30 Nisan 2014 Çarşamba

Bir ve Öteki Mayıs-MİNE KIRIKKANAT

Tohum ve doğum ayıdır, mayıs. Her can nasıl kansa, kansız can, cansız kan nasıl olmazsa; nasıl kanlar içinde doğulursa dünyaya, 1 Mayıs’lar da işçilerin canı,
emekçilerin kanıyla “hak” edilmiştir. Dünyayı değiştiren pek çok kötülük ve pek çok iyilik gibi 1 Mayıs’ın tarihi de ABD’debaşlar.
1884’te Atatürk 3 yaşındadır. Osmanlı İmparatorluğu çökerken ABD’de başlıca sendikaların katıldığı 4’üncü American Federation of Labor Kongresi’nde, işgününün 8 saatle sınırlandırılması için patronlara baskı yapılması kararı alınır.
1 Mayıs 1886 günü geldiğinde işçilerin çoğuna bu hak tanınmış, talepleri henüz kabul görmeyen 340 bin dolayında emekçi, başlattıkları grevi sürdürmektedirler.
3 Mayıs’ta Chicago’da yapılan bir gösteride, 3 grevci öldürülür. Yoldaşları, ertesi gün bir protesto yürüyüşü yaparlar. Eylem, akşam saatlerinde Haymarket Square’da son bulur. İşçiler dağılmaya başlamış, meydanda 200 kadar gösterici kalmıştır ki alanı çevreleyen polis mangalarının önünde bir bomba patlar. 15 polis ölür.

***
Bombalı suikastı sendikacıların düzenlediğine ilişkin kanıt yoktur. Ama suikast zanlısı olarak tutuklanan sendikacılar arasından 3’ü ömür boyu hapse mahkûm, 5 sendikacıda 11 Kasım 1886’da asılarak idam edilir. Amerikan adaleti, birkaç yıl sonra yargılamanın hukuksuz ve kanıtsız yapıldığını kabulle, canı alınan bu insanlara itibarlarını iade edecektir...
Chicago’daki kanlı olayın üstünden 3 yıl geçer.
1889’da Paris, iki büyük etkinliğin sahnesidir. Fransız Büyük Devrimi’nin birinciyüzyılını kutlamak için düzenlenen uluslararası fuar sırasında, SosyalistEnternasyonal’in ikinci kurultayı da Paris’te yapılır.
İşte bu enternasyonal kurultayda, işçi ve emekçilerin günde 8, haftada toplam 48 saatten fazla çalıştırılamayacakları istemi için mücadele kararı alınır.
***
1 Mayıs 1891’de, Fransa’nın Fourmies kentinde yürüyüş yapan işçilerin üstüne ateşaçan polis, sekizi 21 yaşından genç 10 işçiyi öldürünce, “1 Mayıs” Avrupalı emekçilerin ortak mücadele tarihinin simgesi olur. Fourmies dramından birkaç ay sonra Brüksel’de toplanan Sosyalist Enternasyonal, 1 Mayıs tarihini mücadele günü olarak tesciller.
Birinci Dünya Savaşı’nın sonunda imzalanan Versailles Barış Antlaşması’nın 247.maddesi, taraf devletlerin 8 saatlik işgünü ya da haftada 48 saatlik çalışma kuralınauyacağını nihayet taahhüt altına alır!
Sovyet Rusya, Lenin’in önerisi doğrultusunda 1 Mayıs’ların 1920’den öteye tatil günü olmasına karar verir. Bu uygulama, kapitalist dünyada “ücretsiz tatil günü” olarak kabul görüp yavaş yavaş tüm ülkelere yayılır.
1933 yılında işçi sendikalarının desteğini almak isteyen Hitler, 1 Mayıs’ı kutlama hakkını bir adım daha ileri götürür ve “ücretli tatil günü” ilan eder.

***
Kaderin cilvesine bakınız ki 1 Mayıs’ın “iş ve işçi mücadele günü” tescillenmesinde can ve kan pahasına mücadele verilen Fransa, bu kutsal günün ancak 1941’de, Alman işgali altında, yani Hitler’in baskısıyla “ücretli tatil” olmasına boyun eğmiştir..Bugün, özgür dünyanın artık her köşesinde “ücretli tatil günü” kabul edilip barışçıl gösteriler, yürüyüşlerle bir işçi ve emekçi şenliği olarak kutlanan 1 Mayıs’ların; AKPdevleti tarafından hâlâ bir “tehdit” gibi algılanması, Türkiye’yi yöneten zihniyetingeriliğini ve gericiliğini de ortaya koymaktadır.
Baskıcı ve yasakçı kanırtmalarıyla askeri darbe devletine rahmet okutan AKPzihniyeti, gerilim politikasıyla 1980 öncesinin kanlı ortamına çanak tutuyor.
Eğer Türkiye’yi Türkiye ile kıyaslarsak AKP zihniyetinin hak ve hukuk açısından ülkeyi 25 yıl geriye götürdüğü, açık. Yok dünya ile kıyaslarsak yaşadığımız çağın 188 yıl gerisinde kaldığı da bir o kadar...
1 Mayıs’ın bir meydanda kutlanabilmesi için hâlâ mücadele verilmesi gereken tek ülke, bizimki.
Hem ayıp, hem yazık.
“Bir gün gelecek, sessizliğimiz bugün boğduğunuz seslerimizden daha güçlüduyulacaktır.”AUGUSTIN SPIES* (1886’da Chicago’da asılan bir sendikacının, mezar taşına yazılan son sözü.)

