9 Ocak 2022 Pazar

KISA KISA GÜNDEM ( 9 OCAK 2022)

 


1- MSB, Urfa’da 3 askerin patlama sonucu hayatını kaybettiğini açıkladı (SOL)

Milli Savunma Bakanlığı (MSB), Urfa’da el yapımı patlayıcı (EYP) nedeniyle askerlerin hayatını kaybettiğini duyurdu. Bakanlık’tan yapılan açıklamada şu ifadeler kullanıldı: “Şanlıurfa Akçakale hudut hattında, teröristlerce döşenen EYP'nin patlaması sonucu 3 kahraman silah arkadaşımız şehit olmuştur.” Sınır hattındaki güvenlik duvarının da yıkıldığı patlamada Teğmen Murat Alyakut, erler Enes Koç ile Ertuğrul Ulupınar hayatını kaybetti. 1 asker ise yaralandı. Yaralı asker Akçakale Devlet Hastanesine kaldırılarak tedavi altına alındı.

2- 10 bin 668 adet uyuşturucu hapla yakalanan 2 kişi serbest bırakıldı (SOL)

Samsun'da jandarma ekiplerinin takibi sonucu bir otomobilde 10 bin 668 adet sentetik ecza ele geçirilirken, olayla ilgili gözaltına alınan 2 kişi mahkemece adli kontrol şartıyla serbest bırakıldı. İHA'nın haberine göre, Samsun İl Jandarma Komutanlığı Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele (KOM) Şube Müdürlüğü ekipleri ve İlkadım İlçe Jandarma Komutanlığı ekipleri, uyuşturucu ile mücadele kapsamında yaptıkları takip ve çalışmada Anadolu Mahallesi'nde bir otomobili durdurarak arama yaptı. Yapılan aramada 10 bin 668 adet sentetik ecza ele geçirildi. Olayla ilgili S.A. ve S.Y. gözaltına alındı. Jandarmadaki sorgusu tamamlanan S.A. ve S.Y. "uyuşturucu ticareti yapmak" suçundan bugün Samsun Adliyesine sevk edildi. Nöbetçi mahkemeye ifade veren S.A. ve S.Y. mahkemece adli kontrol şartıyla serbest bırakıldı.

3- Ümraniye’de devlet ormanında ağaç kıyımı (SÖZCÜ)


İstanbul Ümraniye’de Hekimbaşı Devlet Ormanı içerisinde yaklaşık 100 bin metrekarelik alanda ağaçlar kesildi. Ormanda yapılan ağaç kıyımına karşı vatandaşlar imza kampanyası başlattı. 
Ümraniye'de Hekimbaşı Ormanı’nın Şile Otobanı, E-80 karayolu ve 0-7 Kuzey Marmara bağlantı yolları arasında kalan orta kısmında bulunan yaklaşık 100 bin metrekarelik alanda yapılan ağaç kesimi uydu fotoğrafları ile belgelendi.AĞAÇLAR MİLLET BAHÇESİ İÇİN KESİLMİŞ : Belediyenin yanıtında, bahsedilen yerin Ümraniye millet bahçesi olduğu belirtilerek “Daha önceden mesire alanı olarak kullanılan alan, son 2 yıl içerisinde Millet Bahçesi olarak düzenlenmiştir. Ayda 20 bin kişinin ziyaret ettiği bu alanımızdaki yapılan her türlü çalışma yetkili makamlardan izin alınarak gerçekleşmektedir” denildi.(https://www.sozcu.com.tr/2022/gundem/umraniyede-devlet-ormaninda-agac-kiyimi-6876089)

4- Almanya’ya öğrenci göçünde birinci Türkiye (ÖZLEM ERMİŞ BEYHAN-SÖZCÜ)

İşsizlik, yoksulluk, umutsuzluk… Türkiye’nin parlak beyinleri ülkeden kaçıyor. Alman üniversitelerinde en fazla öğrenci artışı Türkiye’den.(
https://www.sozcu.com.tr/2022/ekonomi/almanyaya-ogrenci-gocunde-birinci-turkiye-6876532)














5-Kayyumlu kelepçeli üniversiteler çöktü (Sultan Uçar-Sözcü)


Dünya Üniversiteler Sıralaması (THE) 2022 raporu yayınlandı. Türkiye’nin dünyanın en iyi ilk 500 üniversitesi arasında artık hiç üniversitesi yok. Boğaziçi Üniversitesi, dünya sıralamasında bu yıl da geriledi. Üniversitenin son 7 yılda sıralamadaki gerileme oranı yüzde 100’e çıktı.(
https://www.sozcu.com.tr/2022/egitim/kayyumlu-kelepceli-universiteler-coktu-6876588)

5- AKP ‘Lale Devri’ni yaşıyor: Ultra lüks ‘gönül davası’(Sefa Uyar-Cumhuriyet)


Başta Diyanet İşleri Başkanlığı olmak üzere çeşitli kamu kurumlarının Antalya’daki lüks otel veya tesislerde düzenlediği toplantılardan AKP teşkilatı da geri kalmadı. AKP Ankara İl Başkanlığı, Osmanlı’da halkın ekonomik olarak zor durumdayken saray eşrafının lüks ve şatafat içinde yaşam sürdüğü Lale Devri’ni anımsatan bir toplantıya imza attı. Başkanlık, 3 günlük istişare toplantısını, Antalya’daki ultra lüks bir otelde düzenledi. 7 Ocak’ta başlayan ve bugün tamamlanacak istişare toplantısının sloganı ise “Bir gönül davası” oldu.(https://www.cumhuriyet.com.tr/turkiye/akp-lale-devrini-yasiyor-ultra-luks-gonul-davasi-1898712)

6- İngiltere'den 3. doz aşı açıklaması: Yüzde 90 oranında koruyor(Cumhuriyet)

Birleşik Krallık Sağlık Güvenliği Ajansı (UKHSA) tarafından yapılan açıklamada, yapılan bir çalışmaya göre Covid-19'a karşı 3 doz aşılanan kişilerin, aşıyı aldıktan 3 ay sonra bile hastaneye yatışa karşı yüzde 90 oranında korunduğu belirtildi.
(
https://www.cumhuriyet.com.tr/dunya/ingiltereden-3-doz-asi-aciklamasi-yuzde-90-oraninda-koruyor-1898756)

7-‘Dindar nesil’ için çalıştı bakan yardımcısı yapıldı.(BİRGÜN)


Göreve geldiği günden beri AKP’nin ‘dindar nesil’ projesi için çalışan Nazif Yılmaz, Milli Eğitim Bakanı Yardımcılığı’na getirildi.
Yılmaz, AKP’nin imam hatip projesinin en önemli yürütücüsüydü. Yılmaz’ın göreve geldiği günlerde imam hatip ortaokulu sayısı bin 361’di. Bu sayı bugün katlanarak 3 bin 427’ye yükseldi. Öğrenci sayısı ise 240 bin 15’ken 714 bin 297’yi buldu. İmam hatip liselerinde de durum benzer. Din Öğretimi Genel Müdürlüğü’ne bağlı olan okul sayısı 854’ten bin 673’çıktı. Öğrenci sayısı ise 474 bin 96’dan 666 bin 963’e yükseldi. Yılmaz imam hatip dayatmalarının sürdüğü bu yıllar boyunca Din Öğretimi Genel Müdürü olarak görev yaptı. Ayrıca Yılmaz’ın bazı çalışmaları şöyle:

► 2002-2012 yıllarında Ensar Vakfı Değerler Eğitimi Merkezi'nde imam hatip liselerinde eğitimin kalite ve niteliğini artırmaya yönelik gerçekleştirilen komisyon çalışmalarını koordine etti ve faaliyetlerde yer aldı.

