Ülkelerin ilk günden beri Covid-19'u, bulaşıcılık oranını ve etkileme şiddetini algılamada kimi farklılıklar oluştu. Dünyanın koronavirüs salgınıyla boğuştuğu bu günlerde, eski Sovyet coğrafyasında neler olup bittiği de SSCB dönemi ile karşılaştırma yapmak açısından fikir verdiği için bir kat daha önem kazanıyor.
Kapitalizm dünya genelinde en can alıcı yerden, insanların sağlığı üzerinden kendi sınavını veriyor, daha doğrusu veremediğini, sağlık yapılanmasının özelleştirilmesinin hangi boyutlara ulaştığını acı örnekler üzerinden görüyoruz. Peki eski Sovyet cumhuriyetleri bu süreçte ne yapıyor?
'BİZ NE VİRÜSLERE DAYANDIK BUNA DA DAYANIRIZ'
Geçtiğimiz günlerde basına ‘virüsü umursamayan ülke’ olarak yansıdı Belarus. Ülke Cumhurbaşkanı Lukaşenko taraftarların önünde buz hokeyi oynadı. 65 yaşındaki Cumhurbaşkanı, köyde traktörde çalışmanın ‘herkesi iyileştireceğini’ söyleyerek, ‘Dünya corona virüsle ilgili tüm bu tartışmalardan dolayı delirdi. Biz ne virüslere dayandık, buna da dayanırız. Panik bize virüsten daha fazla zarar verebilir’ dedi.
ABD'deki Johns Hopkins Üniversitesi’nin derlediği verilere göre ise, Belarus’ta 6 Nisan tarihine kadar 700 kişide Covid-19 vakası tespit edildi.
Türkmenistan’da ise, dünya çapındaki salgından söz eden kişilerin tutuklanma riski altında olduğu belirtiliyor. Buna göre, maske takan veya otobüs durakları ile dükkanlarda salgından söz eden kişilerin sivil polis tarafından göz altına alındığı basına yansıdı. Henüz hiç vakanın açıklanmadığı ülkeyle ilgili, Sınır Tanımayan Gazeteciler (RSF) örgütü, bu kararın ardından yaptığı açıklamada, Türkmenistan devletinin salgına dair tüm bilgiyi bastırarak vatandaşlarını tehlikeye attığı eleştirisinde bulundu.
Çin'in sınır komşusu Tacikistan ise Covid-19 vakasının bulunmadığı açıklanan çok az sayıdaki ülkeden biri olmasıyla dikkat çekiyor. Koronavirüsün Wuhan'da ortaya çıkmasından hemen sonra 30 Ocak'ta Çin ile sınırını kapatan Tacikistan, daha sonra Afganistan ve Özbekistan ile de tüm kapıları kapadı. Son olarak Covid-19 vakası tespit edilen Kırgızistan ile de sınır geçişilerini yasakladı.
Ancak komşu ülkelerin çoğunda, 21 Mart'taki etkinlikler iptal edilirken Tacikistan'da bu bayram binlerce kişinin katılımıyla kutlandı. Ülkede okullar dezenfekte edildi ancak tatil edilmedi, futbol maçları ertelenmedi. Futbol takımları kısa süre sonra başlayacak yeni sezon hazırlıklarını sürdürüyor.
Kazakistan, Kırgızistan, Özbekistan, Ermenistan, Çekya gibi ülkelerde ise virüsle mücadele kapsamında kimi önlemler alınıyor. Ermenistan hükümeti, Covid-19 salgını nedeniyle ülke genelinde 16 Nisan'a kadar olağanüstü hal ilan etti. Çekya’da ise11 Nisan’a kadar sokağa çıkma yasağı kararı alınmış durumda.
Ukrayna’da ise 3 Nisan itibariyle bine yakın vaka ve 23 ölüm söz konusuydu. Ukrayna hükümetinin ise, konuyu Rusya ile girilen bir yarış olarak görmesi, ülkedeki vaka sayısının Rusya’dan dört kat az olmasının dillendirilmesi dikkat çekiyor. Öte yandan Ukrayna’daki test sayısının çok sınırlı olduğu biliniyor. 2014 sonrası ise ülkedeki acil servis hizmetlerinin ve polikliniklerin ciddi oranda azalmış olması bir diğer dezavantaj olarak kendini gösteriyor. Kiev başta olmak üzere, ülkenin batı illeriyle bağı olup Avrupa’da çalışan nüfusun oranının yüksek olması da Ukrayna’yı virüsün hedefi olan ülkelerden biri haline getirmiş durumda.
Görünen o ki, basına yansıyan bu örneklere bakıldığında, bu coğrafyada da kapitalist dünyanın kalanından pek farklı bir tablo karşımıza çıkmıyor.
PEKİ ÖNCEDEN?
SSCB’nin yıkılmasının ardından başta Rusya olmak üzere Birlik’in pek çok ülkesinde, siyasal yapının değişimine karşın yaşam haklarındaki kazanımların sürdürülmesi kısa bir süreliğine de olsa bir süre daha engellenemedi. Bunların başında gelen sağlık örgütlenme modeli ve uygulanma biçimi, çok derin yapısal değişikliklere uğramaksızın ve kesintisiz olarak varlığını bir süre daha sürdürmeyi başarabildi.
