21 Haziran 2021 Pazartesi

AKP’lilerin yönetim kurulu saltanatı: Çifter çifter götürmüşler - Hüseyin Şimşek - Mustafa Bildircin / BİRGÜN

 

Görevde yükselmek için ilk koşul iktidara yakınlık. AKP döneminde onlarca isim, birden fazla yönetim kurulunda yer alıyor. Eski, yeni siyasetçiler, bürokratlar kamu idarelerinin yönetim kurullarındaki görevleri sayesinde binlerce lira maaş alıyor.


İktidarın eski ve yeni siyasetçileri, bürokratları, AKP'lilerin yakınlarını zenginleştirme aracı olarak yönetim kurulu üyeliklerini kullanma alışkanlığı kamunun hemen her alanına yayıldı. Birden fazla maaş alanların sayısı her geçen gün artıyor. Esas görevinin sağladığı maaşla yetinmeyen yandaş isimler, iki üç yerden maaş alarak zenginleşiyor. Yönetim kurulu üyelikleri ve her toplantı başına aldıkları “huzur hakları” ile "köşeyi dönenler” arasında belediye başkanları, bakan yardımcılarının yanında AKP'lilerin akrabaları da bulunuyor.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın, “Kamu görevlileri, kadrolarına bağlı pozisyonları dışında, en fazla bir kurumun yönetim veya denetim kurullarında görev alabileceklerdir” açıklaması hayata geçmedi. Birden fazla yönetim kurulunda görev yapanlar arasında asgari ücretin 50 katını bir ayda tek başına kazananlar, net maaşı yüz bin lirayı geçenler olduğu da biliniyor.

BAŞKAN DA VAR DANIŞMAN DA

Birden fazla görevde bulunanlardan tespit edilebilenler arasında şu isimler yer alıyor:

♦ Ekrem Yüce: AKP’li Sakarya Büyükşehir Belediye Başkanı, ÇAYKUR Y.K. Üyesi.

♦ Ali Taha Koç: Cumhurbaşkanlığı Dijital Dönüşüm Ofisi Başkanı, Türksat Y.K. Üyesi.

♦ Hamza Yerlikaya: Eski AKP Milletvekili, Cumhurbaşkanı Başdanışmanı, Gençlik ve Spor Bakan Yardımcısı.

♦ Mehmet Uçum: Eski AKP Milletvekili, Cumhurbaşkanı Başdanışmanı, Cumhurbaşkanlığı Hukuk Politikaları Kurulu Başkanvekili.

♦ Uğur Ünal: Cumhurbaşkanlığı Devlet Arşivleri Başkanı, Türkiye Denizcilik İşletmeleri A.Ş. Y.K. Üyesi.

♦ Seyit Sertçelik: Eski AKP Milletvekili, Cumhurbaşkanı Başdanışmanı, Cumhurbaşkanlığı Güvenlik ve Dış Politika Kurulu Üyesi.

♦ Necdet Ünüvar: Eski AKP Milletvekili. Ankara Üniversitesi Rektörü, Cumhurbaşkanlığı Sağlık ve Gıda Politikaları Kurulu Üyesi.

♦ Cemil Ragıp Ertem: Cumhurbaşkanı Başdanışmanı, Cumhurbaşkanlığı Ekonomi Politikaları Kurulu Üyesi, Vakıf Bank Y.K. Üyesi.

♦ Abdi Serdar Üstünsalih: Vakıf Bank Y.K. Üyesi, Türkiye Sınai Kalkınma Bankası A.Ş. Y.K. Üyesi.

♦ Adnan Ertem: Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakan Yardımcısı, Vakıf Bank Y.K. Üyesi.

♦ Abdülkadir Aksu: Eski Vali, Belediye Başkanı, Milletvekili, Bakan. Vakıf Bank Y.K. Başkanı.

♦ Dilek Yüksel: Eski Mamak Belediyesi Şube Müdürü, eski AKP Milletvekili, Vakıf Bank Y.K. Üyesi, Denetim Komitesi Üyesi, Kurumsal Yönetim Komitesi Üyesi.

♦ Sadık Yakut: Eski MHP ve AKP Milletvekili, Eski TBMM Başkanvekili, Vakıf Bank Y.K. Üyesi, Kurumsal Yönetim Komistesi Üyesi.

♦ Ayşen Gürcan: Eski Aile ve Sosyal Politikalar Eski Bakanı, Cumhurbaşkanı Başdanışmanı, bir üniversitede öğretim üyesi.

♦ Mehmet Emin Baysa: Cumhurbaşkanlığı Devlet Denetleme Kurulu Üyesi, Vakıf Bank Denetim Kurulu Üyesi.

♦ Veysi Kaynak: Eski Başbakan Yardımcısı, Eski AKP Milletvekili, Eski Bakan Yardımcısı, Ziraat Bankası Yönetim Kurulu Başkan Vekili.

♦ Yunus Emre Ayözen: Ulaştırma ve Altyapı Bakanlığı Strateji Geliştirme Başkanı, DHMİ Y.K. Üyesi.

♦ Uğur Sancarbaba: Maliye Bakanlığı Bütçe ve Mali Kontrol Genel Müdür Yardımcısı ve ve DMO Y.K. Üyesi.

♦ Hasan Hüseyin Aydemir: Tarım ve Orman Bakanlığı Bakan Müşaviri, Et ve Süt Kurumu Y.K. Üyesi.

♦ Mehmet Emin Birpınar: Çevre ve Şehircilik Bakan Yardımcısı, Emlak Katılım Bankası Y.K. Üyesi.

♦ Şeref Kalaycı: Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakan Yardımcısı, ETİ Maden Y.K. Üyesi.

♦ Aylin Çağlayan Özcan: Tarım ve Orman Bakanlığı Avrupa Birliği ve Dış İlişkiler Genel Müdürü, TMO Y.K. Üyesi.

♦ Mehmet Aktaş: Emniyet Genel Müdürü, PTT Y.K. Üyesi.

♦ Ebubekir Şahin: RTÜK Başkanı ve Halk Bankası Y.K. Üyesi.

♦ Selim Dursun: Ulaştırma ve Altyapı Bakanlığı Bakan Yardımcısı ve Türk Telekom Y.K. Üyesi.

♦ Fatih Kılınç: Hazine ve Maliye Bakanlığı Daire Başkanı ve TÜPRAŞ Y.K. Üyesi.

♦ Nadir Alparslan: Kültür ve Turizm Bakan Yardımcısı, Kuveyt Türk Katılım Bankası Y.K. Başkan Yardımcısı.

♦ Yunus Bekir Uçar: Milli Piyango İdaresi Genel Müdür Vekili, SEBİT Eğitim ve Bilgi Teknolojileri A.Ş. yöneticisi.