► 2002-2012 yıllarında Ensar Vakfı Değerler Eğitimi Merkezi’nde İmam Hatip Liseleri Meslek Dersleri Öğretim Programları değerlendirme, geliştirme ve materyal hazırlama çalışmalarında bulundu.

► 2006-2012 yıllarında Ensar Vakfı'nda ilahiyat ön lisans ve İLİTAM öğrencilerine yönelik eğitim seminerleri veren "Ensar Enstitüsü"nün kuruculuğunu ve koordinatörlüğünü yürüttü.

► 2002-2012 yıllarında İmam Hatip Okulları Mezunları ve Mensupları Derneği ÖNDER'de imam hatip liseleri öğretmenleri komisyon çalışmalarını yürüttü ve yönetim kurulu üyeliğinde bulundu.

► 2007-2008 yıllarında bir süre İstanbul Müftülüğü İstişare Heyeti Üyeliğinde bulundu. Beşiktaş Ihlamur Kur'an kursunda öğrencilerine eğitim seminerleri verdi.

► 2002-2008 yıllarında Milli Eğitim Bakanlığı Din Öğretimi Genel Müdürlüğü’nce imam hatip liselerinde uygulanan "Evin Okula Yakınlaşması ve Değişen Anne Baba Rolleri" projesinde formatör öğretmen olarak görev yaptı. Bu çerçevede imam hatip liselerinde ve eğitim kurumlarında anne-baba-çocuk eğitimi seminerleri verdi.

► 2010-2013 yıllarında başta İstanbul olmak üzere Türkiye'nin çeşitli il ve ilçelerinde Kuran Kursu öğreticilerine ve din görevlilerine yönelik gerçekleştirilen hizmet içi eğitim çalışmalarında seminerler verdi.

8-İhracatta iade krizi (Yeniçağ)

Türkiye'den Almanya ve Arabistan gibi ülkelere gerçekleştirilen ihracatta "İade" krizi yaşandığı bildirildi. 
CHP Niğde Milletvekili Ömer Fethi Gürer'in soru önergesine yanıt veren Ticaret Bakanı Mehmet Muş, “2020 ve 2021 yılı ihracat ürünleri içerisinde kazan, makine, cihaz ve aletler bakır ve bakırdan eşya demir ve çelik tütün ve tütün yerine geçen işlenmiş maddeler , sebzeler, meyveler, sert kabuklu meyveler ve bitkilerin diğer kısımlarından elde edile müstahzarlar gibi muhtelif eşyalar iade edilen ürünleri kapsamaktadır” açıklamasında bulundu.Bakan Muş, bu eşyaların konu oldukları çıkış ülkelerinin 2020 yılında özellikle Almanya, İspanya, ABD, Irak, Rusya ve Romanya iken 2021 yılında bu ülkelerin özellikle Almanya, İspanya, Suudi Arabistan, İtalya, ABD, Fransa, İngiltere ve Irak olduğuna dikkat çekti.

 

Kazakistan'da dikkat çeken gözaltı: Çavuşoğlu, Peker ve Çakıcı ayrıntısı.+Alaattin Çakıcı'ya yeni kaftanını kim giydirdi? / SOL

 Kazakistan'da dikkat çeken gözaltı: Çavuşoğlu, Peker ve Çakıcı ayrıntısı.

Çakıcı, Peker ve Mevlüt Çavuşoğlu'yla yaptığı görüşmelerle de gündeme gelen suç örgütü yöneticisi Arman Cumageldiev, Almatı polisinin düzenlediği özel operasyonda gözaltına alındı.



Kazakistan Cumhuriyeti İçişleri Bakanlığı, Almatı polisinin düzenlediği özel operasyonda 'Dikim Arman' olarak bilinen Arman Cumageldiev ve liderlik ettiği suç örgütünün 6 üyesinin gözaltına alındığını bildirdi.

Mesajda, "Dikim Arman başkanlığındaki suç örgütünün altı üyesi Almatı emniyet müdürlüğü tarafından düzenlenen özel operasyonda gözaltına alındı" denildi. Cumageldiev ve beraberindeki şahıslarla birlikte 4 farklı marka ve kalibrede yarı otomatik tabanca, bunlara ait mühimmat, keskin uçlu silahlar ve bir zırhlı aracın ele geçirildiği açıklandı.

Cumageldiev, Türkiye'deki bağları ve Mevlüt Çavuşoğlu'yla yaptığı görüşmeyle de gündeme geliyordu.

Gazeteci Bahadır Özgür, sosyal medya hesabından yaptığı paylaşımda Cumageldiev'in Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, ülkücü mafya liderleri Çakıcı ve Peker'le fotoğrafları ve bağlantısı olduğuna işaret etti ve şu ifadeleri kullandı:

"Hazır Kazakistan gündemdeyken, Türkiye ile ilişkilerinin "suç ayağını" da bir hatırlayalım mı? Mesela, Kazakistan organize suç dünyasının "yükselen yıldızı" olduğu iddia edilen Arman Dikiy'i. Yani "Vahşi Arman!"
Mevlüt Çavuşoğlu ile fotosunu kendisi paylaşmıştı bir zamanlar."

Bakanlık, Cumageldiev'in yakalanmasına ilişkin fotoğrafları paylaştı:


Kendisi daha öncesinde kişisel Instagram hesabı üzerinden Alaattin Çakıcı ve Sedat Peker'le çektirdiği fotoğraflarını da paylaşmıştı.


                                                                       ***

Alaattin Çakıcı'ya yeni kaftanını kim giydirdi? 

Gazeteci Bahadır Özgür Çakıcı'ya "kaftan giydirilirken" çekilen fotoğrafın arka planındaki siyaset-mafya-iş adamı üçgeni irdeledi.



Gazeteci Bahadır Özgür geçtiğimiz günlerde organize suç örgütü lideri Alaattin Çakıcı'yla çekilen fotoğraftaki kişiler üzerinden bir yazı kaleme aldı. Yazıda Çakıcı'ya "kaftan giydirilirken" çekilen fotoğrafın arka planındaki siyaset-mafya-iş adamı üçgeni irdelendi.

