Covid’in yarattığı yoksulluk (I-II-III) - HAZIRLAYAN: UĞUR ŞAHİN / BİRGÜN

 (I) Covid’in yarattığı yoksulluk

Başlarken...


Çin’in dünyaya yeni bir koronavirüs keşfettiğini duyurmasının üzerinden geçen iki yıl, toplumsal yaşam üzerinde ciddi izler bıraktı, bırakmaya da devam ediyor. Bugüne dek 379 milyon 259 binin üzerinde insanın yakalandığı salgın hastalık nedeniyle 5 milyon 693 bini aşkın kişi yaşamını yitirdi. Neoliberal ekonomilerin tahribatı altında karşılaşılan salgın, krizlerle boğuşan halkları her geçen gün daha da çıkmaza sokuyor.

Hâlihazırda var olan eşitsizlikleri tırmandıran pandemi, ‘birileri’ için pek de mühim değildi. Öyle ki bu dönemde dünyanın en zengin 10 insanı, toplam varlıklarını toplamda 1,5 trilyon dolara çıkarırken, yaklaşık 160 milyon kişi yoksulluğa sürüklendi. Covid-19 krizi şüphesiz hepimizi etkiledi. “Bu salgın ne zaman bitecek” sorusunu defalarca sarf ettik. Bu yazı dizisinde İrlanda, İtalya, Almanya, Portekiz, Kanada ve Türkiye’de Covid-19 sürecinde yaşananlara mercek tuttuk. Altı ülkeden akademisyenler, salgının derinleştirdiği yoksulluktan uzaktan çalışma modeline, kentlerin durumundan konut krizine bir dizi soruyu yanıtladı.

                                                                      ***

(II) Sefalet salgını

İrlanda’dan Sosyal Politika Uzmanı Dr. Matthew Donoghue, “Covid-19, refah sistemlerinin yetersiz olduğunu günyüzüne çıkardı” diyor ve ekliyor: “Devletler sadece konu ekonomiyi kurtarma olunca para bulabiliyorlar”


İrlanda yakın zaman önce Covid-19 tedbirlerini kaldıran ülkelerden biri. Ülkede artık maske takmak ve insan yoğunluğunun fazla olduğu etkinliklere girmek için aşı şartı ya da PCR testi belgesi bulundurmak zorunlu değil. Bu kararın gerekçesi ise ‘Omicron varyantı dalgası’nın atlatılması.


John Hopkins Üniversitesi’nin verilerine göre, 4,9 milyon kişinin yaşadığı ülkede bugüne dek 1 milyon 183 bini aşkın insan koronavirüse yakalandı. Son 28 günde toplam 357 bin yeni vaka tespit edildi, 224 kişi yaşamını yitirdi. Koronavirüs kaynaklı ölüm sayısı ise toplamda 6 binin üzerinde.

Nüfusunun yüzde 78’i ‘tam aşılanmış’ olan İrlanda, Covid-19 günlerinde aldığı kararlarla bir dönem ‘örnek ülke’ olmasıyla hafızalarda. Zira alınan önlemler sayesinde Avrupa’da en düşük Covid-19 vaka sayılarından birine sahipti bu ülke. Ta ki hükümetin önlemleri gevşetme kararını almasına dek. 14 Ocak 2021 tarihinde İrlanda, nüfusuna oranla en çok vakanın görüldüğü ülke olmuştu. Nereden bakılsa ders niteliğindeydi yaşananlar. Bu zaman zarfında ülkenin sağlık sistemi de tartışmaya açıldı. Öyle ki OECD22 grubu içindeki ortalamadan daha düşük yoğun bakım yatağına sahiplerdi. 100 bin kişiye 5 yoğun bakım yatağı düşüyordu bu ülkede.

‘EŞİTSİZLİK ÖLDÜRÜR’

Kuşkusuz tüm bunlara ek olarak İrlanda’da da salgın, eşitsizliği daha da belirginleştirdi.

Dublin Üniversitesi Akademisi’nde Sosyal Politika Öğretim Üyesi olan Dr. Matthew Donoghue göre, İrlanda, dünyadaki en yüksek aşılama oranına sahip ülkelerden biri ancak vaka sayılarında son dönemde bir artış söz konusu. Dr. Donoghue, hastaneye kaldırılan, yoğun bakıma yatırılan ve yaşamını yitirenlerin çoğunun aşısız olduğuna vurgu yapıyor.
Bu nedenle konu elbette ‘aşı eşitsizliği’ne geliyor.

İrlandalı Sosyal Politika Uzmanı’nın bahsettiği aşıdaki adaletsizliğin boyutu korkunç durumda. Bunu Londra merkezli yardım kuruluşu Oxfam’ın “Eşitsizlik Öldürür” başlıklı raporu da gözler önüne serdi. Rapora göre, hâlihazırda üç milyardan fazla insanın Covid-19’a karşı iki kez aşılanmasına karşın düşük gelirli ülkelerdeki insanların yalnızca yaklaşık yüzde 9’u ancak bir doz aşılanabildi. Salgın ikinci yılını geride bıraksa da aşılardaki adaletsiz dağıtım sorunu hâlâ giderilemedi. Patent koruması da askıya alınmadı. 1982’de varlıklı ülkelerde piyasaya sürülen fakat 2000’e gelindiğinde bile dünyanın en yoksul ülkelerinden sadece yüzde 10’unun erişebildiği Hepatit B aşısı hatırlandığında yaşananlara hiç şaşırılmaması gerek.

