22 Nisan 2021 Perşembe

Üniversite para karşılığı rapor yazıp doğa katliamına onay üretiyor! - Yazdığımız her görüşün arkasındayız! / Yusuf Yavuz

 - Üniversite para karşılığı rapor yazıp doğa katliamına onay üretiyor! 

         Ankara’nın Beypazarı ilçesine bağlı Doğanyurt köyü iki yıldır kalker ocağına karşı direniyor.

Ankara Üniversitesi’nde görevli, üçü profesör dört akademisyen, maden firmasının talebi üzerine doğa yıkımının önünü açan rapor yazdı: “Kalker ocağı ve Kırma Eleme Tesisi Projesinin mevcut ekosistemler ve biyoçeşitlilik üzerine geri dönüşümsüz bir etki yaratmayacağı öngörülmüştür.”

Ankara’nın Beypazarı ilçesine bağlı Doğanyurt köyü, biyolojik çeşitlilik ve yaban hayatı açısından oldukça zengin bir coğrafyada yer alıyor. İç Anadolu ile Batı Karadeniz bölgesi arasında doğal bir geçiş noktası olan dağlık Doğanyurt köyü coğrafyasında ceylandan, küçük akbabaya nesli tehlike altında birçok canlı türü yaşamını sürdürüyor. Bir zamanlar Ankara’nın simgesi olan tiftik keçisinin (Angora) yetiştiriciliğinin yapıldığı son yerleşimlerden biri olan Doğanyurt’ta açılmak istenen taş (kalker) ocağına karşı iki yıldır yıldır mücadele eden yerel halka sivil toplum örgütleri de destek veriyor. Ekoloji Kolektifi, taş ocağının doğal yaşama ve köye vereceği zararları ortaya koyan raporunun ardından harekete geçen özel maden firması, Ankara Üniversitesi’ne para karşılığı 100 sayfalık bir karşı rapor hazırlatarak ÇED dosyasına ekledi. Üçü profesör, dört uzman akademisyenin hazırladığı raporda, “Planlanan kalker ocağı ve kırma eleme tesisinden ziyade yerleşim alanlarının korunan alanlara olan yakınlığı nedeniyle yaratacağı Antropojen (insan kaynaklı) etkiler daha önemlidir. Proje alternatifleri ve kar-zarar ilişkisi de düşünülerek yapılması planlanan Kalker ocağı ve Kırma Eleme Tesisi Projesinin mevcut ekosistemler ve biyoçeşitlilik üzerine geri dönüşümsüz bir etki yaratmayacağı öngörülmüştür” ifadelerine yer verilmesi dikkat çekiyor.

Ankara-Beypazarı’na bağlı Doğanyurt köyünde Yusuf Ağa Mad. İnş. San. ve Tic. Ltd. Şti. tarafından açılmak istenen Kalker Ocağı tesisi için hazırlanan Proje Tanıtım Dosyasındaki bilgilere göre, proje için 94,15 hektarlık alanda ruhsat verildi. İlk etapta bu arazinin yaklaşık 13 hektarlık kısmının işletmeye açılması planlanıyor. Açık işletme yöntemiyle çalışma yürütülmesi planlanan ocakta civardaki inşaatlarda kullanılmak üzere yılda 800 bin ton işlenmemiş kalker çıkarılacağı belirtiliyor.

    Kalker ocağı açılmak istenen Doğanyurt köyünden bir görünüm.

İNŞAAT SEKTÖRÜNE BETON MALZEMESİ ÜRETİLECEK

Ankara Valiliği Çevre ve Şehircilik İl Müdürlüğü tarafından Mayıs 2020’de ‘ÇED Gerekli Değildir’ kararı verilen ancak yerel halk tarafından yargıya taşınan projeyle ilgili hazırlanan proje tanıtım dosyasında şu bilgilere yer veriliyor: “Üretilecek tüvenan kalker cevheri ile agrega malzemesinin pazarlanmasında hedef pazar, Beypazarı ilçesindeki inşaat sektörüne yönelik altyapı ve inşaat sektöründe faaliyet gösteren firmalardır. Bölgede, projenin planlandığı alan dışında uygun kalker rezerv alanı tespit edilemediğinden projenin gerçekleştirilmesi için seçilen alan uygun alan olarak değerlendirilmiştir. Proje kapsamındaki tüvenan cevher üretimi, açık işletme yöntemi ile gevşetme patlatması yapılarak gerçekleştirilecek olup bu üretim yöntemi dışında başka bir yöntem ile üretim yapılması planlamamaktadır.”

İnşaat firmalarına beton malzemesi üretmek için Doğanyurt köyü ve çevresindeki zengin biyolojik çeşitliliğe kıyılmak isteniyor.

EKOLOJİ KOLEKTİFİNDEN TAŞ OCAĞININ ETKİLERİNİ ELE ALAN RAPOR

Kalker Ocağı Projesi’nin çevredeki biyolojik çeşitliliğe ve yerleşimlere yönelik vereceği olası zararlara dikkat çeken Ekoloji Kolektifi ise Ocak 2020 tarihinde kapsamlı bir rapor hazırlamıştı. ODTÜ Kentsel Politika Planlaması ve Yerel Yönetimler Anabilim Dalı doktora öğrencisi Ceren Gamze Yaşar’ın imzasını taşıyan “Beypazarı-Doğanyurt Mera Alanı Üstünde Kurulması Planlanan Kalker Ocağı İçin Ekolojik ve Mekânsal Bir Değerlendirme” başlığını taşıyan 52 sayfalık rapor, kalker ocağı açılması planlanan bölgenin doğal ve kültürel mirasına odaklanıyor.