Özgür'ün Gazete Duvar'daki yazısı şu şekilde:

Uzun süredir sessizliğe bürünmüş Alaattin Çakıcı’yı geçen mart ayında, dikkat çekici birileri ziyaret etti. II. Abdülhamit ve Atatürk’ün yan yana asılı portrelerinin önünde, ona çeşitli hediyeler sundular; bir kaftan giydirdiler; fotoğraf çektirip sosyal medyadan yayınladılar. Biri Azerbaycanlı, diğeri Kazakistanlı bu kişiler kimdi? Özel jetle gelip Çakıcı’nın huzuruna niye çıkmışlardı?

Bereketli bir suç harmanına bakıp duruyoruz aylardır. Oligarklarla emniyet ve yargı mensupları, uyuşturucu baronlarıyla iktidarın “muteber” isimleri aynı kadraja girip çıkıyor. İfşaatlar çoğu kimseyi heyecanlandırıyor kuşkusuz, “temizlik” hayali kurdurtuyor. Oysa önümüze düşen suç parçalarının yargının veya toplumsal baskının ürünü olmadığını akıldan çıkarmamak lazım. Bir devlet krizinin içinde cereyan ediyor her şey.

Çakıcı’nın kaftanlı fotoğrafı da hikâyede önemli bir detayı temsil ediyor işte. Yalıkavak Marina’da çekilen Mehmet Ağar, Korkut Eken, Alaattin Çakıcı ve Engin Alan’ın yer aldığı fotoğrafla ilişkili bir detayı...

Gelin kaftanın izini sürelim biraz. Bakın Neo-Osmanlıcılıkla simbiyoza girmiş bir ‘Avrasya suç ağı’nın Türkiye ayağında nasıl değişim yaşanmış.


Çakıcı’nın solundaki kişi, Namık Salifov’du. 19 Ağustos 2020 günü, Antalya’da bir otelde koruması tarafından öldürülen, sayısız cinayetin zanlısı “Lotu Guli” lakaplı Azerbaycanlı mafya lideri Nadir Salifov’un kardeşi. “Tacın” artık onun başında olduğu söyleniyor.

Peker ürpertici bilgiler vermişti Guli hakkında. Edirne’deki bir çatışmada polisin öldürülmesinden sorumlu tutulduğu için Türkiye’ye girişinin yasaklandığını anlatmıştı: "Bu adamın deportunu kaldırıp Türkiye'ye getirdi derin devletimizin başı. Niçin biliyor musunuz, Mansimov'u öldürmesi için. Aradı, ben dedi, Türkiye'ye gidiyorum. Gitme dedim, orada yokum, sıkıntı yaşayabilirsin. Dedi, ben güçlüyüm, Mehmet abiyle aram çok iyi."

Birkaç hafta sonra İçişleri Bakanı Süleyman Soylu da canlı yayında, gayet sakin bir ses tonuyla, Guli’nin azılı suçlu olduğunu, 2018’de yakaladıklarını, ancak birilerinin bıraktırdığını ima ediyordu. Soylu’nun bahsettiği operasyon E-5 karayolunda gerçekleşmiş, Guli’nin yanında bir özel harekatçı başkomiser de yakalanmıştı.

Neydi Edirne’deki olay peki?

2014’te öğlen vakti, Eski İstanbul Caddesi’nde, Saray Otel’in önünde çatışma yaşanmıştı. Tesadüfen orada olduğu açıklanan Edirne Emniyet Müdürlüğü Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele Şubesi’nde görevli bir polis hayatını kaybetmişti. Şu videoda çatışma anı yer alıyor.

Guli adına açılmış sosyal medya hesaplarından çok sonra yayınlanan bir başka videoda ise Namık Salifov’un (diğer soyadı Bakinski) çatışmada olduğu iddia ediliyordu.

Mesele basına, Gürcü-Rus mafyası çatışması olarak yansımış; sonrasında olaylar İstanbul’un lüks semtlerindeki infaz ve suikastlara uzanan bir şiddet dalgasına yol açmıştı.

Olaydan önce Edirne’de çekildiği ileri sürülen ve Guli kardeşlerin bulunduğu resmi de buraya bırakalım:

















Gelelim Çakıcı’nın sağında oturan isme… Adı Arman Dikiy. O kaftanı iki yıl önce de Peker’e hediye etmişti. Instagram hesabından şu notla paylaşmıştı Peker: “Kardeş ülke Kazakistan’ın gençlik liderlerinden Arman Dzhumageldiev ve arkadaşları beni ziyarete geldiler.”


İşin doğrusu “Dikiy-vahşi” lakabını almış Arman, ne gençlik lideriydi ne de ziyaret kültürel bir diyalogdu. Guli’nin yanından hiç ayırmadığı yoldaşıydı. Yabancı basında çıkan pek çok suç haberinde, uluslararası kara para soruşturmalarında beraber anılıyorlardı.

Kazakistan ve Özbekistan basınının “yükselen mafya lideri” diye tanımladığı Dikiy’nin son bir fotoğrafına daha yer verelim. Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu ile ne zaman ve niçin çekildiğini bilemediğimiz fotoğraf, Dikiy’in hayranlarınca (veya adamları) açılan sosyal medya hesaplarında dolanıyor.

Peker, Çakıcı ve niceleri daima suç dünyasıyla beraber anılmalarına rağmen nasıl ki siyasilerle rahatlıkla yan yana gelebiliyorsa, Boğaz’da kurşun ata ata yaptığı yat gezisinin görüntülerini çekinmeden yayınlayan Dikiy gibiler de ülkelerinde aynı “saygın” muameleyi görüyorlar. Çok kişiyle fotoğrafı var yani.

Sorun da bu değil mi zaten? Suçun nerede bitip, siyasetin nerede başladığının iyice karıştığı zamanları yaşıyoruz. Haliyle, Türkiye’deki rejime bakarken, gücün karanlık tarafını ihmal etmemek gerekiyor. Burada bazı somut olaylarla beraber çok çok küçük bir kesiti sunulan “Avrasya suç ağı”nda, kadrajı biraz daha büyütelim öyleyse…

***

Rusya’da 2009’dan sonra art arda mafya liderlerinin öldürülmesiyle başlayan bir hesaplaşma, kısa zamanda İstanbul’a sıçrıyordu. Uyuşturucu rotasındaki değişimler, Suriye’deki silah pazarı, petrol kaçakçılığı derken suç dünyasının gördüğü en verimli devir açılıyordu çünkü. Yeni finansal olanaklar ve özellikle birbirine benzeyen siyasi rejimlerin gezegenler gibi art arda dizilmesinin yarattığı imkanlar, milyarlarca dolarlık kara para evrenini kimlerin, nasıl yöneteceği sorusunu da beraberinde getiriyordu.

Köklü bir rejim değişikliğine uğrayan Türkiye, sanki bu ihtiyaca ayartıcı bir göz kırpmış; dış finansman kaynakları daraldıkça kapısı penceresi açılan ülke, vadedilmiş bir “yeni cennet” misali suçun şafağında parlamıştı.