Dr. Donoghue, aşı eşitsizliğini iki nedene bağlıyor: “İlki, devletlerin kendi vatandaşlarının sağlıklarına odaklanması. Aynı zamanda devlete bir statü sağlama meselesi... ABD’de Trump yönetimi sonrası ve İngiltere’de son yıllarda görülen milliyetçiliğin yükselişi düşünüldüğünde bu dürtü özellikle geçerli. İkinci sebep ise küresel politik ekonomidir; ticari kuruluşlar, devletler gibi, kendi çıkarlarını korumaya çalışıyor. Çünkü patentlerin açıklanması farmakoloji firmalarının kârlarına zarar verecektir.” Oxfam’a benzer bir diğer raporu Uluslararası Çalışma Örgütü (İLO) hazırladı. Rapora göre dünya genelinde 4 milyarı aşkın insan sosyal korumadan yoksun durumda. BM’ye bağlı örgüt, salgın yüzünden dünya çapında 100 milyondan fazla çalışanın yoksulluğa sürüklendiği görüşünde.

DİBE DOĞRU YARIŞ

Dr. Donoghue, “Bu iki yılda dünyada sosyal refah sistemleri açısından ‘dibe doğru yarış’a tanıklık ettik” ifadesini kullanıyor: “İlk olarak, daha gelişmiş refah sistemleri olan ülkelerin nüfuslarını en iyi şekilde koruyabildiklerini biliyoruz. İkinci olarak pandemi devletlerin cömert refah sistemlerine güç yetiremediği ve bütçe artıklarını işletmeleri gerektiği şeklindeki ideolojik anlatıyı gözler önüne serdi. Devletler konu ekonomiyi kurtarma olunca para bulabiliyorlar. Birçok ülkenin maliye bakanı, şartlar izin verir vermez ‘mali kısıtlamaya dönüş’ün sinyalini vermiş durumda. 2008 sonrası finansal neoliberalizmin sonunun geldiği şeklinde anlatı vardı. Aksine neoliberalizm daha da kök saldı. Bu anlatının yeniden tutunmasına izin vermemeliyiz.”

İrlanda, Avrupa ülkelerinde brüt asgari ücretin en yüksek olduğu ikinci ülke (Bin 775 avro). Türkiye ise brüt asgari ücrette 25 ülke içinde 24’üncü sırada. Ücret farklı olsa da pandemi sonrası iki ülkede de yoksulluk riski altında olanların sayısı katlandı. Dr. Donoghue de salgınla birlikte hem İngiltere’de hem de İrlanda’da yoksulluğun şiddetlendiğini söylüyor. Akademisyen, “Covid-19, bu refah sistemlerinin yetersiz olduğunu gün yüzüne çıkardı” diyor ve ekliyor: “Sadece çalışmak yeterli güvence sağlamıyor. Pek çok aile, sefalet ve yoksulluktan sadece bir maaş çeki uzakta. En çok Covid-19 riski altında olanların sadece belli yaş grupları ve tıbbi arka plandan ibaret olmadığını, aynı zamanda yoksul ve belli etnik kesimlerin en riskli grupları oluşturduğunu gördük. İngiltere’de yapılan bir araştırmada, etnik azınlıkların Covid-19 açısından en riskli grup olduğu görüldü. Bu gruplar ‘evde kalmaya’ güç yetiremeyen düşük ücretli emekçilerden oluşuyor.”


Peki salgından çıkarılacak dersler ne? Dr. Donoghue’nin cevabı net: “Salgın olumlu değişiklikler yapmak üzere kullanılabilir. Ancak bunun için siyasi irade olmalı. Aşağıdan doğru üretilen taleplere ihtiyacımız var. Bu, bir pandeminin ortasında kolay bir şey değil. Ancak bir gün pandemi sonlanacak ve bizler daha iyi bir dünya için mücadele etmeye ve örgütlenmeye hazırlıklı olmalıyız.”