Ekoloji Kolektifi’nin Ocak 2020’de hazırladığı rapordan bir infografik.


MADEN FİRMASI ÜNİVERSİTEYE PARA YATIRIP RAPOR HAZIRLATTI

Ancak bu raporun yayınlanmasının ardından harekete geçen özel madencilik firması, Ankara Üniversitesi’ne başvurarak söz konusu kalker ocağı projesinin çevreye olan etkileri hakkında ‘bilimsel’ bir değerlendirme yapılmasını talep etti. Ankara Üniversitesi Döner Sermaye İşletme Müdürlüğü aracılığı ile başvuru yapan maden firmasının istediği raporun hazırlanması için Prof. Dr. Latif Kurt (Flora uzmanı-Ekolog), Prof. Dr. Nuri Yiğit (Fauna uzmanı-Ekolog), Prof. Dr. Veysel Işık (Jeolog) ve Dr. Arzu Gürsoy Ergen (Ornitolog) görevlendirildi.

Maden firmasının talebi üzerine Ankara Üniversitesi öğretim üyelerinin hazırladığı ve projeyle ilgili ÇED dosyasına eklenen bilimsel mütalaanın kapağı.

ÇEKİNCELERİ BOŞA ÇIKARMA GİRİŞİMİ

Yusuf Ağa Mad. İnş. San. ve Tic. Ltd. Şti Ankara Üniversitesi’ne ücret karşılığında hazırlatılan 100 sayfalık rapor, projeyle ilgili ÇED dosyasına ekledi. Madencilik projesinin doğaya nasıl “zarar vermeyeceğini” bilimsel olarak ispat etme iddiasındaki raporda, Ekoloji Kolektifi’nin hazırladığı rapora atıfta bulunularak burada işaret edilen çekinceler çürütülmek isteniyor.

A.Ü öğretim üyelerinin hazırladığı raporda, maden firmasının talebinin üniversite döner sermayesi aracılığı ile iletildiği belirtiliyor.

‘İNSANIN DOĞAYA ETKİSİ TAŞ OCAĞINDAN DAHA ÖNEMLİ’

Ankara Üniversitesi öğretim üyeleri tarafından Mart 2020 tarihinde hazırlanan ve doğa kıyımının önünü açan ÇED dosyasına raporda, “Planlanan kalker ocağı ve kırma eleme tesisinden ziyade yerleşim alanlarının korunan alanlara olan yakınlığı nedeniyle yaratacağı Antropojen (insan kaynaklı) etkiler daha önemlidir” ifadelerine yer verilirken, söz konusu raporu da içeren Proje Tanıtım Dosyasına Mayıs 2020’de ÇED Gerekli Değildir Kararı verilmesi dikkat çekiyor.

‘BÖLGEDE ÇEŞİTLİLİK YÜKSEK AMA PROJE SAHASI İÇİN GEÇERLİ DEĞİL’

Kalker ocağı açılması planlanan alandaki canlı çeşitliliğinin bölge ortalamasından yüksek olduğu ve birçok yaban hayvanı için yaşam alanı oluşturduğu bilgisinin doğru olduğu kabul edilen raporda, “Geniş anlamda bölgedeki biyolojik çeşitliliğinin yüksek oluşu görüşü doğru olmakla birlikte; söz konusu proje sahası ve de yakın çevresi için geçerli değildir” deniliyor.

Ankara Üniversitesi’nin maden firmasının talebi üzerine hazırladığı rapordan bir bölüm.

‘EĞİMLİ YAMAÇLAR HAYVANCILIĞIN ÖNEMİNİ ORTADAN KALDIRIYOR’

Bölge halkının geçim kaynağı olan hayvancılık faaliyetlerinin alan kaybı nedeni ile zarar göreceği” yönündeki çekinceler ise raporda şu ifadelerle geçersiz kılınmaya çalışılıyor: “Proje alanının alansal olarak küçük olması ve alan içindeki yamaçların aşırı eğimli oluşu büyük küçükbaş hayvancılık açısından önemini ortadan kaldırmaktadır.”

‘YAŞANACAK HABİTAT KAYIPLARI GÖZARDI EDİLEBİLİR’

Ankara Üniversitesi öğretim üyelerinin hazırladığı raporda, bölgede yapılması planlanan madencilik faaliyetiyle ilgili şu tespitlere yer veriliyor: “Fauna: Bu tip işletmeler peyzaj yapıda ciddi bozulmalara yol açmaktadır. Ancak faaliyet doğrudan biyoçeşitlilik elemanlarını tehdit eder nitelikte değildir. Bunun birlikte yaşanacak habitat kayıpları etrafta benzer habitatların olması nedeniyle göz ardı edilebilir.

Ankara Üniversitesi’nin maden firmasının talebi üzerine hazırladığı rapordan bir bölüm.

‘FAALİYET ALANINDAKİ 20 ENDEMİK TÜR RİSK ALTINDA DEĞİL’

Flora: Faaliyet alanı çevresinde tespit edilen yukarıdaki 20 endemik tür yurdumuz genelinde yaygın endemiklerdir. Ulusal yada küresel ölçekte risk altında türler olmayıp, lokal endemik de değildirler.

‘FAALİYET SONRASI RESTORE EDİLİRSE OLUMSUZ ETKİLER AZALIR’

Türler ile ilgili önlemlerin yanı sıra, Habitatlarda meydana gelebilecek deformasyonların ‘Ekolojik Restorasyon’ ilkelerine uygun olarak Doktoralı bir Bitki Ekologu/Botanik uzmanı denetiminde gerçekleştirilmelidir. Faaliyet sonrası habitatların ekolojik restorasyonu ve yukarıda bahsedilen diğer önlemlerin alınmasının floristik çeşitlilik üzerindeki olumsuz etkileri minimuma indirecektir.

