Orhan Kemal, bu ülkenin vicdanıdır - KADİR İNCESU

Edebiyatımızın değerli “usta”sı Orhan Kemal’i, 104. doğum gününde oğlu Işık Öğütçü ile yaptığımız söyleşiyle anıyoruz. Öğütçü, “usta”ların Orhan Kemal’in kitaplarının aydınlık tipleri olduğuna dikkat çekerek, “Bu karakterler üzerinden insanlığa çok önemli mesajlar verir. Sadece bunların okunması bile insanlığın çektiklerinin nedenlerini çok doğru olarak ortaya koyar,” diyor.

Hayatımızı güzelleştiren isimlerden birisidir Orhan Kemal… Okuduklarınız size hiç yabancı gelmez. Kahramanları da, anlattıkları da tanıdıktır. Bir de Orhan Kemal’in yaşamını bilirseniz, yazdıklarına bakışınız da değişir.

“Vukuat Var”dan söz edeyim size… “Vukuat Var”ı uzun uzun anlatmaya gerek yok sanırım. Birbirlerini seven Güllü ile Kemal, aileleriyle de mücadele etmek zorundadırlar. Bu ortamda tek dayanakları aynı atölyede çalıştıkları Muhsin Usta’dır. Muhsin Usta, “Bekardı. Ama kimsenin karısında kızında gözü yoktu. Dolu kitapları vardı. Boş zamanlarında kitap ya da gazete okurdu.”
Kemal de Muhsin Usta için şunları diyor: “Bir de okumuş. Okumuşluğu siyaset üstüne. Bilmediği yok. Karşısına kim çıksa baş edemiyor.”

Güllü’ye âşık Kemal ile aynı atölyede çalıştıkları Muhsin Usta arasında bir konuşma geçiyor.

Muhsin Usta, Kemal’den Güllü’yü bırakmasını ister:
“Değer mi? Bir kız için mahvolmaya değer mi evladım?”
“Değmez mi? Sevdiğin, yandığın bir kız için vurmak, vurulmak değmez mi usta?”
“Değmez Kemal. Çünkü dünyada, uğruna mahvolmaya değecek kadar büyük, şerefli başka tutkular var!”
“Ben henüz o tutkuları tanımıyorum.”
“Gün gelecek tanıyacaksın.”
“Hem neden mahvolayım?”
“Çünkü sen onları vurup hapse gireceksin ya da onlar seni mezara yollayacaklar. İkisi de aynı kapıya çıkar: Mahvolmak!”

                                                            (…)
“Usta,” dedi
“Hı?”
“Hiç sevdin mi?”
Usta sanki bu soruyu bekliyordu. Acı acı güldü, başını sallamakla yetinmek istediyse de, Kemal bırakmadı.
“Ha? Sevdin mi hiç?”
“Sevdim yavrum.”
Kemal bunu beklemiyordu işte. Demek yüzü kupkuru baştan aşağı sinir bu adamda da sevecek bir yürek vardı?
“Kimi sevdin?”
“Kimseyi, ama herkesi.”
“Anlamadım.”
“Anlayamazsın da. Bir kadını sevmek kolaydır, ama bütün kadınları, bütün çocukları, bütün insanları sevmek, sevebilmek…”
“Mümkün mü bu?”
“Pek çok yürek için mümkün olmayabilir henüz, ama öyle yürekler vardır ki, insanlığı topyekûn severler, sevebilirler, sevmeden edemezler.”
“Nasıl?”
“Nasıl değil mi? Haklısın. Benim sevmemde, daha doğrusu bu türlü seven yüreklerde tek kadını olduğu gibi, kucağına oturtup okşamak yoktur. Öyle bir düzen için çaba sarf ederler ki, insanlar kadın kadın, erkek erkek, çocuk çocuk mutlu olsunlar, dünya nimetleri önlerine bir kardeş sofrası gibi açılıp saçılsın. Bilmem anlatabiliyor muyum?”
                                                           (…)

Orhan Kemal’in roman ve öykülerinde adı ilk anda hatırlanacak pek çok karakter var. Benim ise en çok dikkatimi çeken kahramanları “usta”lar… 15 Eylül 1914’de doğan Usta’nın 104. doğum gününde Işık Öğütçü ile Orhan Kemal’in “Usta”larını konuştuk.

>> Orhan Kemal Adana günlerinde dokuma fabrikalarında da çalışmış. Usta olabilmiş mi?
Hayır. Sadece fabrikada işçilik, yol işinde amelelik etmiş. Daha sonra Adana’da başladığı yazı dünyası işçiliğinde usta olmuştur. Çeşitli işlerde çalışırken oralarda görev yapan ustaları tanımış, gözlemlemiş ve bu ustalardan eserlerinde müthiş karakterler yaratmıştır.

>> Gelelim edebiyata… Bursa Cezaevi dönemi öncesi “usta”ları kimdi Orhan Kemal’in?
Babamın ilk ustası 17 yaşında ailecek zorunlu sürgün olarak gittikleri Beyrut’taki matbaanın ustasıydı (Dimitri Usta). Kâğıt kesme makinasının ustasını şöyle tanımlar, “Vişneçürüğü fesini daima sol kaşına doğru yıkan ustam, zayıf, uzun boylu, dehşetli şakacıydı. Herkese takılır, sık sık kahkahalar atardı. Makinenin demirine takılı ceketinin iç cebinde daima rakı şişesi bulundurdu. Kesilecek kâğıt yığınlarını makinenin demir tablasında düzeltir, bıçağın altına sürer, sıkıştırır, bana ‘Yallaaah!’ dedikten sonra rakısını cebinden alır, dikerdi.”

Daha sonraki ustası İzzet Usta’dır. İzzet Usta’nın babama verdiği en büyük ders de şudur: “Çok kimse kendindeki kusurun farkındadır, fakat açığa vurmaktan çekinir. Kendindeki kusurları görebilmek bir özelliktir, bu kusurları söyleyebilmek ikinci özellik, hele kendi kendisiyle alay edebilmek zekâ işidir.” Ustalar yaşamında arka arkaya akar. Bunlar eserlerinde ses bulur. Benim de çok sevdiğim iki ustanın sözü vardır. İlyas Usta, “Gerçek olan öğrenmektir. Nerden, nasıl öğrenirsen öğren. Nereden, nasıl öğrendiğin, diploman, hatta neler bildiğin de önemli değil. Ne yaptığın önemlidir,” derken; Tonyalı Kılıç Usta ise, “Olma kula kul, öpme el ayak, kirlenmesin ağzın. Ya olmalı insan, vermeli canını insan için yahut etmemeli kalabalık dünyamızda,” der. Birkaç kitabından örnek verdim. Ustaların göründüğü eserlerden bazıları ise Arkadaş Islıkları, Hanımın Çiftliği, Bereketli Topraklar Üzerinde, Cemile, Eskici ve Oğulları, Kanlı Topraklar, Gurbet Kuşları’nı sayabilirim. Keza öykülerinde geçen ustalardan daha söz etmedim bile. Bu ustalar kitaplarının aydınlık tipleridir. Bu karakterler üzerinden insanlığa çok önemli mesajlar verir. Sadece bunların okunması bile insanlığın çektiklerinin nedenlerini çok doğru olarak ortaya koyar. Ve düşünülmesi halinde çözümlerin de var olduğu görülür. Usta karakterleri öylesine yazılmamıştır kitaplarında.

