumhurbaşkanı Başdanışmanlığı’na atanıyor.
28 Şubat’ta ordudan tasfiye edilen dinci askerlerle önce ASDER, ardından tam da 28 Şubat 2012’de SADAT’ı kuran Adnan Tanrıverdi; başkenti İstanbul olarak saptanan “İslam devletleri konfederasyonu” zırvasına şeriat anayasası hazırlayan ASSAM kongrelerinin birincisini 2017, ikincisini 2018 ve üçüncüsünü 2019’da, yani hepsini Cumhurbaşkanı danışmanıyken düzenledi...
Ama danışmanlık görevinden T.C. Anayasası’nı ilgaya teşebbüs (TCK m.309) suçu olan ve pek çok kamu kuruluşunun da madden desteklediği bu kongreler için değil, Mehdi’ye ortam hazırlamak” açıklaması yüzünden istifa etti ya da ettirildi.
Adnan Tanrıverdi’nin inanç ve amacını gizlediği söylenemez. Cumhurbaşkanı Erdoğan, kendisini başdanışman yaptığında nasıl biri olduğunu elbette biliyordu.
 Kediciklerin Mehdisi öteki Adnan
 Peki Adnan Oktar’la yakınlığını biliyor muydu?
Adnan Tanrıverdi, Adnan Oktar’ın sıkı dostuydu. Em.Tuğgeneral, 2000 yılından öteye kendisi gibi Mehdi’ci Adnan Oktar’ın Harun Yahya çakma adıyla yayımladığı Yaratılış Atlası ile Yahudilik ve Masonluk başlıklı kitaplarını devlet katında gönüllü dağıttı. Evrim teorisinin müfredattan kaldırılmasında büyük rol oynadı. Defalarca A9 Kanalı’nda program yaptı. Yakın teması, Adnan Oktar tutuklanıncaya kadar sürdü. Operasyon yapılınca kayıplara karıştı. Daha doğrusu Saray’a sığındı.
İki Adnan’ın ilişkisi öyle derindi ki, Adnan Tanrıverdi istifa edince, Adnan Oktar hapisanedeki hücresinden avukatı aracılığıyla yargılanmakta olduğu İstanbul 30. Ağır Ceza Mahkemesi’ne “Sayın Cumhurbaşkanımızın milli güvenlik başdanışmanı Adnan Tanrıverdi’nin ‘Mehdi’ye ortam hazırlamalıyız’ konulu konuşması nedeniyle uğradığı saldırıların müvekkilin (Adnan Oktar) arkadaş camiasına kurulan kumpasın nedenlerinden birine işaret ettiğine dair” yazılı bir açıklama verdi!
7 Ocak 2020 tarihiyle kayıtlara geçen açıklamada, “Mehdilik konusunda AKP hükümetinin müvekille (Adnan Oktar), müvekkilin de AKP hükümetiyle benzer görüşleri savunduğu, dolayısıyla da Tanrıverdi’nin uğradığı saldırılara maruz kaldığı” ileri sürülüyor!
Adnan Oktar’ın bu iddiasına kanıt olarak sunduğu konuşmalar da ilginç... Örneğin, “Tayyip Hocam Mehdi (as)’a zemin hazırlayan bir insan. Benim kanaatim, Mehdiyet devrinde de cumhurbaşkanlığını devam ettirecek. Çünkü ideal bir yönetici, ideal bir insan (14 Aralık 2014)” sözleri...
Adnan Oktar’ın, kankası Adnan Tanrıverdi’yi sözde savunmak  için mahkemeye verdiği yazılı beyan, gerek Cumhurbaşkanlığı gerekse Tanrıverdi tarafından hiç de hoş karşılanmayacak bir belge. 
 Saidi Nursi’nin hayaletinin Evangelist Kilise’nin yaratıkları FETÖ ve Adnancı Oktar organize suç örgütü ile SADAT’ın kurucusu, müstafi Cumhurbaşkanı Başdanışmanı Adnan Tanrıverdi’yi “Mehdi’yi bekleyenler’”şemsiyesi altında birleştirmesi; gerçekten şaşırtıcı, sevgili okurlarım.



Mine G. Kırıkkanat / YENİÇAĞ
*Yavuz Selim Demirağ/Yeniç, 27.01.2018  

18 Ocak 2020 Cumartesi

Parti tarihine giriş (I-II) - ORHAN GÖKDEMİR



(I)

“Ateşi ve ihaneti gördük... Ve yanan gözlerimizle durduk bu dünyanın üzerinde…”
1908’de İstanbul sokaklarında yürüyenlerin arasındayız. “Hürriyet”i selamlıyoruz ezilenlerle birlikte. Eşit, özgür ve kardeşçe bir geleceğe tereddütsüz inanıyoruz. Despot Sultan kuyruğunu kıstırmış bacaklarının arasına, İttihatçı asilerin önünde bir uyuz it gibi yürüyor Alatini Köşküne doğru. Mülkü saydığı topraklar çoktan uçup gitti. Yeni ve zorlu sahipleri var artık o toprakların… Vatanın!
“Ateşi ve ihaneti gördük…” Daha bir yıl geçti geçmedi üzerinden, İstanbul’da ayaklandı Sultanın kulları “şeriat isteriz” diye. Parçaladılar yolda karşılaştıkları mektepli subayların kollarını bacaklarını. Taksim Topçu Kışlası’nda toplaşıp taarruz hazırlığına koyuldular “Hürriyet”e karşı…

1909’da gerici kalkışmayı bastırmaya koşan Hareket Ordusu’nu karşılayanlar arasındayız. Onlar bu toprakların, bu halkın çocukları. Boyun eğmek istemiyorlar artık emperyalist merkezlerin saraylı uşağına. Yürüyorlar Topçu Kışlası’na. Hedef belli; Ya hürriyet ya ölüm…

Bir yıl sonra Balkan Harbi patlak veriyor, kırılıp dökülüyor Sultanın mülkünden geriye kalan. 