♦ Burhan Ersoy: Vakıflar Genel Müdürü. Kuveyt Türk Katılım Bankası Y.K. Üyesi . Vakıf Katılım Bankası Y.K. Üyesi.

♦ Nurettin Nebati: Hazine ve Maliye Bakan Yardımcısı, Türk Telekom Y.K. Üyesi.

♦ Salim Arda Ermut: Varlık Fonu Genel Müdürü, TÜPRAŞ Y.K. Üyesi.

♦ Şakir Ercan Gül: Hazine ve Maliye Bakan Yrd. Sun Express Y.K. Üyesi. Eximbank Y.K. Başkanı.

♦ Fahrettin Altun: İletişim Başkanı. Borsa İstanbul Y.K. Üyesi.

♦ Fatmanur Altun: Türk Hava Yolları Y.K. Üyesi, Marmara Üniversitesi Öğretim Üyesi.

♦ Ali İhsan Uygun: TCDD Genel Müdürü, Anadolu Raylı Ulaşım Sistemleri Y.K. Başkanı.

♦ Enver İskurt: Türk Telekom Y.K. Başkanı, Ulaştırma ve Altyapı Bakan Yardımcısı.

♦ Erişah Arıcan: Varlık Fonu Başkanvekili, Borsa İstanbul Y.K. Üyesi, CR Avrasya Derecelendirme A.Ş. Y.K. Üyesi.

♦ Onur Alkın Kalkavan: PTT Y.K. Üyesi. Sedef Gemi İnşaatı A.Ş. Yönetim Kurulu Üyesi.

♦ Murat Halit Durceylan: TTK Yöneticisi, Maden ve Petrol İşleri Genel Müdür Yardımcısı.

♦ Zafer Benli: TTK Yöneticisi, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı Müsteşarı.

♦ Ünal Baylan: TCDD Taşımacılık A.Ş. Bilgi Toplama Hizmetleri Yönetim Kurulu Üyesi, Denizcilik Genel Müdürü.

♦ Faruk Çelik: Eski Bakan, eski milletvekili. Ziraat Bankası Y.K. Üyesi ve Bankanın Ücretlendirme Komitesi Üyesi.

♦ Ahmet Tutal: TCDD Yöneticisi, Hazine ve Maliye Bakanlığı Hazine Kontrolörleri Kurulu Başkanı.

♦ Sevda Mersin: Türk Şeker Y.K. Üyesi, Hazine ve Maliye Bakanlığı Bürokratı.

♦ Ahmet Yalçın Yalçınkaya: Türk Şeker Y.K. Üyesi, Ekonomik Programlar Ve Araştırmalar Genel Müdürü.

♦ Erdal Erdem: Kardemir Y.K. Üyesi, Kalkınma Bankası Y.K. Üyesi.

♦ Celalettin Sıvacı: Türk Şeker Y.K. Üyesi, Hazine ve Maliye Bakanlığı Genel Müdür Yardımcısı.

♦ Mustafa Koç: Türk Şeker Y.K. Üyesi, Strateji Geliştirme Başkanı.

♦ Yasin Er: Türk Şeker Y.K. Üyesi, Hazine ve Maliye Bakanlığı Daire Başkanı.

♦ Ahmet Erdem: TEDAŞ Y.K. Üyesi, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakan Yardımcısı.

♦ Zekeriya Erdurmuş: Et ve Süt Kurumu Y.K. Üyesi, Hayvancılık Genel Müdürü.

♦ Mustafa Altuğ Atalay: Et ve Süt Kurumu Y.K. Üyesi, Balıkçılık ve Su Ürünleri Genel Müdürü.

♦ Hüseyin Aydın: Turkcell Y.K. Üyesi, Ziraat Katılım Y.K. Başkanı.

♦ Ömer Fatih Sayan: Ulaştırma ve Altyapı Bakan Yardımcısı, Türk Telekom Y.K. Başkanı.

                                                                           ***

Çift maaş engellensin

CHP İzmir Milletvekili Murat Bakan, bürokrat ve siyasetçilerin kamu görevlilerine getirilen yasak kapsamına alınıp hem emekli aylığı hem de kamudan ücret almasının engellenmesi için kanun teklifi hazırladı. CHP’li Bakan, teklifinde ayrıca kamu kurumlarında birden fazla görevde bulunarak birden fazla ücret, aylık, huzur hakkı veya başka adlarla nitelendirilen ücret benzeri ödemeler alınmasının da engellenmesini istedi. Kanun teklifiyle; sosyal güvenlik kurumlarından emekli aylığı alanlardan kamuda çalışmaya başlayanların emekli aylığının kesilmesine ilişkin hükmün istisnası olarak düzenlenmiş bazı görevler ve görevlilerle ilgili de değişiklik öngörülüyor. Buna göre; Cumhurbaşkanı tarafından atanan veya görevlendirilenler, özel kanunlarında veya Cumhurbaşkanlığı kararnamelerinde emeklilik veya yaşlılık aylığı kesilmeksizin çalıştırılanlar veya görev yapanlar da birden fazla ödeme almayacak. Bu kişilerin aylığının kesilmemesine ilişkin istisnai düzenlemeler kaldırılarak bu kişilerin de tek maaş almalarının sağlanması öngörülüyor.

***

Belediyeye çöktüler

Bursa CHP İl Başkanı İsmet Karaca, AKP'li siyasi kadroların Bursa Büyükşehir Belediyesi'ne bağlı şirketlerde görevlendirildiğini ve bu nedenle ortaya büyük zararların çıktığını açıkladı. Uzman olmayan kadroların sadece para kazanma amaçlı görevlendirilmeleri sonucu belediye şirketlerinin batmanın eşiğine geldiğini vurgulayan CHP Bursa İl Başkanı Karaca, şunları ifade etti: "2020’nin kasım ayı başında, AKP’nin 17 ilçe başkanından 16’sının, AKP’li bazı il başkan yardımcıları ile MHP’li il yöneticilerinin Bursa Büyükşehir Belediye iştiraki şirketlerin yönetim kurullarına alınmasını eleştirmiş ve listeyi kamuoyu ile paylaşmıştım. Bu açıklamamıza cevap veren Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı Alinur Aktaş belediye meclisi oturumunda, hakkı huzur bedellerini arpalık olarak nitelemenin ahlak dışı bir hareket olduğunu öne sürmüştü. Yani belediye şirketlerinin zararda olduğunu ortaya koyup, doğru yönetilmediğini, arpalığa dönüştüğünü söylemek ahlaksızlıkmış. Geldiğimiz noktada bakıyoruz ki, Alinur Aktaş’ın ayakları yere basmış. Eleştirilerimiz nedeniyle bizi ahlaksızlıkla suçlarken, belediye şirketlerine çöken AKP’li siyasileri de sessiz sedasız temizlemek zorunda kaldı. Madem ahlak dışı bir eleştiriydi bizimki, neden virgülüne kadar gereğini yaptın?"

