16 Nisan 2021 Cuma

IMF’nin Türkiye öngörüleri ve ötesi - Korkut Boratav / SOL

 

Ekonominin seyri, günü gününe alınan, bazen çelişkili kararlara teslim edilmiş gibidir. Fazla sürdürülemez. Son Merkez Bankası operasyonu, belki de ekonomi yönetiminin fiilen son bulması anlamındadır.

IMF ve Dünya Bankası’nın Nisan 2021 toplantıları sanal ortamda yapıldı. Bu toplantılarda IMF’nin ekonomik, finansal ve malî raporları yayımlanır; veri bankası güncelleştirilir. 

Son IMF verilerinde yer alan bazı Türkiye öngörülerini gözden geçirelim. 

Millî gelir: 2021-2022’nin öngörüleri 

Aşağıdaki tablo, Türkiye millî gelirinin (GSYH’nın) 2020-2022 yıllarına ait IMF veri bankasından alınmış ve türetilmiştir.

IMF, geçmiş dönemlere (örneğin tablodaki 2020’ye) ait ülke verilerini geçerli kabul eder; kendi veri tabanına ekler. Tablodaki 2021 ve 2022 sayıları ise IMF öngörüleridir. Bu öngörüler (her ülke ve Türkiye için) 2026’ya kadar uzatılmaktadır. Aşağıda onları da tartışacağım.

Ekonominin enflasyondan arındırılmış TL ile hesaplanan (“reel”) büyüme oranı satır 1’de yer alıyor. 

Satır 2’de yer alan dolarlı GSYH toplamı, ekonominin uluslararası büyüklüğünü ve dışsal bağlantılarının, kırılganlıklarının ağırlığını belirlemek için önem taşır. Bu sayı, cari fiyatlarla hesap edilen GSYH, ortalama dolar fiyatına bölünerek elde edilir.  

2020-2022 ortalama dolar/TL  kurları satır 3’te yer alıyor.

Cari fiyatlı GSYH toplamını, sabit (“hacim endeksli”) büyüklüğe dönüştürmekte kullanılan en kapsamlı enflasyon oranı, “millî gelir deflatörü” diye bilinir. Türkiye’de yaygın olarak kullanılan; maaş ve asgari ücret zamlarında dikkate alınan TÜFE’den farklıdır. Bu oran “GSYH enflasyonu” başlığı altında satır 4’te yer alıyor. 2020 oranı (%14,7), TÜİK’in geçen yıla ait millî gelir hesaplamasında kullandığı “GSYH deflatörü”dür. IMF, 2021 ve 2022 için bu enflasyon öngörüsünü (%12,6 → %10,5) düşürüyor (satır 4).

Doların ortalama fiyatı enflasyondan daha hızlı artarsa, dolarlı GSYH aşağı çekilir. Örneğin, 2020’deki döviz krizi ortalama dolar fiyatını sıçratmış; sabit TL’ye göre ekonominin %1,8 büyüdüğü bu yıl (satır 1), dolarlı GSYH %5,4 gerilemişti.

Dolardaki göreli “ucuzlama” ise millî geliri dolar olarak yükseltir. Satır 3’te, 2021 ve 2022 dolar fiyatlarının bir önceki yıla göre artış oranlarını hesaplayın; %8,2 → %4,7 çıkacaktır. Satır 4’te 2021 ve 2022’deki GSYH enflasyonunun (%12,6 → %10,5’un) bir hayli altında seyreden dolar/TL kuru, dolarlı GSYH’yı yukarı çekmiştir. 

Bu iki yılda dolarlı GSYH’nın büyüme oranlarını hesaplayın: %10,4 ve %9,3 çıkacaktır. Sabit TL ile öngörülen büyüme tempoları (%6,0 →%3,5) aşılmaktadır. Kişi başına 10.000 dolarlık millî gelir eşiği 2022’de bu sayede aşılacaktır. 

IMF’nin 2021 ve 2022’de dolar fiyatlarının göreli olarak ucuzlayacağı öngörüsü, aslında, Türkiye’ye dış kaynak girişlerinin canlı seyredeceğini varsaymaktadır. 

Ülkeler-arası 2020-2021 karşılaştırması: Türkiye ön saflarda… 

IMF’nin son verileri Türkiye ekonomisi için 2021’de yüzde 6 oranında büyüme öngörüyor. Bu veriler, Mart 2021’deki TCMB operasyonu öncesinde hazırlanmıştı. Dolayısıyla 2021 öngörüleri, ekonomi politikalarında Kasım 2020’de Albayrak sonrasında gerçekleştirilen “normalleşme” sürecinin devam edeceğini varsaymıştır. Yani, TCMB, neoliberal enflasyon hedeflemesine dönecek; bu sayede yabancı sermaye girişleri canlı seyredecek; politika faizlerindeki artışın frenleyici etkisi giderilecektir. 

IMF’nin 2020-2021 Türkiye GSYH verilerini ve öngörülerini diğer ülkelerle karşılaştıralım. Büyüme bilançosunda ülkemiz ön saflarda yer alıyor. Korona salgınının tüm dünyayı sarstığı 2020’de büyük Batı ve “Güney” ülkeleri arasında sadece üç ülke pozitif büyüme gerçekleştirebilmiştir: Vietnam (%2,9), Çin (%2,3) ve Türkiye (%1,9)…    

Bu sonucu IMF’nin 2021 öngörüleriyle birleştirelim ve 2020-2021 millî gelir hareketlerinin toplamına göz atalım: Türkiye ekonomisi (%1,8 + %6,0 ile) bir kez daha Çin ve Vietnam’ın ardından “dünya üçüncüsü” konumundadır. Büyük Batı ekonomileri içinde 2020’deki daralmayı bu yıl telafi eden tek ülke (yüzdeler olarak -3,5 → +6,4 ile) ABD’dir. 

Büyük “Güney” ülkeleri katılırsa Türkiye’nin 2021 büyüme temposunu aşan ülke sayısı 9’a çıkmaktadır. Ne var ki, hepsi salgın yılında sert oranlarda daralmıştı. Hindistan bu yıl %12,5’lik büyüme öngörüsü ile ilk sıraya çıkmaktadır; ama 2020’de %8’lik bir daralmayı izleyerek… 

'Ekonomik sağduyu'nun maliyetleri  

İktidar blokunun önceliklerini aşan sorunlar da var: Yüzde 6’lık büyüme öngörüsü 2021’e özgüdür; orta dönemde dinamik bir büyüme söz konusu değildir: IMF verileri  2022-2026 dönemi Türkiye’sinde her yıl yüzde 3,5’lik büyüme içeriyor. Bu, Türkiye ekonomisi için IMF’nin tahmin ettiği potansiyel büyüme hızıdır. 

Bu oran bir üst sınırdır. Örneğin, Türkiye millî gelirinin son yüksek büyüme (%7,5) yılı olan 2017 ile başlayalım ve IMF öngörülerini ekleyerek 2023’e uzatalım: Altı yılda Türkiye ekonomisi %3,1’lik bir tempoyla büyümüş olacaktır. AKP iktidarının 2003-2013 döneminde gerçekleştirdiği %4,5’lik büyüme temposu üçte bir aşağı çekilecek; ekonomi durgunlaşacaktır.  

IMF’nin 2026’ya kadar uzattığı nicel değişkenler neoliberal iyimserliği yansıtıyor: Finansal istikrara dönüşün maliyeti (“yüksek kredi faizleri”), canlı sermaye girişleri (“ucuzlayan döviz”) yoluyla telafi edilir; yüzde 3’ü biraz aşan bir büyüme temposu sağlanır. Sıkı para politikaları ve ucuzlayan döviz zaman içinde enflasyonu aşağı çeker; makro-ekonomik istikrar yerleşir; ama kronik dış açıklar devam eder. 