Dört yıl sonra büyük savaşın kapısındayız. Boylu boyunca ortasında buluyoruz kendimizi bu büyük paylaşım savaşının. Açlık, yoksulluk, zulüm… İlle de ölüm. Onlar paylaşıyor vatanı, biz ölüyoruz. 1908’de geç bulduğumuzu, 1918’de çabuk kaybediyoruz. “Hürriyet”ten 10 yıl sonra, İstanbul’u işgal eden emperyalist orduları izliyoruz öfkeyle… Yine esaretteyiz!

1919’a böyle çıktık, kan revan içinde; silahsızız, üzgünüz, öfkeliyiz, açız, açıktayız. Ama kaybetmedik daha umudumuzu. Erzurum’da, Sivas’ta toplanıyoruz ardı ardına kurtuluş için. “Manda isterük” telgrafları yağıyor üzerimize. Amerikalılara veya İngilizlere sığınmamız gerekiyormuş bağımsızlığımızı korumak için... 

Şair not düşüyor defterine:
“Ve böylece bin dereden su getirdi İstanbul’dan gelen zevat.
Sivas, mandayı kabul etmedi fakat.
‘Hey gidi deli gönlüm’
‘Akıllı, mutlu, sabırlı deli gönlüm,
ya istiklal, ya ölüm’…”
“Ateşi ve ihaneti gördük ve yanan gözlerimizle durduk bu dünyanın üzerinde”… 
Ne var vatandan geriye kalan? Bir avuç yoksul köylü, bir avuç aç işçi. Ama, ama ne ki vatan bunlardan başka? Birbirimize yaslanacağız, ellerimizle toprağa basıp ayağa kalkacağız. Yakılıp yıkılmış toprakların küllerinden yeni bir vatan yaratacağız. Rus yoldaşlarımız başardı, biz de başaracağız…

Ateş altında çarpışarak çekildik Anadolu içlerine. İlerliyor düşman. Dayandık, dayanıyoruz, başka çaremiz mi var? İhaneti gördük; Bolu, Düzce, Geyve, Adapazarı hilafet için ayaklandı direnen asi orduya karşı. Yürüdük üstüne üstüne. 

Dayanıyoruz ama ne dayanma! “Sevgisiz ve ihtirassız çıplak devler değil, inanılmaz zaafları ve korkunç kuvvetleriyle, silahları ve beygirleriyle insanlardı dayanan"…

"Ve avuçlarındaki vatan değil, toprak ve kandı. 
Ve asker kaçakları… korkuları, mavzerleri, çıplak ölü ayaklarıyla karanlıkta köylerin üstünden geçiyorlardı. Acıkmıştılar, merhametsizdiler, bedbahttılar…
Ve çok uzak
Çok uzaklardaki İstanbul limanında
Gecenin bu geç vakitlerinde
Kaçak silah ve asker ceketi yükleyen Laz takaları 
Hürriyet ve ümit
Su ve rüzgardılar… Onlar suda, rüzgârda ilk deniz yolculuğundan beri vardılar. 

Dümende ve başaltında insanlar vardı ki
bunlar
uzun eğri burunlu
ve konuşmayı şehvetle seven insanlardı ki
sırtı lacivert hamsilerin ve mısır ekmeğinin zaferi için
hiç kimseden hiçbir şey beklemeksizin
bir şarkı söyler gibi ölebilirdiler…"
Ateşi ve ihaneti gördük. Dayanıyoruz ama. Soruyoruz o satılmış vezire, o satılmış kullara, o satılmış hünkara, siz de mi satıldınız? Siz de mi satıldınız, siz de mi satıldınız?

Tarihlerden 1920 Eylülü…

Dayanıyoruz. Hürriyet ve ekmek istiyoruz. Ama işçi hürriyeti olmalı bu, uçup gitmemeli bir daha ellerimizin arasından, artık biliyoruz. Demek ki hürriyeti sımsıkı kavrayacak bir parti lazım bize, bir parti istiyoruz.
Yoldaşlar, toplanın, Bakü’ye gidiyoruz!

(II)

Büyük şaire minnetle…
Bakü’deyiz… 
1 Eylül 1920 günü “Büyük Tiyatro”da toplandık. Şark Şurası seçimi yapıldı sonra. Bizden Süleyman Nuri, İsmail Hakkı, Dr. Bahattin Şakir, Mustafa Suphi, bir dolu arkadaş daha şura üyesi oldu. Umutluyuz, heyecanlıyız, kıpır kıpırız. Rusya’da Komünist kuruluşa tanıklık edenler de var aramızda, harp esirleri de. Bazı yoldaşlarımız Anadolu’dan kopup gelmiş, yüreklerine değen o emekçi esintisine uyarak.