                                                                             ***

Koronavirüs ev ve iş yaşamını flulaştırdı

Pandemi, tüm dünyada çalışma sistemlerini de değiştirdi. Bu süreçte çoğu şirket, ofis yerine ‘hibrit’ ve ‘uzaktan çalışma’ modeline geçti. Salgın hastalık sadece çalışma modelini değil, sektörleri de etkiledi. Örneğin yeme-içme, perakendecilik ve hemşirelik en çok etkilenen alanlardan. Dr. Donoghue’ye göre, evden çalışmanın etkisi sektöre, işe, hatta aile içindeki farklı mesleklere bağlı olarak bile farklılık gösteriyor. İrlandalı akademisyen, “Orta gelir grupları için evden konforlu bir şekilde çalışmak daha kolay. Bazılarının ise böyle bir seçeneği yok” diyor ve ekliyor: “Yine de bir fırsat veya lüks olarak sunulsa da evden çalışmak, beraberinde bazı maliyetleri getiriyor. Ev ve iş yaşamının flulaşması büyük bir problem. Belki de Fransa’daki ‘internete bağlanmama hakkı’ gibi açık bir yasal mevzuat gerektirecek (Fransa’da çalışanların mesai saatleri dışında iş e-postalarına bakmak zorunda olmamasını sağlayan yasayı kast ediyor). Dr. Donoghue, “Evde çalışma modeli, çalışanların bir aradalığı ve sendikalı olmasını ortadan kaldırması açısından önemli bir problem” ifadesini kullanıyor ancak “yeni yollar”ın bulunması gerektiğini de söylüyor: “Yaygın bir şekilde emeği örgütleyebilmek için en etkili yolların ne olduğunu kavrayabilmek için ilham almamız gereken şeyler var. Eski stratejileri, örgütlenme ve yoldaşlık biçimlerini unutmadan, yeni dayanışma formları bulmamız gerekecek.”

                                                                             ***

Yoksullara konut da yok

Tıpkı Türkiye’de olduğu gibi, dünya genelinde barınma krizi yaşanıyor. Bundan özellikle yoksullar etkileniyor. Almanya’nın başkenti Berlin’de, binlerce konutun kamulaştırılmasına dair yapılan referandum akıllarda. Peki ya İrlanda’da durum ne ve salgının bu süreçte etkisi ne oldu? Şöyle yanıtlıyor, Dr. Donoghue: “İrlanda’da derin bir konut krizi var. Konut piyasası el yakıyor. Dublin’de iki odalık bir ev için ortalama kira aylık bin 600 avroyu aşıyor. Bu da pek çok insanın ev satın almak için teminat biriktirmenin imkânsız olduğu anlamına geliyor. Bu, geleneksel olarak ev mülkiyetine dayalı bir toplum olan İrlanda gibi bir ülkede önemli bir problem. Pek çok protesto ve eylem düzenlendi ancak hükümet konut ihtiyacı olanları değil de ev sahipleri ve müteahhitleri desteklemeyle daha ilgili. Sosyal konut sistemi yetersiz. Devlet gerekli sayıda ev yapmadığı gibi boş mülkiyetleri de ıslah etmiyor. Bu durum ev fiyatlarını suni olarak yükseltiyor. Emlak balonu patlaması riski de göz ardı edilemez.”

                                                                          ***

(III) Fatura yine savunmasıza

İtalya Milano Bicocca Üniversitesi’nden Profesör David Benassi: Fakir ülkelerin eskisinden daha da fakirleşmesi muhtemel. Dolayısıyla fatura savunmasız insanlara yansıdı.


Pandemiden en çok etkilenen ülkelerin başında gelen İtalya, salgın yönetiminde “tarihe geçmiş” bir ülke… Dünya Sağlık Örgütü’ne (DSÖ)’ye göre, Fransa’dan sonra en verimli sağlık sistemine sahip ülkede, pandeminin başlarında hastanelerde yatacak yer kalmamış, morglar dolmuş, cenazeler de askeri araçlarla taşınır hale gelmişti. Neoliberal tasarruf politikalarıyla birlikte kapitalist sağlık sisteminin neden olduğu çöküşe tüm dünya tanık olmuştu.

Ülkede bugüne dek 10 milyon 925 bini aşkın insan koronavirüse yakalandı, 146 binin üzerinde kişi hayatını kaybetti. Salgınla geçen iki yılda İtalya’da yaşananlardan çıkarılacak önemli dersler var.

Fakat İtalya için tek sorun bunlar değil. Almanya ve Fransa’dan sonra AB’nin üçüncü büyük ekonomisi olsa da ülkede yoksulluk oranı olağanüstü artmış durumda. Ülke nüfusunun yüzde 9,9’una denk gelen 5,6 milyon kişi "mutlak yoksulluk sınırı" altında yaşıyor.

İtalya Milano Bicocca Üniversitesi’nden Prof. Dr. David Benassi, yoksulluk, eşitsizlik ve sosyal politikalar çalışan bir akademisyen. BirGün’ün sorularını yanıtlayan Prof. Dr. Benassi, “Fakir ülkelerin eskisinden daha fakir olması muhtemel” diyor.

Ülkenizdeki son duruma ilişkin gözlemleriniz neler?
Nüfusun büyük kısmının aşılanması ve halka açık yerlere girmek için zorunlu bir yeşil kart edinilmesinin yürürlüğe konulmasıyla birlikte, virüsün yayılımı sınırlandırıldı. Birkaç kentte aşı karşıtı grupların neden olduğu bazı sıkıntılar yaşanıyor.

İLO’nun raporuna göre, şu anda 4,1 milyar insan sosyal koruma sistemlerinden hiçbir gelir güvencesi elde edemiyor. Bu tablonun nedeni için neler söylenebilir?
Bu insanlık tarihinin resmidir! Fakir ülkelerin en sonunda eskisinden daha fakir olması ve zengin ülkelerin nüfuslarını korumak için aşıların ve diğer kaynakların varlığı sayesinde bu ekonomik durgunluktan daha hızlı kurtulmaları muhtemel. Zengin ülkelerin sınırlı kaynaklara sahip tüm ülkelerin ihtiyaç duyduğu aşıların büyük bölümünü kendileri için stokladığı da bir gerçek.