Ne var ki, bu durgunlaşma senaryosu Türkiye toplumunun ve emekçilerinin geleceği açısından ciddi sorunlar içeriyor. Çalkantılı dört yılın ve korona salgınının mirası içindeyiz: Çok yüksek işsizlik ve ağır yoksullaşmadan oluşan bir toplumsal bunalım…. Neoliberal modelin   öngördüğü “istikrar içinde durgunlaşma”, bu toplumsal bunalımı hafifletemez. 

Ekonomi yönetimi dağılmış; IMF’nin de simgelediği “ekonomik sağduyu reçeteleri” muhalefet saflarında saygınlık kazanmıştır. Bu “sağduyu”, sermayenin Türkiye üzerindeki tahakkümünün sonucu olan dış kaynak hareketlerine bağımlılığı sineye çekmektedir. Durgunlaşma, bugünkü toplumsal bunalımın yanı sıra, ekonominin yapısal hastalıklarını, azgelişmişliğini de kalıcı kılacaktır. 

Soldaki iktisatçılar, bu nedenle “ekonomik sağduyu” dışındaki seçenekleri tartışmayı sürdürmelidir. 

Yönetilemeyen bir ekonomi… Ya ülke? 

IMF’nin 2021’de Türkiye için önerdiği “istikrarlı büyüme” senaryosu, Mart’ta TCMB operasyonu ile fiilen reddedildi. Niçin? 

Bu soruyu 2 Nisan’da bu köşede yanıtlamıştım (Merkez Bankası Operasyonu. Niçin?). Finansal disiplin, Saray’la içli-dışlı ilişkiler içinde olan sermaye çevrelerinin hayat damarlarını tıkayacağı için… İktidar bloku, “normalleşme” koşullarında ayıklanacak “çürük elmaları” da içerdiği için…  

Kalan tek seçenek, “malı alıp götürmek” midir? Bu eşiğe gelinmişse, yozlaşmış kapitalizmlere özgü olan; siyasal iktidardan kaynaklanan rant yaratma, el koyma, paylaşma süreçleri dahi aşılmıştır. İktisatçıların izleyemeyeceği bir alana girilmiştir. 

Ekonominin seyri, günü gününe alınan, bazen çelişkili kararlara teslim edilmiş gibidir. Fazla sürdürülemez. Son Merkez Bankası operasyonu, belki de, ekonomi yönetiminin fiilen son bulması anlamındadır. 

Ekonomi bir yana, “yönetilemeyen bir ülke” örnekleri de sıklaşmaktadır. Salgın karşısında duyarsızlık, hareketsizlik başta geliyor. Amiraller operasyonu eklenmelidir. Saray’da AB liderlerine uygulanan tuhaf protokolü birkaç gün önce gözledik. Dış siyasette tehlikeli yalpalamalar, tutarsızlıklar güncelleşmiştir. Ağır bedeller taşıyacak çılgınlıkları frenleyebilecek kurumsal güvenceler yok olmuştur.  

Yönetilemeyen bir ülkenin nereye sürükleneceği bilinemez. Sözün bittiği yere gelinir.

Bu dönemece gelmeden demokrat, cumhuriyetçi, sosyalist muhalefetler ayrı ayrı, giderek birlikte toparlanmalı; hazır olmalıdır. 

Korkut Boratav / SOL     

15 Nisan 2021 Perşembe

AKP'li Tevfik Göksu, Bilim Kurulu'nun yasakladığı ürünleri öğrencilere dağıttı - BİRGÜN


 Esenler Belediye Başkanı AKP'li Tevfik Göksu, Bilim Kurulu tarafından yasaklanan ürünleri çocuklara dağıttı. Kumanyanın içeriğinde yer alan gofret ve meyve suyunun öğrencilere verilmesi tepki çekti.

Esenler Belediye Başkanı ve İBB Meclisi AKP Grup Başkanvekili Tevfik Göksu’nun 

öğrencilere dağıttığı Ramazan kumanyası eleştiri konusu oldu.

Odatv'nin aktardığı habere göre, Esenler Belediye Başkanı Tevfik Göksu, Ramazan’ın ilk gününde öğrencilere gofret ve meyve suyu yer alan “Mutluluk dolu Ramazan” yazılı kumanya dağıttı.

Kumanyanın içeriğinde yer alan gofret ve meyve suyunun okul kantinlerinde yasaklanmış olmasına karşılık öğrencilere verilmesi tepki çekti.

Bilim Kurulu tarafından öğrencilere okul kantinlerinde gofret ve meyve suyu gibi ürünlerin satışının yasaklanması kararı alınmıştı.

                                                                      



AKP'li Göksu'nun '10 yıldır yapıyoruz' dediği 'ESEN BEBE' projesi asılsız çıktı

Esenler Belediye Başkanı AKP'li Mehmet Tevfik Göksu'nun, Bakan Zehra Zümrüt Selçuk'un desteklemek için duyurduğu 'ESEN BEBE' adındaki proje asılsız çıktı. Göksu'nun 10 yıldır uygulandığını söylediği projeye ilişkin herhangi bir bilgiye rastlanmadı.

Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanı Zehra Zümrüt Selçuk, İstanbul Büyükşehir Belediye 

(İBB) Başkanı Ekrem İmamoğlu'nun bebekler için duyurduğu destek kampanyasının 10 yıldır 

AKP'li ilçe belediyeler tarafından yapıldığını iddia etti. Esenler Belediye Başkanı AKP'li 

Mehmet Tevfik Göksu'nun Selçuk'un iddiasını desteklemek için duyurduğu "ESEN BEBE" 

adındaki proje hakkında bilgiye belediyede rastlanmadı.

İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu, yeni doğan bebekler için 4 aylık masraflarını karşılayabilecek paketi, AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın sözlerine gönderme yaparak duyurdu. İmamoğlu, "3 çocuk tavsiye etmek kolay da masraflarını karşılamak kolay değil. Yeni doğan bebeklerin tüm ihtiyaçlarını 4 ay karşılayabilecek destek paketini ihtiyaç sahiplerine ücretsiz dağıtmaya başlıyoruz. Özellikle bebek ürünleri üreticilerimizi kampanyaya desteğe davet ediyorum" dedi.

İmamoğlu'nun paylaşımını alıntılayan Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanı Zehra Zümrüt Selçuk, söz konusu kampanyanın 10 yıl önce ilçe belediyelerinin yürüttüğünü iddia etti.

Selçuk açıklamasında, "İlçe belediyelerimizin yıllardır yeni doğanlara yaptıklarını büyükşehir olarak keşfetmenizden dolayı memnun olduk. Ayrıca doğum/eğitim/sağlık/öksüz-yetim yardımı gibi çocuk odaklı desteklerimiz de var. 130 bin çocuğumuz düzenli SED almakta. Hani gerekirse tekraren keşfetmeyin" ifadelerini kullandı.

Selçuk'un paylaşımının ardından Esenler Belediye Başkanı AKP'li Mehmet Tevfik Göksu 'ESEN BEBE' ismini verdiği projenin 10 yıldır uygulandığını öne sürdü.

Göksu paylaşımında, "ESEN BEBE projemizle,10 yıldır biz bu işi Esenlerde zaten yapıyoruz Sn Bakanım Bunlar en az on yıl geriden geliyor" ifadelerini kullandı.

Göksu'nun, Bakan Selçuk'u desteklemek için duyurduğu kampanya ise asılsız çıktı.

Kampanyaya ilişkin herhangi bir veriye rastlanmazken, belediyenin "Projeler" bölümünde de "ESEN BEBE" adında herhangi bir çalışmaya rastlanmadı.