Bakü’deyiz… 
10 Eylül’de kuruldu parti. 16 Eylül’de programı kabul edildi. Şöyle deniyordu ilk cümlesinde: Bütün dünya işçileri birleşiniz! 

Bakü’deyiz… Büyük insanlık ailesinin göğsünün çarptığı yerdeyiz. 
Karadeniz’in sahili döven dalgalarının sesi değil duyduğunuz, ezilen Anadolu halklarının soluk alışverişi. “Birleşin ey ezilenler. Kurtuluş yok artık partisiz. Kurulan Türkiye Komünist Fırkası’dır. Uluslararası işçi hareketinin mütevazı bir parçasıdır fakat kararlıdır yoldaşlarınız.” Kıyıyı döven çığlığın izini sürüyoruz, Bakü’den Anadolu’ya zaferle dönüyoruz. Çünkü yanımızda partimizi götürüyoruz. Kafile ilerliyor yavaşça. Yoksul ama Anadolu umudumuz, azız ama Anadolu’nun umuduyuz.

Şair not düşüyor defterine: 
“Dörtnala gelip Uzak Asya'dan
Akdeniz'e bir kısrak başı gibi uzanan
        bu memleket, bizim.

Bilekler kan içinde, dişler kenetli, ayaklar çıplak
ve ipek bir halıya benzeyen toprak,
        bu cehennem, bu cennet bizim.

Kapansın el kapıları, bir daha açılmasın,
yok edin insanın insana kulluğunu,
        bu dâvet bizim....

Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür
ve bir orman gibi kardeşçesine,
        bu hasret bizim...”

Tekrarlıyoruz şairin not ettiğini; Birleşin ey ezilenler, alalım burjuvaziden bize ait olan ne varsa. Bu cehennem, bu cennet, bu memleket bizim… 

“Dağlarda tek tek ateşler yanıyordu.” Ateşler içinde ilerliyoruz. “Ateşi ve ihaneti gördük ve yanan gözlerimizle durduk bu dünyanın üzerinde…” Burjuvazi bize ait olanı vermemekte kararlı. Birleşin ey ezilenler! 

Kafile Erzurum içinde ilerliyor ateşi ve ihaneti tadarak. Trabzon’a varıyor bilekler kan içinde, dişler kenetli. Sahilde toplanmış burjuvazinin kanlı kara ordusu. Karadeniz’de hava Erzurum sokaklarından kara. Kan bulaşacak o karanlığa az sonra. Partinin oyunu bozacağını çoktan fark etmiş karanlığın sahipleri. Burjuva, Kemal’in omuzuna binmiş, Kemal kumandanın kordonuna… Kumandan kâhyanın cebine inmiş, kâhya adamlarının donuna… uluyorlar hep birlikte. Komünizmin başı görüldüğü yerde ezilmelidir!

“Trabzondan bir motor açılıyor
sa-hil-de-ka-la-ba-lık!
motoru taşlıyorlar
son perdeye başlıyorlar!”
Yoldaş unutma bunu. Burjuvazi ne zaman aldatsa bizi böyle haykırır: Komünizmin başı görüldüğü yerde ezilmelidir!
Karadeniz on beş kere açtı göğsünü, on beş kere örtüldü. “Onbeşler”in hepsi bir komünist gibi öldü…
Ateşi ve ihaneti gördük. Ateş ve ihanet burjuvazinin marifetidir. Ama bizim de bir marifetimiz var artık… Hünerli ellerimiz, ortak yüreğimiz, iştiraki fikrimiz, partimiz!
Şair not düşüyor defterine: 
“Sen dünümüz, bugünümüz, yarınımızsın,
en büyük ustalığımız,
en ince hünerimizsin.”

28 Ocak 1921. Cumhuriyetin kurulmasına çok var daha. Ama burjuvazi tuz katılmasın istiyor pişmiş aşına. 28 Ocak'ı 29 Ocak'a bağlayan gece Mustafa Suphi ve 14 yoldaşını vurarak, keserek, taş bağlayıp ayaklarına denizin karanlık sularına atarak yok ediyorlar… Cumhuriyetin kurulmasına çok var daha. İşçi sınıfımızın dönüp bakacak takati yok Karadeniz’in karanlığına. Hem kanlı bir karanlık bu, ışık geçirmez...

“Sen bana bugün
Mübarek alnındaki yara yerinle
ve işçi bileklerinde zincir izleriyle göründün.”

Ateşi ve ihaneti gördük. Trabzon’dan bir motor açılıyor, denizde tuhaf bir karanlık. “Sen bana bugün, mübarek alnındaki yara yerinle…” Bıçaklar parıldıyor o karanlıkta. Son perde açılıyor açıkta. Kardeş, işçi bileklerindeki o zincir kimin? 
Düştü yoldaşlarımız. Mübarek alınlarındaki yara izi burjuvazinin eseridir. Ama düşmek değil mesele, düşünce ayağa kalkabilmek, yoldaş unutma bunu. 
Ateşin ve ihanetin içinde ilerliyoruz; Bilekler kan içinde, dişler kenetli, ayaklar çıplak. Ama yaralarımızda değil, dağlarda yanan o titrek ve seyrek ateşlerde gözümüz.