Pandemiyle birlikte İtalya’da yoksulluk daha da şiddetlendi mi?


İtalya’da yoksulluk da artmış durumda. Resmi istatistiklere göre, 2020 yılında, 2019’dakine göre artık yaklaşık 1 milyon daha fazla yoksul insan hayat mücadelesi veriyor (2019’da 4,6 milyonken bu sayı 2020’de 5,6 milyona ulaşmıştır). Artış daha da büyük ölçeklerde olabilirdi; ancak 2019’da çok düşük gelirli aileleri hedefleyen yeni bir yardımın tanıtılmasının telafi edici bir etkisi de oldu (Vatandaşlık Ödeneği). AB üyesi olmayan ülkelerin vatandaşları, Vatandaşlık Ödeneği’ne sınırlı erişimleri olduğu için, salgından daha fazla etkilenmiş durumda. Son olarak, tarihte ilk kez yoksulluk kuzeyde (geleneksel olarak İtalya’nın daha zengin kısmı) güneye göre daha fazla arttı. Dolayısıyla, bu durum faturanın savunmasız insanların cebine yansıdığı anlamına geliyor.

Salgınının ilk günden bugüne, yoksullar özelinde ortaya çıkardığı en net fotoğraf sizce ne?
Salgının, yaşam süreci boyunca giderek daha fazla insanı etkileyen genel bir güvensizlikle karakterize edilen toplum modelimizin yapısal zayıflığını ortaya çıkardığını düşünüyorum. Robert Castel’in “aidiyetini koparma” dediği şey budur. Salgından asıl etkilenen elbette yoksullardır, ancak toplumsal bağların, iş piyasasının ve refah devletinin korumasının zayıflaması hepimizi ilgilendiren bir durum.

Peki, pandemide uzaktan çalışma yaygınlaştı. Fakat bu “mesai” kavramını ortadan kaldırdı. Nasıl değerlendirirsiniz?
Bunun hem olumlu hem de olumsuz etkileri var. Uzaktan çalışma biçimi devlet tarafından düzenlenmeli. Bu modelin risklerinden biri de işçilerin bireyselleşmesini ve sendikalardan kopuşuna sebep olabilmesi. Sendikalar işçileri örgütlemek için yeni yollar bulmak zorunda.

Son olarak dünya genelinde yoksullar için bir barınma krizi yaşandığı ortada. Ülkenizde konut sorunu yaşanıyor mu?
Ev fiyatlarının çok yüksek olduğu bazı büyük şehirlerde konut sorunu yaşanıyor. Bazıları mortgage sisteminden kaynaklı sorunlar yaşasa da ailelerin yüzde 80’i kendi evinde oturuyor; konut sorunu İtalya’da öncelikli bir sorun değil. Kiralık ev piyasasının sınırlı olması, büyük şehirlerdeki göçmenleri de etkiliyor. Pandeminin konut sorununu çok ağırlaştırdığını düşünmüyorum. 30-40 yıldır gerçek bir sosyal konut politikamız yok.





'Metin Oktay bir antitezdir...' - İSMAİL SARP AYKURT / SOL

 

2 Şubat 1936’da doğan Metin Oktay, futbolculuğu, karakteri, siyasi fikirleri ve emekten yana duruşuyla ‘vefasını’ sürdürüyor.

Ben Metin Oktay’ı izleyemedim. Bu sebeple yazılanlar eskilere referans verse de bir nostalji olmanın ötesinde duruyor. 

Zaten hem futbol kamuoyuna hem de futbolun toplumdaki yerine bakıldığında Metin Oktay’a sahip çıkmak bir nostaljinin ötesine varmak zorunda. 

Ülkemizin çağırdıkları arasında bu da var. 

Bu kadar yeniye, dayanışmaya ihtiyaç duyuluyorsa bir ülkede, tam da bu yüzden feyz alıp ilerlemek gerekiyor, durmadan.

'Metin Oktay bir antitezdir...'

Metin Oktay öyle yapmış işte. Öyle bir yere gelmiş oturmuş ki, bir futbolcu olarak anılmanın ötesine erişmiş. Paranın futbolu bir monark gibi yönettiği bir dönemde, ayaktopunun "endüstriyel futbol" olarak adlandırıldığı emperyalist çağda, biriken kirin açık bir reddiyesine, antitezine dönüşmüş.

Paranın futbol hükümranlığı ile Metin’in gol krallığı aynı şey değil o yüzden.

Metin’in golü, sadece çizginin ötesine geçip kalmamış, futbolun saf ve temiz hâlinin temsiline varmıştır.

O da düzene, rutine, kötünün iyisine teslim olmamıştır

Elbette ki tek değildir, ama en müstesna parçalarından birisidir.

Başa dönersek, benim Metin Oktay’ı canlı izlemişliğim yoktur. Ama başrolünde kendisinin oynadığı siyah beyaz film Taçsız Kral’ı izlemek bana hep bir şeyler anlatmıştır.

Futbol da bir kavgadır, Metin o kavganın emek tarafındadır. Futbolun direksiyonunda sermaye olsa da hep emek hatırlanır, aranır.