G N O K T A S I

ABD, dünyaya en iyi ve en kötüyü yaratıp yayan ülke. İstanbul’un avangard tiyatrosuCRAFT TİYATRO’da, halen bir Amerikan oyunu sergileniyor: ENKAZ.
Gittim, gördüm ve gerek oyunu, gerekse yönetmeni Çağ Çalışkur başta, hepsi çok sahici oyuncuları Gözde Kansu, İbrahim Aslan, Erdeniz Kurucan, Lesli Karavil,Onur Dursun, Serdar Kötük, Olgu Baran Kubilay, Berrin Şeker Civil ve Gül Arıcı’yı çok beğendim.
Enkaz’ın özgür dili ve eğlenceli yorumuyla hem cesur, hem sürükleyici oyunçıkarıyorlar.Amerikalı yazar Neil La Bute’ün, sıradan insanların nerede doğmuş ve yaşarsayaşasın özdeşleşebildiği on öyküsünü Türkiye ve Türkçe’ye başarıyla uyarlayan Ezgi Esma Kürklü’yü kutluyorum.
* Rzv. 0212 249 22 23

MİNE KIRIKKANAT
Cumhuriyet  

29 Nisan 2014 Salı

Cumhurbaşkanı mı? Başkan Baba mı?- ALİ SİRMEN

Ağustos ayında, pek muhtemelen iki turlu bir seçim var. Pek muhtemelen diyorum,çünkü adaylardan biri ilk turda oyların yarıdan fazlasını alırsa ikinci tur olmayacak.
Seçim, genel tanıma göre Cumhurbaşkanlığı seçimi. Yani, cumhur, Çankaya’da oturacak başkanını kendi oylarıyla seçecek

Seçilecek cumhurbaşkanı da, 1982 Anayasası’nın kendisine tanıdığı yetkiler ve de parlamenter sistemin çizdiği çerçeve sınırları içinde, devletin başı olarak Türkiye Cumhuriyeti’ni ve Türk milletinin birliğini temsilen anayasanın uygulanmasını, devlet organlarının düzenli ve uyumlu çalışmasını gözetecektir.
10 Ağustos oylamasına veya sonraki turda bu tanıma uygun adaylardan biri çoğunluğu sağlayınca Cumhurbaşkanlığı seçimi sona erecektir.
Tabii buraya kadar anlattıklarım, olması gereken.
Ama ülkemizde olması gereken her zaman olmuyor, tam tersi olması gerekenin yüzde yüz aksi olan oluveriyor.
Eğer yarışmaya Tayyip Erdoğan da katılacak olursa, olması gereken ile olan arasındaki makas iyice açılacak ve Cumhurbaşkanlığı seçimi, “Cumhurbaşkanı mı, Başkan Baba mı?” tartışmasının sonuca bağlandığı bir sürece dönüşecektir.
***
Tayyip Bey seçilirse, Çankaya’da oturacak kişi parlamenter sistemin sınırları dışına taşacak ve cumhurbaşkanından ziyade bir Başkan Baba” olacaktır.
Cumhurbaşkanı ile “Başkan Baba”nın farkları ne olacaktır?
1982 Anayasası’nın getirdiği sistem içinde, cumhurbaşkanı devletin başı olarak, milletin birliğini temsil ile devletin organlarının uyum içinde çalışmasını sağlamak durumundadır.
Cumhurbaşkanının yetkileri ve sorumluluğu bu noktada odaklanır.
O yürütmenin başı değildir. Yürütmenin başı başbakandır.Eğer cumhurbaşkanı koşup terlemek istiyorsa, başbakanın olan yetkileri kullanmaz, Çankaya’nın bahçesinde koşar, ter atarZaten devletin allak bullak olan uyumu ile milletin tepeteklak olan birliğinin sağlanması gittikçe zorlaştığından, bu iki işlev bile Çankaya’nın yeni sakinini yeterince koşturupterletecektir de.Cumhurbaşkanı anayasanın kendisine tanıdığı yetkilerini bu çerçeve içinde kullanacak, devletin organlarının uyumlu çalışmasını bu şekilde sağlayacaktır.
Cumhurbaşkanı devletin organları arasındaki ilişkileri sorunsuzlaştırırken, kendisi de siyasi açıdan sorumsuz olacaktırCumhurbaşkanının uyum dışında siyasi yetkisi olmadığından siyasi sorumluluğu daolmayacaktır.
Çünkü demokrasilerde yetki ile
 sorumluluk birbirini bütünler.
Tayyip Bey’in öngördüğü seçim ise devletin her organının kendisine bağlı olduğu bir Çankaya sakinini seçmeye yönelik olacaktır.
Tayyip Bey’in geçmişi böyle bir işleve fevkalade uyumludur. Çünkü Tayyip Bey’in politikası milletin bütünlüğünü değil, bölünmüşlüğünü gözetir.. Tayyip Bey’in yönetimdeki sihirli formülü “böl ve yönet!”tir.Tayyip Bey, önerdiğiyle cumhurbaşkanını değil, “Başkan Baba”yı işaret etmektedir.Sorunlu ama sorumsuz “Başkan Baba” her şeyin başıdır. Ve söz “Başkan Baba” ilebaşlar, “Başkan Baba” ile biter. Tayyip Bey’in siyasi modelinde yani “Başkan Baba”sisteminde, devlet organlarının düzenli ve uyumlu çalışması, ancak “Başkan Baba”nın talimatları çerçevesinde “Başkan Baba”ya biat çizgisinde mümkündür.
Yoksa “Başbakan Baba” döneminde, gördüğümüz gibi, “Başkan Baba” yargı dahil, devletin bütün organlarını azarlayarak, paylayarak, sindirerek, sürerek, süründürerek hizaya getirirBu koşullar altında bütünlük milletin bütünlüğü değil, biat edenlerin bütünlüğüdür.“Başkan Baba” sisteminin nasıl olacağını gözlerinde canlandıramayanlara bir ipucuvermek için söyleyelim. 11 yıllık “Başbakan Baba” rejiminin devamı ve de şeddelisi olacaktır.
Evet ağustos ayında bir seçim yapılacak, seçimin Cumhurbaşkanlığı seçimi mi, yoksa “Başkan Baba” seçimi mi olduğu ancak ve ancak sonucundan anlaşılacak. 