Suçun elbette ideolojisi olmaz lakin, Neo-Osmanlıcılığın “nereden, ne bulursan getir” politikasının, kara parayı olduğu kadar kanlı hesaplaşmaları da İstanbul sokaklarına taşıdığı; SSCB dağıldıktan sonra 2000’li yıllarla Orta Asya’da yükselen ve ABD Hazine Bakanlığı’nın soruşturmalarında adı sıkça “Avrasya suç ağı” olarak geçen yapıların da kendilerine uygun iklimi bulduğu muhakkak.

Basit bir arşiv taramasıyla, benzerine filmlerde rastlanabilecek çatışmaların İstanbul’da yaşandığını görmek mümkün. Üzerine rüşvet, yolsuzluk, uyuşturucu tacirleriyle siyasilerin ilişkilerini ve “mala çökme” vakalarını da ekleyin.

Türkiye’de yeni iktidar mimarisi kurulurken, buna uygun bir “suç yönetimi” de inşa ediliyordu. Peker’in her seferinde tekrarladığı, “beraber yaptık” sözlerini, başkanlık seçimi mitinglerini fragmanlar halinde gözünüzün önünden geçirirken; Çakıcılı-Ağarlı Yalıkavak fotoğrafını ve Peker’in ifşaatlarını da yeniden hatırlayın.

Yalıkavak buluşmasından iki ay önce Çakıcı’nın şu habere dair yalnız KKTC basınında yer alan açıklamasının son paragrafını beraberce okuyalım şimdi:

“Ermeni diasporasının ve Kolombiya mafyasının parasını Türkiye’de kullanıp, borçlu iş adamlarının malını gasp eden vatan hainlerini, FETÖ ve PKK’nın parasını çalıştıran, sözde iş adamlarının namussuzluklarını gazeteler neden gündeme getirmiyor?”

Tek paragraf, aylardır önümüze düşen skandalların işaretini vermemiş mi sizce? Yalıkavak fotoğrafının neyi temsil ettiği, biraz daha aydınlanmıyor mu?

Ya kaftanın Peker’den Çakıcı’ya geçmesi…

***

Türkiye’de organize suç, kurumsal siyasetten hiçbir zaman azade olmadı. 12 Mart 1971 darbesiyle inşa edilen devlette, siyasi hegemonyayla suç dünyasındaki hegemonya daima eş güdümlü hareket etti, ediyor. Bir cephedeki yarılma, muazzam bir hızda diğerine sirayet ediyor.

Milyarlarca dolarlık kara paranın kontrgerillasından parti kadrolarının beslenmesine, çetelerin organize edilmesinden bürokrasinin rüşvet müptelalığının giderilmesine her türlü ihtiyaca koştuğu bir ülkede, devletin yapısı değişmediği müddetçe, “temizlik” de “kaftanın” el değiştirmesiyle sınırlı kalır, o kadar…

(SOL)

Türk Tabipleri Birliği’nden Cumhurbaşkanı Erdoğan’a yanıt - LATİF SANSÜR / SÖZCÜ

 


Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı Erdoğan:

"Şimdi bir de Tabipler Birliği var. Erciyes Üniversitesi büyük bir kadro ile TURKOVAC'ı üretiyor, adamlar diyor ki 'böyle bir şey yok' diyor. Siz ne sahtekarsınızne yalancısınız ya. Madem biliyorsunuz da Tabipler Birliği olarak bugüne kadar bir eseriniz var mı? Yok ama yapana da hep taş koydunuz. Sahtekarlar

TTB Başkanı Prof. Dr. Şebnem Korur Fincancı:
-Turkovac ile ilgili uluslararası kayıtları paylaşarak, acil kulanım onayı verilen Turkovac'ın 3. faz verilerinin tamamlanmasına henüz 13 gün kaldığını belirtti. Fincancı, “Yine TTB'ye saldırı sezonu açılmış. Sorun şu ki Turkovac aşı çalışması 3. Faz ön verileri dahi yayınlanmamış, hatta ön verilerin tamamlanma tarihine daha 13 gün, çalışmanın tamamlanmasına 2 yıldan fazla zaman var” 
-“Ayrıca TTB görevleri açık, aşı araştırması alanın uzmanlarının sorumluluğu, Türk Tabipleri Birliği de halk sağlığını koruma sorumluluğu gereği toplumu olası yarar/zarar ile ilgili bilgilendirmeye çalışır”

TTB, Aile Hekimliği Kolu AHEK ise “Bu topraklarda binlerce yıldır iyi hekimlik yaptık, yapıyoruz, yapacağız!” ifadeleriyle birlikte, “Mesleğimi vicdanımla ve onurumla uygulayacağıma, önceliği her zaman hastamın sağlığına vereceğime, insan yaşamına en üst düzeyde saygı göstereceğime, bana gözdağı veriliyor olsa bile, tıbbı bilgimi, insan haklarını ve birey özgürlüklerini çiğnemek için kullanmayacağıma, kararlılıkla, özgürce ve onurum üstüne ant içerim” şeklindeki ‘Hekimlik Andı’nı paylaştı.

LATİF SANSÜR / SÖZCÜ


8 Ocak 2022 Cumartesi

KISA KISA GÜNDEM (8 OCAK 2022)

 


1-Paylaştığı not ile polisi tehdit eden Yıldırım bu kez kadına şiddetten gözaltına alındı.(BİRGÜN)


Aracından uyuşturucu madde ve silah bulunduktan sonra gözaltına alınan; ardından ise serbest bırakılan Sadık Yıldırım isimli restoran işletmecisi, bu kez Ankara’daki eşine şiddet uyguladığı gerekçesiyle gözaltına alındı. Adli kontrol şartıyla tekrar serbest kalan Yıldırım’ın, Süleyman Soylu ve Binali Yıldırım ile görüntüleri de gündeme gelmişti.(https://www.birgun.net/haber/paylastigi-not-ile-polisi-tehdit-eden-yildirim-bu-kez-kadina-siddetten-gozaltina-alindi-372351)



2-AKP’li belediye yoksulluğu görmemekte ısrarcı: Milyonlar okçuluk tesisine gömüldü.(MUSTAFA BİLDİRCİN-BİRGÜN)

Ücretsiz patates dağıtımı sırasında yaşanan izdihamla akıllarda kalan AKP’li Şahinbey Belediyesi, okçuluk tesisiyle ilgili itirazları duymazdan geldi. İlçeye yapılacak okçuluk tesisi için 57,7 milyon TL’lik anlaşmaya imza atıldı.(https://www.birgun.net/haber/akp-li-belediye-yoksullugu-gormemekte-israrci-milyonlar-okculuk-tesisine-gomuldu-372296)

3-400 bin doz aşı resmen sır oldu.(İsmail Arı-Birgün)

Sağlık Bakanı Koca, Rusya’dan aylar önce alınan tam 400 bin doz Sputnik V aşısına ne olduğunu hâlâ açıklamadı. Kullanılmayan bu aşıların akıbeti belirsiz. Bakanlık yetkilileri, tüm soruları yanıtsız bırakıyor.(https://www.birgun.net/haber/400-bin-doz-asi-resmen-sir-oldu-372303)