Aralıktan bakınca, Metin Oktay oradadır.

Sahadaki Metin ile dışarıdaki Metin arasındaki farkın hiç olmadığını söylerler. Tekrarlamaktan bıkılmaz, Cemal Süreya da demiyor mu zaten? “Bir özelliği de hiç şımarmamış olmasıdır” ve “o, rolünü yanında oynayan başka oyunculara bırakmıştır” diye...

Haksız ya da yanılmış mıdır? Şımarıklar paranın yanındadır. Para artıkça para sevgileri de artmış, sağ siyasete bulaşmış, egoları tavan yapmıştır.

Metin onlardan değildir. Vefalıdır, onun krallığının nedeni ‘taçsız’ olmasıdır.

'Sahi mi Metin? Bu son mu?

Bir Fener-Cimbom maçında herkesin onu ayakta alkışladığı bir futbol centilmenidir. Kariyerinde yalnızca tek bir kırmızı kart görmüştür. Ona kartı Avusturyalı hakem Franz Wöhrer çıkartmıştır. Yıl 1968, dakika 73’tür; gerçi kart gösterememiştir Wöhrer, o zamanlar kartı yoktur hakemlerin...

‘Allahaısmarladık’ dediğini söyler Wöhrer, kariyerindeki tek karttır. Fenerbahçelilerin Metin Oktay'ın oyundan çıkmasına sebep olan futbolcuları Yılmaz Şen’i ıslıkladıkları söylenir.

1969’da bitirirken kariyerini Can Bartu ile formasını değişerek noktalayacaktır. Tercüman gazetesi onun için şunu yazacaktır: “Sahi mi Metin, bu son mu?”.

'Artık futbol oynanmayacak...'

Son maçta İslam Çupi’nin maç yazısında onun için şöyle bir not yer alır: “Beyler bundan sonra bilet almak için birbirinizi boşuna çiğnemeyin. Çünkü burada artık futbol oynanmayacak...” 

Omuzlardayken bakmayın başına taç giydirdiklerine, tacı yoktur ama karakteri, adanmışlığı, fikri vardır emeğe yaslanan... Galatasaray’ın zamanında az taraftarı olduğunu söylerler ya, Metin topyekûn bir Galatasaray’a dönüşmüştür o vakit.

'Solcu bir futbolcu: Metin Oktay...'

Futbolumuzun bir diğer büyük efsanesi, komünist futbolcu Metin Kurt, Metin Oktay’ı şu sözlerle anlatır:

“Türk futbol tarihinde, taraflı tarafsız tüm sporseverler için Metin Ağabey efsane bir isimdir… Özel yaşamında tüm insanlara karşı derin bir sevgi beslemiş, her zaman dara düşen sporcuların ve dostlarının Hızır gibi imdadına –maddi veya manevi- yetişmiştir. Deniz Gezmiş, Hüseyin İnan, Yusuf Aslan’ın idamına karşı yürütülen imza kampanyasına katılarak onların verdiği mücadeleye karşı ne kadar duyarlı olduğunu göstermişti. Onun bu yanını insanlarımızın çok azı bilir...”

Metin’lerden ilham alan futbolcu neslinin soyu ise kurumuştur. 

Cemal Süreya’ya dönelim biz: “Metin’de kendini diğer futbolculardan büyük gösteren bir şey var. Nedir bu? Teknik mi, beden gücü mü, sezgi mi?” diye sorar üstat...

Bunların hepsi var evet, ama onu büyüten başka bir şey daha var.

O, Metin’in vefasıdır; hem işçi sınıfına hem de sevdiklerine...

“Bizi sevenleri üzmeyelim baba”dır, Metin Oktay.

Onu, emekçilerin taçsız kralı yapan bunlardır.

'Benim ayak oyunlarımın ne sözü olur, mecliste sizlerin arasında?'

Denizlerin idamını engellemek için koşturması, imza toplaması, Türkiye İşçi Partisi’ne verdiği oy, makine işçisi babası ile ev hanımı annesinin emeği ile geçen hayatı, meclisteki düzen partilerinin vekillik tekliflerini reddedip “Benim sahada yaptığım ayak oyunlarının ne değeri olur, ne sözü olur, mecliste sizlerin arasında” cevabı onu, gönüllerde ve zihinlerde başka bir yere bağlamıştır.

Farkı şudur, attığı goller onu anlatmaz. O attığı gollere anlam katmıştır.

Karakteri attığı onca golün, becerinin, tekniğin hiç arkasına düşmemiştir. Büyüklüğü buradadır.

Belki gerçek tacımız yok ama...

İzmirlidir Metin, 2 Şubat 1936’da meşin yuvarlak ile olan ilk temasını kendisi anlatır:

“Yumuşacık, yusyuvarlak... Hareketli... Ele, avuca sığmaz...Zıp zıp zıplar, yerinde duramaz. Onunla ilk tanıştığım gün, ayakkabısının bağlarını bile kendi bağlayamayan, yürümeyi yeni yeni öğrenmiş minicik bir çocuktum... ‘Sen nereden çıktın?’ der gibi vurdum ona... O ilk vuruşla birlikte, yolum da değişti, hayatım da. Çaresiz, kader bağlamıştı bizi. Ondan ayrılamıyordum. Benim en iyi arkadaşım olmuştu”...