Anadolu içlerindeyiz. Büyük insanlık ailesinin göğsünün çarptığı yerdeyiz.
Karadeniz duysun bunu derinliklerin: Bizim de bir marifetimiz var artık… Hünerli ellerimiz, ortak yüreğimiz, iştiraki fikrimiz, partimiz!

Orhan Gökdemir / SOL

17 Ocak 2020 Cuma

Sıra, TCDD’nin satışına geldi - BURCU CANSU

Köprüler, yollar, limanlar, fabrikalar derken satış sırası şimdi de demiryollarına geldi. Cumhuriyet tarihinde ilk defa TCDD, yolcu taşımacılığı hizmetini özel sektöre devretmeye hazırlanıyor.


Cumhuriyet tarihinde ilk defa TCDD, yolcu taşımacılığı hizmetini özel sektöre devretmeye hazırlanıyor.

BirGün’ün ulaştığı Demiryolu Düzenleme Genel Müdürlüğü’nce hazırlanan taslak yönetmeliğe göre, ihale ile yolcu taşımacılığı özel sektöre verilecek. Taslak yönetmeliğe göre, ihaleyi alan şirkete kamu yükümlülüğünü yerine getirdiği gerekçesi ile tahmini maliyet tutarının yüzde 20’si ödenecek. İhaleyi alan şirket, sözleşme üzerinde değişiklik yaparak sefer artırımı ve azaltımı yapabilecek.

Demiryolu Düzenleme Genel Müdürlüğü, ‘Demiryolu yolcu taşımacılığında kamu hizmeti yükümlülerinin seçimi ile kamu hizmeti sözleşmelerinin düzenlenmesi, uygulanması ve denetim usul ve esasları hakkında yönetmelik’ taslağı hazırladı.

Bütün alt yapı hizmetlerinin TCDD tarafından karşılanacak taslakta şu ifadeler yer aldı:
  • Emniyetin ‘şüpheli’ buldukları katılamayacak: İhaleler, bütün isteklilerin teklif verebildiği ‘açık ihale’ usulü yapılacak olmasına karşın hakkında kesinleşmiş bir ceza olmamasına rağmen terör örgütü iltisakı yahut bunlarla irtibatı olduğu Emniyet Genel Müdürlüğü tarafından bildirilenler katılamayacak.
  • Biletler satılmış kabul edilecek: Kamu hizmeti yükümlülüğüne esas net maliyetin tespit edilmesi amacıyla en az üç kişiden oluşan bir ‘Değer Tespit Komisyonu’ kurulacak. Bu komisyon maliyeti belirleyecek. Maliyet belirlenirken bir trenin çalıştırılması için hesaplanan tahmini maliyette bütün biletler satılmış gibi kabul edilecek.
  • Kamu yükümlülüğü için yüzde 20 kâr verilecek: İhaleyi alan firmaya kamu yükümlülüğü için tahmini maliyet tutarlarının azami yüzde 20’si makul kar oranı olarak verilecek.
  • Asgari ücretten personel çalıştırabilecek: Demiryolu taşımacılığı tehlikeli iş ve işyerleri sıfatında yer almasına karşın tren üzerinde çalışan personel şirketler tarafından asgari ücret ile çalıştırılabilecek.
  • Taşeron devreye girecek: İhale dokümanında belirtilen her bir hat kapsamında çalıştırılmak üzere isteklilerce teklif edilen araç envanterine dâhil trenlerin üçüncü kişilerden kiralama yöntemiyle temin edilmesi durumunda, kiralama maliyetlerinin hesabında üçüncü kişiler ile istekli arasında akdedilecek kira sözleşmelerinde her bir demiryolu aracı için gösterilen bedel esas alınacak.
  • Kaza sonrası sigorta ödemesi muallakta: Yaşanabilecek kazalar ve bu kazaların yaralanma ve ölümle sonuçlanması dikkate alındığında sigorta giderinin kim tarafından ödeneceği muallakta bırakıldı.
  • Personel sayısı belirtilmedi: Hizmet sunumunda ve trenlerin seferleri sırasında kaç personelin çalışacağı belirtilmedi.
  • Şartlara uymayanlar da ihaleye girebilir: Birden fazla demiryolu tren işletmecisi iş ortaklığı oluşturmak suretiyle ihaleye katılabilecek. Fakat bütün iş ortaklarından ihaleye katılma yükümlülüklerini yerine getirip getirmediği hususu dikkate alınmayacak.
  • Sefer sayısı değişikliği yapılabilecek: Günlük, haftalık, aylık, sezonluk, yıllık olarak dönem içinde yeniden planlama yapılabilecek. Yeni hat ve hatlar eklenmesi durumunda sefer sayısı artışı ve eksilişi yapılabilecek.
  • Şirketlere yüzde 30 avans verilecek: Sözleşmede öngörülmesi şartıyla kamu hizmeti yükümlülüğüne, avans teminat mektubu karşılığında sözleşme bedelinin yüzde 30’u avans verilecek.
‘Şirketlerin isteklerine göre düzenlenmiş’
Yönetmelik taslağını inceleyen KESK'e bağlı Birleşik Taşımacılık Çalışanları Sendikası (BTS) özelleşmeye karşı çıkarak, altyapıların kamu bütçesinden karşılanmasına karşın, işletmeciliğin sektörün isteklerine göre belirlenmesine itiraz etti.
BTS yetkilileri tarafından hazırlanan önerilerde, sözleşmenin şirketlerin kar oranını gözetmesi, şirketlere yüzde 30 avans verilecek olması, ölümlü kazalara ilişkin sigortanın kim tarafından ödenecek olmasının muallakta bırakılması, personel maaşının asgari ücret olarak belirlenmesi eleştirildi.