Sağlık hizmetindeki yaklaşımın kısa bir süreliğine de olsa önemli bir değişikliğe uğramamasının nedeni, SSCB’ye has sağlık anlayışının hiçbir toplumsal grup ya da oluşuma ayrıcalık tanımadan her kesimi sağlık hizmetinden yararlandırmaya özen göstermiş olmasıydı.
Sovyetler Birliği'nde özellikle devrimin ilk yıllarında sağlık alanında atılan önemli adımların başında, hastalıkların toplumsal kökenleri ile mücadele etmesi amacıyla, sanitasyon ve epidemiyoloji departmanlarının oluşturulması geliyordu.
1925'de, sanitasyon ve hijyen eğitimi ile bulaşıcı hastalıklarla mücadeleye, sağlık bütçesinin yüzde 2.6'sı harcanıyordu. Yine, 1925'de Tıp Eğitimi Konseyi, tıp eğitiminin amacının ‘hekimlerin sadece hastalık ile biyolojik süreçler arasındaki bağlantıyı değil, varolan toplumsal yaşamı ve dünya olaylarını anlamaya yardımcı olacak yeterli sosyal bilim temeline sahip olmaları, sadece hastalıkları tedavi için değil, onları önlemek için bilgi ve beceri yolu ile yetiştirilmeleri’ olduğunu vurgulamıştı.
YALNIZCA TEDAVİ DEĞİL AYNI ZAMANDA KORUNMA
Bu amaçla, 1924 yılında tıp eğitimi şu ilkelerden hareketle yeniden tanımlanmıştı;
1- Hazırlık olarak biyoloji ve fizikokimya yı kapsayan ciddi bir temel bilimler eğitimi verilecek,
2- Sosyal bilimlere yeterli düzeyde yer verilecek,
3- Organizmanın çevreyle olan ilişkisinin çözümlenebilmesi için mutlaka gerekli olan materyalist düşünce özümsenecek,
4- Hastaların çalışma yaşamı ve yaşam biçimi göz önüne alınarak değerlendirilmesi sağlanacak,
5- Hastalıklara yol açan mesleksel ve sosyal koşullara sadece tedavi açısından değil korunma için de önem verilecek.
SSCB’nin kurulmasıyla bulaşıcı ve kolay önlenebilen hastalıkların pek çoğunun yok edilmesi için radikal önlemler alınmaya başlanmıştı. Özellikle iç savaşın sona ermesinin ardından oluşturulan yeni düzenlemelerle, anne ve bebek ölüm hızı, yaş ortalaması, genel ölüm hızı, enfeksiyon hastalıklarının sıklığı gibi sağlık parametreleri açısından önemli ilerlemeler kaydedildi. Kapitalist ülkeler tarafından büyük bir kuşatma altında tutulan SSCB, her şeye rağmen insan sağlığını en öncelikli gündem maddelerinden birisi olarak ele almıştı. Tıpkı, bugün her türlü yokluğa karşı halkına ve ihtiyaç duyan diğer ülkelere en nitelikli sağlık hizmetini sunmaya çalışan Küba gibi…
SOSYALİST SAĞLIKTAN PİYASACI SAĞLIĞA
Ancak SSCB’nin yıkılmasının ardından eski sosyalist ülkeler kazanımlarını birer birer geri vermeye başladılar. Ekonomiler piyasalaştıkça sağlık göstergeleri de hızla piyasalaştı. Bebek ölüm hızları arttı, kolay önlenebilir hastalıklar yüzünden insanlar ölmeye başladı. Bulaşıcı hastalıkların patlamalar yaptığı görüldü. Difteri, tüberküloz, boğmaca, kızamık, kolera, brusella gibi bulaşıcı hastalıklarda korkunç düzeyde artışlar oldu.
Özellikle devrimin ilk yıllarında ‘hekimlerin sadece hastalık ile biyolojik süreçler arasındaki bağlantıyı değil, varolan toplumsal yaşamı ve dünya olaylarını anlamaya yardımcı olacak yeterli sosyal bilim temeli; organizma ve çevre arasındaki ilişkiyi doğru anlamak için gerekli olan materyalist bakış açısı; hastanın ev yaşamı ve çalışma koşullarını dikkate alan sosyal hizmet bakış açısına sahip olmaları ve sadece hastalıkları tedavi için değil, onları önlemek için bilgi ve beceri yolu ile yetiştirilmeleri’ olduğunu vurgulayan bakış açısı gün geçtikçe yerini özel hastanelere, kamu ve özel hastalerde çalışan hekimler arası ayrıma, toplumcu bir sağlık anlayışının yerini piyasacı bir sağlık anlayışına bırakmaya başladı.
Şimdi gelinen noktada özellikle 1990 sonrası uygulanan politikaların bu coğrafyadaki ülkeleri hangi noktalara getirdiği açıkça farkediliyor. Koronavirüs başlığında ülkelerin izlediği tavrın tamamen bir örtbas etme, önemsememe ya da dünyanın kalanında olduğu gibi parçalı bir dizi önlemler alma yönünde olduğu görülüyor.
SOL DIŞ HABERLER