Hüseyin Şimşek - Mustafa Bildircin / BİRGÜN

Nilüfer Çayı, atıklar nedeniyle siyaha büründü - YENİÇAĞ

 


Bursa'dan Marmara Denizi’ne dökülen Nilüfer Çayı, tarım, sanayi ve evsel atıklar nedeniyle siyaha boyandı. Suda canlı yaşam da kalmadı.

Bursa'da Uludağ’dan başlayıp, ovadaki birçok dere ve Susurluk Çayı ile birleşerek, Karacabey’den Marmara Denizi’ne dökülen yaklaşık 200 kilometrelik Nilüfer Çayı, kirli atıklar nedeniyle siyaha büründü.

DHA’nın haberine göre, Bursa Ovası’nda tarım ve hayvancılık faaliyetleri de olumsuz etkilendi.

Nilüfer Çayı’nda eskiden insanların yüzmeyi öğrendiğini belirten DOĞADER Yönetim Kurulu Üyesi Murat Demir, “Nilüfer Çayı içinde balığı, kurbağası, kaplumbağası, yılanıyla, su bitkileriyle bir yaşam döngüsüydü, ancak şu an burada yaşam ihtimali sıfır. Çünkü bu artık bir su değil, kimyasal atık” dedi.


Demir, 4 milyona yaklaşan nüfus ve 20’den fazla sanayi bölgesiyle bütün evsel ve sanayi atğının Nilüfer Çayı’na bırakıldığına dikkat çekti.

Demir, "Sanayicimiz kadar evdeki teyzemiz de suçlu. Çünkü biz lavabolardan döktüğümüz kızartma yağları, bulaşık yağları, deterjan gibi atıklarla kirletiyoruz. Zaten sanayi başlı başına bir kirlilik unsuru, sanayi demek kirlilik demek" diye konuştu.

Demir, Nilüfer Çayı'nda yaşam ihtimalinin kalmadığını, çaydan akanın artık kimyasal atık olduğunu kaydetti.


MARMARA DENİZİ ÖLÜME GİDİYOR

Arıtma tesislerinin öneminden bahseden Demir, “Sanayici kirli teknoloji kullanmamalı, suyu yerinde arıtmalı. Yani suyu daha az tüketen ve hiç kirletmeyen teknoloji kullanmalı. Yani biraz yatırım yapmalı. Biz bir gün yine Marmara Denizi ne olacak, diyeceğiz" diye konuştu.


Demir, son olarak şunları kaydetti:

"Marmara Denizi en sonunda gözümüze soktu ve ben ölüyorum dedi. Bu dereler, bu kirlilik evsel ve sanayi atıklarımız Marmara Denizi’ne kirli bir şekilde gittiği sürece Marmara Denizi ölüme, yok olmaya adım adım hızlı bir şekilde gidiyor demiştik, son yıllarda artık koşar adım gitmeye başladı. Sonucu hep birlikte yaşadık gördük."




YENİÇAĞ

TRT’nin yeni dizisinde büyük hata - YENİÇAĞ


TRT’nin Barbaros Hayreddin Paşa’nın hayatının anlatıldığı Barbaroslar isimli yeni dizisinin ilk fragmanındaki hatayı Tarihçi Doç. Dr. Emrah Safa Gürkan sosyal medya hesabından paylaştı...





YENİÇAĞ

20 Haziran 2021 Pazar

Kimimiz öz evlat, kimimiz üvey - Işıl Özgentürk / Cumhuriyet

İzmir’deyim, içim içime sığmıyor, çünkü 

aylarca insan yüzü görmedim ve şimdi soğuk 

da olsa İzmir’de harika bir açık bir alanda, on 

beş öğrencimle “Hadi Film Yapalım” başlıklı bir 

senaryo atölyesi yönetiyorum. 

Öğrencilerim öyle hevesli ki onların öğrenme 

isteği beni de baştan çıkarıyor; üç saat değil 

beş saat, hatta sabaha kadar ayakta durup 

hayata dair pek çok şey anlatabilirim.

Ama öyle bir ülkedeyiz ki en küçük bir mutluluk bile bize fazla. Araba beni ders verdiğim yere götürüyor o da ne! Yol kapalı, iletişim görevlisi arabayı durdurup “Ne oluyor” diye sormak için dışarı çıkıyor, bir süre sonra döndüğünde yüzü düşmüş, ölgün bir sesle “HDP binasına silahlı saldırı olmuş, yangın çıkmış ve genç bir kadın çalışan ölmüş, yolu kapatmışlar, başka yoldan gideceğiz” diyor. Ben içimden lanet okuyup cep telefonuma saldırıyorum. Evet, duyduklarım doğru. Bir an donup kalıyorum, gittiğim her yerde bir felaket mi olacak! Binanın önünden on gündür geçiyorum, gördüm, karşısında bir polis noktası var. Polisler kuş uçurtmuyorlardı. Elinde silah, bir adam nasıl içeri girmiş? Üstelik tek adamdan değil, iki kişiden daha söz ediliyor.

Moralim iyice bozuk. Aklımda Endonezya’da bir gecede öldürülen bir milyon muhalif, Yugoslavya’da komşunun komşuyu öldürdüğü iç savaş, derse giriyorum.  

Bir anayasamız var; “insana ait hiçbir şey bize yabancı değildir” başlığıyla başlıyor ve “tüm insanlar hiçbir ayrım gözetmeksiniz bizim dostlarımızdır” diye devam ediyor. Ben de içimdeki burukluğu atıp hayatın her zaman sanattan bir adım önde olduğunu anlatmaya başlıyorum. Öyledir, hayat hep öndedir; kendinize bakın, çevrenize bakın, öyle gerçek olaylarla karşılaşırsınız ki “Vay canına ben bunu kırk yıl düşünsem akıl edemezdim” dersiniz. Eyvah, düşüncelerimi toparlayamıyorum, gazetecilik refleksim beni HDP binasının oraya sürükleyecek ama yasak. Üstelik katilin başını okşayan polis fotoğraflarını da gördüm.

Derin bir soluk alıp başka şeyler düşünmeye çalışıyorum ve yıllar önce Diyarbakır’da yaptığım bir atölyede tadı damağımda kalan hararetli bir ders geliyor aklıma. Şöyle: O günlerde Ermenek’te madende boğularak ölen ve günler sonra cesedi çıkarılan işçi Tezcan Gökçe’nin babasının, oğlunun cenazesine yırtık bir lastik ayakkabı ile katılması ve daha sonra valilik emriyle ona devlet tarafından fiyatı 11 lira olan bir lastik ayakkabı gönderilmesi, olay olmuştu. Biz de bu konuyu çalışmaya karar vermiştik. 