Esenler Belediyesi'nin resmi internet sitesinde yer alan projeler şöyle:

akp-li-goksu-nun-10-yildir-yapiyoruz-dedigi-esen-bebe-projesi-asilsiz-cikti-861366-1.

akp-li-goksu-nun-10-yildir-yapiyoruz-dedigi-esen-bebe-projesi-asilsiz-cikti-861358-1.

akp-li-goksu-nun-10-yildir-yapiyoruz-dedigi-esen-bebe-projesi-asilsiz-cikti-861360-1.

akp-li-goksu-nun-10-yildir-yapiyoruz-dedigi-esen-bebe-projesi-asilsiz-cikti-861361-1.

akp-li-goksu-nun-10-yildir-yapiyoruz-dedigi-esen-bebe-projesi-asilsiz-cikti-861362-1.

BİRGÜN



Erdoğan’ın ‘Bende kalabilir mi’ dediği amiral dosyası - Barış Terkoğlu / CUMHURİYET

Bir gemi güvertesi. Gözleri bağlı şişman adam diz çökmüş. Karşısındaki dört asker, o an geldiğinde, diz çökmüş adamın kafasına üçer mermi sıktı. Kalabalık kurşuna dizme töreninden memnundu. Candide “Kim” diye sorduğunda kanlar içinde düşenin bir amiral olduğunu öğrenmişti.  “Neden” diye sorduğunda aldığı cevap o kadar saçmaydı ki.. Voltaire, Candide’de şöyle not etmişti: “Bu ülkede öteki amirallere ders olsun diye ara sıra bir amiral öldürmek âdettendir.”

On yılda ne çok tören yaptık, ne çok amiral öldürdük. Her seferinde yandaşlarımıza ne çok “hurra” dedirttik. Kan ve barut kokusu havada asılıyken doymuş kalabalıkları nasıl da eve gönderdik.

Pazartesi günü, bu köşede hedefe konmuş amirallerin hikâyelerini okudunuz. Yine de eksik kaldı... Deniz Kuvvetleri Komutanlığı kurmay başkanıyken istifa eden Atilla Kezek’in, o yıllarda, iki kez Erdoğan’la görüştüğünü yazmıştım. Acaba iki kişi neler konuşmuştu?

ERDOĞAN: HÂLÂ KABULLENEMİYORUM

Yanıtını bulmak için Kezek’in kitabı “Dışarıdakiler”i açtım. (Galeati Yayıncılık) Kitapta anlattığına göre, görüşme Kezek’in isteğiyle gerçekleşmiş ve bunda “Kasımpaşalılık” etkili olmuştu:

“Çocukluğumda babamın teyzesi ve ailesi, Kasımpaşa’nın Kulaksız semtinin Sinanpaşa Mahallesi’nde oturuyordu. Dönemin başbakanı Recep Tayyip Erdoğan ve ailesi ile aynı mahallede yakın komşuydular. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan beni hatırlamasa da kardeşimi tanıyordu. Kardeşim vasıtasıyla randevu talep ettim.

“Randevu talebimden kısa bir süre sonra kabul cevabı geldi. Görüşme 1 Mayıs 2012 saat 14.00’te Ankara’da Başbakanlık’ta olacaktı” diyor Kezek. “Oldukça riskli bir işe girişmiştim” diye devam ediyor. Sadece eşi ve Deniz Kuvvetleri Komutanı Murat Bilgel’e haber verdiğini de ekliyor. (Kezek, Bilgel’in görüşmeye karşı çıktığını, buna rağmen gittiğini de not etmiş.)

FETÖ takibinden kurtulmak için telefonunu kapatıp İstanbul’da bırakan Kezek, tam saatinde Erdoğan’ın odasına girdi:

“Önce mahalle ve akrabalar bilahare Kasımpaşa ve Okmeydanı sohbetinden sonra iş, ziyaretin esas konusuna gelmişti. Konuyla ilgisi olmadığından Başbakan’dan müsaade isteyip kardeşimi görüşme salonundan çıkardım.”

Devamını şöyle aktarıyor:

“Genel olarak Türk Silahlı Kuvvetleri’nin bir saldırıyla karşı karşıya olduğunu, başta Deniz Kuvvetleri personeli olmak üzere liyakatli, başarılı personelin hedefe koyularak tasfiye edilmeye çalışıldığını, Balyoz diye bir şeyin olmadığını, başta dijital belgeler olmak üzere, belgelerin sahte olduğunu kendi üslubumla anlatmaya çalıştım. Deniz Kuvvetleri’nde en önemli muharip görevlerden olan fırkateyn komutanlıklarının doldurulamadığını, bu zafiyeti gidermek için makineci personelin komutan yapılmaya başlandığını anlattım.”

Sohbetin geldiği nokta ne yapılabileceğine kilitlenmiş görünüyor:

“Kendisinin arkadaşlarımızın suçsuzluğunu görüp inandığını belirtmesi halinde her şeyin yoluna gireceğini söylediğimde, bu konuda bir şey söylemesi halinde herkesin ve basının ‘yargıya müdahale’ diye saldırıya geçtiğini söyledi.”

Kezek, bir ayrıntı daha veriyor:

“Bana, ‘Genelkurmay Başkanı’nın tutuklanmasını hâlâ kabullenemiyorum’ demişti. Sanki olanlardan o da rahatsızmış gibi bir izlenim edindim.”

KASIMPAŞALILIK FISILTISI  

Kezek’in anlattığına göre, kumpaslar tam gaz devam etti. TSK’de tasfiye davaları sürüyordu. İkinci bir adım attı. Bir kez daha randevu istedi. 20 Temmuz 2013’te Başbakan’ın Dolmabahçe’de kabul edeceği söylendi. Bu kez eşinden başka kimseye haber vermemişti. Yine de içi içini yiyordu:

“Bir taraftan da yaptığımı sorguluyordum. Her zaman iftihar ettiğim, meslek hayatım boyunca her yerde söylediğim Kasımpaşalılığımın o günlerde parmaklıklar arkasında da herkes tarafından olmasa da bir kısım arkadaşım tarafından, fısıltı halinde bir şeylere bağlanmaya çalışıldığını biliyordum.”

Kezek, ikinci karşılamadaki havayı şöyle anlatıyor:

“Başbakan yine ayakta ve oldukça sıcak karşıladı. Oturduk, genel kısa bir sohbetten sonra doğrudan konuya girdim.”

Bu kez daha somut konuşmuştu:

“Olayların zirve yaptığı 2009-2012 yılları arasında Deniz Kuvvetleri’ndeki kadro ve atamaları mercek altına alıp kritik görevlerde bulunan ve kumpasa uğrayan personel ile ilgili bir çalışma yapmıştım.(…) Başbakan, ‘Yan tarafa geçelim’ dedi. Geçtik ve yaptığım çalışmayı masanın üzerine serdim.”

Çalışmanın içeriğini Kezek şöyle özetliyor:

“Kritik görevlerde bulunan muharip personelin yüzde 70’i bir davaya bulaştırılmış ya da hapse atılmıştı. Bir albay veya amiral tutuklanıyor, onun yerine gelen eğer cemaatin adamı değilse o da bir şeylere bulaştırılıyor, bu durum kendi adamları o göreve gelene kadar devam ediyordu.”

ÇALIŞMANIN ÖZETİ: 15 TEMMUZ

Kezek’in masaya serdiği çalışma, tabloyu ortaya koyuyor. Ergenekon-Balyoz kumpaslarıyla, denizciler birer birer tasfiye edilirken yerlerine aşağıdan gelen FETÖ’cüler yerleşiyor:

“- 2009-2010’da 16 adet Güdümlü Mermili Fırkateyn komutanından 12’si kumpas davalarına bulaştırıldı. (Geriye kalan ve ismi hiçbir yerde geçmemiş 4 kişiden 3’ü ise daha sonra amirallik rütbesine terfi etti. Bu 3 kişi halen 15 Temmuz kalkışması nedeniyle yargı önünde.