ALİ SİRMEN
Cumhuriyet 

AKP’yi İktidarda Tutan Ne?- ORHAN BURSALI

Bu soruya akılcı, nesnel, geçmiş seçim deneyimlerini de yorumlayarak, doğru dürüst bir yanıt veremeyen, bugünü de, seçimlerin ve ülke koşullarının dinamiklerini de anlayıp politikalar üretemez.

     Bunda hemfikir miyiz?!
     O zaman:
     Kafanızdaki bütün “dogmaları” boşaltın.. Seçmen ve ülke durumu hakkında çok kalıp, değişmez doğmalarınız/ doğrularınız varsa, fikir ür(e)temez ve durumu anlamak için çaba sarfedemezsiniz... Böyle olunca, değiştirme çabaları da sıfır noktasında durur!
     Mesela, sosyal medyada, dünkü yazıma gelen yorumlardan bir-ikisi şöyleydi: “Bu ülkede CHP ağzı ile kuş tutsa oy vermeyecek kemik bir seçmen var.” “Bu ülkede milletin din bağnazlığı o kadar derin ki, artık Türkiye dincileşti… Her şey boşa.
     Eğer öyleyse, herkes kendi işine demekten başka yol yok... Siyaset bitti, sahile çıkabiliriz!
     Bu konuda bana dadananlar var, içeriden dışarıdan.. acaba AKP’li trollerin bir kısmına böyle görevler mi verildi diye merak ediyorum! Onlara veya umudunu yitirenlere, dogmalara saplananlara güle güle!
     Biz işimize bakalım...
                                                                 ... 
     
Ana etkenleri sıralayalım:
  • Seçmenin siyasal dinamizmi,
  • Seçmenin, ülkenin ekonomik dinamizmi,
  • Seçmenin dini ideolojik dinamizmi,
  • Seçmenin kültürel dinamizmi...
  • Ülkenin içinde bulunduğu varsayımsal büyük dış tehlikeler,
  • Geçmişten gelen toplumsal miras,
  • Ve, iktidar partisinin dinamizmi ile seçmen ilişkisi...        

                                                                 ...
   
Hayır, bugün bir yorum veya hazır görüş belirtmeyeceğim...Herkes düşünsün istiyorum.

      Yukarıdaki, seçmenin davranışını belirlediğini düşündüğüm ana etkenlerden, bazıları ön plana çıkar ve seçimde etkileyici olur.
      Hepsinin şu veya bu oranda seçimlerde etkisi vardır..
      Bazılarının oranı biraz daha fazla olabilir (varsayılan taban etkenler).
      Ama bu taban etkenler de sabit değildir, koşullara göre azalır veya çoğalır.
     