Çalışmaya başladık ya, sınıfta fikirler uçuşuyor. Bir süre sonra sınıftaki öğrenciler adeta ikiye ayrılıyor. Bir kısmı babanın bu ayakkabıyı giymemesi gerektiğini söyleyenler, bir kısmı da “Baba ne yapsın? Şöyle düşünmüştür: Ayağımıza kadar getirmişler şimdi giymesek nankörlük olarak değerlendirilir” diyenler.  

Ben de hocalık yapıp herkese söz veriyorum ve sorularla her iki tarafın da düşüncelerini diğerlerine sağlıklı bir biçimde aktarmasını sağlamaya çalışıyorum. Birbiri ardından açıklamalar geliyor:             

“Babanın artık kaybedecek nesi var? Giymeyecekti!”

“Bizde devlet baba yerine geçer. Baba ise hem sever hem de döver! Yeni ayakkabı devletten gelmiş, baba bu düşünceyle ayakkabıyı giymiştir.”  

“Devlet nedir? Bizim vergilerimizle toplumda düzeni sağlaması gereken bir organizasyon. Bizim için var. O babaya da hiçbir şey lütfedilmiyor. Bir de alay eder gibi 11 liralık lastik ayakkabı gönderilmiş.”

“Arkadaşlar ayakkabı acaba kutusuyla mı verilmiş, kutusuz mu?” 

“Şimdi biraz baba açısından düşünelim. Kapısına kadar gelinmiş, ayakkabı önüne konmuş, getirenler bekliyor, adamcağız ne yapacaktı? Zor bir durum. Giyse bir türlü, giymese bir türlü.” 

“Baba, oğlunun neden öldüğünü biliyor. Oğluna kendisi söylemiş ‘o madene gitme’ diye, kim bu madenlerden sorumlu, kim izin vermiş? Devlet! O zaman o ayakkabıda oğlunun kanı var. Sadece onun değil, birlikte öldüğü arkadaşlarının da; öyleyse lanet olsun bu ayakkabıya demeliydi.” 

“Bunu neden bu kadar büyütüyoruz? Belki de adam hazır ayağıma gelmiş, ben de giyerim, diye düşünmüştür.”

“Ama o, madende boğularak ölen bir işçinin babası! Üstelik günlerce çocuğunun cesedi çıksın diye beklemiştir.” 

“O, kadere inanan bir insan. Ayrıca belli ki her zaman devletin de yanında olduğuna inanıyor. Bu onun acısını dindiren bir şey. Ayakkabıyı giymesi de doğal!” 

“Hocam bundan bir kısa film senaryosu bile çıkar.” 

“Çekim için madene mi gideceğiz?” 

“Hayır, bizim sadece bir yoksul ev bulmamız gerekli. Babanın evi. Sonra ayakkabıyı getiren resmi bir araba lazım bize. Lüks olması gerekiyor, çünkü resmi arabalar son model.” 

“Hocam, buradan baba olayına geçebiliriz. Bütün kültürlerde baba modeli, otoriter bir modeldir.” 

“Ben buna katılmıyorum. Baba koruyucudur, bize doğru olanı gösterir.” 

“Ama bazen baskıcıdır da!” 

“Arkadaşlar, tamam baba modeli üstünde durabiliriz. Burada da baba devlet ama bu babanın bazı çocukları üvey evlat bazıları da öz evlat!” 

“Biz hangi duruma giriyoruz, öz mü üvey mi?” 

“Olayı bizden çıkaralım!” 

“Arkadaşlar bir de şöyle değerlendirelim. Bu baba ertesi gün cenaze fotoğraflarında kendinin yırtık ayakkabılarla çekilmiş ve kocaman basılmış fotoğraflarını gördü. Hiç tahmin edemediğiniz kadar utanmıştır! Bu utancın üstüne gitmeyelim.”

“Babayı yırtık pabuçla cenazeye getirenler utansın!”

“Eyvah vaktimiz doldu. Yarın devam edelim mi?” 

Burada artık sözü ben almalıyım: “Herkes bir kısa film hikâyesi yazıp gelsin, bakalım neler yapabiliriz? Görelim bakalım öz mü yoksa üvey evlat mıyız?”


                        Deniz Poyraz’ın annesi haykırıyor! Bir annenin yüreği daha yandı.

 Işıl Özgentürk / Cumhuriyet



Çekmeköy’de ‘Dere Islahı’ denilerek yıkılan gecekonduların yerine site yapıldı - Kayhan Ayhan / CUMHURİYET

 


İstanbul Çekmeköy’de 2018 yılında İSKİ, dere ıslahı yapılacağı gerekçesiyle gecekonduları yıktı, ancak aynı yere site yapıldı. Dere bandında kalmadığı halde evleri yıkılan mağdurlar, haklarını almak için başlattıkları nöbetlerinin 1055. gününü geride bıraktı. Mağdur aileleri İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’ndan İSKİ’nin hakkında inceleme başlatmasını istiyor.

Çekmeköy, Merkez Mahallesi Farabi Sokak’ta bulunan gecekondular, AKP döneminde İSKİ tarafından yapılan dere ıslahı gerekçesiyle yıkıldı. 

Yıkılan gecekonduların olduğu sokak üzerine ise yeni siteler yapıldı. Direnişte olan Farabi Sokak mağdurlarının mücadelesi, açtıkları davayla başladı. 

Dava sırasında mahkeme İSKİ’den proje sunmasını istedi. Ancak İSKİ herhangi bir proje sunmadı. Buna karşın İmar Barışı kapsamında yapı kayıt belgesi de alan yurttaşların evleri yıkıldı. 

Dere kenarının 10 metre yakınında bulunan evlerin yıkılması gerekirken 26,5 metre uzaklıktaki gecekondular da yıkıldı.

Gecekonduların yıkımının ardından ise daha yakın mesafelerde yeni binalar yapıldı. Dere yatağı ise kimi binalar için kaydırıldı.


‘BAŞKANIN KÖYLÜSÜ APARTMAN YAPTI’
Farabi Sokak mağdurları Cumhuriyet’e konuştu. Yıkılan gecekondu sahiplerinden Suna Duman, “Yavaş yavaş parseller büyütülüp sokak yok edildi. İmar barışından faydalandık. Temmuz ayında onu aldık ancak ağustosun 2’sinde de bizim gecekondumuzu yıktılar. Mahkeme süreci devam etmesine rağmen... Bir gerekçe de gösteremediler. 

7. İdare Mahkemesi’nce yürütmeyi durdurma kararı çıktı. Bir hafta sonra bu karar çıkınca diğer evlerin yıkımı durdu. Yıkımla birlikte eş zamanlı ise inşaatlar başlamıştı” dedi. 

Kendilerine önce dere bandında kaldıklarının söylendiğini belirten Duman, “Dere bandında kalıp kalmadığımızı 9 ay sonra öğrendik. Derebandında kaldığı söylenen yere Çekmeköy Belediye Başkanı’nın köylüsü olduğunu söyleyen kişi apartman yaptı. Peki benim evim neden yıkıldı? 