- 5 adet fırkateyn komodoru kurmay albaydan 3’ü kumpas davalarına bulaştırıldı. (Geriye kalan ve ismi hiçbir yerde geçmemiş, daha sonra amiral olan 2’si ise 15 Temmuz kalkışması nedeniyle yargı önünde.)

- 2010-2011 yıllarında 9 üs, bölge, Boğaz komutanlarından 8’i kumpas davalarına karıştırıldı, biri de istifa etti. (O kadrolara daha sonra atanan 6 amiral bugün 15 Temmuz kalkışması nedeniyle yargı önünde.)

- 2011-2012’de gemilerin komutanları ile o gemilerin personelini yetiştiren eğitim kurumlarındaki 69 kadrodan 40’ı kumpas davalara bulaştırıldı. (Kalan 29’undan 21 kişi halen 15 Temmuz kalkışması nedeniyle yargı önünde.)”

Sonuçlarından bakınca, Kezek’in darbeden üç yıl önce, gelmekte olanı Erdoğan’a haber verdiği görülüyor. Devamını Kezek’ten dinleyelim:

“Başbakan yapmış olduğum çalışmayı göstererek ‘Bu bende kalabilir mi’ diye sorduBen de bir kopyası olduğu için memnuniyetle kendisine teslim ettim.”

YÜZDE 90’I DARBE SANIĞI

Sonuç mu?

Kezek, kumpas sürünce, üstelik kendisi de hem de Genelkurmay’ı yönetenlerin de yol vermesiyle hedef alınınca istifa etti. Ne yazık ki FETÖ’nün 15 Temmuz yürüyüşü de devam etti:

“Yapmış olduğum çalışma tasfiye edilenler üzerinden olduğu için ismen FETÖ’cü diye kimseyi suçlamamıştım. Ancak kritik personel listesinde tasfiye edilenlerin yerlerine gelen ve hiçbir saldırıya maruz kalmayan personelin  yüzde doksanı 15 Temmuz kalkışması nedeniyle bugün yargı önünde.”

Voltaire’in yazdığı gibi, eski bir âdeti gerçekleştirdik. Amiralleri günlerce linç ettik. Ruhlarını kürsülerde, medyalarda, mesajlarda çarmıha gerdik. Hepsi bitince de evlerimize dağıldık. Kurşuna dizmeden önce dinleseydik, belki gemilerimiz de limanlarımız da insanlarımız da daha huzurlu olacaktı. 

Barış Terkoğlu / CUMHURİYET

Aza tamah etmiyorlar: Reisin 'çok' maaş alan yandaşları - SOL

 Aldığı tek maaşı karın tokluğuna yeten milyonlar 'buna da şükür' derken, birkaç maaşla 'kıyak' yaşam sürdüren AKP'liler sıklıkla kamuoyunun göndemine geliyor.


RTÜK Başkanı Ebubekir Şahin'in iki ayrı kurumdan maaş almasını 'yasal' ve 'etik' bularak savunmasından sonra birden fazla devlet kurumundan maaş alanlar yeniden gündeme geldi. Salgın günlerinde emekçiler açlık sınırının altında olan asgari ücretten bile daha düşük ücretlere mecbur bırakılırken, AKP'lilerin aldıkları 'kıyak' maaşların listesini yeniden derledik. 

2020'nin başında AKP'lilerin devlet kaynakları üzerinden aldığı maaşlara ilişkin dikkat çeken bir çalışma CHP tarafından yayımlanmıştı. “Arpalık Aile Şirketi” adlı broşürde birden fazla maaş alan Cumhurbaşkanlığı'ndan isimlere, bakanlara, vekillere ve diğer AKP'lilere yer verilmişti.   

Zaman geçtikçe birden fazla maaş alanlar listesi genişledi. Listeye zirveden girmeye aday olanlar da çıktı bu arada. Hızlı bir derlemeden bu isimler çıktı...

Herkes var... 

CHP’nin çalışmasına göre, birden fazla maaş alan Cumhurbaşkanlığı bürokratları, Cumhurbaşkanlığı başdanışmanları ve Cumhurbaşkanlığı kurul üyeleri 2020 başında sırasıyla şöyleydi:

Fahrettin Altun (Borsa İstanbul), Ali Taha Koç (Türksat), Metin Kıratlı (Borsa İstanbul), Uğur Ünal (TDİ), Yunus Arıncı (VakıfBank, Borsa İstanbul), Arda Ermut (THY, Varlık Fonu), Mehmet Zahid Sobacı (BİK Yönetim Kurulu Başkanı), Maksut Serim (Halkbank), Sefer Turan (TTNET), Hamdi Kılıç (BİK), Fecir Alptekin (BİK), Saadet Oruç (BİK), Mehmet Akarca (BİK), Muhammet Mücahit Küçükyılmaz (BİK), Ahmet Karayiğit (Kamu Görevlileri Etik Kurulu), Hasan Nuri Yaşar (YÖK); Yiğit Bulut (Türk Telekom), Meltem Taylan Aydın (Halkbank), Cemil Ragıp Ertem (VakıfBank), Gülnur Aybet (Ziraat Bankası), Asım Aykan (Etik Kurulu Üyesi).

Cumhurbaşkanı başdanışmanı maaşı da alan eski milletvekilleri ise Mehmet Uçum, Seyit Sertçelik, Gülay Samancı, Rehe Denemeç, İhsan Şener, Oktay Saral, Mustafa Akış, Ayşe Türkmenoğlu, Gülşen Orhan, İsrafil Kışla ve Hamza Yerlikaya olarak görülüyordu.

Birden fazla maaş alan bakanlar ve vekiller 

Çalışmada birden fazla maaş alan eski bakanlar, Naci Ağbal (Vakıf Katılım), Faruk Çelik (Ziraat), Atilla Koç (Turkcell), Abdülkadir Aksu (VakıfBank), Mehmet Hilmi Güler (Turkcell, Belediye Başkanı), Köksal Toptan (Kamu Görevlileri Etik Kurulu Başkanı) diye sıralanıyordu. Birden fazla maaş alan eski milletvekilleri ise şunlardı: Şahap Kavcıoğlu (VakıfBank), Sadık Yakut (VakıfBank), Halil Aydoğan (VakıfBank), İsmail Alptekin (VakıfBank), Mahmut Kaçar (Ziraat Bankası), Gülseren Topuz (Takasbank), Nureddin Nebati (Türk Telekom), Salim Dursun (Türk Telekom), Edibe Sözen (BİK, Rektör), Ziyaeddin Akbulut (Kamu Görevlileri Etik Kurulu Üyesi).

Büyükelçi maaşı alan eski vekiller 

Büyükelçi maaşı alan eski bakan, milletvekilleri ve bürokratlar ise Egemen Bağış, Lütfullah Göktaş, Ayşe Hilal Sayan Koytak, Merve Kavakçı, Hasan Murat Mercan, Abdülkadir Emin Önen, Şaban Dişli, Tülin Erkal Kara, Zekeriya Akçam olarak sıralanmıştı.

Çalışmada bakan yardımcısı olan aile yakınları Fatma Varank, Ayşe Ergezen, Mehmet Fatih Kacır, Mehmet Hadi Tunç, Hadir Alpaslan olarak sıralanırken; bakan yardımcısı maaşı alan eski vekiller ise Fatih Metin, Zekeriya Birkan, Ahmet Koca, Halil Erdemir, Mehmet Ersoy, Suay Alpay, Alpaslan Kavaklıoğlu olarak belirlenmişti.

Listeye zirveden giren Fahrettin Altun

CHP’li milletvekili Özgür Özel, aynı konuda yaptığı bir konuşmada Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanı Fahrettin Altun’un evine dört maaş girdiğini açıklamıştı.

"Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanı Fahrettin Altun’un durumuna bakalım. Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanı olarak dolgun bir maaş alıyor mu, alıyor, ikinci bir maaş ne alıyor, Borsa İstanbul Yönetim Kurulu üyesi, çift dikiş mi? Sayın Cumhurbaşkanı, Sayın Ömer Çelik, AK Parti için çok konuşanlar. Peki evde yalnız yaşamıyor bir de hanımefendi var, Fatma Nur Hanım, değerli eşleri, Fatma Nur Altun hem akademisyen maaşı alıyor mu, alıyor, hem de Türk Hava Yolları Yönetim Kuruluna önerilmişti, bugün baktık ki resmi siteye geçmiş, görevlendirilmiş. Fahrettin Altun’un evine dört maaş giriyor."

Zirveyi zorlayan Yerlikaya

Güreşçi Hamza Yerlikaya Vakıfbank'a bağımsız yönetim kurulu üyesi olarak atanmıştı. Borsaya yapılan bildirime göre Vakıfbank'ta kamu görevi bulunan yönetim kurulu üyeleri aylık 12 bin 530 TL maaş aldığı açıklanmıştı. Sahte diploma haberleri sonrası Yerlikaya yönetim kurulu üyeliğinden çıkarıldı.

Yerlikaya Cumhurbaşkanı Başdanışmanılığı yapmıştı. Bu görevinden ayrıldığı açıklanmış Gençlik ve Spor Bakanlığı'ndaki görevine devam ettiği belirtilmişti. 

4 maaş aldığı gündeme gelmişti

Ebubekir Şahin’in RTÜK dışında Basın İlan Kurumu Hükümet Temsilciliği, Halkbank Yönetim Kurulu üyeliği ve Wushu Kung Fu Federasyonu As Başkanlığı görevinde olması 4 maaş aldığı iddiası gündeme gelmişti. Şahin iddia hakkında yazılı açıklama yaparak, “Hiç bir zaman 4 maaşım olmadı. Kurumumdan aldığım maaşla beraber sadece bir yerden yönetim kurulu maaşı almaktayım. Zaten aksi de kanunen mümkün değildir” dedi.

'Yüksek istişare kurulu' üyelerinin maaşını da ödüyoruz: Erdoğan tarafından oluşturulan Cumhurbaşkanlığı Yüksek İstişare Kurulu'nun üyeleri 15 bin liradan fazla maaş alıyor.

Turkcell'le bağlanmışlar 'hayata'

Turkcell Yönetim Kurulu'ndaki AKP'li bürokratların maaşları da çok maaşlılık meseleleri gündem olduğunda ortaya konulup kamuoyunda tartışılmıştı.

Yönetim Kurulu Başkanı'nın yıllık net maaşının 250.000 Avro, Yönetim Kurulu Üyelerinin yıllık net maaşlarının 100.000 Avro olduğu, 2010'da belirlenen bu tutarların, bugüne kadar aynen devam ettiği ortaya çıkmış, yıllar içinde bu maaşı alan yönetim kurulu başkanı ve üyelerinin isimleri de hatırlanmıştı:

2011-2012-2013-2014-2015-2016-2017: Atilla Koç, Mehmet Hilmi Güler, Bekir Pakdemirli.

2018: Atilla Koç, Mehmet Hilmi Güler.

2019: Atilla Koç, Mehmet Hilmi Güler, Bülent Aksu, Hüseyin Aydın.

2020: Bülent Aksu, Hüseyin Aydın, Afif Demirkıran.

Ordu Belediye Başkanı ve başka şeyler: Hilmi Güler 

AKP'li Ordu Belediye Başkanı Hilmi Güler, belediye başkanlığı maaşı dışında iki şirketin yönetim kurulu üyeliğinden de maaş alıyor. Eski Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Güler, 31 Mart yerel seçimlerinde Ordu Büyükşehir Belediye Başkanı seçilmesiyle, 3 koltuk ve dört maaş sahibi oldu, hem belediye başkanı hem Turkcell ve Çin bankası ICBC'de yönetim kurulu üyesi olarak hem de emekli milletvekili sıfatıyla 4 ayrı maaş alıyor.

Bilal'in arkadaşı 40 şirketten maaş alıyor

Bilal Erdoğan'ın da mezunları arasında yer aldığı Kartal Anadolu İmam Hatip Lisesi (AİHL) mezunu Yahya Üstün'ün Varlık fonundaki 40 şirketten maaş aldığı iddia ediliyor. Gazeteci Hüseyin Hakkı Kahveci, Twitter hesabından paylaştığı belgede, Yahya Üstün'ün Türkiye Varlık Fonu'na bağlı 40 şirketin yönetim kurulu üyesi olduğunu ve şirketlerden ayrı ayrı maaş aldığını öne sürdü. 

Dokuz şirketten maaş alan genel müdür  

Eski AKP Bilecik Milletvekili olan Türkiye Tarım Kredi Kooperatifleri Genel Müdürü Fahrettin Poyraz, dokuz şirketten maaş alıyor. Poyraz, Tarım Kredi Holding A.Ş., Gübretaş, Gübretaş Maden A.Ş., TK Sera A.Ş., Bereket Sigorta A.Ş., Bereket Emeklilik ve Hayat A.Ş., Bereket Katılım Sigorta A.Ş. ve Bereket Katılım Hayat A.Ş.'nin de Yönetim Kurulu Başkanlığı'nı yapıyor.

Binlerce avro ve dolar alan da var... 

Ancak AKP'lilerin yüksek maaşları bunlarla sınırlı değil. Bundan sonra "ticari sır" olarak saklanacak olan maaşların bazıları geçmişte şu şekilde gündeme geldi:

  • Eski AKP’li vekil, Afif Demirkıran, Turkcell Yönetim Kurulu üyeliğine atandı. Demirkıran, 20 bin Euro ve 200 bin lira harcırah alacak. 
  • Maliye Bakanı Berat Albayrak, Türkiye Kalkınma ve Yatırım Bankası Genel Müdürü’nün aylık gelirinin 139 bin lira, genel müdür yardımcılarının da 73 bin lira olduğu iddialarını yalanlamadı.
  • Eti Maden İşletmeleri Genel Müdürlüğü'nün, yurt dışında kurduğu 5 ayrı şirketinin genel müdürlerine yaklaşık 87 bin TL aylık maaş ödendiği ortaya çıktı.
  • Şanlıurfa Ceylanpınar Belediyesi eski başkanı Menderes Atilla'nın kızına toplam 251 bin lira maaş ödendiği ortaya çıktı. Babasının başkan olduğu dönemde istisnai kadrodan belediyede özel kalem müdürü yapıldığı söylenen Tuğçe Atilla'nın, 29 Mart 2019 tarihine kadar da hiç işe gitmediği de iddia edildi.
  • THY’de damacana müdürüne binlerce dolar maaş veriliyor. İYİP İstanbul Büyükşehir Belediye Meclis üyesi Ali Kıdık, “Damacana da var, tuvalet müdürü de var. O müdürlerin binlerce dolar maaşları, altlarında özel arabaları var” açıklamasında bulundu.
  • 'Maaş almıyorum' diyen AKP’li Mahmut Kaçar'ın Ziraat Bankası'ndan maaş aldığı ortaya çıktı. Banka geçen yıl Kamuoyu Aydınlatma Platformu’na yaptığı açıklamada, yönetim kurulu üyelerinin aldığı aylık net maaşı 19 bin 750 TL olarak açıklamıştı.
  • TÜRKEN Vakfı'nın Genel Sekreteri Haluk Gani'nin, bir KİT olan ETİMADEN'in ABD'de kurduğu ETİMİNE USA Şirketi'nden aylık 89 bin lira maaş aldığı ortaya çıktı.
  • Düzce Belediye Başkanı Mehmet Keleş’in, akrabalarından sonra partilileri de yönetici yaptığı öne sürüldü. AKP Kadın Kolları Başkanı Sebahat Uçar’ın, belediye şirketi İNTAŞ’tan 1500 lira huzur hakkı, 5245 lira da maaş aldığı ortaya çıktı.
  • Burhaniye Belediye Başkanı Ali Kemal Deveciler, AKP’li başkanların, Balıkesir Büyükşehir Belediyesi’nin iştiraklerinden 3’er şirketin yönetimine atandığını söyledi. Deveciler, “Başkanlık maaşının dışında, 9’ar bin lira kazanıyorlar” dedi.
(SOL)

Şova dönüştürülen patates dağıtımına tepki - Latif SANSÜR / SÖZCÜ

 

Erdoğan’ın talimatıyla, üreticinin elinde kalan patateslerin fakir fukaraya dağıtımının resmi törenlerle yapılması isyan ettirdi. Vatandaş, “Patates utandı, soğan utandı bunlar utanmadı” dedi.



Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın talimatıyla, Tarım Bakanlığı'na bağlı Toprak Mahsulleri Ofisi tarafından üreticiden temin edilen patates ve soğanların dağıtımı şova döndü. Hilvan Kaymakamı Coşkun Doğan'ın bir vatandaşa patates çuvalı verdiği ana ait fotoğraf ile İstanbul Vali Yardımcısı Özlem Bozkurt Gevrek'in patates dağıtım törenini paylaşması olay yarattı.

Her kesimden tepkiler yağdı… Türk Bayrağı asılmış patates taşıyan TIR'ların görüntüleri ise isyan ettirdi. CHP Parti Meclisi Üyesi Eren Erdem, görüntü ve fotoğrafların tükenmişliğin simgesi olduğunu söyledi. Erdem, “Sizin yardımlaşma anlayışınız bu mu? Halkımızı bir çuval patatese muhtaç hale getirip, sonra patates verirken şov yapmak. Tükenmişliğin özeti” dedi.

KAYMAKAM BEY ÇUVALI BÖYLE VERDİ
Şanlıurfa Hilvan Kaymakamı Coşkun Doğan, kameraya poz, vatandaşa ücretsiz patates verdi.

İYİ Partili Lütfü Türkkan ise “İşlerin iyi olduğu ülkelerde Cumhurbaşkanı; ‘satılmayan patates ve soğanı fakire fukaraya, dağıtıyoruz' cümlesini kurmaz. Çünkü işlerin iyi gittiği ülkelerde vatandaş patatesi kendisi alabilir” ifadelerini kullandı. İYİ Partili İbrahim Özkan da “Depolardaki filizlenmeye ramak kala dar gelirlilere dağıtılacak patates ve soğanların  dağıtım törenindeler! Çadırlarda ‘Varlık' kuyrukları oluşmasın diye kamyon kasasından dağıtım yapıyorlar” dedi.

Bu tarz fotoğraflar resmi sitelerde paylaşıldı.

AKP'DEN DE TEPKİ ÇEKTİ

AKP MKYK Üyesi Şamil Tayyar da, “Bir hadsiz çıkıp bu insani tavrı şovuna malzeme yapıyor. 

Bir çuval patatesle poz vermek, neyin nesi? Yapmamız gereken çok iş var, çook!” dedi.

ÖNDE SIRA SIRA MİKROFONLAR, ARKADA ÇUVAL ÇUVAL PATATESLER
İstanbul Vali Yardımcısı Gevrek, patates dağıtımı sırasında çekilen bu fotoğrafı paylaştı. Dağıtım sırasında iktidara yakın medyanın mikrofonlarına açıklamalarda bulundu.


Önce aç ve yoksul bırakılıp, ardından patates soğan dağıtılmasını süper fikir olarak değerlendiren birçok vatandaş ise şu yorumları yaptı: “3 ay önce uzaya gitmekten bahseden iktidar bugün patates-soğan dağıtıyor. Devlet görevlileri utanmadan patates çuvallarıyla fotoğraf çektiriyorlar. 1.3 milyon ton patates depoda çürüyor. Acilen Berat Albayrak'ı Tarım Bakanı yapın. Patates rezervini de eritsin. Patates utandı, soğan utandı ama bunlar utanmadı… Erdoğan'a Mercedes, ümmetine patates.”

Latif SANSÜR / SÖZCÜ



14 Nisan 2021 Çarşamba

Son halka: Kanal İstanbul - Kadir Sev / SOL

 Doğaya bu denli düşman bir projeye kimse kredi vermez diye beklentiye girmeyelim. Yarışırlar aralarında.

Anadolu’nun her karışına, otoyollarla; demiryollarıyla; köprülerle; havalimanlarıyla; doğalgaz, petrol ve enerji hatlarıyla hançerler saplandı. RES-HES-JES’lerle; maden arama ve işletme ruhsatlarıyla parça parça edildi.

Yola, enerjiye, madene olan gereksinmemizi doğaya düşmanca davranarak karşılamamalıyız. Sermayenin değil doğanın bir parçasıyız. Sermayeye yem olmayalım.

Sorunu yanlış yerlere yatırım yapılmasına, yüksek tutarlı garantiler verilmesine indirgemeyelim. Onca yol, köprü, kanal ve enerji yatırımları, yandaşlara milyarlarca lira müşteri garantileri ödensin diye yapılmadı. Reisin ya da bürokrat bakanlarının istekleri olsun diye de yapılmıyor. Asıl amaç uluslararası sermayeye teslimiyetin ağlarını sıkılaştırmak. Bu arada yandaşlar sebepleniyor. Müşteri bulamıyorlar, garanti paraları cebimizden çıkıyor diye üzülmeyelim. Sermaye müşterisi olmayacak yere yatırım yapar mı hiç? Çoktan hazırdır, hele bir proje bitsin, görürüz.

Boğaz’a 3.köprü; Avrasya Tüneli; Üçüncü Havalimanı; Kuzey Marmara Otoyolu ve Kanal İstanbul, birbirlerinden bağımsız projeler değil. Hepsi bütünleşik bir planın parçaları olarak anlam taşıyor. Kanal İstanbul dışındakiler bitirildi. Sıra, sürecin son halkasına geldi; bitirilemezse resim eksik kalır.


Cumhurbaşkanlığı Finans Ofisince yayımlanan belgelerde Projenin gerekliliğine şu cümlelerle vurgu yapılıyor;

“Küresel bağlantıların kesişim noktasında yer alan İstanbul, 4 saatlik uçuş mesafesi ile 1,6 milyar nüfusu olan 30 trilyon dolarlık küresel ticaret hacminin ortasında yer almaktadır.”

“İstanbul, Avrupa ile Asya’yı birbirine bağlayan kıtalar arası köprü misyonuyla kültürel, siyasi ve ekonomik alanlarda önemli bir role sahiptir.”

“Geçmişten günümüze İpek Yolu, Baharat Yolu gibi dünyanın önemli ticaret yolları üzerinde yer alan İstanbul, İpek Yolu’nu canlandırarak Pekin’den Londra’ya kadar kesintisiz küresel bir ticaret yolu oluşturmayı hedefleyerek yürütülen Bir Kuşak, Bir Yol Projesi ile bu rolünü sürdürmeye devam etmektedir.”

Yalnızca Finans Ofisi’nce yayımlananlarda değil, Kalkınma Planları ile üç yıllık plan ve programlar ve başka tanıtım metinlerinde de Türkiye’de yatırım yapmanın faziletleri anlatılıyor uluslararası sermayeye. Bizde emek ucuzdur deniliyor. Enerji ve altyapı sorunu yaşamazsınız; ülkenin kaynaklarını açarız önünüze, dilediğiniz kadar teşvik veririz; kirletin kirletebildiğiniz kadar, hesap sormayız; kârlarınızı istediğiniz yere alır götürürsünüz, hiç zorluk çıkarmayız deniliyor.