Burcu Cansu / BİRGÜN

IMF’nin 2019 Türkiye Raporu: Tespitler, öneriler - KORKUT BORATAV


IMF Aralık 2019’da Türkiye ekonomisi ile ilgili bir rapor yayımladı: Turkey: Article IV Consultation, Staff Report, 19/395

Türkiye’nin de üye olduğu bu uluslararası kuruluşun Ana Sözleşmesi Madde IV gereği üye ülkeler için hazırlanan rutin raporlardan biri…

Bu Rapor, Türkiye ekonomisinin kriz ortamını inceliyor; 2020 ve sonrasına ait öngörüler de içeriyor. Saray’ın 2020-2022 Yeni Ekonomi Programı (YEP) da IMF uzmanları Türkiye’den ayrılırken yayımlanmıştı. Karşılaştırmak ilginç olacaktır.

Krize nasıl gidildi? IMF’nin yanıtı
IMF Raporu, Türkiye ekonomisinin yakın geçmişteki gelişimini basit bir şema içinde açıklıyor: Önce “parlak sayfa”: Makro-ekonomik ve yapısal reformlar, yüksek büyümeye yol açmış; Türkiye ile Batı ekonomileri arasındaki makasın daralmasına katkı yapmış.

Sonra, “reformlarda duraklama”: Büyüme bu nedenle yavaşlamış; ekonomi giderek “dış kaynaklarla beslenen kredi ve talep dürtülerine bağımlı hale gelmiş.” Yüksek cari işlem açığı, dış borçlanma ve dış dengesizlikler içinde “ekonomi piyasa hassasiyetine karşı giderek kırılganlaşmıştır.” 2018 ortalarında “piyasa hassasiyetlerinin bozulması TL’den kaçışa, devalüasyona ve ekonominin küçülmesine yol açmıştır.” (Paragraf 1-4, s.4)
Türkiye’nin “parlak” ve “kırılgan” dönemlerine ilişkin bu anlatım yanlıştır. 
Defalarca inceledik: 21’nci yüzyılda Türkiye ekonomisini üç krize sürükleyen ana etken doğrudan doğruya IMF’dir. Üç aşama söz konusudur.

İlk aşama, 1998-2000 dönemini içerir. IMF’nin bu yıllarda Türkiye’ye uygulattığı  döviz kuru hedeflemesine dayalı anti-enflasyon programı 2001 krizini tetikleyecektir.  

İkinci aşama 2001-2002’yi kapsar. Yarattığı krizin yönetimini de IMF üstlenecektir. Bu programda Türkiye’ye kabul ettirilen makro-ekonomik model yepyeni dış kırılganlıkların yaratıcısı olacaktır.

Üçüncü aşamada “enflasyon hedeflemesi” olarak da adlandırılan bu program sonraki on üç yıla taşınacak ve AKP tarafından hayata geçirilecektir. Sonuç, kronik dış kaynak bağımlılığıdır. Türkiye finans kapitalin “hassasiyetlerine” teslim olarak coşkulu ve krizli dalgalanmalara sürüklenecektir. 

Bu acımasız teslimiyeti başlatan “reformlar”ın mimarı ve uzun süre gözetmeni olan IMF, son tahlilde, 21. yüzyılda Türkiye’nin yaşadığı 2001, 2008 ve 2018 krizlerinin de sorumlusudur. 

Krizin yönetimi, sonuçları, uzantıları
IMF Raporu’ndaki tespitleri ve YEP’teki hedefleri izlemek için aşağıdaki tabloyu kullanalım. İlk iki sütun, 2019 IMF Türkiye Raporu’ndan, son sütun YEP’ten alındı. Bu iki belgenin sonraki yıllara ait sayılarını tabloya eklemedim; ileride özetleyeceğim. 

IMF belgesi, krize karşı uygulanan savunma yöntemlerini, kamu açıklarının tırmandırılması ve kamu bankalarınca üstlenilen kredi genişlemesi olarak vurguluyor. 

Sonuçlar, tablodaki 2019 bulgularında özetleniyor: Ekim 2018-Haziran 2019 arasında küçülmüş; 2019 millî gelir hareketini “sıfır büyüme” (%0,2’ye) civarına getirmiştir.

2020’de IMF yüzde 3 büyüme öngörmekte; YEP yüzde 5 büyümeyi hedeflemektedir. IMF Raporu’na göre krizin yarattığı yıkım, özellikle banka ve şirket bilançolarındaki bozulma, orta dönemde ekonominin yüzde 5’lik bir büyüme patikasını izlemesine imkân vermeyecektir. (Paragraf 17, ss.10-11). Bu tespit, aslında, Türkiye ekonomisinin büyüme potansiyelinin gerilemesi anlamına gelir.
2019’da cari işlem dengesi / GSYH oranı da IMF’ye göre sıfır civarına (-0,1’e) yerleşecektir. Bu oranı (yüzde olarak) önceki iki yılla karşılaştıralım: -5,6 → -3,5 → -0,1… Dış açıktaki düzelme esas olarak ithalattaki daralmadan ve turizm gelirlerindeki artıştan sağlanmış; mal ihracatının katkısı sembolik kalmıştır (Paragraf 14, s.9).