Dere bandının 10 metre yakınındaki evler yıkılır kanuna göre. Bunlara izin veriyorlar ama dereden 26 metre uzaktaki müstakil evlerimizi de yıkıyorlar. İSKİ korsan bir şekilde yıktı. Ama talimatı kim verdi. Çekmeköy Belediyesi verdi” diye konuştu. CİMER’e yazdığı dilekçeye yanlış yanıt verildiğini aktaran Duman, “Mahkeme sonuçlanmış, bütün her şey düşmüş gibi gösterdiler. Burada dümeni çeviren Çekmeköy Belediyesi. 

Mimarlar Odası’nın açtığı davayı da kazandık. Ancak bir türlü bu dere durmadı. Pendik KİPTAŞ’a kiracı olarak mahkûm edildik. Kiracı sözleşmesine en son gittim. Direndiğim için gitmek istemedim. ‘Senin aileni dışarı atarız’ dediler. Ailem yalvardığı için mecburen gidip imzaladım. Benim evimi yıktılar burada beni kiracı yaptılar”diye konuştu. Gecekondulardaki insanların genellikle Alevi ve Kürt olduğunu, hizmet alamadıklarını da söyleyen Duman, AKP’li bir komşusunun “Ben yıllarca sana hizmet ettim sen benim evimi neden yıktın” sorusuna belediye başkanının gülerek “Sen de arada kaynadın” dediğini öne sürdü. 

‘BETONA GÖMDÜLER’

Ailelere destek olan Çevre Gönüllüsü Haydar Kaya,  “Güncel ifadeyle resmen buradaki yoksul insanların malına çöktüler. Bu işi AİHM’ye taşıyacağız. Çünkü burada ağır derecede bir insan hakkı ihlali var” dedi. Abbas Karakaya ise “İstanbul’daki dereler sadece İSKİ’nin eline ve merhametine bırakılırsa 5-10 sen sonra hiçbir doğal dere kalmayacak. Aynen bugün Marmara’nın durumuna uyanacağız. Marmara nasıl bugün ölmüşse, çöplüğe dönmüşse... Burası kendi halinde akan bir dereydi, doğal güzelliği vardı. Ancak betona gömdüler” diye konuştu.

Kayhan Ayhan / CUMHURİYET 

19 Haziran 2021 Cumartesi

Kan ağlar haldeyiz - Hüseyin ŞİMŞEK - Mustafa BİLDİRCİN/BİRGÜN

 

Büyük oranda hizmet sektörü ve öğrenci hareketliliği ile ayakta kalan ESKİŞEHİR ekonomisi, bir yıldır adeta can çekişiyor. Kent ekonomisinin üzerindeki karabulutlar 16 aydır dağılmıyor. Esnaf, “Yalnız bırakıldık” diyor.


Eskişehir’in en işlek caddelerindeki çok sayıda dükkân ve iş yeri kapısına kilit vururken ayakta kalmaya çalışan esnaf da sahipsizlikten yakınıyor. Salgın öncesi oturacak yer bulmanın neredeyse imkânsız olduğu kafe ve restoranların boş masaları, kentteki ekonomik tahribatı da gözler önüne seriyor. Bir öğrenci kenti olarak anılan Eskişehir’de en çok, eğitimin dijital platformlara taşınması ile kentten ayrılan öğrencilerin yokluğu hissediliyor.

Siftah bile yapamadan dükkânını kapattığını belirten esnaf, turizmin durma noktasına geldiğini ifade eden Eskişehir Büyükşehir Belediye Başkanı Yılmaz Büyükerşen ve salgın sonrasında toparlanma umudunun olmadığını belirten Eskişehir Lokantacılar Odası Başkanı Bahar Bilen’in anlattıkları, kentteki ekonomik yıkımı özetliyor.

YALNIZLIKLA YÜZLEŞTİK

Gelişmiş ülkelerin salgının ekonomik tahribatını daha kolay atlattığını söyleyen Eskişehir Lokantacılar Odası Başkanı Bahar Bilen, “Çok zor günler geçiriyoruz” diyerek başladığı sözlerini şöyle sürdürüyor: “Maalesef ülkemizde küçük esnafın işi biraz zor geçti. Tabii destek falan yoktu. 16 ay geçti, 16 aya yakın kapalı işletmeler hiç açılmadı. Yüzde 70’e yakın işletmemiz de ‘aç-kapat’ sistemiyle çalıştı. Dolayısıyla onlar da paket servis yaparak giderlerini karşılayamadı. Yani birçoğunu paket servis tatmin etmedi. Dolayısıyla zor bir süreç geçirdik. Hükümet de bu süreçte kötü bir sınav verdi ve esnafımızı çok yalnız bıraktı. Dolayısıyla kendimizi sorgulamamız için de bir sebep oldu pandemi. Ne kadar yalnız, ne kadar cılız, ne kadar savunmasız olduğumuzu gördük bu süreçte.”

Bilen, uzun yıllardır kuruşu kuruşuna ödedikleri vergilerin zor günlerden geçerken kendileri için kullanılmadığını ifade ediyor. Pandeminin ‘mücbir neden’ sayılarak, esnafın vergiden muaf tutulması gerektiğini anlatan Bilen, “Anayasa’nın 173’üncü maddesinde, ‘Devlet esnafını koruyucu ve kollayıcı tedbirler alır’ denir. Ama ne kadar korur, ne kadar kollar, ne kadar tedbir, nasıl bir tedbir alır bunun açıklaması yapılmamış” diyor.

kan-aglar-haldeyiz-889485-1.
Lokantacılar Odası Başkanı Bilen, iktidarın esnafı yalnız bıraktığını söyledi

SOKAĞA ÇIKAMAZ HALDEYİZ

Dükkân kapatmanın maliyetinin ağır olduğunu ve bir şekilde ayakta kalmaya çalıştıklarını kaydeden Bilen, şunları dile getiriyor: “Dolaplarımızı doldurmak bir maliyet... Bir anda kapanınca, oradaki ürünlerin son kullanma tarihleri vesaire bizi epey sıkıntıya soktu. Çok ciddi kiralar ve vergiler var. Esnafın hiçbir geliri yok; evleri kira, dükkânları kira ve çoluk çocukları var. Hiçbir destekleri yok, dolayısıyla bu durum çok ciddi travmalara sebep oluyor. Psikolojik sorunlar yaşıyorlar. Köyde veya burada yaşayan ailelerinin yanına, onların emekli maaşlarına sığınmış durumdalar, sokağa çıkamaz hale gelmişler. Nasıl toparlarlar, nasıl tekrardan bu işletmeler ayağa kalkar, bunu öngöremiyoruz. Borçlarımızın yapılandırılması, ödeyemedikten sonra bir şey ifade etmiyor. Dolayısıyla bizler borçlarımızı kapatmak istiyoruz. Bizler devletimize karşı vecibelerimizi yerine getirmek istiyoruz. Uzun vadeli taksitlerle ödemek istiyoruz. Ayakta kalmak istiyoruz.”