Onu şöyle anlatırmış bir arkadaşı: “Metin Oktay hiçbir zaman profesyonel olamadı, hep amatör oldu. Paraya asla önem vermezdi”.

Başka bir arkadaşı Rıfat Pala ise onun şöyle anlatmıştır: “Bir gün bir simitçi çocukla karşılaştık. Simit tablasını simitleriyle birlikte zorla elinden almışlardı. Metin, ne kadar simit kaybettiğini sorup, hesapladı. Sonra cebindeki bütün parayı alıp simitçiye verdi ve sonra da bana dönüp ‘Rıfat, senin cebinde ne kadar var’ diye sordu”...

Parayı elinin tersiyle itmesi, filmden bir kare değildir yalnızca, gerçektir.

Eşi Servet Oktay anlatır: “Etrafına sürekli pozitif enerji yayardı. 30 yıl aynı evde yaşadık. Bir gün kalp krizi geçirdi ve doktor istirahat verdi. Metin balkondaydı, yağmur da çok şiddetliydi. Karşıda bir kadın, çok yoksul; hâlinden belli. Metin giymiş üzerine yağmurluğunu, arabayı çıkarmış ve kadını evine kadar götürmüş. Alışverişteydim, eve geldim; Metin yok. Çılgına döndüm. Bana, ‘bir şey olmaz korkma. Kadın, zavallı, hasta biriydi’ dedi.

Metin Oktay amatör, sportmen ve emektar bir futbol ruhudur.

'Fenerbahçe'nin büyüklüğünden...'

Şimdiki gibi iğdiş edilmiş değildir, Sadece Galatasaraylılar sevmez onu. Kadıköy’de Fenerbahçe Parkı’na Metin’in heykelinin dikilmesi için izin istendiğinde “şeref duyarız” cevabını veren Fenerbahçelilerdir.

Tıpkı onun ağları yırtan golü attığında, o golün neden hatırlandığını soran gazeteciye verdiği cevap gibiydi her şey: “Fenerbahçe’nin büyüklüğünden!”...

Metin Oktay profesyonel futbolun reddiyesi bir beşeriyettir.

Siyasi tutumunu, görüşlerini gizlemeye ihtiyaç duymadı.

İlla futbol deyince golcülüğünü de hatırlamalı mı?

O zaman söz, büyük efsane Lefter’in:

“Çok sevdiğim bir arkadaşımdı. Yan yana oynadığımız zaman maçın golsüz bitmesi diye bir şey söz konusu olamazdı. O hazırlar, ben atardım, ben hazırlardım, o atardı!”...

Şöyle bitirmek makul olsa gerek.

Arda Uskan’ın anısıdır.

Ve Metin Oktay’ın son gecesidir, hayatta.


“Bizler sanattan konuşuyorduk ya, onun da gözlerimle seyrettiğim birçok golünün bir sanat eseri olduğunu söyledim. 1960’taki efsanevi maçta İskoçya’ya attığı golü, İstanbul’da bir AKG maçında iki taraftan iki kişi koluna girdiği halde, arkası kaleye dönükken 90’a taktığı golü anlattım ve bunların sırrını sordum. ‘Ellerini uzat’ dedi. İki elimi uzattım, avuçlarım yere dönüktü. O da ellerimi avucuna aldı, ‘Şimdi’ dedi, ‘İstediğin elini çek ben yakalayacağım.’ Ellerimi, Metin Oktay’ın avucundan kurtaramadım.  ‘İşte bu reflekstir bana o golleri attıran.’ Sonra ben de ona parmaklarımla bir gitarcı numarası yaptım. Benim ona şaşırdığım gibi o da benim tek elle alkış sesi çıkarmama bayıldı. ‘Bunlar işin fizik tarafı’ deyip Nazım Hikmet’ten bir şiir okudu!

“Hiçbirimiz ummazdık tabii ama ummamak bizim suçumuz. İşte bu şiiri bilmeyen ne top oynar, ne gitar çalar, işin özü bu kardeşim...”

İyi ki doğdun Taçsız Kral...

İSMAİL SARP AYKURT / SOL

Bir 'görev adamı' hatırlatması: Bekir Bozdağ kimdir? - SOL

 Bekir Bozdağ’ın bu göreve yeniden getirilmesinin nedeni tarikat üyelerinin çoğunlukta olduğu yargı kadrolarına hâkim olması gösterildi. Halbuki giden de hakimdi, gelen de...

AKP’nin yeni Adalet Bakanı, AKP’nin eski Adalet Bakanı oldu. Böylece Bekir Bozdağ, adalete bakmaya üçüncü kez memur edildi.

Bozdağ, 2013 yılında Sadullah Ergin'in yerine bu göreve ilk kez atandı. 2015'te 8 ay süreliğine koltuğunu Kenan İpek'e bıraktı. Aynı yıl tekrar geri geldi, 2017'ye kadar Adalet Bakanı görevini sürdürdü. Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi ile birlikte oluşan yeni kabinede koltuğunu Abdülhamit Gül'e devretti. Gül’ün istifasıyla koltuğu yine ona teslim ettiler. O, AKP’nin bir tür nöbetçi Adalet Bakanı.