YEP, IMF Raporu’na göre tamamen iyimser (“uçuk”) bir gelecek hayal ediyor; kötümser tek öngörü, 2020’nin cari denge/GSYH yüzdesidir: -1,2…  Sonraki yıllar için hayalperestlik ağır basıyor: 2022’ye gelindiğinde YEP “sıfır dış açık”; IMF ise %1,7’lik cari açık oranı öngörüyor. 

Politika tepkilerinin IMF Raporu’ndaki bir yansıması, kamu dengelerindeki bozulmada gözleniyor. Bütçe dengesinin 2017 ve 2018’deki oranlarını tabloda yer alan 2019 oranı ile birleştirelim. Yüzdeler olarak: -2,2 → -3,8 → -5,2…   Faiz dışı bütçe dengesini de (yüzdeler olarak) aynı üç yıl için aktaralım: -0,8 → -2,3 → -3,4… 2020’de faiz dışı açık, IMF’ye göre sürecek; YEP’e göre sıfırlanacaktır. 
IMF, Saray’ın kamu dengesi verilerine güvenmiyor ve önceki YEP hedeflerinin çiğnenmiş olmasından açıkça yakınıyor (Paragraf 8, s.7). 

Politika önerileri
IMF Raporu’na göre kriz döneminde izlenen politikalar iç ve dış kırılganlıkları gideremediği; hatta yeni sorunlar yarattığı için, “bugünkü dinginlik kalıcı olmayabilir.” (ss.10-11, paragraf 16-19)

Bu kırılganlıkların başında yetersiz döviz rezervleri, yüksek düzeyde süregelen dış finansman gereksinimi, şirket ve banka bilançolarının bozulması ve artan bütçe açıklarının kamu borçlarını tırmandırması gelmektedir.  

AKP yönetimleri kamu borçlarının tırmanmasını frenlediği için geçmişte IMF’den övgü kazanmıştı. Bu başarım, neoliberal programların teşvik ettiği iki uygulama sayesinde mümkün oldu: Özelleştirmeler ve altyapı yatırımlarında kamu/özel ortaklıkları… Birincisi artık tükenmiştir. İkincisinin kamu açıklarını beslemeye başlamasından Rapor’da yakınılmaktadır; ama, IMF ve Dünya Bankası’nın bu yönteme katkılarına değinilmeden… 

IMF Raporu’nda Saray’ı ayrıca tedirgin edecek öneriler de var: Varlık Fonu uygulamalarının ve kamu/özel ortaklıklarının saydamlaştırılması, giderlerinin bütçeye (dolayısıyla TBMM denetimine) taşınması savunulmaktadır. Kara-para aklamayı ve terör finansmanını denetleyen uluslararası düzenlemeye daha güçlü uyum gereği hatırlatılmaktadır. TCMB uygulamalarında keyfilik ima edilmekte; yolsuzluk bağlantılı kırılganlıkların önemine işaret edilmektedir. 

Rapor’un makro-ekonomik politika önerilerine gelince, iktisat çevrelerinde bir ara yaygın olan mizahî örneği hatırlatayım: IMF uzmanı yanlışlıkla Dakar (Senegal) değil, Dakka (Bangladeş) uçağına binmiş. Durumu algılayınca dert etmemiş:  “Fark etmez; otelde Senegal katsayıları yerine Bangladeş’inkileri modele yerleştiririm; politika önerileri ortaya çıkar…” demiş. Zira, her ülke için aynı (standart) modeli uygulamaktadırlar. 

2019 Türkiye Raporu’nda da sürpriz yok: Sıkı para ve maliye politikalarında ısrar… TCMB’nin faiz indirimlerinde ölçüyü kaçırdığı; yüksek enflasyon beklentileri sürerken frene basması gerektiği belirtiliyor. Kamu bankalarının ölçüsüz kredi genişlemesi de son bulmalıdır. 

Kamu maliyesinde kemer sıkma, gelir eşitsizliklerini artırıcı doğrultudadır. Vergi yükü nasıl artırılmalı? Dolaylı vergi tabanı genişletilmeli ve KDV ortalamaları yukarı çekilmeli…

Kamu giderlerinde frenleme ise yapısal reform teranesi ile bütünleşiyor: Emeklilerin bayram ikramiyeleri kaldırılmalı; kamu emekçilerinin enflasyon kayıpları dikkate alınmamalıdır. Asgarî ücretlerde “beklenen enflasyon” ana ölçüt olmalıdır. (“Beklenen enflasyon”un ücretleri belirlemesi, 12 Mart / 12  Eylül Sıkıyönetim dönemlerinin mirasıdır; bugün de “enflasyon hedefleri” sistematik olarak düşük tutulan TCMB tarafından üstlenilir.)

IMF’nin yapısal reform tasarımlarının saplantısı olan işgücü piyasalarının esnekleştirilmesi Aralık 2019 Raporu’nda da açıkça vurgulanıyor. Üstelik bu ilke, “kadınlar için esnek istihdam düzenlemeleri” ifadesi ile zenginleştiriliyor. Kıdem tazminatı reformu da unutulmayacaktır. (Paragraf 42, ss. 19-20).