Ankara Üniversitesi’nin maden firmasının talebi üzerine hazırladığı rapordan bir bölüm.

‘AKBABALAR MART’TA GELİP, EKİM’DE GİDERLER’

Alanda, nesli tehlike altında bulunan türlerden Küçük Akbaba (EN) ve Kara Akbaba (NT) tespit edilmiştir. Küçük Akbaba, süzülerek göç eden bir tür olup yaz göçmenidir ve ülkemizde sadece yazın görülmektedir. Türkiye’de üreyip Afrika’da kışlayan tek akbabadır. Küçük Akbabalar, ülkemize Mart başında gelip, Ekim ortasında giderler. Bozkırların ortasındaki vadilerin kayalık yüzlerindeki mağaralara ve oyuklara yuva yaparlar.

‘PROJE SAHASINDAKİ 31 TÜRÜN NESLİ TEHLİKEDE DEĞİL’

Proje sahası olarak planlanan alanda tespit edilen diğer 31 tür nesli tehlike altında türler olmayıp geniş yayılımlı türlerdir. Bu türler, dünya ölçeğinde popülasyonları azalma trendinde olan türler değildir ve çoğunlukla belirli bir habitata bağımlı değildir. Proje sahasının etrafındaki alanları hem beslenme hem de yuvalama için kullanabilirler.

Ankara Üniversitesi’nin maden firmasının talebi üzerine hazırladığı rapordan bir bölüm.

SAHA ÇALIŞMASINDA KIZIL GEYİK TESPİT EDİLDİ

Proje sahasının sınırlı olması, buna bağlı olarak habitat çeşitliliğinin sadece karışık orman habitatı ile temsil edilmesi ve kurumuş dere yatağı üzerinde bulunan alanda su kaynağının bulunmaması memeli hayvan sayısını 26 türle temsil edilmesine neden olmaktadır. Türlerin ordolara göre dağılımı şu şekildedir: Böçekcillerden 2 tür, Yarasalardan 7 tür, Tavşanlardan 1 tür, Kemirgenlerden 8 tür, Karnivor memelilerden 5 tür ve Toynaklılardan ise kızıl geyik ve domuz olmak üzere 2 tür saptanmıştır. Proje alanı bölgedeki memeli hayvan populasyonu tehdit edici değildir. Saha çalışmalarında geyik, çakal ve tilki gaytasına rastlanmıştır.

‘KALKER OCAĞI GERİ DÖNÜŞÜMSÜZ BİR ETKİ YARATMAYACAK’

Sonuç olarak; Birleşmiş Milletler (BM) organizasyonu UNEP’in (Birleşmiş Milletler Çevre Programı) çevresel konulara yaklaşımı olan ‘ekonomik gelişmeyi ve kalkınmayı engellemeyecek şekilde doğa koruma stratejilerinin geliştirilmesi’ prensibi doğrultusunda proje alternatifleri ve kar-zarar ilişkisi de düşünülerek yapılması planlanan Kalker ocağı ve Kırma Eleme Tesisi Projesinin mevcut ekosistemler ve biyoçeşitlilik üzerine geri dönüşümsüz bir etki yaratmayacağı öngörülmüştür.”

‘ÇÖLLEŞMEYE NEDEN OLACAĞI İDDİASI ANLAŞILAMAMIŞTIR’

Kalker ocağının üretim faaliyeti sırasında yoğun su kullanımının olacağı ve proje sahasındaki bitki örtüsünün kaldırılması ile çölleşme riskinin ortaya çıkacağı yönündeki çekinceleri de geçersiz kılmaya çalışan raporda, “Bir Kalker ocağında kullanılacak su miktarı bellidir ve lokal bir alanda bitki örtüsünün kaldıracağının çölleşmeye neden olacağını iddia etmek anlaşılamamıştır. Zira yönetmenlik gereği bu tip ocaklar faaliyetlerine son verdiklerinde Peyzaj Onarım planına göre alanı restore etmekle ve tekrar bitkilendirmekle mükelleftir” deniliyor.  

‘ZARAR GÖREBİLİR BİR TÜRE RASTLANMAMIŞTIR’

Proje alanını da içine alan bölgede 57 familya ve 221 cinse ait toplam 389 tür ve türaltı taksonun tespit edildiği, toplam 52 taksonun ise endemik olduğu yönündeki bilgilere de değinilen raporda ayrıca şu ifadelere yer veriliyor: “Proje alanı ve çevresindeki biyolojik çeşitlilik Proje Tanıtım dosyasının yanı sıra tarafımızdan hazırlanan Ekosistem Değerlendirme Raporunda ayrıntılı olarak ortaya konulmuştur. Proje alanı ve çevresinde (proje alanı merkez alınarak 10 km çapında bir alan dikkate alınmıştır) 20 adet endemik tür tespit edilmiştir. Endemik türlerin tamamı IUCN tehlike kategorisi LR(lc) olup hemen tüm Türkiye de yaygın türlerdir. Alana ya da bölgeye özgü değildir. Buna göre faaliyet alanı ve etki alanında IUCN (Uluslararası Doğa Koruma Birliği) tehlike kategorisi yüksek, ‘Çok Tehlikede’, ‘Tehlikede’ ve ‘Zarar Görebilir’ bir türe rastlanmamıştır.”