4- Kışla arazisine villa dikecekler(İsmail Arı-BİRGÜN)

İstanbul’daki Çekmeköy Kışlası yine yapılaşmaya açılıyor. Büyük kısmı yeşil alan olan kışla arazisi üzerine Emlak Konut 1774 konut, 141 villa ve 56 ticari alan inşa edecek. Projenin maliyeti ise 1,1 milyar TL.(https://www.birgun.net/haber/kisla-arazisine-villa-dikecekler-372309)





5)İhaleyi keşfetti ‘köşeyi döndü’(Filiz Gazi-Birgün)












1995-2002 yılları arasında imamlık yapan, 2014’te AKP Ergani Belediye Başkan aday adayı olan Abdulkadir Yıldırım’ın şirketi İstanbul’daki AKP’li Sancaktepe Belediyesi’nden, “Parkların Tadilatı ve Yeni Park Yapılması” adı altında 5 milyon 319 bin TL değerinde ihale aldı.Kamu İhale Bülteni’nde yer alan bilgilere göre, İstanbul’daki AKP’li Sancaktepe Belediyesi, açık ihale usulüyle, 2 Kasım 2021’de “Sancaktepe İlçesi I, Bölge Mevcut Parkların Tadilatı ve Yeni Park Yapılması” adı altında ihaleye çıktı. 5 Ocak 2022’de açıklanan sonuç ilanına göre ihaleyi 5 milyon 319 bin TL teklif veren Osmanoğlu Peyzaj İnşaat Temizlik Sanayi ve Ticaret Limited Şirketi aldı.(https://www.birgun.net/haber/ihaleyi-kesfetti-koseyi-dondu-372316)

6) Mahkemeden Erdoğan’a ‘dur’ kararı.(Cumhuriyet)

Başakşehir’de inşa edilen kuru gıda haline ulaşımı sağlamak amacıyla çevresindeki bazı parseller için alınan acele kamulaştırma uygulamasına ilişkin Cumhurbaşkanı kararının yürütmesi durduruldu. Karar, 5 Şubat 2021 tarihli Resmi Gazete'de Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan tarafından imzalanarak yürürlüğe girdi. Acele kamulaştırma kararı ile 300 hanede yaşayan yaklaşık 700 kişi mağdur oldu. Mağdur olan vatandaşlar kararın iptali ve yürütmenin durdurulması istemi dava açtı.
(https://www.cumhuriyet.com.tr/turkiye/mahkemeden-erdogana-dur-karari-1898636)

7- Dar gelirliye destek teklifine Cumhur İttifakı'ndan ret(Cumhuriyet) 

Çorum Belediye Meclisi'nde CHP grubu Sosyal Destek Kartı için belirlenen kullanılabilir limitin artırılmasını önerisi AKP ve MHP üyelerinin oylarıyla reddedildi. 
Çorum Belediyesi pandemi döneminde geçen yıl şubat ayında dar gelirli vatandaşlara destek amaçlı 170 lira limitli Sosyal Destek Kartı dağıttı.Sözcü'den İsmail Akduman'ın haberine göre, CHP’li üyelerin kartın limitinin 170 liradan 500 liraya çıkarılması için verdiği önerge oylamaya sunuldu. AKP ve MHP’li meclis üyeleri verdikleri ret oyları ile önergenin gündeme dahi alınmasını kabul etmedi.(https://www.cumhuriyet.com.tr/turkiye/dar-gelirliye-destek-teklifine-cumhur-ittifakindan-ret-1898640)

8- Silaha ulaşım kolay ve ucuz | Bireysel silahlanmada kontrolsüz gidişe dur denmeli.(Evrensel)

CHP Tekirdağ Milletvekili Dr. Candan Yüceer, bireysel silahlanma konusunu TBMM gündemine taşıyarak “Kontrolsüz ve denetimsiz devam eden bireysel silahlanmaya dur demeliyiz” dedi. 
Türkiye’de bireysel silahlanma konusunda faaliyet gösteren Umut Vakfının çalışmalarına göre Türkiye’nin 178 ülke arasında silahlanma konusunda 14. sırada yer aldığına işaret eden Yüceer, “Ülkemizde 20 milyonun üzerinde silah olduğu biliniyor. 2020 yılında yaşanan 3 bin 682 silahlı olayda 2 bin 40 kişi ölmüş, 3 bin 688 kişi yaralanmıştı. Henüz resmi rakamlar açıklanmasa da bireysel silahlanmayı teşvik eden politikalar nedeniyle 2021 yılında bu rakamlarda maalesef artış olacağını öngörüyoruz” ifadelerine yer verdi.(
https://www.evrensel.net/haber/452199/silaha-ulasim-kolay-ve-ucuz-bireysel-silahlanmada-kontrolsuz-gidise-dur-denmeli) 


Portreler V: Gregor Strasser – Faşizm faşistleri de vurur II - SERDAL BAHÇE / SOL

 Ve Gregor, sıradanlığın ve ikiyüzlülüğün en gözde temsilcilerinden biri olarak bu dönemde tecelli eden kaderin hem mimarı hem de kurbanıydı.

Engels 1891’de kaleme aldığı “Almanya’da Sosyalizm” başlıklı makalede şunları yazmıştı:

“Bir savaş her şeyi değiştirirdi….Eğer bir savaş patlamış olsaydı bir şey kesin olurdu; 15-20 milyon adamın birbirini boğazlayacağı ve Avrupa’yı daha önce hiç tahrip edilmediği kadar tahrip edecek bu savaş ya sosyalizmin doğrudan zaferine yol açardı, ya da eski düzenin içinde büyük bir alt üst oluş yaratırdı, her yerde geride bir harabe yığını bırakırdı, bundan dolayı eski kapitalist toplumu idame etmek eskisine göre kabil olmaktan çıkardı, ve 10- 15 yıl geciktirilmiş sosyal devrim daha radikal olurdu ve daha çabuk hayata geçirilirdi”

Engels’den yukarıdaki alıntıyı yapan Pierre Broue haklı bir şekilde Engels’in Almanya’yı proletarya ile burjuvazinin son bir savaş için karşı karşıya gelecekleri savaş meydanı olarak gördüğünü belirtmektedir.  Engels’in öngörüsünde belirli bir noktaya kadar haklı çıktığını kimse yadsıyamaz. Ancak sadece belirli bir noktaya kadar.

Bir savaş oldu (I. Dünya Savaşı), bu savaş sosyalizme doğrudan geçişi Almanya’da değil ama başka bir yerde sağladı (Bolşevik Devrimi), Almanya’da sosyalist bir devrim denemesi başarısız oldu (1917-1923 Alman Devrimi), ancak yine Almanya’da eski kapitalist toplum harabeye dönüştü, ve harabeden anayasal bir devrim (1918 Kasım’ında monarşinin yıkılması), bir uzun iç savaş ve faşizm çıktı.