İlahiyatçı bir hukukçu o. Uludağ Üniversitesi İlahiyat Fakültesi ve Selçuk Üniversitesi Hukuk Fakültesini bitirdi. Yüksek lisansını Uludağ Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dinler Tarihi Anabilim Dalında yaptı. Az hukukçu çok dinci!

2011'de AKP'nin Grup Başkanvekilliği görevini yürüttüğü sırada TBMM'de yaptığı bir konuşmada Fethullah Gülen hakkında, “Bu ülkenin yetiştirdiği değerli bir kıymettir. Seversiniz, sevmezsiniz ama değerli bir insandır, bilge bir insandır. Bu ülkenin milli ve manevi değerlerine bağlı nesillerin yetişmesi için hizmet yapıyor. Her şeyi de açık, devletin denetimi, gözetimi altında açık, her şeyi gözünün önünde olan” dedi. Bu konuşmadan beş yıl sonra Fethullah darbe yapıp hükümeti devirmeye kalkıştı. Hizmet adı altında kamufle ettikleri de devlette kadrolaşmaydı.

Bakan ama hep başka yere bakıyor. 15 Temmuz şeyinin ardından bu sözleri hatırlatılınca Bozdağ, “Ben o konuşmayı inanarak yaptım. Şimdi yaptığım konuşmaları da inanarak yapıyorum. Çünkü o dönemde Fetullahçı terör örgütünün suç, ihanet şebekesi olduğuna dair bir bilgim yoktu” diyerek savundu kendini. Halbuki bunu ilk bilmesi gereken oydu, çünkü en çok onun gözetimindeki Adalet Bakanlığında ve yargıda örgütlenmişlerdi.

Olmayan şeyin bakanı

Önceki görevine 17-25 Aralık sürecinde tam olarak 25 Aralık 2013’te atanan Bekir Bozdağ bu dönemde yargı içerisindeki FETÖ’cülerin temizlenmesi amacıyla kritik bir görev üstlenmişti.

Yıl 2014… Adalet Bakanı Bozdağ bir heyetle birlikte Doğu illerine gitti. Amaç yargıdaki seçimlerde AKP’li gruba destek çıkmaktı. Hazır gitmişken Başsavcı Ramazan Solmaz'ı makamında ziyaret etti. Ziyaret sırasında çekilen bir fotoğraf, yargı çevrelerince tepkiyle karşılandı. Fotoğrafta, Bakan Bozdağ, Solmaz'ın makamında oturuyor, Solmaz da Bakan Bozdağ'ın yanı başında ayakta duruyordu. Bu, yargının AKP’ye bağlandığının ilk fotoğrafıydı.

Darbe girişimi bahanesiyle ilan edilen olağanüstü hal (OHAL) döneminde de Adalet Bakanlığı görevini yürüttü. OHAL hukuksuzluğunun baş yürütücüsü oldu. Bu dönem Türkiye’de pek çok adaletsizlik yaşandı. Parti başkanları, gazeteciler, akademisyenler ya tutuklandı ya da ihraç edildi. Ülke OHAL döneminde KHK ile yönetilirken, Bozdağ adalet arayanların samimi olmadığını iddia edebildi.

Adalet Bakanı iken, "aile içi şiddet vakalarında devletin, kadınla erkeğin arasına girmesinin ne kadar doğru" olduğunun, kadın örgütlerinden çekinmeden tartışılması gerektiğini söyledi. Bakan Bozdağ, "Acaba kadınla erkeğin yuvasını kurtarmasına, şiddetin son bulmasına, aile birlikteliğinin daha iyi hale gelmesine mi katkı sağlıyor, yoksa bu uygulamalar kadın ve erkeği bir araya getiremez hale mi getiriyor?" diye sordu. Devleti karı-koca arasında arabulucu olmaya davet etti.

2016’da yaptığı açıklamada, cinsel istismar suçunda mağdurla failin evlenmesi durumunda cezayı ortadan kaldıran yasayla ilgili “küçüğün rızası var” diyerek gerekçelendirmeye kalkıştı. Çıkardıkları yasayı savunurken, “bunlar tecavüzcü değil, bunlar cinsel istismar suçunu zorla işlemiş olan kişiler değil. Bunlar tamamen ailelerin ve küçüğün de rızasıyla yapılmış işler” dedi. Hukukla ilgisi işte bu kadardı.

2019 yılında işsizlikten sıkıldı, Adalet Bakanlığı’nın düzenlediği Arabuluculuk Sınavı’na girmeye karar verdi. Sınav sonuçları açıklanınca AKP’lilerin hukuk dersinden sınıfta kaldığı anlaşıldı. Bunlar arasında 72 puanla sınavı geçemeyen AKP eski Adalet Bakanı Bekir Bozdağ da vardı.