IMF Raporu, bu önerilerin kısa vadede olumsuz sonuçlar vereceğini kabul ediyor; ama Saray’ı da teskin ediyor: “Bir sonraki önemli seçimler 2023’te olduğuna göre bu reformlar politik iktisat perspektifi açısından uygundur.” 
IMF, iç siyasete ilk defa bulaşmıyor. 2005’te AKP hükümetine açılan IMF kredisi bir önceki örnektir.

Korkut Boratav / SOL

Halk harcamaları kısınca, ÖTV ve KDV gelirleri dip yaptı… 83.2 milyarlık vergiyi kriz vurdu - Erdoğan Süzer / SÖZCÜ

Ekonomik kriz nedeniyle tüketimin ve istihdamın azalması yüzünden devlet geçen yıl 83.2 milyar liralık vergi kaybına uğradı. Devasa kayıp, hükümetin ekonomik krizi öngöremediğini ortaya koydu.


Halkı yoksullaştıran, işsizliği artıran, esnafı ve özel sektörü iflaslara ve nakit darlığına düşüren ekonomik kriz devleti de 83 milyar lirayı aşkın vergi kaybına uğrattı. Vergi kaybı, halkın çarşı pazara çıkıp harcama yapamadığının en önemli göstergesi olan Özel Tüketim Vergisi (ÖTV) ve Katma Değer Vergisi'nde (KDV) 30 milyar lirayı aştı. İşsizlikteki artış da Gelir Vergisi'nde 9.2 milyar liralık delik açtı. Vergi gelirlerindeki devasa kayıp, ekonomik krizi bir türlü kabul etmeyen ekonomi yönetiminin krizin etkilerini önceden göremediğini ve gerekli önlemleri almadığını ortaya koydu.
Hazine ve Maliye Bakanlığı'nın yayımladığı 2019 yılı bütçe gerçekleşme sonuçlarına göre, hükümet geçen yılın tamamında halktan ve şirketlerden 756 milyar 494 milyon lira vergi toplayacağı öngörüsünde bulundu.
HEDEF ŞAŞTI
Ancak ekonomi yavaşlayıp insanların geliri, şirketlerin de cirosu düşünce vergi hedefi büyük ölçüde şaştı. Devletin kasasına giren toplam vergi 83 milyar 183 milyon lira birden azalarak 673 milyar 314 milyon lirada kaldı. Bu devasa kaybın yanı sıra ekonomiyi canlandırmak amacıyla bazı ÖTV ve KDV oranlarında yapılan indirimler de vergi gelirlerindeki kaybı hızlandırdı.
HARCAMALAR AZALDI
Vergi gelirlerinin alt kalemleri incelendiğinde, hedefteki sapmanın büyük ölçüde geliri eriyen halkın harcamalarını azaltmak zorunda kalmasından ve istihdamdaki daralmadan kaynaklandığı görüldü. Örneğin, hükümet geçen yıl tamamına yakını çalışanlardan toplanan Gelir Vergisi'nden devletin kasasına 172 milyar lira gireceği hesabını yaptı. Ancak istihdam artmadığı gibi işsizlik daha da yükselince devletin kasasına hedefin 9.2 milyar lira altında vergi girdi. Gelir Vergisi'ndeki bu erimeyi, maaş dışında serbest meslek kazançlarındaki daralma da hızlandırdı.
30 MİLYARLIK KAYIP
Aynı şekilde işsizlik ve enflasyon yüzünden geliri düşen halkın harcama yapamaması KDV ve ÖTV'de 30 milyar liranın üzerinden vergi kaybına yol açtı. KDV'de 70.6 milyarlık gelir hedefine rağmen 15.2 milyarlık kayıpla 55.5 milyar liralık tahsilat rakamında kalınırken büyük umut bağlanan ÖTV'de tütün ve kolalı içecekler dışındaki tüm kalemlerde ciddi erime yaşandı. 162 milyar lira gelir beklenen ÖTV tahsilatı 15.4 milyarlık kayıpla 147 milyar liraya ancak ulaşabildi. ÖTV kaybında sıfır araç alımının olağanüstü düşmesi, akaryakıt ve doğalgaz tüketiminin azalması ve tüm teşviklere rağmen dayanıklı tüketim mallarında beklenen canlanmanın gerçekleşememesi büyük rol oynadı. İthalattan elde edilen KDV ile Gümrük Vergisi'nde hedeflenenden yaklaşık 45 milyar lira daha az vergi toplanması ise ekonomi yönetiminin yükselen kur ve düşen gelirin etkisiyle ithalatta yavaşlama olacağını öngöremediğini işaret ediyor.