Ekoloji Kolektifi’nin Doğanyurt köyünde hayata geçirilmesi planlanan kalker ocağı projesine ilişkin hazırladığı raporu okumak için: https://ekolojikolektifi.org/portfolio/beypazari-doganyurt-mera-alani-ustunde-kurulmasi-planlanan-kalker-ocagi-icin-ekolojik-ve-mekansal-bir-degerlendirme/

                                                                ***

- Yazdığımız her görüşün arkasındayız! 

Ankara Beypazarı’na bağlı Doğanyurt köyünde açılmak istenen kalker ocağı için maden firmasının üniversiteden talep ettiği raporda imzası bulunan Prof. Dr. Latif Kurt, konuyla ilgili sorularımızı yanıtladı. Fotoğraf: Prof. Dr. Latif Kurt, Burdur Salda Gölü’nde Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tarafından yürütülen çalışma kapsamında bir saha incelemesi sırasında. (AA)

O raporu yazan akademisyenden açıklama geldi: “Eksta ücret almadık, yazdığımız her görüşün sonuna kadar arkasındayız!”

Ankara’nın Beypazarı ilçesine bağlı Doğanyurt köyünde özel bir madencilik firması tarafından açılmak istenen ‘Kalker Ocağı ve Kırma Eleme Tesisi’ için bilimsel mütalaa raporu yazan akademisyenlerden Prof. Dr. Latif Kurt’tan açıklama geldi. Konuyla ilgili sorularımızı yanıtlayan Ankara Üniversitesi Fen Fakültesi Biyoloji Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Latif Kurt, rapor için ekstra bir ücret almadıklarını belirterek, “Tarafımızdan hazırlanan rapor ‘uzman görüşü’ kapsamında olup, yazdığımız her görüşün sonuna kadar arkasında olduğumuzu ve özellikle  onay makamı olmadığımızı önemle belirtmek isterim” diye konuştu.

Beypazarı’na bağlı Doğanyurt köyünde açılmak istenen kalker ocağı, bölgedeki inşaat şirketleri için beton hammaddesi üretmeyi amaçlıyor. Yusuf Ağa Mad. İnş. San. Ve Tic. Ltd. Şti. adlı özel bir madencilik firması tarafından işletilmek istenen kalker ocağı ve kırma eleme tesisinin çevreye vereceği zararlara yönelik Ekoloji Kolektifi tarafından Ocak 2020’de bir rapor yayınlanmıştı.

    Kalker ocağı açılmak istenen Doğanyurt köyü

MADEN FİRMASI ANKARA ÜNİVERSİTESİ’NE RAPOR HAZIRLATTI

Bu raporun ardından ise proje sahibi madencilik firması Ankara Üniversitesi’ne başvurarak proje hakkında ekosistem değerlendirme raporu talep etti. Ankara Üniversitesi bünyesinde görev yapan üçü profesör dört öğretim üyesinin Mart 2020’de hazırladığı 100 sayfalık rapor, maden firmasının proje tanıtım dosyasına eklendi ve kalker ocağı için Ankara Valiliği tarafından Mayıs 2020’de ÇED Gerekli Değildir kararı verildi. Yöre halkı ise valiliğin bu kararını yargıya taşıdı.

Maden firmasının talebi üzerine Ankara Üniversitesi öğretim üyelerinin hazırladığı ve projeyle ilgili ÇED dosyasına eklenen bilimsel mütalaanın kapağı.

AKADEMİSYENLERE RAPOR ELEŞTİRİSİ GELDİ: YIKIMIN ÖNÜ AÇILIYOR

Ancak maden firmasının talebi üzerine Ankara Üniversitesi’nin öğretim üyelerinin hazırladığı rapor, zengin biyolojik çeşitliliğe ve yaban hayatına sahip olan bölgede kalker ocağı açılmasının önünü açtığı eleştirilerine neden oldu.

A.Ü öğretim üyelerinin hazırladığı raporda, maden firmasının talebinin üniversite döner sermayesi aracılığı ile iletildiği belirtiliyor

PROF. DR. KURT: ‘FİRMANIN BÖLGEDE ARAŞTIRMA YAPTIĞIMIZ İÇİN BİZİ SEÇMESİ ÖNEMLİ’

Raporda imzası bulunan akademisyenlerde biri olan Ankara Üniversitesi Fen Fakültesi Biyoloji Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Latif Kurt, konuyla ilgili sorularımızı yanıtladı.

Raporu hazırlayan uzmanlardan Ankara Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Latif Kurt, konuyla ilgili sorularımızı yanıtladı. Fotoğraf: (AA)

Proje sahibi firmanın söz konusu rapor için Ankara Üniversitesi’ne başvurduğunu dile getiren Kurt, şunları dile getirdi: “En önemlisi faaliyet sahibi bu raporu Ankara’da 4 farklı üniversite olmasına ve Türkiye’deki 200’den fazla üniversitede hazırlattırabilecek iken, özellikle araştırma yaparak Beypazarı bölgesinde 1990’lardan beri muhtelif araştırmalar yaptığımızı ve halen birçok araştırmalar yürüttüğümüzü araştırıp öğrenerek başvurmasıdır.

Kalker ocağı açılmak istenen Doğanyurt köyünden bir görünüm.