>> Babanız, Bursa Cezaevi günlerinde yaşananları “ Nâzım Hikmet’le 3,5 Yıl” adıyla kitaplaştırdı. Bu dönemle ilgili –en azından sizin ulaştığınız- yazılmayan neler var?
Senin de belirttiğin gibi babamın Nâzım Hikmet’le olan anı kitabında olan bilgiler çok değerli. Hatta 1946 yılında polis babamı götürmek için eve geldiğinde, hapishane notlarını da alıp götürür. Ve bu anı kitabını bu notlar olmadan aklında kalan o güzel anları yazarak ortaya çıkarır. Oysa Bursa Cezaevi’nde onlarca defter tutmuş, bunlar götürüldüğü için Nâzım Hikmet’e sevgisini ancak bu kısa eserle ifade edebilmiştir. Ben daha sonraki baskılarda babamın tuttuğu günlüklerden ve mektuplardan eklemeler yaparak, Nâzım Hikmet’i biraz daha detaylandırmaya çalıştım. Araştırmalarım devam ediyor. Belki bir gün bu not defterlerini bulabilirim. O zaman en mutlu ben olurum zannediyorum.

>> Orhan Kemal’in öykü ve romanlardaki ustalar da sanki Nâzım Hikmet’e bir gönderme…
Babam bir röportajında, “Nâzım Hikmet bana bakmasını öğretti” demektedir. Bu da aktif realizmdir. Bu bakış açısı romancının toplumsal gerçekliği birebir yansıtması anlamına gelmez. O konuyu işler, çözümler ve senteze varır. İnsan toplum ilişkilerini yalın bir anlatımla, gerçekçi bir dille yazmıştır. Bu hareket sanatsal estetikle okuyucuya aktarmıştır. Bu aktarma da yazar görüşlerini ne kadar açık etmezse, eser için o kadar iyidir. Amaç anlatılan konudan kendi kendine doğmalıdır. Böylece yazar ortaya atılıp okura, gösterdiği toplumsal çatışmaların gelecekteki tarihi çözümlemelerini anlatma zorunluluğunu duymaz. Bu bakış açısı yazılarının temelini oluşturur. Bazı eserlerinde olumlu tipleri tarif ederken sarı saçlı ve mavi gözlü diye yazar. Burada da ustasına bir selam göndermeyi unutmaz. Biliyorum ilerici ve aydınlık düşünce yapısında ve kaleminin namusunda Nâzım Hikmet’e ihanet etmemiştir.

>> Orhan Kemal’in cenazesini İstanbul’a getiren araca işçiler tarafından 'Biz İşçiler Hatıran Önünde Saygı İle Eğiliriz,' dövizinin asılması “usta”nın yazdıklarıyla okurlarının bilincinde/yüreğinde yer ettiğini de gösteriyor.
Orhan Kemal romanlarında anlatılan dönemin ekonomik, siyasal ve kültürel yapısını ve bu alanlarda gerçekleşen dönüşümleri yakıcı ve etkileyici bir şekilde okura aktarır. Tanıklıklar ve deneyimler eserin gerçekliğini ortaya koyarak, okuyucuyu o eserin içinde olayları yaşıyor hissini uyandırır. Yazdığı kişiler halkın tüm kesimidir Herkes mutlaka bu eserlerde kendini bulur. Bu kadar derin yüreklere işlemiş olan bir yazarın Babaeski’de cenaze arabası durdurularak bu dövizin arabaya asılması boşuna değildir. Çünkü cenaze arabasındaki yazar Türkiye’nin vicdanı, merhameti ve insan sevgisidir. Kısaca Türkiye’nin kendisidir...

KADİR İNCESU / BİRGÜN

12 Eylül darbesi, ABD diplomatik belgeleri (I-II-III) / BİRGÜN

Askeri liderleri iyi tanıyoruz, endişelenmek için neden yok'(I)

12 Eylül 1980 darbesi sırasında Türkiye'de görevli ABD'li diplomatların Washington'a geçtiği bilgi notları ilk kez kamuoyuyla paylaşıldı. Dönemin ABD Büyükelçisi Spain'in "Mevcut askeri liderlerin tamamını iyi tanıyoruz, Türkiye'nin güvenlik ya da dış politikasında değişim yaşanacağı yönünde bir endişe taşımamıza da gerek yok" sözleri dikkat çekti.

BBC Türkçe, 2011 yılında Bilgi Edinme Yasası kapsamında yapılan bir başvuru üzerine gizliliği kaldırılan ABD Dışişleri Bakanlığı belgelerine ulaştı. 12 Eylül 1980 askeri darbesi sırasında ABD'nin Ankara Büyükelçisi olan James Spain'in, darbe hakkında Washington'a geçtiği bilgi notları da ilk kez gün yüzüne çıktı.

​BBC Türkçe'den İrem Köker imzalı habere göre, arasında 12 Eylül 1980 ile 5 Kasım 1980 tarihleri arasında ABD'nin Ankara, İstanbul ve İzmir'deki diplomatik temsilciliklerinden Washington'daki Dışişleri Bakanlığı ile diğer ülkelerdeki temsilciliklerine gönderilmiş 10 adet yazışma yer alıyor.

İlk kez kamuoyuyla paylaşılan bu yazışmalardan biri gizlilik sıralamasında en yüksek ikinci derece olan 'Gizli' ibaresini; yedi tanesi üçüncü gizlilik derecesi olan 'Özel' ibaresini taşıyor. İki yazışma da kamuya açık bilgiler taşıdığı için 'Tasnif Dışı' olarak sınıflandırılıyor.

Yazışmaların ilkinin tarihi 12 Eylül 1980 günü. Darbeden kısa bir süre sonra yazıldığı anlaşılan ve dönemin Ankara Büyükelçisi Spain imzasını taşıyan bu yazışma, "Gizli" ibaresine sahip. Dışişleri Bakanlığı'nın bu belgeyi paylaşmadan önce bazı kısımlarını çıkarttığı görülüyor.

"Ordunun (yönetime) el koymasının ardından ABD-Türkiye ilişkileri" başlıklı yazışmada Spain, darbenin hemen ertesinde şu değerlendirmeleri yapıyor:
"Mevcut askeri liderlerin tamamını iyi tanıyoruz ve özellikle de NATO üyeliği başta olmak üzere Türkiye'nin güvenlik ya da dış politikasında değişim yaşanacağı yönünde bir endişe taşımamıza da gerek yok. "Buradaki esas mesele, bu çıkarları etkin ve hızlı bir şekilde yeniden tesis edilen demokratik ortamda da korumak olacak. Ancak bunun olmayacağına inanmak için de herhangi bir neden bulunmuyor. "Bu ilk günlerde daha da önemli olan ise bizim kamuoyu önündeki tutumumuz. ABD devleti adına konuşan sözcülere, durumu yakından takip ettiklerini söylemelerini ve yorumlarını Türkiye'nin NATO üyeliği gibi dış politika yaklaşımlarında herhangi bir değişim görmeyi beklemedikleri yönündeki ifadelerle sınırlı tutmalarını öneriyoruz."

Büyükelçi Spain'in kaleme aldığı yazışmanın askeri liderlerle ilgili değerlendirmeleri içeren paragrafının başlangıç kısmının ise belgelerin gizliliği kaldırılmadan önce ABD Dışişleri Bakanlığı tarafından metinden çıkartıldığı görülüyor.

‘TÜRKİYE'DE YAŞANAN LATİN AMERİKA CUNTA DARBESİ DEĞİL’
1970'lerin ortasında ABD'nin Ankara Maslahatgüzarlığı görevini yürüten Spain, 1979'un sonunda da büyükelçiliğe atandı. Spain'in görevi 1981 yılının yazında sona erdi.

Spain, 1984 yılında 'American Diplomacy in Turkey' (Türkiye'de ABD Diplomasisi) adında Türkiye'de görev yaptığı dönemi anlattığı bir kitap yazdı.
Spain'in darbe günü gönderdiği yazıda, Türkiye'de ordunun yönetime el koymasının diğer birçok demokratik ülkenin aksine "daha köklü ve daha kabul edilir" bir durum olduğu ifade ediliyor.

Yazışmada, "Kısacası, bu bir Latin Amerika cunta darbesi değil… El koymayla ilgili yapılan açıklamada da ifade edildiği gibi terör ve kamu düzeni alanında yaşanan son gelişmeler, her ne kadar gönülsüz de olsa Türk ordusu üzerinde harekete geçme baskısı yarattı" ifadeleri kullanılıyor ve şu değerlendirmeler yapılıyor:
"Hükümetlerle değil, devletlerle ilişki kurma temeline dayanan olağan politikamıza uygun olarak, bu durumda (askeri yönetimi) tanıma gibi bir sorunun ortaya çıkmadığını düşünüyorum.

"Bunun ötesinde, mevcut durumla ilgili ABD'nin iki önemli ulusal çıkarı söz konusu. Bunlardan ilki Türkiye'nin uzun vadede demokratik bir ülke olarak korunması. Diğeri de savunma ve ekonomik işbirliği anlaşmasının uygulanmaya devam etmesi de dahil olmak üzere güvenlik alanındaki ilişkilerimizin sürmesi."

‘DEMİREL, ECEVİT, ERBAKAN VE TÜRKEŞ'İN GÖZALTISINA TEPKİ İÇİN BEKLEYELİM’
ABD Büyükelçisi, gerek Milli Güvenlik Konseyi'nin (MGK) oluşumunu ve yayımladığı bildirileri gerekse de darbenin hukuki temelini inceledikten sonra daha detaylı bir yorum yapabilecek hale geleceklerini belirterek, 12 Eylül 1980 tarihli yazışmada şu ifadelere yer veriyor:
"Demokrasinin en hızlı ve mümkün olan en eksiksiz şekilde yeniden tesisinin sağlanması için çalışmalar yürüteceğiz. Ve yeni devlet yöneticilerini gereksiz yere küstürmediğimiz ve aşağılamadığımız sürece bu amacımızı gizlemeye de gerek görmüyoruz.

"(Örneğin; Demirel, Ecevit, Erbakan ve muhtemelen Türkeş'in gözaltına alınmaları konusunda tutumumuzun ne olması gerektiğine dair tavsiyede bulunmadan önce birkaç gün beklemek istiyorum.)

Dönemin Başbakanı ve Adalet Partisi Genel Başkanı Süleyman Demirel, ana muhalefetteki Cumhuriyet Halk Partisi'nin Genel Başkanı Bülent Ecevit ve azınlık hükümetine dışarıdan destek veren Milli Selamet Partisi'nin lideri Necmettin Erbakan, darbe gecesi gözaltına alındı. Demirel ve Ecevit eşleriyle birlikte Hamzaköy'e; Erbakan ise Uzunada'ya götürüldü.

Bu yazışmanın yapıldığı sırada ise azınlık hükümetine dışarıdan destek veren Milliyetçi Hareket Partisi'nin (MHP) Genel Başkan Alparslan Türkeş ise aranıyordu. Darbe gecesi evinde bulunamadığı için gözaltına alınamayan Türkeş, 14 Eylül Pazar günü Ankara'da teslim oldu ve Uzunada'ya götürüldü.

'DEMOKRASİYE DÖNÜŞ VURGUSU YETERİNCE GÜÇLÜ DEĞİLDİ'
Spain, yapılan ilk açıklamalarda demokrasiye dönüş vurgusunun yeterince güçlü olmadığını temas kurduğu kişilere aktardığını belirterek, şunları yazıyor:
"Ben halihazırda bir inisiyatif alarak, Dışişleri Bakanlığı Genel Sekreteri olan ve aynı zamanda Milli Güvenlik Konseyi toplantılarına da katılan Büyükelçi (İlter) Türkmen'e, şu ana kadar sadece 1 numaralı (MGK) bildirisinde demokratik süreçle ilgili çok genelgeçer bir ifade bulunduğunu ilettim.

"Türkmen, görüşlerimi hem (Genelkurmay Başkanı Orgeneral Kenan) Evren hem de (MGK Genel Sekreteri Haydar) Saltık'a aktaracağını ve aynı zamanda bugün için NATO büyükelçileriyle planlanan toplantıda da demokrasinin yeniden tesisi konusunun üzerinde yoğun şekilde durulacağını söyledi."
Yine aynı yazışmadan, 12 Eylül günü akşamüstü TSİ 15:00'te ordu komutasıyla NATO üyesi ülkelerin büyükelçileri arasında bir toplantının planlandığı da anlaşılıyor.

Spain, anılarını yazdığı "American Diplomacy in Turkey" kitabında da Evren'in aynı gün içerisinde öğlen saat 13:00'te bir kez daha televizyonların karşısına çıktığını ve bu kez demokrasiye dönüş meselesine daha çok vurgu yaptığını belirtiyor.

Spain, bunda kendi önerisinin etkili olup olmadığını bilmediğini ancak yine de memnun olduğunu ifade ediyor.

Eski büyükelçi kitabında ayrıca, Türkmen'in de NATO büyükelçileriyle yapılan toplantıda bu konuya ağırlık verdiğinin altını çiziyor.

‘DİNİ GÖREVLERİNİ YERİNE GETİREN KOMUTANLARIN LAİK SİSTEME İNANCI İLGİNÇ’
ABD'nin diplomatik yazışmalarında, 12 Eylül darbesinin ardından Evren'in açıklamaları, MGK bildirilerini ve ulusal basında yer alan haberlerin yakından takip edildiği ve buradan derlenen bilgilerin, kendi kaynaklarından elde ettikleriyle harmanlanarak not halinde gönderildiği anlaşılıyor.

ABD'nin Ankara Büyükelçiliği, Evren'in 16 Eylül 1980'de düzenlediği basın toplantısındaki açıklamalarının İngilizce tam metnini diplomatik yazışmalar arasında gönderdiği görülüyor. Bu yazışma, gizlilik derecesi "Tasnif Dışı" olan iki belgeden birisi.

Bu basın toplantısından birkaç gün sonra da Ankara'da görevli diplomatlardan Daniel Newberry tarafından kaleme alınan "Türk ordusunun (yönetime) el koyması — Geçmiş ve Beklentiler" başlıklı yazışmayla gelinen duruma dair kapsamlı bir değerlendirme yapıyor.

Newberry'nin 20 maddeden oluşan değerlendirmesinde darbe öncesi Türkiye'deki durum, Evren'in açıklamaları ve MGK bildirilerinin ayrıntıları, ordunun dünya görüşü, dış politikaya yönelik beklentiler, ekonomi politikaları, eğitim reformu, siyasal sistemde beklenen değişiklikler ve demokrasiye geri dönüş konuları ele alınıyor.

Bu yazışmada da ağırlığın Spain'in de darbe sabahı gönderdiği notta vurguladığı üç konu olan ekonomik reform süreci, dış politikada devamlılık ve demokrasiye verildiği görülüyor.

'ERİM VE TÜRKLER'İN ÖLDÜRÜLMELERİN ARDINDAN, DARBE PLANLARI DAHA NET BİR ŞEKİLDE GÖRÜLDÜ'
Ordunun darbe planlarının eski Başbakan Nihat Erim ve bundan üç gün sonra da Türkiye'deki sendikal hareketin en önemli isimlerinden Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu'nun (DİSK) kurucusu Kemal Türkler'in öldürülmelerinin ardından Temmuz ayı ortasında "ciddiye bindiğinin artık daha net bir şekilde" görüldüğü belirtiliyor.

Erim, 19 Temmuz 1980 tarihinde İstanbul'un Dragos semtinde Dev-Sol tarafından düzenlenen bir suikast sonucu yaşamını yitirirken, Türkler de 22 Temmuz 1980'de evinin önünde bir ülkücü tarafından vurularak öldürüldü. Bu iki cinayet, 12 Eylül darbesi öncesindeki en önemli kilometre taşları arasında gösteriliyor.

Newberry de değerlendirmesinde darbenin hayata geçirilmesi kararında bu iki olayın önem taşıdığını belirterek, Evren ve diğer komutanların Türkiye'deki mezhepsel ve ideolojik farklılıkların dış güçler tarafından kullanılmasından kaygı duyduklarını aktarıyor:
"Evren her ne kadar doğrudan Sovyetler Birliği, Afganistan veya İran ile Libya'da İslami uyanıştan bahsetmemiş olsa da, kendisinin ve diğer komutanların dış güçler tarafından yönetilen ya da dışarıdan ilham alan ideolojik grupların, devletin demokratik ve laik temellerini tehlikeli düzeyde zayıflattığına inandığını açık bir şekilde dile getirdi.

"Bazı askeri liderlerin dini görevlerini yerine getiren kişiler olduğu söylenirken, Kemalizm'in en güçlü ilkelerinden biri olan laik bir siyasal sisteme inançlarının tam olması da ilginç bir nokta."

‘ABD ÇIKARLARIYLA İLGİLİ TEMASLAR RAHATLATICI’
Yazışmayı kaleme alan Newberry, Türkiye'yi yakından tanıyan ABD'li diplomatlardan birisi. 1999 yılında yaşamını yitirmesinin ardından Washington Post gazetesi yayımladığı haberde Newberry'den "Türkiye konusunda otorite" olarak bahsediyor.

Newberry, 36 yıl süren diplomasi kariyerinde Türkiye'ye dört defa atandı ve Ankara, Adana ve İstanbul'da görev yaptı. 19 Eylül 1980 tarihli yazışmayı Ankara Büyükelçiliği'nde görevli olduğu sırada kaleme alan Newberry, bundan bir yıl sonra İstanbul Başkonsolosluğu'na atandı ve 1985 yılına kadar bu görevi sürdürdü.

Newberry'nin gönderdiği yazışmada, yeni yönetimde de devamlılığı olacak olan iki konu ekonomik sistem ve dış ilişkiler olarak tanımlanıyor ve askeri liderlerin 1980 yılının başlarında başlatılan ekonomik reform programını sürdürmeye kararlı oldukları vurgulanıyor.

Aynı yazışmada dış politika konusunda ise Newberry, "değişimin az olmasını ya da hiç olmamasını" beklediklerini dile getiriyor ve daha önce Spain'in yazışmasında da adı geçen Dışişleri Bakanlığı Genel Sekreteri İlter Türkmen ile temasta olduklarını belirtiyor.

Yazışmada, "Büyükelçi'nin Türkmen ile kurduğu temaslar yapıcı ve ABD'nin çıkarları ile savunma alanındaki karşılıklı olağan işbirliğinin devamına yönelik rahatlatıcı oldu" ifadeleri kullanılıyor.

Ekonomi politikaları alanında ise Evren'in ekonomik reform programının devam edeceğini ve Uluslararası Para Fonu (IMF) ile Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü'yle (OECD) yapılan anlaşmaların süreceğini taahhüt ettiği ifade ediliyor.

'DEMOKRASİYE DÖNÜŞÜN HIZINI BELİRLEYECEK İKİ UNSUR VAR'
Newberry tarafından kaleme alınan yazışmada değinilen bir diğer önemli konu da darbenin ardından Türkiye'nin demokrasiye ne zaman geri döneceği konusu. Yazışmaya göre, iktidarın seçilmiş, sivil bir hükümete devredilmesini belirleyecek olan iki unsur bulunuyor:
"1) Terörün kökünü kazıma konusunda sağlanacak ilerleme. (Terör) azalmış durumda ancak bitmiş değil.
"2) Şu ana kadar kendi içinde sert şekilde bölünmüş görünen sivil elitlerin ordu ile ne ölçüde işbirliği yapacağı.
"İktidarın devredilmesiyle ilgili en makul tahmin en az bir yıl. Ancak daha da uzun sürmesi muhtemel."

Newberry, Türkiye'nin "demokratik, laik ve Batı yanlısı bir ülke olarak korunması" amacıyla siyasal sisteminde "kapsamlı değişiklikler yapmayı planladığını" belirtiyor.

Newberry, "Parlamenter sistem korunacak ancak birçok kişi yeni sistemin mimarlarına cumhurbaşkanlığı makamını güçlendirme çağrısı yapıyor. Ülkenin bölünmesine neden olan radikal siyasetçilerin önü kesilecek. Revize edilen sistemde, genel olarak, sınırsız bireysel özgürlükler yerine, devletin bütünlüğü ve devlet kurumlarının işlevselliğine daha fazla önem verilecek" diyor.

‘YENİ KABİNEDE MUHAFAZAKAR OLARAK BİLİNEN YETENEKLİ İSİMLER VAR’
Türkiye'de görevli ABD'li diplomatların, 12 Eylül darbesinin ardından gelen tutuklamaları ve yapılan atamaları da yakından takip ettiği görülüyor.
22 Eylül 1980 tarihini taşıyan "Özel" ibareli bir yazışmada, Bülend Ulusu başbakanlığında kurulan yeni kabineye dair değerlendirmeler yer alıyor. ABD'nin Ankara Büyükelçiliği'nde görevli Arnold Schifferdecker imzalı yazışma, "Türkiye'nin yeni kabinesi" başlığını taşıyor.

Kabinedeki isimlerin seçiminde "deneyimin" önemli bir kıstas olarak göründüğünün belirtildiği yazışmada, "Yeni kabine, genel olarak muhafazakar olarak bilinen ve Türk halkının aşina olduğu bir grup yetenekli isimden oluşuyor. Az sayıda bilinmeyen isim var ve aralarında tartışmalı isim de bulunmuyor" deniliyor.

Yazışmada, kabinede ekonomi, dışişleri ve savunma bakanlıklarına yapılan atamaların, askeri yönetimin ekonomi ve dış politikada mevcut politikaları sürdüreceğinin bir teyidi olarak yorumlanıyor.

Başbakan Yardımcılığı görevine getirilen Özal'ın 24 Ocak Kararları ile başlayan ekonomik reform sürecinde "yetkili kişi" haline geldiği ifade edilirken, Dışişleri Bakanlığı'na getirilen Türkmen ve Savunma Bakanlığı'na atanan Haluk Bayülken de "yüzü güçlü şekilde Batı'ya dönük isimler" olarak tanımlanıyor.

Schifferdecker, kabineyle ilgili şu değerlendirmeleri yapıyor:
"İki başbakan yardımcısı, üç devlet bakanı ve 21 bakan ile Ulusu'nun kabinesinin büyüklüğü de Demirel'inkine yakın. Ancak, bu iki kabine arasında bazı ciddi farklılıklar bulunuyor.

"Kabineyi oluşturan adamlar —hiç kadın yok- yetenekli, tartışma yaratmayacak ve kendilerine teslim edilen konularda deneyimli isimler olarak biliniyor.
"Olağan bir kabineye kıyasla çok daha fazlası bir ya da birden fazla yabancı dil biliyor ve hem mevcut hem de eski büyükelçilik çalışanları birçoğunu yakından tanıyor."

‘KAÇ MİLLETVEKİLİNİN GÖZALTINA ALINDIĞINA DAİR GÜVENİLİR BİLGİ YOK’
Darbeden bir hafta sonra, 19 Eylül 1980 tarihinde Ankara Büyükelçiliği'nden "Özel" ibaresiyle gönderilen bir yazıda, gözaltına alınan eski milletvekillerinin listesi yer alıyor.

Thomas Martin imzalı yazışmada, Genelkurmay tarafından yapılan açıklamaya göre, 50 milletvekilinin gözaltına alındığı belirtiliyor. Bu kişilerin 25'inin CHP, 11'inin MHP, 7'sinin AP, 5'inin MSP ve 2'sinin bağımsız milletvekili olduğu ve aralarında iki de senatörün bulunduğu ifade ediliyor.

Yazışmada gözaltına alınan CHP'li vekillerin "birçoğu (CHP içindeki sol kanadın önemli temsilcilerinden İzmir Milletvekili) Süleyman Genç ve benzer şekilde DİSK gibi radikal sol örgütler ile solcu terör örgütleriyle bağlantısı bulunan solcu isimler" olduğu öne sürülüyor.

Tutuklanan AP'li vekillerin çoğunun ise Kürt bölgelerinden seçilenler olduğu vurgulanıyor ve şu ifadelere yer veriliyor:
"Ordu, bu açıklamayı muhtemelen çok daha fazla sayıda insanın tutuklandığı yönündeki söylentilerin giderilmesi için yapmak durumunda kaldı. Şu ana kadar kaç kişinin yargılandığı ya da yargılanacağına dair güvenilir bir bilgi bulunmuyor.

"Bazı Büyükelçilik kaynakları, gözaltına alınan 50 civarındaki kişinin son olmayabileceğini söylüyor. CHP'nin bazı diğer milletvekilleri içinde yakalama kararı çıkartıldığı yönünde duyumlar aldık."

12 EYLÜL 1980’DE NE OLDU?
TSK, cumhurbaşkanının parlamentoda uzlaşma sağlanamaması nedeniyle aylarca seçilememesi, yaşanan hükümet istikrarsızlığı, ağır ekonomik sorunlar ve yoğun iç çatışmaları gerekçe göstererek 12 Eylül 1980 Cuma günü sabah saat 03:00'te yönetime el koydu.

Ülkenin yönetimi darbeyle birlikte kurulan Milli Güvenlik Konseyi'ne (MGK) devredildi. MGK'nın yayımladığı ilk bildiride, darbenin ordunun "İç Hizmet Kanunu'nun verdiği Türkiye Cumhuriyeti'ni kollama ve koruma görevini" yerine getirmek adına "emir-komuta zinciri" içinde gerçekleştirildiği belirtildi.

MGK'nın başkanlığına Genelkurmay Başkanı Orgeneral Kenan Evren getirildi. Konsey'de yer alan diğer isimler de Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Nurettin Ersin, Deniz Kuvvetleri Komitanı Oramiral Nejat Tümer, Hava Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Tahsin Şahinkaya ve Jandarma Genel Komutanı Orgeneral Sedat Celasun oldu.

Konsey'in genel sekreterliği görevini de Orgeneral Haydar Saltık yürütüyordu. Darbe olduğunda iktidarda Adalet Partisi (AP) Genel Başkanı Süleyman Demirel başbakanlığındaki azınlık hükümeti bulunuyordu. Bu azınlık hükümetine Necmettin Erbakan önderliğindeki Milliyetçi Selamet Partisi (MSP) ve Alparslan Türkeş'in lideri olduğu Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) dışarıdan destek veriyordu. Ana muhalefette ise genel başkanlığını Bülent Ecevit'in yaptığı Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) vardı.

Darbenin ardından birçok siyasi parti, sendika ve dernek kapatıldı, yeni bir anayasa hazırlandı, birçok isme siyaset yasağı getirildi ve parlamenter sistemde önemli değişiklikler yapıldı. Darbenin ardından yaklaşık üç yıl sonra, 6 Kasım 1983 genel seçimleriyle demokrasinin yeniden tesisi süreci de başladı.

7 BİN KİŞİ HAKKINDA İDAM CEZASI İSTENDİ
Adalet Bakanlığı'nın açıkladığı resmi verilere göre, 12 Eylül 1980 askeri darbesinin ardından toplam 650 bin kişi gözaltına alındı ve 52 bini de tutuklandı. Fişlenen kişi sayısı da 1 milyon 680 bin, vatandaşlıktan çıkartılanların sayısı da 14 bin.

Sıkıyönetim mahkemelerinde 210 bin dava açıldı ve toplamda 230 bin kişi farklı suçlardan yargılandı. Bunların 7 bini hakkında idam cezası istendi. Bu dönemde, 14 kişi cezaevlerindeki açlık grevleri nedeniyle, 171 kişi sorguda ve uğradığı işkence sonucu ve 49 kişi de idam edilerek yaşamını yitirdi.
Ancak sivil toplum kuruluşları, gerçekten çok daha fazla kişinin darbeden etkilenmiş olabileceğini söylüyor.

‘ABD’nin çocukları’ resmi belgelerde(II)

12 Eylül’ün yıldönümünde açıklanan belgeler, ordu ile ABD’nin temasını bir kez daha gösterdi. “Bizim çocuklar başardı”sözleri yerine bu kez, “Liderleri iyi tanıyoruz, endişelenmeyin” deniliyor.

12Eylül 1980 darbesinin 38’inci yıldönümünde ilk kez kamuoyuna yansıyan ABD Dışişleri Bakanlığı belgeleri, ordu ile Washington arasındaki organik bağı bu kez resmi yazışmalarla ortaya koydu.

Eski Amerikan İstihbarat Teşkilatı (CIA) ajanı Paul Henze’e atfedilen “Bizim çocuklar başardı” (Our boys did it) sözlerini yıllar sonra resmen doğrulayan diplomatik belgelere göre, dönemin ABD Ankara Büyükelçisi James Spain, darbeden birkaç saat sonra ABD’ye bir not gönderiyor ve askeri liderleri iyi tanıdıklarını, Türkiye’nin gerek dış politika gerekse de savunma politikalarının değişeceği yönünde endişe yaratacak bir neden olmadığını söylüyor.

Gizlilik kalktı.
2011 yılında gizliliği kaldırılan belgelere BBC Türkçe’den İrem Köker ulaştı. Kamuoyuyla paylaşılan ilk bölümde, 12 Eylül 1980 ile 5 Kasım 1980 tarihleri arasında Ankara, İstanbul ve İzmir’deki ABD temsilciliklerinden Washington’daki Dışişleri Bakanlığı ile diğer ülkelerdeki temsilciliklerine gönderilmiş 10 adet yazışma yer alıyor.

‘Endişeye gerek yok’
Belgelerin en dikkat çekicilerinden biri olan ve darbeden kısa bir süre sonra yazıldığı anlaşılan ABD Ankara Büyükelçisi James Spain imzalı ‘gizli’ ibareli notta, şu ifadeler kullanılıyor; “Mevcut askeri liderlerin tamamını iyi tanıyoruz ve özellikle de NATO üyeliği başta olmak üzere Türkiye’nin güvenlik ya da dış politikasında değişim yaşanacağı yönünde bir endişe taşımamıza da gerek yok. Buradaki esas mesele, bu çıkarları etkin ve hızlı bir şekilde yeniden tesis edilen demokratik ortamda da korumak olacak. Ancak bunun olmayacağına inanmak için de herhangi bir neden bulunmuyor.

ABD’nin nasıl bir tutum izlemesi gerektiğini de açıklayan Spain, “ABD devleti adına konuşan sözcülere, durumu yakından takip ettiklerini söylemelerini ve yorumlarını Türkiye’nin NATO üyeliği gibi dış politika yaklaşımlarında herhangi bir değişim görmeyi beklemedikleri yönündeki ifadelerle sınırlı tutmalarını öneriyoruz” diyor.

‘Küstürmeyelim’
Dönemin Başbakanı ve Adalet Partisi Genel Başkanı Süleyman Demirel, ana muhalefetteki CHP’nin Lideri Bülent Ecevit ile azınlık hükümetine dışarıdan destek veren Milli Selamet Partisi’nin lideri Necmettin Erbakan’ın darbe gecesi gözaltına alınması da yazışmalara yansıyor.

ABD Elçisi Spain, gözaltılar konusunda ABD’nin tutumumun ne olması gerektiğine dair tavsiyede bulunmadan önce birkaç gün beklemek istediğini aktarıyor. Yazışmada, “Yeni devlet yöneticilerini gereksiz yere küstürmediğimiz ve aşağılamadığımız sürece bu amacımızı gizlemeye de gerek görmüyoruz” deniliyor.

24 Ocak itirafı
Genelkurmay Başkanı Orgeneral Kenan Evren’in 16 Eylül 1980’de düzenlediği basın toplantısından birkaç gün sonra da Ankara’da görevli diplomatlardan Daniel Newberry, ‘Türk ordusunun (yönetime) el koyması - Geçmiş ve Beklentiler’ başlıklı bir yazışma gerçekleştiriyor.

20 maddelik değerlendirmede ekonomik reform süreci, dış politikada devamlılık ve demokrasiye ağırlık veriliyor.

Newberry, darbe yönetiminin 1980 başlarında başlatılan ekonomik reform programını sürdürmeye kararlı olduklarını Washington’a iletiyor. Kenan Evren’in IMF ve OECD ile yapılan anlaşmaların süreceğini taahhüt ettiği vurgulanıyor. Newberry’nin işaret ettiği reformlar, dönemin Başbakanlık Müsteşarı Turgut Özal tarafından hazırlanan ve 24 Ocak Kararları olarak bilinen programı ifade ediyor.

Bu kapsamda serbest piyasa ekonomisine geçiş süreci başlatılmıştı. Bu yazışma, darbenin nedenleri arasında iş dünyası ve ABD’nin de desteğiyle 24 Ocak kararlarının uygulanmasının bulunduğunu da ortaya koyuyor.

Dış politika konusunda ise Newberry, “değişimin az olmasını ya da hiç olmamasını” beklediklerini dile getiriyor. Bu konuda Dışişleri Bakanlığı Genel Sekreteri İlter Türkmen ile sürdürülen temasların yapıcı olduğu ve ABD’nin çıkarları ile savunma alanındaki işbirliğinin devamına yönelik rahatlatıcı olduğu belirtiliyor.

‘En az bir yıl’
Newberry, Büyükelçi James Spain tarafından da dile getirilen ‘demokrasiye dönüş’ü şu iki unsurun belirleyeceğini savunuyor; “1) Terörün kökünü kazıma konusunda sağlanacak ilerleme. 2) Şu ana kadar kendi içinde sert şekilde bölünmüş görünen sivil elitlerin ordu ile ne ölçüde işbirliği yapacağı.”

Diplomat, “İktidarın devredilmesiyle ilgili en makul tahmin en az bir yıl. Ancak daha da uzun sürmesi muhtemel” diyor.

                                                           ***
Ne zaman ciddiye alındı?
ABD’li diplomat Daniel Newberry, eski Başbakan Nihat Erim ve bundan üç gün sonra da DİSK kurucusu Kemal Türkler’in öldürülmelerinin ardından darbe planının ciddiye bindiğini artık daha net bir şekilde gördüklerini de anlatıyor.
Darbenin hayata geçirilmesi kararında bu iki olayın önemli olduğunu söyleyen Newberry, Kenan Evren ve diğer komutanların Türkiye’deki mezhepsel ve ideolojik farklılıkların dış güçler tarafından kullanılmasından kaygı duyduklarını savunuyor.
                                                            ***
'Bir Latin Amerika' değilmiş
YAZIŞMALARDA, 12 Eylül darbesi Latin Amerika’da yine CIA desteğiyle gerçekleştirilen darbelerle de kıyaslanıyor. ABD’li Büyükelçi James Spain tarafından darbe günü gönderilen notta, Türkiye’de ordunun yönetime el koymasının diğer birçok ülkenin aksine “daha köklü ve daha kabul edilir” bir durum olduğu savunuluyor.

İki önemli çıkar
Yazışmada, “Bu bir Latin Amerika cunta darbesi değil... Terör ve kamu düzeni alanında yaşanan son gelişmeler, her ne kadar gönülsüz de olsa ordu üzerinde harekete geçme baskısı yarattı” deniliyor.

Spain, bu nedenle ‘askeri yönetimi tanıma gibi bir sorunun ortaya çıkmayacağını’ savunuyor.
                                                            ***

ABD istiyor, Evren 'demokrasiye dönüşü' vurguluyor
Belgelerde askeri yönetime yönelik ‘demokrasiye dönüş vurgusunun yeterince güçlü olmadığı’ eleştirisi yapılıyor.

James Spain, konuyu Dışişleri Bakanlığı Genel Sekreteri Büyükelçi İlter Türkmen’e aktardığını söylüyor ve “Türkmen, görüşlerimi hem Kenan Evren hem de [MGK Genel Sekreteri Haydar] Saltık’a aktaracağını ve aynı zamanda NATO büyükelçileriyle planlanan toplantıda da demokrasinin yeniden tesisi konusunun üzerinde durulacağını söyledi” diyor.

NATO toplantısı
12 Eylül günü 15.00 sularında NATO üyesi ülkelerin büyükelçileri arasında yapılan toplantıda Türkmen’in bu konuya ağırlık verdiğinin altı çiziliyor. Spain, anılarını yazdığı kitabında da Evren’in aynı gün öğle saatlerinde bir kez daha televizyona çıktığını ve bu kez demokrasiye dönüş meselesine daha çok vurgu yaptığını belirtiyor.
                                                           ***
12 Eylül, AKP ile sürüyor
1980 Askeri Darbesi, Türkiye’nin dört bir yanında protesto edildi. Yapılan protestolarda, darbe sürecinde yaşamını yitirenler anıldı.

78’liler Girişimi öncülüğünde İstanbul Taksim Kazancı Yokuşu’nda yapılan protestoda, AKP iktidarında demokrasi adı altında darbe rejiminin bir yönetim biçimi olarak sürdüğü vurgulandı.

12 Mart 1971 ve 12 Eylül 1980 darbecileri tarafından sol görüşlü oldukları gerekçesiyle Türk Silahlı Kuvvetleri’nden atılan askerlerin örgütü Askeri Darbelerin Asker Muhalifleri Derneği (ADAM-DER) de, 12 Eylül’ün ‘tek adam darbesi’ olarak devam ettiğini ifade etti.

ABD’nin büyük endişesi(III)

ABD’li diplomatların “Liderleri iyi tanıyoruz” diyerek ortaklık ettiği darbeden sonra ‘güvenlik kaygısı’ yaşadığı ortaya çıktı. Darbeden ABD’yi sorumlu tutan sol örgütlerin tekrar eyleme geçmesinden endişe ediliyor.

12 Eylül 1980 Darbesi’nin 38’inci yıldönümü dolayısıyla ilk kez kamuoyuna açıklanan ABD Dışişleri Bakanlığı belgelerinin üçüncü ve son bölümünde, Washington yönetiminin “Bizim çocuklar başardı (Our boys did it)” dediği darbenin ardından yaşadığı ‘güvenlik endişesi ve şiddet olayları kaygısı’ yer alıyor.

BBC Türkçe’den İrem Köker’in aktardığı belgelerde, “Terör tehdidi Türkler için azaldı ama ABD için sürüyor” mesajı öne çıkarken; ABD’li diplomatlar, özellikle sol örgütlerin yeraltına inip, güç topladıktan sonra tekrar eylemlerine başlayacağı yönünde kaygı taşıdığı görülüyor.

‘Sol gruplar bizi sorumlu tutuyor’
Darbenin ardından şiddet olaylarında kaydadeğer bir azalma olduğu aktaran ABD’nin Ankara Büyükelçiliği’nin 5 Kasım 1980 tarihinde gönderdiği bir yazışmada, “bazı sol grupların askeri müdahaleden ABD’yi sorumlu tutmasından dolayı kendilerine yönelik tehdidin ciddiyetini koruduğu” belirtiliyor.

‘Güvenlik güçleri artık daha aktif’
Daniel Newberry imzalı ‘özel’ ibareli yazışmada, şu ifadelere yer veriliyor; “Güvenlik güçleri geçmişe kıyasla çok daha aktif durumdalar ve terörist olduğundan kuşkulanılan çok sayıda kişi sorgulanmak üzere gözaltına alındı. Milli Güvenlik Konseyi (MGK) Genel Sekreteri Haydar Saltık, yabancı gazetecilere düzenlediği basın toplantısında, 12 Eylül’den bu yana güvenlik güçleri tarafından yaklaşık 11 bin 500 kişinin gözaltına alındığını söyledi. Bu kişilerden 6 bin 900’ü tutuklanırken, 3 bin 900’ünün gözaltındaki işlemleri devam ediyor ve 746 hakkında da çeşitli suçlardan hüküm verildi.”

Askerler söylüyor, gazeteler yazıyor
Ancak çatışmalarla ilgili verilen rakamların güvenilir olmayabileceği uyarısında bulunan Newberry, medya üzerindeki baskıyı ima ediyor. Yapılan haberlerde sıkıyönetim komutanlıkları tarafından servis edilen malzemelerin kullanıldığı vurgulanıyor.

“Genel terör tehdidi bir şekilde azalmış gibi görünse de, Türkiye’de görev yapan Amerikalılara yönelik tehdit ciddiyetini koruyor” diyen ABD’li Diplomat, şu bilgileri aktarıyor; “Türkiye Komünist Partisi’nin radyo yayınlarında 12 Eylül ‘Amerikan yapımı darbe’ olarak tanımlanıyor ve Türklere çok sert şekilde karşılık verme çağrısı yapıyor. 12 Eylül’den bu yana ülke genelinde ABD karşıtı birkaç olay yaşanırken, bunlar Amerikalı olarak tanımlanan binaların önüne bomba bırakılmasıyla sınırlı kaldı. ABD’li personele yönelik herhangi bir terör saldırısı yaşanmadı. Bununla birlikte, Türkiye’deki teröristler, zaman geçtikçe ve mevcut yönetim altında yaşamaya alıştıkça daha da cesur hale gelebilirler. Bu durumda hem Türklere hem de Amerikalara yönelik tehdit de artar.”

‘Şiddetin kökü kazınmasa da...’
Yazışmalarda, Ege Ordu ve Sıkıyönetim Komutanı Orgeneral Süreyya Yüksel gibi bazı askeri yetkililerin “şiddet olaylarına başvuranları ‘azınlık’ olarak tanımladığı” da aktarılıyor. İzmir Konsolosluğu’ndan 2 Ekim 1980 tarihinde geçilen ‘özel’ ibareli diplomatik yazışmada, ‘şiddet olaylarının kontrol altına alınabileceği” sözü alınıyor.

Notta, “Teröristleri ufak bir azınlık olarak nitelendiren Yüksel, terörizmin tamamen kökü kazınamasa da kontrol altına alınabileceğini aktardı. Dev-Yol’un tehdit ettiği gibi terörün hükümete meydan okuyacak hale gelip gelmeyeceği yönündeki soruma ise 12 Eylül’ün hemen ardından gelen dönemde bir artış olma ihtimali bulunsa da bunun hiçbir zaman Türkiye için darbe öncesi dönem kadar büyük bir tehlike oluşturmayacağı yanıtını verdi” deniliyor.

‘Örtülü savaş’ değerlendirmesi
ABD’li diplomatlar, ordunun yönetime el koyma bahanesi olarak gösterdiği ‘şiddet olayları ve iç çatışmaları’ da vurguluyor. Yine Daniel Newberry imzası taşıyan, 19 Eylül tarihli ‘gizli’ ibareli yazışmada, darbenin lideri Genelkurmay Başkanı Orgeneral Kenan Evren’in yaşanan çatışmaların orduyu harekete geçmek zorunda bıraktığını söylediğini belirtiliyor.

Notta, şu ifadeler yer alıyor; “Evren, bu olayları ve radikal gruplar nedeniyle ülkede giderek artan kutuplaşmayı göz önünde tutarak, son iki yıl içerisinde 5 bin ölü ve 15 bin yaralıyla Türkiye’nin bağımsızlığında önemli rol oynayan 1921’deki Sakarya Meydan Muharebesi kadar can alan bu şiddet olaylarını ‘örtülü savaş’ olarak nitelendirdi.”

**

‘Daha büyük ve organize sol’ uyarısı
ABD’nin Ankara Büyükelçiliği’nden Daniel Newberry tarafından kaleme alınan 19 Eylül 1980 tarihli yazışmada, “aşırı solun eskiye kıyasla daha şiddetli bir şekilde harekete geçebileceği” belirtiliyor.

Newberry, şu tespiti yapıyor; “Siyasal sistemde büyük bir reformun yanı sıra ordunun mevcut komuta kademesinin terörü ve bu eylemleri yapanları ortadan kaldırmak için ülke çapında harekete geçmesi gerekiyor. Bu işin, önümüzdeki aylarda direnişin ortaya çıkması ve şiddet olaylarının yeniden ortaya çıkmasını engellemeye yetecek kadar hızlı ve kapsamlı yapılabileceğine dair şu aşamada hiçbir gösterge yok. Aksine, 1971-73 yılları arasındaki radikal sola kıyasla daha büyük, daha gelişmiş, daha organize ve daha iyi silahlanmış aşırı sol, kurulan geçici hükümeti itibarsızlaştırmak, halkın desteğini azaltmak ve muhtemelen orduyu ‘demir yumrukla’ baskı kurmaya kışkırtmak için çok ciddi çaba gösterecektir.”
**
İlk yazışmalarda ne vardı?
ABD’de gizliliğinin kaldırılmasının ardından ilk kez kamuoyu ile paylaşılan belgelerde, 12 Eylül 1980 ile 5 Kasım 1980 arasında ABD’nin Ankara, İstanbul ve İzmir’deki diplomatik temsilciliklerinden Washington’daki Dışişleri Bakanlığı’na gönderilmiş yazışmalar yer alıyor.

Üç bölüm halinde yayımlanan belgelerin ilkinde, ordu ile ABD arasındaki yakın ilişki “Askeri liderleri iyi tanıyoruz, endişelenmeyin” sözleriyle bir kez daha ortaya seriliyor. Belgelerin ikinci bölümünde ise darbenin Türkiye’deki patronlar tarafından mutlulukla karşılandığı belirtilerek, “İşadamlarının çoğu havalara uçuyor, aydınlar, sendikacılar ve solcular dışında itiraz eden yok” deniliyor.

BİRGÜN

Heyecanlı bir haftanın ardından - HAYRİ KOZANOĞLU

Yüzde 24’lük faiz, MB’nin piyasanın arkasına takılması anlamına geliyor. TL kredi faizlerinin yüzde 30’un üzerine sıçraması üzerine yatırımlar bıçak gibi kesilecektir.


Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın yüksek faizlerden şikâyetçi olduğu zaten biliniyor; sonra döviz kurlarının seyrinden de yakınmaya başladı; şimdi de ekonomideki fiyat artışlarından yaka silkiyor; haftaya işsizlik rakamları, sonra da üçüncü çeyrek büyüme… Zaten ekonomi dediğiniz de bu makro göstergelerin bir bileşkesi… “Tüm dersleri kırık ama çocuk zeki” diye avunan ebeveynleri andıran bir durum söz konusu.

Dünkü Merkez Bankası’nın canhıraş hamlesi beklenenin de ötesinde 625 baz puanlık bir artış getirdi. Ancak dolar kuru 6 TL’nin altına gevşemeyerek  “piyasaların”ekonominin geleceğine güvenmediğini ortaya koydu. MB’nin kendi açıklama metni, “ekonomide yeniden dengelenme (siz durgunluk diye okuyun)” sürecinin başladığını beyan etmesine karşın, bu faiz hamlesini yapıyorsa zımni olarak bir önceki toplantıda pas geçmesinin sorumluluğunu kabul ediyor demektir. Ne yazık ki ekonomi bu hatanın bedelini ödemeyi sürdürüyor.

Yüzde 24’lük MB faizi, bir haftalık repo oranının 2 yıllık gösterge tahvile yaklaşması bir anlamda MB’nin piyasanın arkasına takılması anlamına geliyor. Bu faiz kararıyla doların 6 TL’de dengelenmesi bile zor durumdaki şirketlerin döviz borçlarının ana para ve faiz ödemelerini yerine getirmesini kolaylaştırmayacaktır. TL kredi faizlerinin yüzde 30’un üzerine sıçraması “işletme sermayesinin” faiz maliyetlerini artırırken, bu oranlarla yatırımlar bıçak gibi kesilecektir. Ekonomik durgunluk ciroları da aşağı çekecek, iflaslar ve konkordatolar sıraya girecektir.

Bizler açısından en önemlisi, ekonomideki bu çalkantının faturasının her zaman olduğu gibi sade yurttaşa kesilmesi tehlikesidir. Firmalar ilk fırsatta işçi çıkarmak, ücretleri düşürmek/ödemeleri geciktirmek yoluna gideceklerdir. Nakit akışlarını dengeleyebilmek için başta ihtiyaç kredileri, bireysel borçlanma yoluna giden kişilerin de yüksek faizden beli bükülecektir. Kurlar çekişli enflasyon da tuzu biberi olunca bu fırtına en fazla emeğiyle geçinen sade yurttaşı vuracaktır.

Cari açık daralıyor ama…
MB faiz kararının hemen ardından dün de ödemeler dengesi rakamları açıklandı. Cari açığın bir önceki yılın temmuz ayına göre 3 milyar dolar azalarak 1 milyar 751 milyon dolara inmesi, durgunluğun başladığına işaret ediyor. Bu tabloda en önemli etmen, dış ticaret açığının 2.5 milyar dolar kadar daralmasıdır. İhracattaki artışın ana dinamiğini motorlu kara taşıtları, kazanlar ve makineler, bir de ABD’nin gümrük vergisi hamlesine muhatap olan demir çelik sektörü oluşturuyor. Önümüzdeki dönemin ihracat performansında dış talebin seyrinin yanı sıra; iç talebin daralmasıyla firmaların yüzünü daha fazla yurtdışına dönmesiyle dış ticaretin finansmanında yaşanabilecek güçlüğün dengelenmesi rol oynayacaktır. İthalatta ise, hem tüketim hem de ara malı ve yatırım malı tarafından gerileme sürecektir.

Önümüzdeki aylarda cari açık daha da daralırken, bu miktarı bile finanse etmekte güçlük çekileceği ayan beyan görülüyor. Doğrudan yatırımlar mecalsiz (Temmuzda net 707 milyon dolar), portföy yatırımları eksi bakiye veriyor (hisse senedi ve iç borçlanma senedi toplamında 279 milyon dolar net çıkış). Ancak yaklaşan dönemde en büyük sorun bankaların sendikasyon kredisinde yaşanacak gibi görünüyor. Hem faiz maliyetlerinin yükselmesi, hem de açılan kredi miktarının daralması ödemeler dengesini iyice zora sokabilir. Temmuz ayında yeni net hata ve noksandan sağlanan kaynağı belirsiz girişler (2 milyar 983 milyon dolar) ana finansman kalemi oldu. Bu kalemden 2018’in ilk 7 ayında tam 11.6 milyar dolar para geldi.

Düşünün ki bir ekonomi ismini cismini bilmediğimiz kaynaklarla ayakta durmaya çalışıyor. Bir de çeşme kurursa halimiz nice olur!

HAYRİ KOZANOĞLU / BİRGÜN

Öne Çıkan Yayın

Dünyanın en pahalı evini Türk milyarder satın aldı! - Mehmet Kaya / Ekonomim

Türkiye’nin uzun süre doğrudan yabancı yatırımlarında gayrimenkul satışları önemli yer tutmuştu. 2025 itibariyle yurt dışından gayrimenkul a...