                                                                   ...
     Ben burada örneğin acil ve öncelikli olarak, iktidar partisinin özellikle son iki genel seçimde, 2007 ve 2011 (yerelleri de katarsak, +3), iktidarı yükseltip yüzde 50’ye vurdurtan ve yerel seçimlerde de yüzde 43.5 - 45.5 oranında oy desteği sağlayan etkenleri öğrenmeye öncelik veriyorum. En güncel durumu anlamak önemli...
                                                                   ...
     Şimdi bir görüntüyü akılda tutalım: AKP’li kızlar ve kadınlar başta, kutsal mabede girmişler gibi, bir salonda resimleri asılı Erdoğan’ı öpüyor.
    Gözümün önünde neyin canlandığını kestirebilirsiniz: Kiliseye girer girmez hemen önüne çıkan İsa’yı, kilise azizi vb. ikonalarını öpenleri.. Gelenektendir bu...                     
                                                                   ...
     Şimdi soruyorum:
     AKP 12 yıl içinde, kaç milyon insana “sınıf atlattı”?
     Yani:
     1) Yoksul kesimden kaç milyonu, ekonomik olarak bir kademe yükseldi?
     2) Bir kademe yukarıdaki, zar zor ama geçinen, kaç milyon seçmen, orta halli duruma geçti?
     3) Orta halliden, daha yukarı gelir seviyesine, kendi işini kurma ve daha rahat para kazanma düzeyine geçenlerin sayısı nedir?
     4) Köylerde kaç milyon insanın gelirinde yükselme oldu?  
     5) Seçim ve özel zamanlarda dağıtılan kömür, yiyecek gibi doğrudan yardımların, ailelerin bütçesine yıllık katkısı ne kadardır ve bu ailelerin / seçmenlerin sayısı nedir?
     6) AKP’li belediyeler çevresinde, yılda kaç aileye/ seçmene düzenli/düzensiz ne kadar yardım yapılıyor, bu yardımların yıllık parasal karşılığı nedir ve kaç milyon seçmen bundan yararlanıyor?
     7) 350 milyar dolarlık dış borcun, ne kadarı bankalar kanalıyla halka kredi olarak aktı ve halk bu paraları nerelerde kullandı ve ne kadar ekonomik memnuniyet sağladı?
     8) KÖYDES’in köylere desteği, çözdüğü sorunlar, yol, su vb. nedir ve bunun seçmen üzerindeki etkisi nasıl ölçülür?..    
     9) Eksik bıraktıklarım mutlaka vardır. 
                                                                 ...
     Nesnel durumun fotoğrafını çekmeden, en azından, iktidarın halkla ilişkisinin ekonomik dinamizmini anlamamız ve iktidara süren desteğin içeriğini kavramamız olanaksızdır.
     Dünkü yazımda bir noktanın altını çizmiş ve demiştim ki:
     “Ama iktidarda olmanın ve ülke koşullarının dinamikleri, seçimlere en iyi hazırlanan muhalefeti bile iktidar yapmaz, yapmayabilir.
     Hani diyorlar ya, CHP muhalefet yapamıyor.. Veya, muhalefetin ne projesi var da, halk onları iktidara getirmiyor?..
     Ucuz beyinler çok bol bu ülkede..
     Önce şunu bir çözelim, anlayalım ne nedir diye...
     Bunu kim yapacak? Sizler, hepiniz, konuyu bilenler, bilgi sahibi olanlar...
     Sonra, veya aynı zamanda temel etkenleri de bir bir tartışırız. İyi şeyler çıkarsa, görüşler vb. valla buradan bir kitap yapmaya da ben hazırım!?

ORHAN BURSALI
Cumhuriyet

Kuyruklu Yalan!...- CÜNEYT ARCAYÜREK

Hâlâ bu Başbakan’ın vaatlerine, söylediklerine inananlar çoklukta.
Örneğin geçen cumartesi, güya sesi kısıldığı için seçim öncesi gidemediği Konya’da yine avazı çıktığı kadar -Hürriyet’te okuduğum miting konuşmasının başlığına göre- 10Ağustos’taki Cumhurbaşkanlığı seçiminde AKP’nin adayı için sürpriz bir tarif yapıyor.
Oysa tarif, pek çok gerçekleşmeyen siyasal manevralarına özgü yeni bir örnek;kuyruklu yalanın daniskası.