Eskişehir’de 12 yıldır “Babacan Es Es 26” isimli kıraathaneyi işleten Çiğdem Babacan da benzer şeyler anlatıyor. Pandemi öncesi ağzına kadar dolu olan işletmesinin aylardır boş olduğunu ifade eden Babacan, şöyle konuşuyor: “İki çalışanım vardı, maalesef ikisinin de işine son vermek durumunda kaldım. Pandemi döneminde devletin bize son dört aydır verdiği ufak tutarları aldık. Son olarak toplamda 5 bin TL gibi bir destek aldık. Aldığımız paralar olduğu gibi bankaların eline geçti. Biz elimize alamadan bankalar el koydu. Büyük borçlarımız var.”

kan-aglar-haldeyiz-889486-1.
İşletmeci Babacan, “Borç çok” diyor

SATACAK BİR ŞEYİM YOK

Bazı günler 20 TL kazançla dükkânı kapattığından söz eden Babacan, mağduriyetini şu ifadeleri kullanarak aktarıyor: “Ben bin 800 TL kira veriyorum. Vergisi ve faturaları ile birlikte çok daha yüksek oluyor ve günde 20 TL ile bunu karşılamamız mümkün değil. 46 yaşındayım, bu yaştan sonra başka hiçbir yerde kimse beni işe almaz. İşsizler ordusuna katılmış oluruz. Talebimiz, oyunların bir an önce serbest bırakılmasıdır. Bu olmazsa kahvehaneler biter. Stopajların, verginin ve KDV’nin kaldırılması gerekiyor. Borç yapılandırmaları yeterli olmuyor. En azından bir süreliğine tahsis edilmemesi gerekiyor. Banka borçlarımız var. Sürekli faiz biniyor. Bu banka borçlarının en azından normale dönene kadar durdurulması gerek. Bankalardan aldığımız paraları 24 ayı geçtim, 36 ayda, hatta 48 ayda bile kapatamayız. Çünkü 16 aydır pandemi ile mücadele ediyoruz.”

Babacan, şöyle devam ediyor: “Eğer icra gelirse çay ocağından başka satacak bir şeyim yok. Sandalyeler ve masalar para etmez. Ocağımı satmak da istemiyorum. Bir kadın olarak Eskişehir’de kıraathane işletmecisi olmak kolay değil. Bunu hakkıyla yaptım ama iktidarın herkese sırt dönen tutumu yüzünden şu an çok zor durumdayım. Komşularımız, esnaf arkadaşlarımız faturalarımızı ödedi; bazısı yemek getirdi, karnımızı doyurdu. Esnafı muhtaç hale getirdiler.”

kan-aglar-haldeyiz-889488-1.
Kafelerin boş masaları kentin durumunu özetliyor

MÜZİSYENLER UNUTULDU

Anadolu Üniversitesi Devlet Konservatuvarı’ndan mezun olan ve Eskişehir’de müzisyenlik yapan Armağan Çakır’ın sözleri, salgından en çok etkilenen sektörlerin başında gelen eğlence sektörünün durumuna ayna tutuyor. Kısıtlamalarda en büyük darbeyi müzisyenlerin yediğini ifade eden Çakır, şunları anlatıyor: “Önce çalıştığımız yerler kapatıldı, sonra açtık ama ‘saat kısıtlaması var’ denildi. Sonra danslar yasaklandı ve buna bağlı olarak canlı müzik yasaklandı. Ama kafeler, barlar ve restoranlar kayıttan müzik vermeye devam etti. Virüsü biz yayıyormuşuz gibi işsiz kaldık. Bizler için çözüm yolu üretmek yerine yardım vermeyi seçtiler. Televizyon dizilerinin çekimleri bile devam ederken bize çalışmak yasaklandı. Oysa ki bizim istediğimiz devletten yardım almak, yattığımız yerden kazanç sağlamak değildi. Bizler işlerimizi istedik ama sesimizi kimse duymadı. Çok önerilerde bulunduk, sosyal mecralarda özel programlar yapan oldu. Canlı platformlarda müzisyenlere konser verdirerek çok cüzi para verenler oldu. Müzisyen dostlarımızın hepsi işsiz kaldı. Dostlarımızın bir bir intihar haberlerini aldık, canımız çok yandı ama sesimizi duyan olmadı.”

SALGINA RAĞMEN AŞEVLERİ HESABINA EL KONULDU

Pandemi ile birlikte uygulanması zorunlu kısıtlamalar nedeniyle özellikle küçük esnaf ve çalışanları ile günlük yevmiye ile çalışan kesimlerin büyük sıkıntılar yaşadığının altını çizen Eskişehir Büyükşehir Belediye Başkanı Yılmaz Büyükerşen, kentin durumuna ve belediyenin yürüttüğü çalışmalara ilişkin şu bilgileri paylaştı:

“Sanayi kuruluşları, büyük alışveriş merkezleri gibi öz sermayeleri nispeten güçlü firmalar çalışmaya devam ederken küçük esnaf doğrudan kapatıldı. Burada bir eşitsizlik söz konusu. Eskişehir açısından pandeminin en olumsuz sonuçlarından biri de son beş yılda büyük bir artış gösteren iç ve dış turizmin neredeyse durma noktasına gelmesidir. Esnaf bu konuda da önemli bir gelirden mahrum kaldı. Pandeminin ilk günlerinden itibaren yetersiz kalan hükümet yardımlarına karşı, Eskişehir Büyükşehir Belediyesi ile iki merkez ilçe belediyemiz yıllardan beri ihtiyaç sahiplerine sıcak yemek dağıtan aşevlerinin bankalardaki hesaplarına İçişleri Bakanlığı genelgesiyle el konularak hazineye aktarıldı. Buna rağmen belediyelerimiz, ‘Şehir Paylaşmaktır’ projesini hazırlayarak hem diğer bütçe imkanları hem de halkımızın katkılarıyla birlikte esnaf ve sanatkarlara da tercihlerine göre sıcak yemek veya erzak yardımı (yoksullara da giysi yardımı) yapmaya başladık. Nitekim pandemi sürecinde her ay ortalama 600 haneye 36 bin kap sıcak yemek dağıttık.

Hüseyin ŞİMŞEK - Mustafa BİLDİRCİN/BİRGÜN

Vatanın rengi - Orhan Gökdemir / SOL

 Cumhuriyetin bütün birikimleri harcandı, sermayenin birikimlerine dönüştürüldü. Büyük, pahalı, ölçüsüz bir otelden ibaret ülke bir bakıma. Mavi Vatan düşü o otelin pahalı odalarında kuruluyor haliyle.