‘FAALİYET SAHİBİNİN ARAŞTIRARAK BAŞVURMASI HASSASİYETİNİN GÖSTERGESİDİR’

Ankara Üniversitesi ile Tarım Orman Bakanlığı Doğa Koruma ve Milli Parklar Genel Müdürlüğü, 9. Bölge Müdürlüğü arasında imzalanan bir protokol kapsamında 2015 yılından bu yana özellikle Ayaş-Beypazarı hattında yoğunlaşan endemik, nadir ve nesli tehdit altında olan türler benim yürütücülüğümde tarafımızdan izlenmektedir. Raporu hazırlayan diğer akademisyenler de bu protokolde yer almakta ve bilfiil Ayaş-Beypazarı hattında çalışan kişilerdir. Faaliyet sahibinin bütün bunları araştırarak başvurmuş olması hassasiyetinin bir göstergesidir ve gene faaliyet sahibinin şayet iddia edildiği gibi doğaya geri dönüşümsüz bir etki söz konusu olacak ise faaliyetten vaz geçeceğini belirtmesidir.”

‘HAZIRLADIĞIMIZ RAPOR, BİLİMSEL ARAŞTIRMA SONUÇLARINI YANSITIYOR’

Projenin sürdürülebilir bir çevre için gereken kriterler ile ulusal ve uluslararası mevzuatta belirlenen teknik kriterler ve eşik değerlere uygunluk açısından irdelendiğini dile getiren Prof. Dr. Latif Kurt, “Dolayısıyla hazırladığımız rapor 1990’lı yıllardan beri ve özellikle 2015 yılından bu yana Ayaş-Beypazarı hattında sürdürmekte olduğumuz bilimsel araştırma sonuçlarını yansıtmaktadır” ifadelerini kullandı.  

‘EKSTRA HERHANGİ BİR ÜCRET TALEP EDİLMEMİŞTİR’

Ankara Üniversitesi Döner Sermayesi aracılığı ile hazırlanan rapor için ayrıca bir ücret alıp almadıkları yönündeki sorumuzu da yanıtlayan Prof. Dr. Latif Kurt, raporun ilgili kanunlar çerçevesinde hazırlandığını belirterek “ekstra herhangi bir ücret talep edilmemiştir” dedi.

Raporu hazırlayan uzmanlardan Ankara Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Latif Kurt, konuyla ilgili sorularımızı yanıtladı. Görsel: (İHA)

ANTROPOJEN ETKİ: KÖYLÜLER DEĞİL, BELEDİYENİN AÇTIĞI YOL KASTEDİLDİ

Söz konusu raporda yer verilen, “Planlanan kalker ocağı ve kırma eleme tesisinden ziyade yerleşim alanlarının korunan alanlara olan yakınlığı nedeniyle yaratacağı Antropojen (İnsan kaynaklı) etkiler daha önemlidir”  ifadelerinin yörede yaşayanları kast etmediğini dile getiren Kurt, “bir önceki Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı döneminde ihale edilerek yaptırılan yol ile ilgilidir. Yol inşaatı bilakis bölgedeki Antropojen etkiyi arttıracaktır. Hali hazırda yaşayan 3-5 köylü kastedilmemiştir” görüşünü dile getirdi.

‘BEYPAZARI’NDA DOĞUP BÜYÜMÜŞ, YÖREYE DUYARLI BİR İŞLETMECİYLE UĞRAŞILMASI MANİDARDIR’

Projeye yönelik eleştirileri de manidar bulan Prof. Dr. Latif Kurt, “Asıl vahim olan bu yol inşası sırasında bahse konu sahadan izinsiz malzeme alınıp  ilgili şirkete verilirken ses çıkarmayanların, Beypazarı’nda doğup büyümüş, yaşadığı yöreye duyarlı, küçük bir işletmeci ile uğraşıyor olmaları ve asılsız iddialarda bulunmaları manidardır” diye konuştu.

Doğanyurt köyü

‘YAZDIĞIMIZ HER GÖRÜŞÜN ARKASINDAYIZ’

Kalker ocağı açılmak istenen bölgenin eğimi nedeniyle büyükbaş hayvancılığa uygun olmadığı görüşünü savunan Kurt, şunları dile getirdi: “Artvin ve Kaz Dağlarındaki gibi büyük gruplara karşı verilen doğa mücadelesinde sesi çıkmayanların, Doğanyurt’taki, tamamen bilimsel kriterler göz önüne alınarak ulusal ve uluslararası mevzuatta belirlenen ‘teknik kriterler’, ‘eşik değerlere’ ve ‘sürdürülebilir çevre ilkeleri’ doğrultusunda hazırlanan bir rapor ile ilgili asılsız iddiaları ayrıca manidardır. Tarafımızdan hazırlanan rapor, uzman görüşü kapsamında olup, yazdığımız her görüşün sonuna kadar arkasında olduğumuzu ve özellikle  onay makamı olmadığımızı önemle belirtmek isterim.”

 Yusuf Yavuz






Berat Albayrak’ın iş arkadaşı - Barış Pehlivan / CUMHURİYET


Yeni Ticaret Bakanı 
Mehmet Muş için “Berat Albayrak’a yakın isim” deniyor. 

Doğru. Peki, nereden geliyor bu yakınlık? 

Sadece hemşeri olmalarından mı? 

Hayır. 

Kimse yazmadı, iş başa düştü. 

Hani, çiçeği burnunda Bakan Muş’un biyografisinde “özel sektörde çalıştı” deniyor ya... İşte o gizli özne Çalık Holding. 

Berat Albayrak, Çalık’ın üst düzey yöneticisiyken Mehmet Muş da holdingin bütçe planlama ve raporlama uzmanıydı. O günlerden gelen dostluk AKP’de yükselmesinin önünü açtı. 