İki savaş arası dönemde Almanya gerçekten kimsenin tasarlayamayacağı bir tür film seti gibiydi; devrim, karşı devrim, hiper enflasyon, ekonomik bunalım, çöküş, sokak savaşları, faşizm. İnsanlığın tüm büyük hayallerinin ve en büyük çöküntülerinin, erdemlerinin ve erdemsizliklerinin, ve barbarlığının, ve dahi sadakatinin, ve iki yüzlülüğünün, entelektüel derinliğinin ve cehaletinin, geleceğe aşkının ve geçmişe öfkesinin, geçmişe aşkının ve ana yönelik tiksintisinin, işte bunların hepsinin sahne aldığı bir dönemdi iki savaş arası dönem. Belirlenimlerinden kopmuş gibi görünen bu toplumda eskinin büyük kültleri toza dönüşürken, sıradanlığın ve dekadansın zirvesindeki, sıradan, ikiyüzlü ve haris insanların Goethe’yi, Beethoven’i, Bach’ı, Hegel’i ve Marx’ı insanlığa armağan eden bir toplumu sadece kendisi için değil, tüm Avrupa ve tüm insanlık için bir tür kara vebaya dönüştürdükleri garip bir dönemdi bu. Ve Gregor, sıradanlığın ve ikiyüzlülüğün en gözde temsilcilerinden biri olarak bu dönemde tecelli eden kaderin hem mimarı hem de kurbanıydı.   Şimdi Gregor’un öyküsüne devam edebiliriz.

Gregor 1892’de Yukarı Bavyera’da, Giesenfeld’de doğdu. Babası Peter Strasser Bavyera’yı yüzyıllardır yöneten Wittelsbach sülalesinin bir memuruydu. Wittelsbachların Bavyera’daki hükümranlıklarına 1871’de Almanya’nın birleşmesi sürecinde bile halel gelmemişti. Bavyera birleşik Almanya’nın bir parçası olmasına rağmen ayrıksıydı. Örneğin birleşik Almanya’nın tepesine oturan Prusyalı Hohenzollernler ile Wittelsbachların arasında sürekli bir soğukluk vardı. Bu soğukluğun siyasi, tarihsel ve dini nedenleri vardı. Protestan ağırlıklı Kuzey ve Batı Almanya’nın aksine Bavyera ağırlıklı olarak katolik idi. Almanya’nın federal yapısı içindeki diğer devletlere göre Bavyera, Prusya monarşisi ile arasında sürekli bir mesafe koyamaya azmetmişti.  Bu iki unsur bir araya gelince Bavyera, katolisizmini ve Bayveralılığı öne çıkaran tutucu ve sağcı, ancak güçlü burjuva partilerinin anavatanı olmuştu her zaman (hala da öyledir ya). Gregor bu türden kültürel ve siyasi bir ortamda doğdu. Beş çocuklu bir ailenin en büyük çocuğuydu. İkinci çocuk, Bernhard, I. Dünya Savaşı’nda savaştıktan sonra Benedikten bir keşiş olacaktı. Üçüncüsü, Otto, Nazi hareketinin tarihi içinde oldukça ünlenecek ancak Hitler’in gazabına uğrayarak yurtdışına kaçacaktı. Sonu Gregor’unki gibi olmayacaktı. Dördüncüsü, Olga’dan sonra son çocuk Anton gelecekti. Anton avukat olacak ancak Stalingrad Cephesi’nde kaybolacaktı.

Gregor küçük bir memur ailesinin çocuğu olarak çok büyük bir konfor içinde olmasa da görece rahat bir çocukluk geçirdi. Babası I. Dünya Savaşı öncesinde özellikle Bavyera’da giderek güçlenen muhafazakâr ve milliyetçi bir siyasi görüşü çocuklarına da aşılamaktaydı. Peter Strasser aynı zamanda yerel gazetelerde mahlas ile yazı yazıyordu. Yazdıkları Alman ulusunun karşısına dikilen siyasi ve kültürel tehditleri teşhis etmeye çalışan amatör işi, ucu açık gericiliğe varan makalelerdi. Babalarının bu merakı hem Gregor’u hem de Otto’yu çok etkileyecekti.   

Onu düşünsel yönden etkileyen babasının bütçesi çok istediği tıp eğitimini karşılamaya yetmeyeceğinden lise sonrası Gregor, kayıtlara göre, bir kimyagerin (herhalde eczacıydı ve o günlerde eczacılar böyle adlandırılıyorlardı) yanına çırak girdi, 18 yaşındaydı. Derken I. Dünya Savaşı patladı ve diğer tüm Alman gençleri gibi onun da yaşamı kökten bir şekilde değişti. Hemen orduya katıldı. Verdün ve Somme gibi büyük muharebelere katıldı ve önemli nişanlar kazandı. İleride Alman aşırı sağının ve Nazizmin yönetici kadrosunda bulunacak tüm önde gelen figürler için olduğu kadar, Gregor için de savaş deneyimi çok derin izler bıraktı. Tıpkı diğerleri (Hitler, Göring, Röhm) gibi Strasser de insan öldürürken silah arkadaşlığının, siper yoldaşlığının ve asker dayanışmasının farkına vardı. O da silah altındaki diğer Alman sağcıları gibi safiyane bir şekilde 1918’ün lanetli Kasım’ına kadar savaşı kazandıkklarını düşünüyordu; kaybetmelerine imkan yoktu. Ancak sükut-u hayal yakındı.

Biraz ara verelim ve cepheye gidelim. Aslında 1917 yılı Alman emperyalizminin savaş alanlarındaki performansı açısından çok da parlak geçmemişti. Batı Cephesinde bir tür kördüğüm oluşmuştu; Alman ordusu ile İtilaf devletleri (İngiltere ve Fransa) orduları arasındaki cephe bir o yana bir bu yana kısa ilerlemeler gösterse de hemen hemen olduğu yerde duruyordu, bıktırıcı ve insani yönü ağır bir savaş veriliyordu. Doğu Cephesinde ise olağanüstü bir olay (Bolşevik Devrimi) Alman ordusunu birden çok rahatlattı. Bolşevikler her şeye rağmen barış istediler ve Brest-Litovsk ile (çok yüksek bir bedel karşılığında) barışı elde ettiler. Alman ordusu açısından doğudaki tümenleri Batı Cephesi’ne nakletme şansı doğdu. Bu iyi bir gelişmeydi.

Ancak yeni bir olgu Alman genelkurmayının tüm planlarını altüst eti. Nisan 1917’de ABD savaşa girdi ve önce yavaş sonra da hızlı bir şekilde Amerikan askerleri Avrupa’ya nakledilmeye başlandı. Moral ve fiziksel gücü tükenmek üzere olan İngiliz ve Fransız askerleri için büyük bir destek oldular. Ancak 1918’in başlarında henüz inisiyatif Alman ordusunun, ve onu ellerindeki kırbaçla ileri doğru iten iki titanik figürün, Ludendorf ile Hindenburg’un elindeydi. Bu iki Doğu Prusyalı Junkerin iki savaş arası dönemde, Almanya’daki iç savaş sürecinde Alman aşırı sağına ve Nazizme büyük hizmetleri olacaktı. Aslında 1916’dan sonra zaten hem askeri hem de siyasi olarak Almanya’nın hakimi bu ikisi gibi görünüyordu. Kayzer Wilhelm bir tür vitrin süsüne dönmüş durumdaydı. Birbirini takip eden Junker-burjuva hükümetleri de bu iki hamkafa ne isterse yerine getiriyorlardı.

