Salgın hastalık, ekonomiye ilişkin egemen söylemleri de dağıttı. Salgın atlatıldıktan sonra, dünyanın eskisi gibi olmayacağı konusunda herkes hemfikir. Vahşi kapitalizmin, neo-liberalizmin derde derman olmadığı, bir kez daha görüldü, hem de büyük acılarla. Tüm mal ve hizmetlerin üretimini piyasaya bırakan, sağlık ve eğitim başta olmak üzere temel, kamusal hizmetleri özel sektöre devreden anlayış, daha sık, daha acımasız eleştiriliyor artık. Ulus devletin kamucu, toplumcu, halkçı yönü daha fazla vurgulanıyor. Sosyal devletin önemi, daha çok anlaşılıyor.
Bu süreçte Türkiye’nin hatırlaması gereken başka ilkeler, kavramlar, kurumlar da var elbet. Örneğin; Cumhuriyetin erken döneminin planlı sanayi, planlı kalkınma, devlet öncülüğünde kurulan sanayi kuruluşları; bunların ekonomik boyutunun yanında sosyal yönleri mutlaka anımsanmalı. Korolar, tiyatro kolları, spor kulüpleri, kütüphaneler kuran; çocuk yuvaları, sağlık ocakları açan; balolar, kermesler düzenleyen, ağaçlandırma, sulama faaliyeti yürüten toplumcu işlevleri düşünülmeli. Zonguldak’ın kömürüyle Divriği’nin demirini Karabük’te buluşturan; yurttaşına Nazilli’nin basmasını, Beykoz’un kundurasını giydiren; halkın sofrasına Alpullu’nun, Turhal’ın şekerini getiren, bunları yaparken, aynı zamanda, kendi malını üretmenin ve kullanmanın gururunu, mutluluğunu yaşatan öncü sanayi kuruluşlarının niçin özelleştirildiğinin, neden tasfiye edildiğinin özeleştirisi verilmeli. Sadece birer iktisadi işletme olmayan, aynı zamanda ulusal bağımsızlığın kaleleri, simgeleri olan bu kuruluşların yarattığı sanayi birikimini ortadan kaldırmanın, ne tür ekonomik, siyasal, toplumsal sonuçlar doğurduğunun muhasebesi yapılmalı.
Cumhuriyet: Halkçılık, toplumculuk, kamuculuk, planlama
Israrla vurgulamakta yarar var. Diğer yönlerinin yanında Cumhuriyet, aynı zamanda eşitliktir. Halkçılıktır. Toplumculuktur. Kamuculuktur. Planlamadır. Devletçiliktir. O nedenle Türkiye; salgının öne çektiği ekonomik krizin sonrasına hazırlanacaksa, öncelikle ve özellikle, Cumhuriyetin toplumsal ve sınıfsal boyutunu sahiplenmelidir.
Küreselleşmenin, emperyalizmin yeni adı olduğunu unutmadan, 24 Ocak Kararları’ndan bu yana tutulan yolu tartışmalıdır. İngiltere’de “demir leydi” lakaplı Muhafazakâr Parti lideri ve başbakan Margaret Thatcher’dan, ABD’de Cumhuriyetçi başkan Ronald Reagan’dan ilham alan ABD hayranı Turgut Özal’ın politikalarının sonuçlarını tartışmalıdır. ABD’de liberal ekonomik yaklaşımlarıyla ünlü Chicago Okulu’ndan ve Chicago Boys denen kadrolardan, İngiltere’de Adam Smith Enstitüsü’nden feyz alan iktisatçıların, nasıl olup da hem Özal’a hem Erdal İnönü’nün bazı “sosyal demokrat” bakanlarına danışmanlık yapabildiğini tartışmalıdır. Türkiye’nin iç pazarını, gümrük rejimini, dış ticaret rejimini tamamen Avrupa Birliği vesayetine açan, adeta yarı sömürge düzenini çağrıştıran Gümrük Birliği’ni tartışmalıdır.
Sözün özü; üretim ekonomisini savunmak da, sosyal devleti, ortak iyiyi, toplumsal yararı, kamusal faydayı, sosyal adaleti savunmak da, eşitliği, emeği, hukuku, demokrasiyi, sendikal hakları savunmak da, öncelikle Cumhuriyetçilerin görevidir. Cumhuriyetçilerde bu birikim, bu donanım, bu insan kaynağı vardır. Yeter ki, bu ideolojik özü, geniş kitlelerle buluşturacak, cesur ve örgütlü mücadele göze alınsın.
Barış Doster / CUMHURİYET
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder