ARILARIN DÜNÜ, BUGÜNÜ, MUHTEMEL GELECEĞİ
Arılar 120 milyon yıldır varolmaya, gezegenin florasını büyüleyici bir şekilde etkilemeye devam ediyor. Antroposen çağında ise insanın evriminde de payı bulunan bu muazzam varlıklar “çoklu stres bozukluğu”ndan mustarip. Arıların uzun tarihini, bugünkü durumlarını “Arıların Bildikleri” kitabının yazarı Thor Hanson’dan dinliyoruz.
Kitabınızı okuyunca bitki dünyasındaki hemen her şeyi arılara borçlu olduğumuz izlenimi oluşuyor.
Thor Hanson: En başta arıların çeşitliliğinin altını çizmeliyiz. Aklımıza hemen bal arıları geliyor ama, tüm kuşların ve memelilerin toplamından daha fazla türe sahip bir canlıdan bahsediyoruz. Dünyada 20 binden fazla arı türü var. Arılar, guguk arıları ya da kurşun kalem ucundan büyük olmayan ter arıları gibi ufacık olabilir. Porto Riko’ya özgü yağ toplayan cüsseli arılar ya da kanatlarını açınca avcunuzun tamamını kaplayan Endonezya’daki yaprak kesen Wallace arıları gibi kocaman olabilirler. Renkleri alışık olduğumuz sarı ve siyah şeritlerden parıltılı bir mora kadar değişkenlik gösterebilir, kırmızı ya da soluk mavi şeritli arılara rastlayabiliriz. Hatta bazı arılar tıpkı opal taşı gibi fiziksel özelliklerini kullanıp ışığı gökkuşağının renklerine kırabilir.
Bu çeşitlilik kısmen arıların çiçeklerle kurduğu yakın ilişkiden kaynaklanıyor. Arılar ve çiçekli bitkiler beraber evrimleştiler, birinde vuku bulan çeşitlilik diğerinde de çeşitliliğe yol açtı. Arılar hem kendi gıdaları hem de yavrularına, yani kovan veya yuvadaki minik larvalara götürdükleri gıdalar için tamamen çiçeklere bağımlı. Nektara ve polene ihtiyaçları var. Bitkiler açısından bakınca da çiçekler arasında polen taşınabilmesi için arıların ziyareti şart. İlginç bir karşılıklı evrimsel ilişki söz konusu. Bakmaktan zevk aldığımız çiçekler kendilerini arılara çekici kılmak için bu renklere bürünmüş. Çiçekleri hayal edince aklımıza gelen renklerin bazıları, örneğin maviler ve morlar tam da arıların görme spektrumunun merkezine denk geliyor. Bu, tasarımsal bir olgu. Çiçekler sadece renkleriyle değil, kokuları ve şekilleriyle de arıları cezbetmek için evrimleşti. Tabiatta görüp kanıksadığımız birçok şeyin üzerinde arıların etkisi büyük.
Peki, arılar var olmasaydı çiçekler neye benzerdi? Arıları kendilerine çekmek zorunda olmasalar o güzel kokuları olur muydu?
Bu soruyu yanıtlamak için başka hangi canlıların çiçekleri ziyaret ettiğine bakmamız lâzım. Arıların yokluğunda çiçeklerin eşek arıları ve sinekler gibi farklı böceklerle evrimleşeceğini tahmin edebiliriz. Bu canlılar kokulu yağlara ve çürük et kokusuna çekim duyuyor. Bu yüzden etrafta birçok ölü et görünümlü çiçek bulunacağını tasavvur edebiliriz. Zaten doğada kimi sinek türlerini cezbetmek için çürük et gibi görünen ve kokan çiçekler var. Ancak bunlar çok nadir, zira arılar bu işte çok daha başarılı. Bizim güzel bulduğumuz kokuların, renklerin ve şekillerin arılara da çekici geliyor olması hoş bir tesadüf.
Çiçek denince ilk akla gelenlerin yanı sıra, birçok meyve ve sebze, portakal, elma, kabak, hepsi çiçek açıyor…
Çok doğru. Pazarda sebze, meyve tezgâhlarında gördüğümüz gıdaların birçoğu, hatta hemen aklımıza gelmeyen kabuklu yemişler, çiçekli bitkiler. Örneğin, yediğimiz her bademin tohumu bir arının ziyaret ettiği bir çiçekten geliyor. Aynısı nebati yağlar için de geçerli. Kanola yağı arıların ziyaret ettiği ve tozlaştırdığı, büyük ve güzel sarı çiçeklere sahip hardal otundan elde ediliyor. Hatta soya fasulyesi gibi kendi kendine tozlaşabilen bitkiler de arıların katkısıyla yüzde 10-40 daha çok verim veriyor.
"Arı ürünleri eski çağlarda çeşitli ilaçların doğal hammaddesiydi. Balmumu su yalıtımı için kullanılıyor, insanlar balmumundan silinebilen tabletler yapıyordu. Biraz kafayı bulmanın en eski ve güvenilir yöntemlerinden biri de mayalanmış baldan elde edilen likördü."
Arıseverler boğazımızdan geçen her üç lokmanın birinden arıların sorumlu olduğundan sıkça bahseder. Kitabınızda bu önermenin ne anlama geldiğini boğazına düşkün birinin gözünden açıklıyorsunuz. Biraz açar mısınız?
Söz konusu oran küresel tarımsal üretime dair bir istatistik. Üretimin yüzde 35’i ya arılar tarafından gerçekleştirilen tozlaşmaya bağlı ya da tozlaşmadan faydalanıyor. Yiyeceğin sadece niceliğine değil, niteliğine de odaklanmanın ve bir öğünü arıların üretimine katkıda bulundukları içerik açısından incelemenin ilginç olacağını düşündüm.
Herhangi bir yiyecekten ziyade, bir pazar yerinde denk gelemeyeceğiniz, arılara ilişkin bildik gıdaların dışında gözüken bir yiyeceğe, örneğin hamburgere bakmayı seçtim. Hamburgerde birçok arı ürününün bulunduğunu fark ettim. Arılar olmasa, önce turşu, marul ve soğandan vazgeçmemiz lâzım. Et kalabilir, zira hamburger köftesini ot ve tahılla beslenen hayvanlardan elde edebilirsiniz. Polenleri rüzgârla taşınan tahıllardan sandviç ekmeği üretebilirsiniz, ama ekmeğin üzerindeki susam tohumlarını çıkarmamız gerekir. Özel sosu bile yok etmemiz gerekir. Malzemelerin içeriğine daha yakından bakınca kırmızı biberden ete zengin tadını ve dokusunu veren nebati yağlara kadar arıların varlığına bağımlı en az beş malzeme daha keşfettim. Buradan arıların olmadığı bir dünyada da beslenebileceğimiz, ancak yiyeceklerimizin yavanlaşacağı ve besin değerlerinin düşeceği sonucunu çıkarabiliriz.