RTE“AKP’nin bir cumhurbaşkanı adayı olacak. MHP’ye, CHP’ye, BDP’ye gönülveren kardeşlerimin de, inanıyorum ki milletçe ittifak edeceği bir isim olacak” dedi.
AKP bünyesi dahil siyasal pek çok çevre şöyle bir dalgalandı.
Yoksa, yoksa... Bu beklenmedik açıklama, RTE hidayete erdi de Cumhurbaşkanlığı’na geniş tepkilere bakarak adaylıktan vaz mı geçti diye kimi yerde sevinç, kimi yerde hayret uyandırdı.Sonra her çevre uyandı ve RTE’nin ilk turda gerekli yüzde 50’yi aşmak için tabanittifakı dedikleri bir oyuna başvurduğu kafalara dank etti.
***
Amacı başkaydı RTE’nin.
O nasılsa AKP oylarını cepte keklik sayıyor ama 30 Mart’ta ortaya çıkan oy sonuçlarıyla 10 Ağustos’taki ilk turda yüzde 50’yi aşamayacağını anasının adı gibi biliyor.
Şimdi muhalefetin parti tabanını tavlamanın peşinde.Düne kadar düşman gözüyle baktığı muhalefet partisi yandaşları, şimdi “kardeşi”oluverdi.
Şayet, 10 Ağustos’a kadar anayasanın çizdiği sınırları aşmayacağını, anayasanıncumhurbaşkanlarına tanıdığı yetkileri kullanacağı vaatlerini yutturabilirse“kardeşlerine”...
... Ohh be, ilk turda tek amacı olan Cumhurbaşkanlığı koltuğuna oturacak ve...… Halka böylece AKP’nin değil, bütün ulusun cumhurbaşkanı olduğu yalancıdolmasını yutturmuş olacak ve Çankaya’da o zorba karakterinin gereklerini uygulamaya koyulacak!
***
Bu üç muhalefet partisine taraf olanlar bunca yıldır RTE’nin demokrasi maskesialtında gerçek yüzünü görmediler ve Çankaya için yaptığı propagandakonuşmalarında herkesin cumhurbaşkanı olacağı yalanını gerçek sayacaklarsa... Vayhalimize!Üstelik RTE’yi siyasetten süpürmenin ilk aşamasını gerçekleştirmek ellerinde.Bu üç partinin 30 Mart’ta aldıkları oyların toplamı AKP’nin yüzde 43’lere inen oylarının,üstelik yüzde 50’nin de üzerinde.
İkide bir üç parti bir araya geldiler bir AKP edemediler, diye savurduğu palavraövgülerin bu hesaba göre beş paralık değeri yok.Üç parti bir aday üzerinde anlaşıp RTE’nin karşısına dikilse, kuşku yok, meydanı boşbulan RTE’nin bol keseden tek adamlık sevdasına önemli bir engel olduklarınıkanıtlayabilirler.
Hatta ikinci turda yüzde 50’nin altında hangi aday daha çok oy alırsa Çankaya’yaseçilir kuralını da hayli zorlayabilirler.
Ah keşke, demokrasi tarihimizde üç muhalefet partisi ilk kez bir araya gelerekotoriter rejim sevdasında olan RTE’nin karşısına tek adayla dikilebilseler!
***
Bir toplumsal gerçeğin ekranlara yansıdığını izledik önceki günün akşamı ve gecesi.İlk kez yine kendi dışında olan herkese savurduğu suçlamalarla dolu Konyakonuşmasını, pazar gecesi TV’ler her haber saatinde ve saat başı yineleyemediler.
Binlerce, on binlerce de değil, yüz binlerce Fenerbahçeli gibi halkımız ah bir kez olsun RTE iktidarına karşı caddeleri, bulvarları, sokak aralarını böyle doldurabilsedemokrasinin önü açılacak.
O ne Fenerbahçe sevdasıdır.
Üç yıldır bu takıma içerinin dışarının reva gördüğü komplolara, işkenceye karşıtoplumsal direnişin şahane bir örneğini verdi Fenerbahçeliler.
Üç yıldır Aziz Başkan’ın etrafında düzenlenen bütün komplolara karşı direnişin müthiş demokratik bir manzarasıydı önceki gece Saracoğlu Stadyumu’nu dolduran 50 bin kadın ve çocuk taraftar ve boydan boya Bağdat Caddesi’ni saatlerce trafiğekapatanlar.
Fenerbahçe kulübünü çökertmek için içeride kurulan tezgâhlardan birini, olağanüstü kongrede yaşadık.
Aziz Yıldırım’ı devirmeye, kulübü ele geçirmeye heveslenenler, demokratik yoldan seçilme kuralına yatarak başkanlığa aday olan Mehmet Ali Aydınlar’ı, örneğinBaşbakan RTE, el altından destekledi.
Bilinçli Fenerbahçe delegelerinin Aziz Başkan lehine aldıkları tartışmasız oy tavrı ilebaşlar önde kongre salonunu terk ettiler.
***
Şimdi?..
Mütevazı bir Fenerbahçe taraftarı
 olarak:Bu başarısız girişimden sonra Aydınlar’ın ve de Atatürk’ün askeri olduklarına, kurduğu laik Cumhuriyete bağlılıklarına tahammül edemeyen, bu gerçeği yüzüne her fırsatta haykıran Fenerbahçelilerin Fenerbahçe’sini ele geçirmek isteyen RTE’nin zaten artık yeri olmadığı bu Fenerbahçe üyeliğinden istifa etmesi beklenir ama...... Hayır! Böylesi bir isteğin gerçekleşeceğini Başbakan’dan değil beklemek, umut etmek bile olanaksız!  

CÜNEYT ARCAYÜREK
Cumhuriyet

27 Nisan 2014 Pazar

Vatandaş da Fişler - ÖZTİN AKGÜÇ

Devlet, çeşitli kurumları aracılığı ile vatandaşlarını fişliyor. Vatandaş da kendi değer yargısı, gözlemleri çerçevesinde kişileri, kurumları fişliyor. Kişiliksiz, yalaka, niteliksiz, şarlatan, çıkarcı, iki yüzlü, ödlek gibi sıfatlar genellikle bellekte de kalsa fişlemelerde kişisel notlar olarak yer alıyor.