Kanal İstanbul, çağın ekolojik yıkım projesi olarak anılıyor. Milyonlarca m3 kazı toprağı taşınacak; kanalın üzerine 8 boğaz köprüsü yapılacak; yeraltı-yerüstü su yolları bilinmez bir mecrada yitip gidecek; bölgenin florası, faunası yok edilecek; dörtyüzbin ağaç kesilecek; tarım toprakları yapılaşmaya açılacak. Dahası bittikten sonra en az iki milyon nüfus geleceği tahmin ediliyor. Buna bir de uluslararası ölçekte ticari etkinliklerin gerçekleştirilmesinin yol açacağı yoğunluğu ekleyin.

Hem yapılırken hem işletilmesi sürecinde Kent cehenneme dönecek.

Doğaya bu denli düşman bir projeye kimse kredi vermez diye beklentiye girmeyelim. Yarışırlar aralarında; Çin, şimdiden 4 firmasıyla birden biz yaparız deyip ön aldı.

ÇED raporunda da önemli sorunlar var. Çelişkiler barındırıyor. Üstelik basında, hazırlayan Çınar Mühendislik Müşavirlik A.Ş’nin sahibinin iki ayrı rüşvet suçundan hüküm giydiği haberleri yer aldı. Böyle olmasına karşın Devletle ilişkisi hiç fena sürmemiş; 2011-2019 arasında toplam 24 milyon lira bedelli 42 ihale almış. Bu projeyi de dolanlı yollardan aldığı iddia ediliyor.

Proje askıya çıkarıldı. Yukarıdaki bilgiler yargı sürecinde ne denli işe yarar, bilemeyiz. Unutmayalım; “Hukuk siyasettir.”

Millet ittifakı şimdilik kararlı bir direnç sergiliyor. Ancak çok da güvenmeyelim: İçlerinden biri çıkıp; “Ülke çıkarları için yararlı olacaksa boynum kıldan ince…” diyebilir.

Kadir Sev / SOL


'Tarih tekerrür' mü? - Fatih Yaşlı / SOL

 Demek ki tarihin tekerrür etmemesi için bu döngüyü kıracak, bugünkü iktidarla kavga ederken 'AKP-sonrası'na dair liberal tahayyüle de teslim olmayı reddedecek bir siyasete ihtiyacımız var.

Özellikle gençlerin çokça izlediği video içerikler üreten 140 Journos adlı site, Türkiye ekonomisinde yaşanan krize odaklandığı ve yaklaşık yarım saat süren en son yapımının adını “tarih tekerrür” olarak koymuş.

Video Damat Berat’ın dövizle ilgili “derin” tespitleriyle dalga geçen animasyon görüntüleriyle başlıyor ve hemen ardından ilk söz Rasim Ozan Kütahyalı’ya veriliyor. Kütahyalı, Türkiye ekonomisinin son yetmiş yıldır aynı döngüde, yani esas olarak “faiz-döviz kuru döngüsünde” yaşadığını söylüyor ve ardından 90’lı yılların görüntüleriyle, Çiller, Erbakan, Demirel karşımıza çıkıyor. 

Bu görüntülerin üzerine konuşan iktisatçılara ve eski bürokratlara göre, o yıllarda da iktidarlar tıpkı bugün olduğu gibi piyasalarla kavga ediyor ve kriz de zaten bu kavgadan, yani iktidarların piyasaların rasyonalitesine uymak yerine onlara birtakım dayatmalarda bulunmasından kaynaklanıyor. 

Video 90’ların krizinden 2000’lerin başına uzanıyor ve burada esnaf eylemlerini, Ecevit’in kafasına fırlatılan yazar kasayı vs. görüyoruz. Bu görüntülerin ardından, şu an CHP sözcüsü olan, o zamanlar ise Hazine Müsteşarlığı görevini yürüten Faik Öztrak’ı dinlemeye başlıyoruz. Öztrak’a göre, krizle birlikte piyasalar nezdinde bütün güvenilirliğini yitiren hükümet yeni bir güvenilirlik çapasına ihtiyaç duyuyor ve o çapa da “dışarıdan gelen ama ülkesini de çok seven” Kemal Derviş oluyor. 

Devamında, Öztrak ve dönemin üst düzey birkaç bürokratı, Derviş’le birlikte yaptıkları şeylerin kendilerine IMF tarafından dayatıldığı algısının yanlış olduğunu,  Derviş’in programının Türk bürokratların seferberliğiyle hazırlandığını ve Türkiye’nin siyasal hayatına “15 günde 15 yasa” olarak geçen yasal değişiklerin bir “devrim” niteliği taşıdığını iddia ediyorlar. 

Tüm bunlardan sonra AKP’li yıllara geçiyoruz ve liberal iktisatçı Emre Alkin’den “Ak Parti aslında çok doğru reçetelerle geldi” sözünü duyuyoruz. Kütahyalı ise AKP’nin iktidara geldiği ilk yıllarda izlediği doğru politikaların neticesinde Türkiye’ye yabancı sermayenin akmaya başladığını söylüyor. Ardından Türkiye’yi yakından izleyen isimlerden Timothy Ash, AKP’nin ilk yıllarında “kendini piyasalara kanıtlamak isteyen”  bir hareket olduğunu ve piyasaların da AKP’ye büyük bir sempati duymaya başladığını,  o dönemde hem Türkiye ekonomisinin büyüdüğünü hem de yatırımcıların iyi paralar kazandıklarını belirtiyor. 

Videoda mikrofon uzatılan eski ekonomi bürokratları ve iktisatçılar,  2002-2007 arasını hem piyasalar hem de Türkiye ekonomisi açısından adeta bir cennet olarak tasvir ediyorlar ve bu dönemde izlenen doğru politikalar neticesinde Türkiye’nin 2008 krizini en az hasarla atlattığını, hatta birkaç yıl daha yüksek büyüme rakamlarına ulaştığını söylüyorlar. Bu “doğru politikalar” ve Türkiye ekonomisinin bu “güçlü” yılları anlatılırken ise videoyu hazırlayanlar bize sürekli Ali Babacan’ın görüntülerini izletiyorlar. 

İlginç bir şekilde, iktisatçı ve bürokratlar o döneme güzellemeler yaparken, Rasim Ozan Kütahyalı ise kendisinden beklenmeyecek bir şekilde o dönemin aslında bir “lale devri” olduğunu, kişi başına düşen milli gelirdeki artışın üretkenlik artışından kaynaklanmadığını ve sürdürülemeyeceğinin herkes tarafından bilindiğini söylüyor. 

Bu noktada, yine bolca Babacan görüntüleri eşliğinde dönemin ekonomi bürokratlarının ağzından “elde edilen kazanımları kalıcılaştırmak için” bir “mali kural” yasası çıkartmak istediklerini, ancak hazırlanan yasa tasarısının son anda Meclis’ten geri çekildiğini dinliyoruz. 

Videoya göre,  2013’ten itibaren iktidarın “paranoya” süreci başlıyor ve Gezi isyanı,  17-25 Aralık Operasyonları, Arap Baharı Suriye derken vs. derken siyasette bir “çatırdama” yaşanıyor. Devletin neredeyse bütün kadrolarının Fethullahçıların kontrolüne geçmiş olması, Kütahyalı’nın sözleriyle “Tayyip Bey’in vehmini” artırıyor. Ve buradan da “öğreniyoruz ki” 2013’e kadar siyasette pek aktif olmayan “aile”, Fethullahçılar’ın doğrudan kendilerini hedef alması nedeniyle “ister istemez” siyasallaşıyor. 30 Mart seçimleri sonrası ailenin balkonda Erdoğan’la birlikte görüntü vermesini Kütahyalı böyle açıklıyor.  