Bu arada; Çalık Holding’in sürekli Albayrak ismiyle, daha doğrusu siyasetle anılmaktan rahatsız olduğu da kulağıma gelen duyumlar arasında. 

Bir revizyon daha iddiası

Hemşeri demişken, kabinede Trabzonlu ağırlığı yerini koruyor. Süleyman Soylu, Mustafa Varank ile Adil Karaismailoğlu isimlerinin yanına, şimdi Mehmet Muş da eklendi. Eşinin memleketinden dolayı “enişte” diye adlandırılan Adalet Bakanı Gül’ü de düşünürsek, kabinede Trabzon rüzgârı estiğini söylemek yanlış olmaz. 

Son bir not:  

“Belki hemen değil ama kabinede bir revizyon daha olacak” diye konuşanlara da AKP kulislerinde rastladım. 

İtiraf

Hani Sağlık Bakanı Fahrettin Koca da görevden alınacaktı? 

Bu o kadar çok dile getirildi ki... Kaynağım ise sürekli “Dedikoduyu bir bakan yardımcısı yayıyor. Derdi, Koca’nın koltuğuna kendi oturmak. Halbuki, Fahrettin Bey ile Cumhurbaşkanı’nın arası çok iyi ve kabinede kalacak” diyordu. 

Gelin görün ki... O işaret edilen bakan yardımcısı değil de diğer yardımcılardan Emine Alp Meşe görevden alınınca yazmadım bu tezi. 

Günün sonunda Fahrettin Koca koltuğunu korudu. Yani o kaynak haklı çıktı, buradan itiraf edeyim. 

Kayıp bilgisayardaki kir

“Yastık altında olmayan altınları da bilirler mi acaba?” 

AKP’li Nurettin Canikli’nin Habertürk’teki sözlerine bir göndermeydi bu. Ama başka bir şeydi demek istediği. Çıkar dilinin altındakini, dedim. 

Diyarbakır’daki kayıp altınları kimse konuşmuyor, diye yanıt verdi. 

Başladı anlatmaya... 

Zülfikar Ortaç, kardeşi Zülküf Ortaç ve Serdar Adıgüzel üç ortaktı. Diyarbakır’da altın üreten Zerya Kuyumculuk’un sahibiydiler. Ama asıl yaptıkları, insanlardan aldıkları yüklü miktarda paranın ve altının işletilmesiydi. Birden, 22 Haziran 2020’de kayboldular. Dolandırıldığını anlayan 50 kişinin şikâyetiyle soruşturma başlatıldı, zaman içinde yakalandılar. 

“Basit bir dolandırıcılık vakası işte” diye araya girdim. Biliyordum dosyayı ama kaynağımı açmak istedim. “Dur, asıl şimdi başlıyor film” diye heyecanlı heyecanlı anlatmaya devam etti... 

Toplamda 350 milyon liraya yakın bir vurgundan bahsediliyordu. Şikâyetçi olanların hepsi esnaftı. Halbuki sessiz kalan hâkimler, savcılar, polisler vardı. Onların da parası kayıptı ancak şikâyetçi olmadılar. 

“Neden sence” diye sordum, “Demek ki temiz para değil” diye yanıt aldım. 

İddia o ki FETÖ Borsası’ndan kazanılan paralar ve ihalelerden alınan komisyonlar da vardı Zerya Kuyumculuk’a emanet edilen. İlişkiler o kadar giriftti ki dolandırıcıların kiracısı olan ve hatta çocuğunu yanlarında çalıştıran devlet görevlilerinin bile ismi geçiyordu.  

Meğer asıl bombayı en son işitecekmişim... 

Tüm bu kirli ağı çözecek bilgiler kuyumcuların bilgisayarında saklıydı. Kimden ne zaman ne kadar para alındığı kalem kalem orada yazılıydı. Ve işte o bilgisayar, paralarla birlikte bir arabaya konup kaçırılmış. Şimdi Adana’da mı, Mersin’de mi, Antalya’da mı? 

Bugün paraları da bilgisayarı da ilişkileri de soran yok. 

Organize suç örgütünden yargılanmalılar, diye haykıranlara da kulaklar kapalı. 

Diyarbakır’da görülen davanın şimdilik tutuklu sanıkları da işte bu yüzden çok rahat.  

O fotoğraf neden çekildi?

Muhafazakârlığın kurucusu Edmund Burke demiş: “Korku kadar insanın aklını başından alan, şaşkına çeviren bir duygu yoktur.” 

Bu toprakların “muhafazakârı” TRT Ana Haber spikeri Ersoy Dede’nin İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı ile fotoğrafını görünce aklıma düştü bu söz. 

Öyle ya... 

Sen git, daha dün “mücadeleci işadamı Sedat Peker” de, “Peker’e vurmaya çalışan haindir” de, “Peker’e yapılan kara propagandaya sessiz kalan vefasızdır” de... 

Bugün de git, üstüne basa basa “Organize suç örgütü elebaşı Sedat Peker” diye konuş. Peker’in adamları tutuklanınca da soluğu adliyede al. İstanbul’un başsavcılarından biriyle fotoğraf çektirip sosyal medyaya koy. 

Peker’in suçlarını devlet yeni keşfetmemiştir, vardır bu operasyonun bir başka nedeni daha. Ama ben en çok suç örgütüyle telefon iletişimini merak ediyorum bazılarının, o da çıkar ortaya bir gün. 

Yoksa, bir fotoğraf örter mi her şeyin üstünü? Avrupa yakasından, operasyonu yürüten Anadolu Cumhuriyet Başsavcılığı’na mesaj mıydı bu? Sanmak istemiyorum. 