Kurumlar hakkında da güvenilir güvenilmez, topluma yararlı zararlı, itibarlı itibarsız gibi notlar düşülüyor. Son günlerde tartışılan, not düşülen iki kurum var. Yüksek Seçim Kurulu (YSK) ve Milli İstihbarat Teşkilatı (MİT).
YSK, halkın iradesinin gerçekleşmesinin yolunu, önünü açmalı; kararları ile kuşku yaratmamalı, ulusal iradenin de çalınmasına engel olmalıdır.
Kurumlar saygınlıklarını, güvenilirliklerini korumalıdır. Bir TC vatandaşı olarakkullandığım oyun, ulusal iradenin oluşmasında hesaba katıldığından emin olmalıyım. 30 Mart yerel seçimlerinde İstanbul-Beşiktaş 1439 No’lu sandıkta oyumu kullandım. Sayımı izledim. Sandık sonucu CHP 218, AKP 38, MHP 5 oy şeklinde idi. Sandık sonucunun, genel sayıma aynen yansımasını beklemek ve bunu görmek, en doğal vatandaşlık hakkım.
Yıllardır şunu öneriyorum: Şeffaflık, dürüstlük gereği, sandık sonuçları, YSK tarafından, en azından elektronik ortamda açıklansın. Vatandaş açıklanan sonuçları, oy kullandığı sandık sonucu ile tutarlı olup olmadığını kontrol edebilsin. Özür dilerim, katakulli kuşkusu duymasın. Seçim günü gözlemledim; vatandaş tekerlekli sandalyeyle, bastonla, ayağını sürükleyerek, koltuk değneğiyle, yardımla sandık başına gelerek ülkeye sahip çıkmaya çalıştı. Seçim hilesinin olmaması bu vatandaşlara da saygı gereğidir.
Oy iptallerinin bir bölümü, idari düzenlemeden, sandık başkanlarının dikkatsizliğinden kaynaklanıyordu. Örneğin mavi ve mor zarflar. Muhtar seçimi için verilen mor zarfın belediye seçimi için ayrılan sandığa atılması ya da tersi; mavi zarfın, muhtar seçimine ayrılan sandığa atılması iptal nedeni sayılıyordu. Sandıkların ayrımı nihayet bir idaridüzenlemedir. Tüm oylar tek bir sandığa da atılabilirdi. İdari bir düzenleme, seçmen iradesinin yok sayılmasına neden olmamalıdır. Sandık başkanının oy pusulalarını verirken aynı renkten iki pusula vermesi, yine bir iptal nedeniydi. Oy iptallerinin azaltılmasına yönelik önlemler alınması, idari hatalar nedeniyle seçmen iradesinin sakatlanmaması, oy iptallerine bir standart getirilmesi de YSK’nin görevleri arasındadır. Bu bağlamda tutarsızlıklar, keyfi oy iptalleri engellenmelidir.
***
MİT, Türkiye için yeni bir sorun değil ama giderek ağırlaşan, tehlikeli olmaya başlayan bir sorun. Gizlilik, şeffaf olmama, hesap vermeme, sorumluluk taşımama her zaman kuşku doğurur. MİT’e karşı sürekli kuşku duymuş, bunu yazmaya, dile getirmeye çalışmış bir TC vatandaşıyım. MİT kime, kimlere hizmet ediyor? Türkiye’ye ne yarar, katkı sağlıyor? Bunlar hep soru işareti olarak kalmıştır. Alınan sonuçlar, aydınlanmayan cinayetler, deşifre olan isimler nedeniyle de MİT hakkında kuşkulanmakta haklı olunduğunu düşünmüşümdür. CIA, MOSSAD, NKVD veya SS, OVRA, Gestapo gibi faşizan polis örgütlenmesi bizleri ilgilendirmiyor. Kurumlarımızın bu gibi örgütleri örnek almasını da istemeyiz. Kurumlarımızdan Türkiye’nin çıkarlarına,insanımıza hizmet beklemek en doğal hakkımızdır.
İktidarlar kısa vadeli görüşle kendileri sürekli iktidarda kalacaklarmış gibidüzenlemeler yapıyorlar. Bu tür kısa vadeli, siyasal çıkar hesaplı düzenlemelerin, bir gün kendilerini de bumerang gibi vurabileceğini öngöremiyorlar.
Kurumların vatandaşı fişlemesinin tarihsel bir önemi yoktur, bir süre sonra silinir, yok edilir. Vatandaşın kurumları fişlemesi ise o kurumun tarihteki yerini, konumunu, kurum mensuplarının da toplumsal ve tarihsel sıfatlarını belirler.  

ÖZTİN AKGÜÇ
Cumhuriyet

Narsis - CAN DÜNDAR

O gün Anayasa Mahkemesi’nin, gereğinde Yüce Divan yargılamalarında kullanılacak salonunda, göz hizasının hayli üzerinde, yüksek mevkilerde oturan kara cüppeli hâkimlerin “tepeden bakan” nazarları altında, hep kendisinin konuşmaya alışkın olduğu kürsüye mecburen bakan ve hiç hazzetmediği konuşmacının yalın kılıç ithamlarıyla yüzü dalga dalga bozarıp bozgun yemiş kumandanlarca kararan Erdoğan’ın iç dünyasını tahmin edebiliyoruz artık...
Onu tanıyoruz.