Velhasıl 1918’in başıyla birlikte Batı Cephesi’nde topyekûn taarruza geçtiler. Doğudan nakledilen tümenlerle birlikte güçlenen hatlarını ileriye doğu ittiler. Başta şaşıran ve bocalayan İtilaf güçleri panik altında geriye çekildiler, hem de geniş bir toprak parçasını geride bırakarak. Gerçekten Gregor da dahil tüm Alman sağcıları zaferin yakın olduğuna inanıyorlardı. Hatta Almanya’da halk zaferi kutlamaya başlamıştı.

Ancak işin özünü sadece kendilerini her şeye hükmeden tanrılar gibi hisseden iki Prusyalı ahmak general biliyordu. Paris’e yaklaşmasına rağmen Alman ordusunun mecali kalmamıştı. Öncelikle bu ilerleme neredeyse bir milyona yakın asker kaybına yol açtı. Alman halkının bu kadar kaybı yerine koyacak gücü yoktu. Ayrıca Fransa içlerine doğru ilerleme cepheyi asker sayısı iyice azalmış Alman ordusunun kaldırmayacağı kadar genişletmişti. Askeri terminolojiyle cephe genişlemiş fakat Alman hatlarının derinliği azalmıştı. Artık küçük bir darbeyle yarılabilir hale gelmişti. Dahası bu harekat Alman ikmal hatlarını zayıflatmış ve düşük gıda ve insan kaynakları dolayısıyla sürdürülemez bir durum yaratmıştı. 

Ludendorf ve Hindenburg bunu bal gibi biliyorlardı.  Bu nedenle hükümete baskı yaptılar ve ünlü 14 noktasını yeni açıklamış Wilson ve ABD ile halihazırda sürdürülen gizli ateşkes görüşmelerinde daha ısrarcı olma emri verdiler. Emri onlar verdiler sonra suçu başkalarına attılar.

Daha da kötü bir gelişme vardı. Rusya’da Şubat ve Ekim Devrimleri, malum, işçi, köylü ve asker sovyetlerinin eseriydi bir yerde. Bu radikal sol dalga Alman ordusunu da etkilemeye başlamıştı.  Bir zaman gizlice faaliyet gösteren asker sovyetleri açıktan propaganda yapmaya başladılar. Almanya’dan önce Alman ordusu bir tür iç savaş yaşamaya başladı. Gregor anılarında “bozguncu” komünist askerlerin nasıl birlik birlik dolaşıp propaganda yaptıklarını büyük bir kinle aktarır. Örgütlenmenin merkezi ise Kiel gibi deniz üsleri ve donanmaydı. Alman sağcılarına göre Alman ordusu cephede yenilmeden önce içeriden sakatlanıyordu.

1918 yazında taze ABD kuvvetlerinin de katılımıyla birlikte İtilaf orduları karşı taarruza başladılar ve Alman Ordularını ünlü Hindenburg hattına kadar süpürdüler. Son yaklaşıyordu. Ayrıca denizde savaşı kaybeden Alman donanması son bir kere saldırıya geçmeye kalkınca soncu belli bu saldırıda kendilerini Kayzer ve Alman gericileri için kurban etmek istemeyen devrimci Alman denizciler Kiel’de ayaklandılar. En büyük darbe buydu, silah altındaki (Gregor’un da içinde bulunduğu) Alman sağcıları bunu hiç unutmadılar. Dahası Wilson yönetimi sürüp giden topyekûn katliamdan ve savaştan sorumlu olan otokrasi Almanya’nın başında durduğu sürece ateşkesin olmayacağını ilan etti. Mesaj çok açıktı. Alman emperyalizmi ve militarizmi için kötü haberlerin sonu yoktu.  1918’in ikinci yarısında müttefikleri tek tek savaş sahnesinden çekilmeye başladılar. Bulgarlar açıkça ateşkes istediler, Avusturya- Macaristan da aynı sona doğru hızla yaklaşmaktaydı. Osmanlı orduları da dağılma sürecindeydiler.

Neticede 1918 Kasım’ında film koptu. Askerlerle başlayan devrim ateşi cephe gerisine sirayet etmişti. Tüm Almanya grevlerle sarsılıyor ve her yerde işçi sovyetleri kuruluyordu. Hem Almanya hem de Alman ordusu iç savaşı yaşıyordu. Alman yönetici sınıfları, Junkerler ve burjuvalar Almanya’yı komünistlerden ve işçilerden kurtarmak için yenilgiyi kabullenmişlerdi. İçeride kazanabilmek için dışarıda kaybetmeliydiler.  Üstelik ordu giderek devrimci askerlerin egemenliğine girmeye başlamıştı bile. Nitekim 8 Kasım’da Hindenburg ve Kayzer görüştüler, sonrasında General Groener (ki Lundendorf’un yerine atanmıştı) Kayzer’e artık ordunun onun emirlerine uymayacağını bildirdi. ABD yönetiminin ateşkes için ön şartı, Alman komuta kademesinin barış için Kayzer’den vazgeçmeye meyilli olması ve Alman işçilerinin fiili isyanı; tüm bunlar Kayzer’i tahttan çekilmeye zorunlu kıldı. 700 yıllık Hohenzollern hanedanı son buldu, muhafazakar Junker hükümet istifa etti ve Alman Sosyal demokratları iktidarı kucaklarında buldular. Hindenburg, Alman burjuvaları ve Junkerler onlar için kestaneleri ateşten alacak safı bulmuşlardı. Ebert ateşkesi ilan etti ve Alman ordusunun büyük bir bölümü terhis edildi. Kudretli II. Reich sona erdi, güdük Weimar Cumhuriyeti başladı.

Gregor da terhis edilenler arasındaydı. İnanamıyordu, neredeyse kazanacaklardı. Gregor da diğer Alman aşırı sağcıları ve faşistleri gibi Almanya’yı “arkadan bıçaklayan” koalisyonu teşhis etmişti;  ordunun düzenini bozan komünistler, ateşkes isteyen sosyal demokratlar, ordunun altını oyan burjuva politikacılar, sadece kendilerini düşünen Junkerler ve savaş süresince halkı sömüren Yahudiler. Faşistler her şeye karşıydılar. Alman ordusu kendini bitirerek içindeki iç savaşı de bitirmişti. Oysa Almanya’da iç savaş sürüyordu ve Gregor nefret ve gazap ile donanmış bir şekilde hazırdı.

Devamı haftaya….

SERDAL BAHÇE / SOL

Rusya NATO’dan garanti alabilecek mi? - (ERHAN NALÇACI-SOL)

'NATO bir adım geri atabilir, göreceğiz. Ama asla doğuya doğru NATO’yu genişletme fikrinden vazgeçmeyeceklerini her iki tarafta biliyor olacak.'