Yalçın Küçük nerede?

O  kadar çok insan soruyor ki, hem seviniyorum hem üzülüyorum. Herkes merak ediyor: Yalçın Küçük iyi mi? 

Onu dinlemenin tam sırasıydı, diyorlar. 

Kardeşinin vefat ettiği haberini duyunca, başsağlığı dilemek için dostlarla birlikte Yalçın Hoca’ya telefon açtık. Bu sayede onu da sormuş olduk. Bir süredir bazı sağlık sorunları nedeniyle köşesine çekilmiş olduğunu biliyorduk. 

Öğrendiğimize göre, sağlık durumu daha iyi. Ancak doktorları halen konuşmasına, yazmasına, çalışmasına müsaade etmiyor. Dinlenmesini, sakin bir hayat sürmesini istiyorlar. Bu nedenle Yalçın Hoca da Bodrum ile Ankara arasında inzivaya çekildi. Konuştuğumuza göre aşısını da oldu.

Yalçın Hoca’ya hem başsağlığı diliyor hem geçmiş olsun diyoruz. 83 yaşındaki çınarın tez zamanda dinlenip aramıza dönmesini bekliyoruz.

Barış Pehlivan / CUMHURİYET

‘Kendine Müslüman’ların paralel cenazesi - Barış Terkoğlu / CUMHURİYET

 Bir içişleri bakanı düşünün…

Ülkede salgın zirve yapmışken genelge yayımlasın. O genelgenin “zorunlu haller” bölümünde şu yazsın:

“Kendisi veya eşinin, vefat eden birinci derece yakınının ya da kardeşinin cenazesine katılmak için veya cenaze nakil işlemine refakat edecek olan (en fazla 8 kişi)”



Sonra “kurala uymayana acımam” diyen içişleri bakanı, “çocukluğundan beri takip ettiği” cemaat liderinin cenazesinde lebaleb kalabalıkla poz versin.

Bir Diyanet düşünün…

Salgın nedeniyle milletin cenazesini, vakit ezanı bile okunmadan, üç beş kişiyle, “bekleme yapmadan” kıldırsın. Her ramazanda cemaatle kılınan teravih namazları için “bu yıl evde eda edilecek” kararı versin.


Sonra o Diyanet’in başkanı, binlerce kişiyi topladığı cenazede, namazı bizzat kendisi kıldırsın.

Bir vali düşünün…

Yönettiği kolluk, kamera görüntülerinden bile, kuralları ihlal edenlere ceza kessin. İsyan eden vatandaş azarlansın, hatta karşı çıktı diye gözaltına alınsın.

Sonra kendisi kameraların önüne geçip çatır çatır kısıtlamaları ihlal etsin, omuz omuza protokolde saf tutsun.

Bir “hoca”, bir “kanaat önderi” düşünün…

Söz konusu, hükümete destek fetvası vermek olunca, “Kısıtlamalara uymamak kul hakkına girer, Allah affetmez” desin.

Sıra “hatırlı olana” gelince, koştura koştura en önde “Allah affetmez” dediğini yapsın.

Paralel devlet, paralel din, paralel düzen diyorduk. Sözde savaş açmıştık. Sonra nasıl teslim olduk?

Öyle ki Yeni Şafak’ta gazetecilik yapan Taha Hüseyin Karagöz’ün haklı sorusunu gördüm:

“Cenaze başında Kuran yerine Risale-i Nur okumanın hükmü nedir? Merhuma Allah’ın kelamı mı, kulun kelamı mı ulaşır?”

Karagöz, Said Nursi’nin son vârisi Hüsnü Bayramoğlu’nun salı günü yolculanan tabutunun başında Risale-i Nur okuyan bir Nurcunun fotoğrafını paylaştı. “Münferit bir olay” diye itiraz edenlere karşı daha önce de Mustafa Sungur’un mezarında okunan Risaleler görüntüsüyle yanıt verdi.

Erdoğan taziye mesajı yayımlamadı

Biz Hüsnü Bayramoğlu’nun cenazesindeki kuralsızlığı eleştiriyorduk. Fakat Nurcu camiadan konuştuğum kişilerin gözü başka detaylardaydı.

Ne mi?

Daha önce anlatmıştım. Said Nursi ölmeden önce “sonrası için” bir vekâletname imzalamıştı. Şu yazıyordu:

“Yüz otuz parçadan mürekkep Risale-i Nur külliyatından Sözler, Mektubat, Lem’alar, Şualar, Mesneviyi Nuriye, İşaratül İcaz, Lahika mektuplarımı ve sair Türkçe ve Arabi eserlerimden neşir ve muhafaza ve müdafaalarına ait her türlü haklarımı hususi hizmetkârlarım ve vârislerimden Tahiri, Sungur, Zübeyir, Ceylan, Hüsnü, Bayram ve talebelerimden Said Özdemir ve Ahmet Aytimur’a tevdi ediyorum.”

Vekiller birer birer vefat ederken son kalan Hüsnü Bayramoğlu idi. Onun da pazar gecesi koronadan ölümüyle, bir dönem daha kapanmış oldu.

Peki, Nurcu camianın gözüne takılan neydi?

Yakın dönemde vefat eden tarikat liderlerinin cenazelerine, koronaya rağmen eleştirileri göğüsleyip, başta Erdoğan olmak üzere, devlet erkânı geniş bir şekilde katılmıştı. Ancak Bayramoğlu’nun cenazesinde, Nurcuların elinde büyüyen Süleyman Soylu hariç, pek kritik isim yoktu. Bir kısmı tweet atmakla yetinmişti.