“Neden geldim ki buraya” pişmanlığıyla, “Daha da gelirsem...” düşmanlığı arasında salındığını, Ali, hadi kalkıp gidelim” hırçınlığından, “Hele bir Köşk’e çıkayım, bunların alayını değiştireceğim” öfkesine savrulduğunu, “Adam demediğini bırakmadı,Abdullah niye gülümsüyor ki” diye kinlendiğini, “Bitse de gitsek” sabırsızlığıyla içinin içini yediğini, elinde sıktığı kitapçıktan takip ettiği suçlayıcı satırları, bir de kulağıyla işitiyor olmanın, ruhunda nasıl fırtınalar estirdiğini sezebiliyoruz.Bitişte alkışlamayacağına, kokteyle filan kalmayacağına, hızla olay yerindenuzaklaşacağına bahse girebiliyoruz.Barda olay çıkaranların, “Erkeksen dışarı gel” meydan okumasını andırır şekilde,hasmına “Cüppeni çıkar da gel” diyeceğine, çıkar çıkmaz yakın çevresine ve kalemşörlerine “Saldırın” komutu vereceğine yemin edebiliyoruz.
Onu biliyoruz.
***
Peki neden bu tahammülsüzlük?En küçük eleştiride “Bana ha...” diye diklenmeler?Bir evrensel hukuk dersini, “Misafire yapılır mı”, “İnsanlığa sığar mı” türünden hissialınganlıklarla göğüslemeler?“Kendi görüşü öyle olabilir, biz farklı düşünüyoruz” deyip geçmek yerine deplasmanda fark yemiş takım psikolojisiyle “Sen elbet bizim elimize düşersin” ruh haline bürünmeler?..Eleştiri sahibinin “paralel”liğine dair kanıtlar, radikal dönemine ait fotoğraflar peşine düşmeler?..Neden bu herkesten itaat, iltifat, itikat beklemeler?
Gelmeyince öfkelenmeler?..
***
“Narsizmden...” Psikolog Aycan Esenergül’ün Cumhuriyet’teki harikulade makalesinden anladığım o... (http://www.cumhuriyet. com.tr/haber/turkiye/64423/Sizce_kimi_tarif_ediyor__ Narsis_Kisilik_Bozuklugu. html?vhfrpvqezfriqeiq)Esenergül, Narsis kişilik bozukluğu”nun ipuçlarını -özetle- şöyle sıralıyor:“Narsisin her konuda bir fikri vardır ve hep haklı olduğuna inanır.
Herkesten yetenekli ve üstün, olağanüstü bir kişilik olduğunu sanır.
Başkaları da öyle görsün ister. Onay, beğeni, övgü bekler.O nedenle sadece kendisine koşulsuz biat edenlerle yakınlık kurabilir. Egosunu besledikleri sürece onlara rütbe verirBeklediği övgü gelmediğinde veya eleştirildiğinde bozulur.Öfkesini akılcı bir filtreden geçirmeden, kontrolsüzce yansıtır. Karşı çıkanları aşağılamakta, cezalandırmakta, suçlamakta, değersizleştirmekte tereddüt etmez.”
***
Narsis kişilik ile otoritenin buluşması patlayıcıdır.
Zararsız narsisin, “Nasıl olur da beni beğenmezler” serzenişi, iktidarda “Bana nasıl itaat etmezler” diklenişine dönüşür.
Ve iktidar sahibi, itiraz sahibini ezmeye çalışır.“Ayna ayna, söyle bana, benden iyisi var mı” sorusuna “Var” diyen cüretkâr ağızlar,muhalif meydanlar kapatılır.
Son itiraz da bastırılana kadar baskı artırılır.
***
Esenergül’ün makalesinde neden narsis olunduğunun ve bu yolun kötü sonunun da ipuçları var.
Pazar pazar moralinizi bozmamak ve sizi -adını bu illetten alan- nergisten soğutmamak için onları yazmayayım.
Sadece o sonu engelleyebilmek için uzmanımızın yazdığı reçeteyi aktarayım:“Aile içinden başlayarak, tüm üstyapı kurumlarına yayılan,
içselleştirilmiş bir demokrasi ile evrensel insan hakları anlayışı, söylemi, uygulamaları...” Narsis
Dışarıda taziye, evde tehdit 
Yargı, Ermeni meselesinde de yürütmeyi açığa düşürdü. Tam da Başbakan’ın, 1915 kurbanlarının torunları için taziye mesajı yayınlayıp“Nefreti ayıplayalım, saygıyı yüceltelim” dediği gün, Ankara’da Prof. Dr. BaskınOran’ı tehditten yargılanan polis memuru beraat etti. Ne demişti o polis memuru
Prof. Oran’a: “Ermeni piçi... Ölümün bizim elimizden olacak.” Nerede demişti bunu? Polisevinden attığı e-mail mesajında... Ne ifade vermişti? “Adres benim. O tür çok mesaj attım.
Bunu da atmış
 olabilirim. Hatırlamıyorum.” Savcı ne demişti: “Gördünüz işte,hatırlamıyor.” Mahkeme ne karar verdi:“Delil yetersizliğinden beraatına...”
“Nefreti ayıplayalım” çağrısı yapanlar, Baskın Oran’a da bir özür mesajı yollamayı düşünür mü?

CAN DÜNDAR
Cumhuriyet  

Kılıç Ayarının Kodları- NİLGÜN CERRAHOĞLU

Değerli okurum Burhan ÖzbeyMarquez yazılarımı kutlarken Haşim Kılıç hakkında benim de hassasiyetle katıldığım bir yorum yapmış:Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim Kılıç’ın şahsıyla ilgili alkışlama anlamında bir değerlendirme yapmayacağız” diyen okurumuz ekliyor:
“Ancak yaptığı son konuşmada söyledikleri ve verdiği mesajları alkışla karşıladığımızı belirtmek isteriz. Keşke bu sözleri ya da benzerlerini çok önceleri söyleseydi ve sözlerine uygun tavrını icraatlarında ve kararlarında halka yansıtsaydı demekten kendimizi alamıyoruz. Haşim Kılıç’la farklı yıllarda kendisiyle aynı okul mezunuyuz ama aynı dünya görüşüne sahip değiliz… Dört dörtlük okurla özdeşleşmek böyle oluyor. Benim de takıldığım çok çarpıcı bir noktaya parmak basmış Sn. Özbey: Bir günde acil “demokrasi kahramanlığına” terfi ettirilen Anayasa Mahkemesi başkanının düştüğü şu derin çelişkiye bakınız…Anayasa Mahkemesi’nin açık ve net biçimde yaptığı, “laiklik karşıtı odak” saptamasına karşın AKP’yi kapattırmamak için zamanında canla başla mücadele veren Haşim Kılıç’ın konuşmasında bugün yücelttiği ve sahiplenilmemesinden yakındığı değerlere ve hukuk devleti ilkelerine bakın hele… Hepsi seküler değerler, hepsi çağdaş ve evrensel hukukun değerleri.
Adını haydi koyalım hepsi Fransa İhtilali sonrasında Batı’da gelişen değerler.Laiklik karşıtı olan” bir parti; okurumuz Özbey’in değindiği ve benim de sonuna dek kucakladığım bu seküler değerleri niye savunsun ki?
Ya biri… ya öteki…
İkisi bir arada olmuyor.