Halk umudunu piyangoya bağladı

Halk umudunu piyangoya bağlayınca, hükümet de şans oyunları vergisinden tahmin ettiğinin üzerinde vergi topladı. Tutmayan hedeflerin aksine Kurumlar Vergisi ile şans oyunları ve Banka ve Sigorta Muameleleri Vergisi'nde (BSMV) hedeflerin üzerinde gelir elde edildi. Kurumlar Vergisi'ndeki artışta, vergi oranının yüzde 20'den yüzde 22'ye yükseltilmesi, şans oyunlarında ise yoksullaşan halkın şansını şans oyunlarında araması etkili oldu.
Erdoğan Süzer / SÖZCÜ

16 Ocak 2020 Perşembe

DİDEROT ETKİSİ ...(Alıntı: Cumhur Doğan)

Üzerinde çok tartışılacak bir yazı .. hele neo-liberal politikaların, insanı vahşileştirdiği, dışında mutluyken içinde yalnızlaştırdığı , içte ve dışta yakalanan mutlulukların homojen gurup aidiyetleri ile gerçekleşip mahalle /okul renkliliğini yok ettiği, finans politik ile bu yönde yoluna devam ettiği günümüzde ..
Ben yıllardır ; günümüzde gider bütçesi özgürlük, gelir bütçesi bağımlılık yaratır derim.hayata bireyci ve neo liberal pencereden bakıldığında gelir ve gelire ulaşmanın her yolunun peşinden koşulacaktır . Bu doğaldır ve kişide çelişkiler yaratıp sorular sordurmaz..

Diderot etkisi de benzer şeylere değinmiş ..
Fransa’nın 18. YY yazarlarından olan aydınlanma filozofu Denis Diderot, büyük bir borç batağına düşer. Onun bu perişan hali, Rus Çariçesi Katerina’nın kulağına kadar gider.
Çariçe, bu bataklıktan kurtulması için Diderot’ya nazik bir teklif sunar: Diderot’nun kütüphanesini satın alır ve kendisine tekrar hediye eder. Bu kütüphanede çalışması için de Diderot’ya 25 yıllık maaşını peşin öder.
Tabii ki bu peşin ödeme, Diderot için hiç beklenmedik bir anda bir servete sahip olma anlamına gelir. Artık Diderot, bütün borçlarından kurtulmuş ve rahatlamıştır.
Bir gün bir arkadaşı ona kadife bir sabahlık hediye eder. Ve her ne olursa işte bundan sonra olur.
Filozof sabahlığını giyinir. Çalışma masasına kurulur ve iştahla çalışırken birden bu muhteşem sabahlığı ile çalışma masasının birbirine uyuşmadığını düşünür.
Kasasındaki yüklü miktar nakdin sarhoşluğuyla derhal çalışma masasını değiştirmek üzere çıkar ve harika bir çalışma masası alır. Artık sabahlık ve çalışma masası uyumludur.
Fakat bir de ne görsün? Yerdeki eski halı, ne sabahlığına ne de çalışma masasına yakışıyor. Koşar ve kasasındaki paraya da kendisine de layık bir halı alır.
Yine de içini kemiren bir şeyler vardır. Çünkü evin koltukları, dolapları, sandalyeleri, duvar resimleri ve duvar halısı, odanın süslemeleri artık birbiriyle uyumsuz ve hafif kalır.
Her şey gözüne batmaya başlamıştır artık… Gel zaman, git zaman Diderot, evin bütün eşyalarını iğneden ipliğe değiştirir.
Diderot’un durumu idrak etmesi fazla zaman almaz. Başladığı noktaya dönüşünün hırslarından kaynaklandığının farkına varır.
Sonuçta, yazarın bu konu üzerine kaleme aldığı meşhur eseri “Eski Sabahlığım İçin Pişmanlık” adlı eser ortaya çıkar. Yazar, ardında tarihe geçecek özlü bir söz bırakır. “Eski sabahlığımın efendisi iken yenisinin kölesi oldum.”
Diderot bu yazısında tüketim çılgınlığına kendisini kaptırışını anlatır.
Onun, tüketim çılgınlığının insanı sürükleyeceği halleri anlatan ve bugünkü anlamına en yakın içeriği ile kavramdan söz eden yazar olması ve sebep-sonuç ilişkisini ortaya koyması bakımından adına atfen “Diderot Etkisi” denilmiş.
Diderot etkisi iki kısımlı bir olgudur. Alışveriş alışkanlıklarımızla ilgili iki varsayımı temel alır. Bu fikirler:
*Müşteriler tarafından satın alınan eşyalar onların kimliğinin bir parçası olurlar ve birbirlerini tamamlama eğilimindedirler.
*Bu kimlikten sapan yeni bir eşyanın alınışı, yeni bir uyumlu bütün oluşturabilmek için bir tüketim sarmalına girilmesine sebep olabilir.
Diderot Etkisinin tüketici psikolojisi ve tüketim bağımlılığına dair ortaya çıkardıkları oldukça önemlidir.
Bugün hiçbirimiz aldığımız herhangi bir eşyayı belli bir tarz veya konseptin parçası olmadığı sürece kolay kolay giymez veya satın almayız.
İşte buna “Diderot Bütünlüğü” denir. Bu bütünlük her alışverişin birbirini tetiklediğini ifade eden mekanizmayı anlatır.
“Diderot Efekti”, harcamaların gereksizliğinden ziyade; yeni bir alışverişin, beraberinde bozulan bütünsellik algısı nedeniyle gereksiz harcamalar doğurduğu gerçeğini de ifade eder.
Diderot, bu etkiyle bireylerin nasıl bir tüketim uçurumuna sürüklendiğini ifade ederek insanın kendini kontrol ederek yeni bir şeye sahip olmanın anlık ve geçici mutluluğundansa, sahip olduklarımızın değerini bilerek daha kalıcı mutluluklara yönelmemizi de salık verir.

(Alıntı:Cumhur Doğan)