Üstelik …

Nurcuların “Fırıncı Abi” olarak andığı Mehmet Fırıncı, geçen ekim ayında vefat ettiğinde, Erdoğan bir taziye mesajı yayımlamıştı. Sosyal medyadan da paylaşmıştı. Anadolu Ajansı dahi bu mesajı kamuoyuna duyurmuştu. Bunun birçok örneği vardı.

Bayramoğlu’nun cenazesinde okunan vasiyetinde “Erdoğan’ı ve hükümet’i destekleyin” çağrısı vardı ama.... Nurcu camiadan duyduklarımla, Erdoğan’ın sosyal medya hesabına baktım. Hüsnü Bayramoğlu için atılmış bir tweet, yayımlanmış bir taziye mesajı bulamadım.

Oysa geçen ocak ayında, Hüsnü Bayramoğlu, Erdoğan ile telefon konuşmasının görüntüsünü, sosyal medya hesabından paylaşmıştı. Bir insan, bir telefon konuşmasını neden kameraya alır? Neden bunu yayımlar? “Bakın Cumhurbaşkanı’yla görüşebiliyorum” demek için mi? Yanıtını bilmiyorum ama Bayramoğlu, o konuşmada, Erdoğan’dan randevu talep etmişti. “Nurcu kulisler”de konuşulanlara göre bir zamanlar Saray’da ağırlanan Bayramoğlu’nun o talebi de gerçekleşmedi.

Bir ayrıntı daha var. Örneğin Mehmet Fırıncı Cumhurbaşkanlığı kararıyla, özel izinle Eyüp Sultan Camisi Haziresi’ne defnedilmişti. Bayramoğlu için bu yapılmadı. Açıklanan vasiyetine göre kendisi de Zübeyir Gündüzalp, Mustafa Sungur, Abdullah Yeğin’in de olduğu Eyüp Sultan Kabristanı’na defnedilmeyi istemişti. Yani herkese açık mezarlığa gömülmek kendi talebiydi.

Yine de oluşan mesafe dikkat çekti.

FETÖ’yü meşrulaştırmıştı

Ne garip, Diyanet İşleri Başkanı da İçişleri Bakanı da tabutun başında beklerken Bayramoğlu’nun kendisinden sonra Nur Cemaati’ni emanet ettiği Rıza Derindağ konuşma yapıyordu. Cemaatin protokolü devletin önüne geçiyordu.

Yaşamının özetine bakıldığında “Said-i Nursi’nin şoförü” olarak anılan bir kişi. “Hiçbir ilmi eğitimi” olmadığı halde Said Nursi’nin Risalelerini ezberlemekle, Nursi ile yoldaşlık etmekle kutsanan bir şahıs. Fethullah Gülen’i Nurculuk Dairesi’ne imzaladığı mutabakatla dahil eden, yıllarca sırtını okşayan, Gülen eleştirildiğinde Said Nursi’nin talebesi olarak “Gülen Nurcudur” diye bildiri yazan bir vâris. FETÖ lideri gözden düşünce “biz varız” diye öne çıkan, Ayasofya açılışında Genelkurmay Başkanı’yla fotoğraf çektiren, İçişleri Bakanı’na şemsiye tutturan, Saray’da Cumhurbaşkanı tarafından ağırlanan, Milli Savunma Bakanı’yla poz veren bir cemaat lideri. Said Nursi’nin “Ayasofya’nın açılmasını ben göremeyeceğim Hüsnü görecek, ben kabrimden seyredeceğim” dediğini iddia ederek keramet uyduran, kendini de merkeze koyan bir kariyer sahibi. Diyanet’in gayri resmi Tarikatlar Raporu’nda bile eleştirilen, Said Nursi’yi “ahir zamanda beklenen ve özel görevlendirilen bir zat” olarak takdim eden, kendisini de onun vârisi olarak en öne yerleştiren inancın savunucusu. Devleti yönetenlerin hürmetini Nurculuk içindeki post kavgasında güç kazanmaya tahvil eden, bu sayede FETÖ’den soruşturulan bazı isimleri hüsnü şehadet ile temize çıkaran, KHK ile kapatılan kimi dernekleri açtıran güçlü insan.

Hüsnü Bayramoğlu bu dünyadan göçtü gitti. Ardında Nurculuğun Meşveretçiler kolunu yönetecek 16 kişilik bir “ağabeyler konseyi” bıraktı. Bu yazıyı yazarken takipçileri sosyal medyada müritlerini uçurmaya devam ediyordu. Zira bazıları, koronadan ölen Bayramoğlu’nun aşı olduğunu hatırlatıyor, gece odasına doktor kılığında gizlice giren bir ismin onu öldürdüğünü iddia ediyorlardı. Bayramoğlu’nun adının başına “şehit” ifadesi eklenmişti. Nurculuk efsaneleri büyümeye, yürümeye devam ediyordu. Hüsnü Bayramoğlu’nun vefatının hemen ardından, onun hedefindeki Tahşiyeciler Grubu’na kurulan kumpasın Yargıtay tarafından onanması da “Tanrı’nın sopası” ya da “tesadüfi” olarak kayda düştü.

İnsanlık ve elbette onun değerleri bir hastalıkla sınanıyor. Güneş batmayan imparatorluğun prensinin tabutu bile yurttaşlarına saygıdan 30 kişiyle kaldırılıyor. “Kendine Müslüman”ların “paralel inancı”nı, Hüsnü Bayramoğlu’nun cenazesinden bahsetmeden nasıl anlatabilirdik?

Barış Terkoğlu / CUMHURİYET