“Organize” Sedat Poker ifşaatı ile bize yeni bilgi vermedi ama bazı yeni ilişkilerin gazetecilerin ilgi alanına girmesine vesile oldu. Bunlardan biri Cihan Ekşioğlu adını, meşhur Paramount Hotel vesilesiyle, öğrenmiş olmamız. 

Tartışmalı otel sanılan tersine Cihan Ekşioğlu’nun en önemsiz yatırımlarından biri. Hatta bu tesis ile neden bu kadar ilgilendiği de muamma. Rusya’dan Dubai’ye, Libya’da Çeçenistan’a pek çok kritik bölgede önemli yatırımları var. Sahibi ve yöneticisi olduğu EKBA holding iktidar tarafından kollanıyor. İnşaat işlerinin yanında CEMD Defence, CEMD Technology, ICE Defence Savunma Teknolojileri ve Martebd INC şirketleri ile karlı ve stratejik önemi olan savunma sanayiine el atmış. Haliyle bir otele el koymak üzere tankla dalması mantıklı değil. Her neyse, otel birkaç kez el değiştirip sonunda ona kalmış. Neden, önemi nereden kaynaklanıyor bilemeyiz? Sonuçta işleri ile değil, “Paramount Fatihi” olarak geçti kayıtlara. 

EKBA Holding geçen yıl Türkiye’nin ilk “elektromanyetik drone savar” sistemlerini üreten “Harp Arge AŞ.”yi satın alarak bünyesine katmıştı. Türk Silahlı Kuvvetleri için geliştirdiği projelerle adını duyuran şirket, geçen sürede çeşitli ülkelere bu silahları satmayı başardı. Cumhurbaşkanlığı Savunma Sanayii Başkanlığı kataloğuna da girdi. Yabancı şirketlerin de talip olduğu Harp Arge AŞ. Cumhurbaşkanlığının müdahalesiyle Ekşioğlu’nda kaldı.

Geçelim magazin kısmına; Cihan Ekşioğlu, Paramount Hotel’i tank marifetiyle fethettikten sonra “dünyaca ünlü” birçok ismin katıldığı doğum günü partileri, sosyete eğlenceleri ve ağırlamalar gerçekleştirdi. O partilere Hollywood yıldızlarını davet etti. Belli ki fotoğraf çektirmeyi seviyor; Süleyman Soylu, Binali Yıldırım, Tuğrul Türkeş, eski Yargıtay Başkanı İsmail Rüştü Cirit o davetlere katılıp yanında poz verenler arasında. Bir de otelinde “Cihansız” poz verenler var. Veyis Ateş ve Rasim Ozan malumunuz. Günlüğü 100 bin liranın üzerinde olan otelden yolu geçmeyen “Çok Ünlü Kişi” yok gibi. Şaşırtıcı olan ise Orhan Gencebay ve Emekli General Cihat Yaycı’yı yan yana gösteren kare. 

Bana sorarsanız bu “Çok Ünlü Kişi”ler arasında en önemlisi Cihat Yaycı. Zira Yaycı “Mavi Vatan” doktrinin iki teorisyeninden biri. Ayrıca Türkiye-Libya arasındaki tartışmalı “Deniz Yetki Anlaşması”nın da mimarı. Konakladığı otelin sahibi Cihan Ekşioğlu Martebo Savunma Sanayi Şirketi aracılığıyla Avrupa’dan aldığı silahları Kuzey Afrika ülkelerine satıyor. Bunlar arasında, tabii, Libya da var.

Hatırlatayım, Paramount karesi Cihat Yaycı’nın Cihan Ekşioğlu ile yakınlığını gösteren ilk veya tek fotoğraf değil. Yaycı, Tayyip Erdoğan’ın görev yerini değiştiren kararnamesinden sonra istifa edince soluğu Ekşioğlu’nun makamında almıştı. O ziyaret fotoğrafında bir de yerli yersiz ulumasıyla ünlü eski MHP Milletvekili Cemal Erginyurt vardı. Erginyurt da Paramount müdavimlerinden biriydi. Sordular, nasıl ödediniz diye. “Ödemedim ki” dedi. “Fiyatını biliyor musunuz” sorusunu da “ödemedim neden fiyatını sorayım” diye savuşturdu.  













Vekil haklıydı, otel tartışması yanlış yerde yapılıyor. Belli ki otel ziyaretlerinin oda fiyatının ötesinde anlamları var; sabık general ile savunma sanayii patronunu buluşturmak gibi mesela. Hele Savunma Sanayi Başkanı da oteldeyse, odanın fiyatının hiçbir önemi yoktur, sudan ucuzdur!

                                                                        ***

Cihat Yaycı, Paramount Otel'de çekilen fotoğraflarının ortaya çıkmasının ardından açıklama yaptı, “Ben hiçbir yerde gayri ahlaki, gayri meşru, gayri etik bir şekilde kalmadım, kalmam da. Ben haram ve helal ayrımına en ufak noktasına kadar hep dikkat etmişimdir. Bunlar bulanık suda FETÖ'cülerin balık avlama faaliyetidir” dedi. Gayet dindar görünen dilini geçiyorum, geceliğine 100 bin lirayı nasıl ödediğini açıklayacaksın bu durumda. Düşmüş generaller çağında emekli maaşıyla çok zordur!

Parlak bir subaydı. 2012'de Tuğamiralliğe terfi etti, aynı yıl Moskova askeri ataşesi görevine getirildi. 2016'da Tümamiral oldu. Bir yıl sonra Deniz Kuvvetleri Komutanlığı Kurmay Başkanı görevine atandı. Geçen yıl Cumhurbaşkanı kararıyla Deniz Kuvvetleri Komutanlığı Kurmay Başkanlığı görevinden alınarak Genelkurmay Başkanlığı'nın emrine verildi. Bu değişiklik üzerine istifa edip ayrıldı. Cihan Ekşioğlu ile birlikte çekilen ilk fotoğrafı o istifanın ardındandır.  

Çok dramatik; TSK’daki “FETÖ” yapılanmasını tespit etmek amacıyla “FETÖMETRE” adını verdiği bir uygulama icat etmişti. İcadını “silah arkadaşlarına” uyguladılar, uymayan dört bin kadarını kapı önüne koydular.

Geriye kalan seçenekler sınırlı haliyle. Ya kitap yazıyorlar ya da yeni nesil üniversitelerde görev alıyorlar. Bahçeşehir Üniversitesi Denizcilik ve Global Stratejiler Merkezi Başkanı şimdi. En tumturaklı işidir!

                                                                          ***

“Doktrin”in izini takip ediyoruz. “Mavi Vatan”ın diğer teorisyeni Cem Gürdeniz de amiral tahmin edebileceğiniz gibi. Gürdeniz, Fethullahçıların TSK’yı teslim almak için planladığı “Balyoz” davasında yargılandı, 18 yıl ceza aldı, Fethullahçılar tüyünce beraat etti. O da Cihat yaycı gibi parlak bir subaydı, ancak iktidar, Cumhuriyet Ordusunun kalıntılarını temizlemeye kararlıydı, yapının veya kapının dışına atılması kaçınılmazdı.