Suat Derviş 1937’de İstanbul’dan Odessa vapuruna bindi. Sovyet vapuru ile Karadeniz’i aştılar, Odessa’da bir gece kaldıktan sonra Moskova treninde kompartmanına yerleşti. Tıpkı aynı yolculuğu yapan 1930’lu yıllardaki Türkiye’den heyetler, 1960 sonrası Sovyetler Birliği’ni ziyaret eden Yaşar Kemal, Melih Cevdet Anday ve birçok sanatçı gibi. Hepsi sosyalizmin yayıldığı toprakların uçsuz bucaksızlığına şaşırarak ilerlediler yataklı vagonlarında.

Artık bu kıskandırıcı yolculuğu yapmak mümkün değil!

Belki zorlansa bir vapur bulunabilir Odessa’ya giden, ama Sovyetler Birliği yok ortada. O dönemde Rusya ve Ukrayna Sovyet Sosyalist Cumhuriyetleri bir bütünleşme içindeydi. Milliyetçilik sapkın bir burjuva ideolojisi olarak mahkûm edilmişti. Sanayi, tarım, ulaşım, bilim üretimi ortak bir merkezi planlamaya bağlıydılar. Nehirler burjuva mülkiyetinin dar bakışından uzak sınırlar boyunca sundukları olanaklarla coğrafyaları birleştiriyordu.

Şimdi şu hale bakın!

Tüm emekçilere ait olan mülk yağmalanmış, tekrar sömürücü sınıflar ortaya çıkmış, milliyetçilik utanılacak bir ideoloji olmaktan çıkıp genç nesillerin beynine işlemiş.

Artık emperyalist rekabetin fay hatlarından başlıcasını Ukrayna ve Rusya sınırı oluşturuyor.

Ukrayna çıkardığı yeni bir yasayla Dinyester, Dinyeper ve Dunabe nehirlerini Rus gemilerine yasakladı. İki ülkenin komşuluğun getirdiği doğal bütünleşmesi suni bir şekilde kırıldı. İki ülke arasındaki ticaret hacmi ise yok oluşa doğru gidiyor.

Bu ekonomik bütünlüğün kırılmasının Rusya üzerinde de etkisi olmalı ama Ukrayna halkı ağır bir ekonomik krizin ürünü olan yoksullukla boğuşuyor.

Öte yandan Ukrayna Batı emperyalizminin kullanışlı bir aracı durumunda. Kentlerinde Neo-Nazilerin gövde gösterileri yapılırken Batı’nın silah ve askeri uzmanları Ukrayna’ya yığılıyor.

AB Dış İlişkiler sorumlusu Borrell’in geçen hafta Donbass’ta cepheyi ziyaret etmesine ne diyorsunuz? Bir ülkenin siyasileri cepheye gidebilirler tabi, ama başka bir siyasi oluşumun dış işleri sorumlusunun cepheye doluşmuş Ukrayna ordusunu ziyareti ne kadar kötü niyetli bir kışkırtıcılık.

Hep bir ağızdan Rusya’ya “Eğer Ukrayna’ya saldırırsan büyük bir bedel ödeyeceksin” diye bağırıyorlar. İlk kısmının yalan olduğunu bildikleri için kafalarında “büyük bir bedel ödeyeceksin” büyüyor, “Ah keşke bir hata yapsalar ve Ukrayna’ya saldırsalar”a dönüşüyor.

Bu koşullarda Rusya NATO’ya bir ültimatom verdi. NATO’nun daha fazla doğuya doğru genişlemeyeceğine veya Ukrayna’ya balistik füzelerin yerleştirilmeyeceğine ilişkin garanti istedi. Aksini savaş nedeni sayacağını bildirdi. İşler ciddiye bindi neresinden bakarsanız.

Askeri uzman olmaya gerek yok, aşağıdaki haritaya bakılırsa neden Rusya’nın kırmızı çizgi çektiği anlaşılıyor:  


    Ukrayna ve Rusya’nın bir kısmının görüldüğü haritada Ukrayna sınırının Moskova ve Volgograd'a      (Stalingrad) ne kadar yakın olduğu fark ediliyor. Balistik füzelerin Ukrayna’dan atılması durumunda hedeflere dakikalar içinde ulaşacağı ve Rusya’yı yumuşak karnından vuracağı bildiriliyor.

Okuyucu haritaya baktığı zaman Rusya’nın NATO’dan istediği garantiyi daha iyi anlayacaktır. Ukrayna sınırından Moskova’ya 800 km, bir sanayi bölgesi olan Volgograd’a 400 km kadar bir mesafe var. Eğer Ukrayna’ya Batı emperyalizmine ait balistik füze yerleştirilirse bunun 7-8 dakikada, eğer füzeler hipersonik ise 5 dakikadan az bir zamanda hedeflere ulaşacağı öngörülüyor. Anladığımız kadarı ile bu önlem alınması çok zor bir süre ve bu nedenle füzelerin yerleştirilmesi veya Ukrayna’nın NATO’ya girmesi baştan savaş nedeni olarak görülüyor.

Volgograd okuyucu için özellikle seçildi, Hruşçev tarafından işçi sınıfı tarihi kirletilmeden önce Stalingrad olarak anılan bu Sovyet sanayi kenti Nazi Ordusunun kuşatmasına 150 günden fazla dayanmış ve Alman faşistlerinin 6. Ordusu burada yok edilmişti.

Ayrıntıya gerek yok, Rusya’nın istediği garanti koşulları Rusya ve NATO arasında 9 Ocak’ta başlayıp 13 Ocak’a kadar çeşitli kent ve kurumlarda müzakere edilecek.

NATO burada bir adım geri atabilir, göreceğiz. Ama asla doğuya doğru NATO’yu genişletme fikrinden vazgeçmeyeceklerini her iki tarafta biliyor olacak. Hemen bütün eski sosyalist devletler bu karşı-devrimci ve emekçi sınıfların düşmanı örgüte katıldılar. 1999’da Macaristan, Çekya ve Polonya ile başlayan süreç, 2004’te Bulgaristan, Romanya, Letonya, Litvanya, Slovakya, Slovenya, 2009’da Arnavutluk, Hırvatistan, 2017’de Karadağ ve 2020’de Kuzey Makedonya’nın katılması ile devam etti. Şimdi sırada Ukrayna ve Gürcistan bulunuyor.

Tabi ki Batı emperyalizmine bağlı tekeller Orta ve Doğu Avrupa’ya hâkim olmak istiyorlar. Bu kuşkusuz, ama daha önce yazdığımız Rusya’yı Avrupa ve Karadeniz’de oyalayıp Çin’i Pasifik’te yalnız bırakma taktiğini unutmayalım.

Bir gün İstanbul’dan Odessa’ya, oradan lokomotifi kızıl yıldızlı bir trenle sosyalizmin uçsuz bucaksız coğrafyasında yolculuk etme umuduyla…

(ERHAN NALÇACI-SOL)