2014’te Erdoğan’ın cumhurbaşkanı seçilmesiyle birlikte istişare ortadan kalkıyor,  kurumsallık devre dışı bırakılıyor ve atamalarda liyakatin yerini sadakat alıyor. Kütahyalı’ya göre bu süreçte “Türkiye iki açık kalp ameliyatı“ geçiriyor. Önce “80 yıllık Kemalist rejim”,  sonra da “Gülenist rejim” devriliyor ve devlet “paramparça” oluyor. 

Ardından “tek adam rejiminin ekonomi-politiğine” geçiliyor ve beşli müteahhit çetesinden, yandaş iş adamlarından ve defalarca değiştirilen kamu ihale yasasından söz ediliyor. Buradan yola çıkarak ise “tarihin nasıl tekerrür” ettiği anlatılıyor. Yaşanan krizin öncekilerden farklı olduğu söylense de, konuşmacılar esas vurguyu dönüp dolaşıp aynı yere gelindiğine, yine başa dönüldüğüne yapıyorlar. Yani iktidar piyasayla kavga etmeye başlıyor ve tarih de tekerrür ediyor, ülke krize giriyor. 

Bu noktada Kütahyalı, Çetin Altan’ın “Türkiye bir don lastiği gibidir. Uzar zannedersin, bir bırakırsın eski haline döner” dediğini aktarıp “meğer haklıymış” diyor ve video sona eriyor. 

Peki bu videodan niye uzun uzun bahsettim, bu video bir yazı konusu olacak kadar önemli mi? 

Evet önemli. Önemi ise videoya damgasını vuran paradigmanın bugün muhalefetin paradigmasını oluşturmasından, videodaki anlatının muhalefetin ana anlatısı olmasından kaynaklanıyor. 

Eğer video bize “tarih tekerrürden ibarettir” derken Türkiye’de kapitalizmin düzenli olarak krizlere girdiğini, ortalama her on yılda bir bu krizlerin tekerrür ettiğini söylemiş olsaydı doğru bir şey söylemiş olurdu, ancak bunu söylemiyor. 

Bize bu videoda Türkiye’de yaşanan ekonomik krizlerin gerisinde piyasa rasyonalitesine uyulmaması, piyasayla kavga edilmesi olduğu söyleniyor. Buna göre Türkiye ekonomisi, AKP’nin ilk yıllarında Türkiye’ye görülmedik ölçüde sıcak para girişi olduğu için değil, AKP piyasa ekonomisine uygun ve demokratikleşme yönünde adımlar attığı için büyüyor ve toplumsal refah artıyor. 2011 sonrası ise dünyadaki konjonktüre uygun bir biçimde Türkiye’ye giren para miktarı giderek azalmaya başladığı için değil, AKP’nin piyasayla kavga etmeye başlaması ve demokrasiden uzaklaşması nedeniyle ekonomi yeniden krize giriyor, yani başa dönülüyor, tarih tekerrür ediyor. Bu birincisi.

İkincisi, piyasa ekonomisinden uzaklaşmayla otoriterleşme arasında doğrusal bir bağlantı kuruluyor. Buna göre, piyasa ekonomisinden ve piyasa rasyonalitesinden uzaklaşma beraberinde kaçınılmaz olarak otoriterleşmeyi getiriyor. Dolayısıyla piyasa ekonomisinin özgürlüklerin ve demokrasinin garantisi olduğu yönündeki liberal tez burada da tekrarlanıyor.

Ve üçüncüsü, video bize kimilerine göre 2001-2006 arasına yerleştirilebilecek, kimilerine göre ise 2011’e kadar uzatılabilecek bir “iyi AKP” portresi çiziyor. AKP fabrika ayarları itibariyle “iyi” bir parti ama sonradan bozuluyor, yozlaşıyor bu bakış açısına göre.

Elbette ki bu üç mesaj da doğrudan politik ve düzen muhalefetinin geleceğe yönelik politik perspektifini ortaya koyuyor.

Birincisi, Türkiye’nin ekonomik krizden çıkışı için bize “yeniden piyasa ekonomisine dönüş” işaret ediliyor. 

İktidar partisi sanki yirmi yıldır neoliberalizmin bütün vecibelerini yerine getirmemiş,  milyarlarca dolarlık özelleştirme yapmamış, köleci bir emek rejimi inşa etmemiş, sendikalar başta olmak üzere bütün bir toplumsal muhalefeti pasifize etmeyi başarmamış, yani piyasa ne istiyorsa yapmamış gibi, iktidarın piyasa ekonomisi ile kavga ettiği yönündeki bütünüyle yalan olan bir iddia üzerinden yapılıyor bu dönüş çağrısı.

Buna göre, yaşanan krizinin gerisinde Türkiye kapitalizminin yapısal bozuklukları değil, iktidarın ekonomiye müdahaleleri bulunuyor ve eğer bu müdahaleler minimuma indirilirse, yani liberal ekonomi politikaları izlenirse bu krizden çıkabiliriz. 

İkincisi o ünlü “sermaye demokrasi ister” iddiasından kaynaklanıyor.

Otoriterleşme ile piyasa ekonomisi arasında doğrudan bir ilişki kurulduğu ve serbest piyasa ekonomisinin demokrasinin ve özgürlüklerin garantisi olduğu iddia edildiği için, otoriterleşmenin karşısına çare olarak liberal demokrasi çıkarılıyor, “AKP-sonrası” Türkiye tasarımının merkezine kurucu paradigma olarak “piyasacılık” yerleştiriliyor. 

Ve üçüncüsü ise AKP’nin “iyi” olduğunun iddia edildiği yıllarda yapılanlar sanki bugün yaşanan krizin kökenlerini oluşturmuyormuşçasına hem tarihsel bir aklamaya gidiliyor hem de “AKP-sonrası”nın aslında “AKP’siz bir AKP rejimi” olarak tahayyül edildiği, adı AKP olmasa da Türkiye’nin “fabrika ayarlarına dönmüş AKP” tipi bir yönetim mantığıyla yönetilmek istendiği anlaşılıyor.

Dolayısıyla “tarih tekerrür” adlı video bize düzen muhalefetinin Türkiye’ye nasıl baktığını ve “AKP-sonrası” siyaseti nasıl tahayyül ettiğini çok net bir şekilde gösteriyor, çıkış için de tarihin bir kez daha tekerrür etmesi gerektiğini söylüyor. 

Yani Türkiye’yi yıkımın eşiğine getiren, sanayileşmesini ve kalkınmasını engelleyen, sıcak para akımlarına bağımlı hale getiren, dolayısıyla bugün yaşadığımız krizin esas sorumlusu olan piyasacılık bir kez daha toplumun önüne kurtarıcı olarak konuluyor; yeni IMF programlarının, yeni kemer sıkma politikalarının altyapısı hazırlanıyor, Türkiye kapitalizminin düştüğü yerden bir kez daha kaldırılması planı bunun üzerinden yapılıyor. 

Demek ki tarihin tekerrür etmemesi için bu döngüyü kıracak, bugünkü iktidarla kavga ederken “AKP-sonrası”na dair liberal tahayyüle de teslim olmayı reddedecek bir siyasete ihtiyacımız var. Piyasacılığın ve liberalizmin makyajlanarak bir kez daha Türkiye toplumunun önüne getirilmesine güçlü bir şekilde itiraz eden, bu itirazı halkla buluşturan ve halkın gerçek taleplerini halka birlikte siyasal alana taşıyan bir siyasete yani. 

Fatih Yaşlı / SOL