“Mavi Vatan” doktrini, “FETÖ” çatışmasının ardından ordudan dışarı atılanların sistemin içine alınması için bir imkân yaratmıştı. Bu tür işler AKP’nin fetihçi “Neo Osmanlı” emelleriyle örtüşüyor, düşmanlık beslediği subayların sisteme dahli için kapıyı açık bırakmasına neden oluyordu. Ancak işler umulduğu gibi gelişmedi. Son emekli generaller bildirisinin yazıcısı olduğunu iddia ettiler, gözaltına aldılar. Burnunu sürttükten sonra bıraktılar. 

TSK ve AKP’nin eli mahsulüdür, son elli yılda ülkeyi dönüştürdüler. Yalçın Küçük’ün sözüdür, ülkemiz, onların marifetiyle sermaye birikiminden başka bütün birikimlerin reddedildiği bir ucubeye dönüştü. Bu durumda doktrin moktrin işleri için sermaye birikimini yapmışlara yanaşmanız kaçınılmazdır. Biz de ilişkiler denizine dalıyoruz, “doktrin”in kalıntılarına yaklaşıyoruz.

“Beylikdüzüʹnde 8 tarihi batık bulundu…” 2017 tarihli bir haberin başlığıdır. Şöyle devam ediyor: “Beylikdüzü Belediyesi, West İstanbul Marina ve Batı İstanbul Vakfı öncülüğünde ‘Beylikdüzü Denize Açılıyor; Sualtı Tarihi Araştırmaları’ lansmanı, Beylikdüzü Belediye Başkanı Ekrem İmamoğluʹnun öncülüğünde West İstanbul Marinaʹda yapıldı. Lansmana konuşmacı olarak Araştırmacı- Belgeselci Cengiz Özkarabekir, Deniz ve Gemi Tarihçisi Ahmet Güleryüz, Yrd. Doç. Dr. Denizhan Vardar, Koç Vakfı Yönetim Kurulu Üyesi Cem Gürdeniz, Yrd. Doç. Dr. Güzden Varinlioğlu, Sualtı Görüntü Yönetmeni ve Sualtı Araştırmacısı Cumhur Ayar ile West İstanbul Marina Genel Müdürü Fuat Çimen katıldı.” Böylece doktrinle bağlantılı bir başka sermaye birikimine ulaşmış oluyoruz. 

Gürdeniz, bu sıfatla vakfın yönetimindeki Koç Üniversitesinde de görevler üstlenmişti. Ancak “Emekli Generaller Bildirisi” yayınlanıp AKP tarafından çok sert bir tepkiyle karşılaşınca Koç Üniversitesi Cem Gürdeniz'in adını vakfın künyesinden sildi. O da bunun karşılık Koç Üniversitesi Denizcilik Forumu (KÜDENFOR) direktörlüğü görevinden istifa etti. “Mavi Vatan” etkinlikleri bu sitede sürdülüyordu. Koç Üniversitesi bu çalışmalara destek veriyor hatta ev sahipliği yapıyordu. Fotoğrafı var, bu “kurucu” generalimiz de bir oligarkın himayesindedir. 










                                                                      ***

Dalışı himaye eden Beylikdüzü Belediyesi artık ülkenin en önemli noktası. “AKP’den kurtuluş hareketi”nin Samsun’udur adeta. İstanbul Şehreminimiz de oradan çıktı karaya, ülkenin kurtuluşunun fitilini ateşledi. Sonra AKP’liler fitili çiğneyip seçimi yenileme kararı verdi. Biz ise sandığa gitmedik, sebepleri vardı. Bunlardan biri “kurtarıcı”nın Koç ailesiyle ilişkileriydi. 2016 yılında ölen Mustafa Koç’la “yakın” arkadaştılar. Belediye başkanı seçildikten sonra da aileyle ilişkilerini sürdürdü kurtarıcımız. Haliyle Cem Gürdeniz’in dahliyle düzenlenen dalma-batık çıkarma ritüelini rastlantı sayamayız. 

Denildiği gibi, ülkemiz, sermaye birikiminden başka bütün birikimlerin reddedildiği bir yapıya dönüştü… Kurtarıcımızın da sermaye birikimi iyiydi. Çok birikimli bir yazarımız varlık listesine bakıp şöyle dedi: Aman zengin olsun, doymayan fakirlerden bıktık. İşte tablo ortada, sorun fakirlerin değil zenginlerin bir türlü doymamasında. Doymayan zenginleri ve onların alengirli işlerinin izindeyiz biz de... 

Zenginlerimiz çok biriktirdiler ve ne yapacaklarını bilemiyorlar. Bazen sıkışıp kalıyorlar, ülke sınırları artık bu birikime dar geliyor. Şaka yapmıyorum, ailenin yeni reisi Ömer Koç “Messeret II” adını taşıyan gemisi ile Ege kıyılarından mahsur kaldı geçen yıl. Ekonomik kriz patlak verince “hepimiz aynı gemideyiz” demişlerdi ya, işte öyle bir gemi Messeret II, sıkışık nizam hepimizi alacak boyutta. Tabii kapitalizmin doğası gereği sadece oligarkı ve birkaç arkadaşını alabiliyor. Salgın sebebiyle sınırlar kapandığı için, engin sulara açılamayan Ömer Bey ve arkadaşları mecburen Ege koylarında mavi yolculuk yapmak zorunda kaldı. Ne acı değil mi?

Alan dar ama Koç ailesi AKP’li yıllarda birkaç kat büyüdü. TÜPRAŞ dahil ne buldularsa aldılar, o birikimle tıpkı Cihat Yaycı’nın hamisi Cihan Ekşioğlu’nun yaptığı gibi savunma sanayine girdiler. Birikimleri müthiştir…

O otel işte bu hikâyenin bütün “Çok Ünlü Kişi”lerini içinde topladığı, bir araya getirdiği için önemli. Birikim otelidir orası, biriktirir, toplar, dağıtır. Haliyle Savunma Sanayi Başkanı İsmail Demir’in orada olmaması kabul edilemez; Gelir, kalır, gider…

                                                                       ***
Cumhuriyetin bütün birikimleri harcandı ve sermayenin birikimlerine dönüştürüldü. Büyük, pahalı, ölçüsüz bir otelden ibaret ülke bir bakıma. Mavi Vatan düşü o otelin pahalı odalarında kuruluyor haliyle.

Ama gelin görün ki otelin dışı bildiğiniz yangın yeri. Bizim düşlerimize de o yangın veriyor şeklini… Aslı “Kızıl Vatan”dır!

Orhan Gökdemir / SOL