Referanslar karmaşası 
Sn. Kılıç her şeye rağmen hâlâ “laik” özelliğini koruyan T.WC. anayasası maddeleriyle Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin, İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nin, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin kurallarına, ilkelerine atıf yapıyor.
Bu kurallar ve ilkelerin hepsinin dayanağı, Fransız Aydınlanması’ndan kaynaklanan “kuvvetler ayrılığı ile Eski Kıta’nın “anayasacılık” kavramlarıdır.
Anayasa Mahkemesi’nin zamanında “laiklik karşıtı odak”diye mimlediği parti; bu değerleri özde tanımıyor ki uygulamada bir karşılığını arasın/ versin…
Şeriat hukukunu referans alan komşu İran İslam Cumhuriyeti örneğin… Evrensel İnsan Hakları Beyannamesi’ni asla tanımıyor. Şeriatın referans alındığı noktada” Haşim Kılıç’ın günün şartlarında yücelttiği “hukukun üstünlüğü”, hukuk devleti”, “güçler ayrılığı”, “şeffaflık” ve bireysel özgürlükler” gibi değerler bulunmuyor.Kılıç bugün sımsıkı sarıldığı bu “değerlerin anlamını ve de tarihini geçmişte keşke sonuna dek düşünebilmiş olsaydı.
‘Tutarlılık’ geçer akçe olmayıncaÇelişki” ve “tutarsızlık” deyince dün öyle bugün böyle eyyamcılığının örneğini yalnız Kılıç’ta görmüyoruz.Kılıç’ın konuşmasına karşı çıkan AKP saflarının en önde gelen isimleri de bugün ters köşeye yatmış durumda.
Cemil Çiçek örneğin….Çok değil bundan üç ay önce Türkiye’de “hukuk devletinin” , “yargı bağımsızlığının” öldüğünden yakınan o değil miydiDemokrasilerde en belirgin ve belireyici kuralın kuvvetler ayrılığı” olduğunu iddia eden; “Anayasanın 138. maddesi bu memlekette ölmüştür!” diyen Çiçek’in dublörü müydü? Biz hayal mi gördük?Üç ay öncesinde bu ifadeleri kullanan Meclis Başkanı; Anayasa Mahkemesi’nin kuruluş yıldönümünde tam aynı ilkeyi savunmaktan başka bir şey yapmayan Anayasa Mahkemesi Başkanı’nı şimdi topa tutuyor.Hukuk nezaket”miş. “Hukukçuların nazik üslupla konuşması gerekirmiş!”, “Siyaset nezaket, hukuk zarafetmiş vs. vs…” Devletin âli temsilcileri -heyhat!- “Bunu bulamamışlar!
Bu nasıl bir çifte standart?
Çiçek’in aklına, Allahın günü “Bunlar bunlar! diye önüne gelene çemkiren başbakana “siyaset nezakettir!” uyarısı yapmak hiç gelmiyor da…Anayasa Mahkemesi Başkanı T.C. anayasası değerlerini devlet erkânına hatırlatınca birden Hösst! Destur!” oluyor...
Anayasacılık karşıtı ‘devlet benimcilik!Niye?
Anayasa Mahkemesi’nin 52. kuruluş yıldönümünde görülen olay; “Batı anayasacılığının 200 yıllık değerleriyle, bizde hâlâ geçerli olan devlet benim!” anlayışının çatışmasıydı.Çağdaşlık değerleri” ile “çağdışılığın”yüz yüze, kafa kafaya gelmesiydi…
Anayasadaki 138. madde falan Çiçek için alakart” manada önem taşıyor. Durum müsait olduğunda anımsanacak, “Dombra” müziği çalınca askıya alınıp kaldırılacak...
Sağlam irade” huzurunda yalnız hazır olda durulacak.Haşim Kılıç aslında nezaket sınırlarını aşan bir tek cümle sarf etmedi.
Anayasa Mahkemesi Başkanı’nın yaptığı tek eylem; şimdiye değin gerçekte hep yapması gereken şey olan temel hak ve özgürlüklerin güvencesi anayasaya sahip çıkmaktı…
Ancak “dün dündür, bugün bugündür” realitesinin geçerli olduğu topraklarda; anayasanın temel değerleri bile belli isimler arasında böyle, zamana ve mekâna göre değişen bir “sandalye kapmaca oyununa” dönüştürülüyor.   

NİLGÜN CERRAHOĞLU
Cumhuriyet