AKP yargısını o inşa ediyor 

CHP İstanbul Milletvekili Zeynel Emre, bakanlığı döneminde çok eleştirilen Bekir Bozdağ için şu soruyu sordu: “Adalet Bakanlığını iyi yaptıysa niye gitti, kötü yaptıysa niye geldi?” Bunun bir cevabı yok tabii. Aslında yargıyı tasfiye etmek için geldi, görevine devam ediyor.

Onun döneminde hâkim ve savcı olabilmek için hukuk fakültesi diplomasından daha çok AKP kartviziti önemli hale geldi. Bazı isimleri hatırlatalım:

-Danıştay Başkanı Zerrin Güngör’ün kızı Gonca Hatinoğlu, Elazığ’a hâkim olarak atandı. Hatioğlu’nun daha önce Cumhurbaşkanlığında çalıştığı ortaya çıkmıştı.

-Ensar Vakfı Ankara Şube Başkanı Ercan Poyraz, Antep’e savcı olarak atandı.

-Bilal Erdoğan’ın yöneticisi olduğu Türkiye Gençlik Vakfı’nın (TÜGVA) Tokat İl Başkanı olan Aykut Kağnıcı, Gebze’ye savcı olarak atandı.

-AKP Zonguldak İl Gençlik Kolları Başkanlığı yapan Abdullah Akbaş, Mersin’e savcı olarak atandı.

-Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek’in Avukatı Acer Hacer Alan Kars’ın Digor ilçesine hâkim olarak atandı.

-AKP Trabzon İl Başkan Yardımcısı olarak görev yapan Anıl Köksal Böke, Bakırköy’e savcı olarak atandı.

-Eski AKP Milletvekili Mustafa Zeydan’ın torununun eşi olan Emina Alatlı, İstanbul’a savcı olarak atandı.

-Milli Savunma Bakan Yardımcısı ve 24. Dönem AKP Elazığ Milletvekili Şuay Alpay’ın kardeşi olan Kasım Alpay, Tekirdağ’ın Çorlu ilçesine hâkim olarak atandı.

-AKP Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın avukatlığını da yapan Sema Cansu Bozkurt Sütçü, Gümüşhane’ye hâkim olarak atandı. Bozkurt Sütçü, aynı zamanda AKP İzmir İl Yönetim Kurulu üyesi olarak da görev yapmış.

-Kayseri’deki yolsuzluk iddialarıyla ilgili Mehmet Özhaseki’ye takipsizlik kararı veren Kayseri Cumhuriyet Başsavcısı’nın yeğeni olan Serkan Başok, Samsun’a savcı olarak atandı.

Bir tarikatçı gitti bir tarikatçı geldi 

Yönettiği bakanlıkta adalet bırakmamıştı ama “görevden affını isteyen” eskisinin gidişinde adalet bulmayı başardı birileri. İddialara göre, Abulhamit Gül MOBESE görüntüleri nedeniyle Tayyip Erdoğan ile karşı karşıya gelmiş, tartışmış ve bu nedenle istifa etmişti.

Halbuki Abdülhamit Gül de en az Bozdağ kadar hukuktan bihaber. “Pelikan” yapılanması, Süleyman Soylu ile olan tartışmaları, Sedef Kabaş için söylediği sözler, Hakyol tarikatı ilişkileriyle gündeme gelmiş bir adalet bakanıydı. Sedef Kabaş’ın gözaltına alınmasının ardından, “Edepten nasipsiz, çirkin sözleri lanetliyorum. Haset ve nefretten doğan bu hadsiz ve hukuksuz ifadeler, milletin vicdanında ve adalet önünde hak ettiği karşılığı bulacaktır” diyerek Kabaş’ı açıkça hedef gösterebilmişti.

Bekir Bozdağ’ın bu göreve yeniden getirilmesinin nedeni tarikat üyelerinin çoğunlukta olduğu yargı kadrolarına hâkim olması gösterildi. Halbuki giden de hakimdi, hatta tarikatçıydı, Hakyolcular gurubuna mensuptu. Yani bir tarikatçı gitti, bir tarikatçı geldi. (SOL)

TARİHTE BUGÜN (2 ŞUBAT)


1938-Bursa Merinos Fabrikası Atatürk tarafından işletmeye açıldı.

1984-Vergi iadesine ilişkin yasa yürürlüğe girdi Böylece 1 Ocak 1984 tarihinden itibaren ücretlilerin, memurların, emeklilerin, bunların eş ve çocuklarının ve bakmakla yükümlü olduğu yakınlarının kira giderleri hariç, ev eşyaları, yiyecek, giyecek için yaptıkları harcamalar ile eğitim ve sağlık harcamaları vergi iadesine tabi olacak.

1995-İstanbul Devlet Güvenlik Mahkemesi Düşünce Özgürlüğü ve Türkiye kitabını toplatma kararı aldı.

1957-İstanbul İşçi Sendikaları Birliği bir bildiri yayımlayarak grev hakkı istedi İstanbul İşçi Sendikaları Birliği'ne 47 sendika bağlıydı.

1995-Özelleştirme Yüksek Kurulu, Et ve Balık Kurumu'nu 2 yıl hiç ödemesiz 1,5 trilyona Hak-İş'e bağlı Öz Gıda İş sendikasına sattı.

1981-Milli Güvenlik Konseyi (MGK), eski Sosyal Güvenlik Bakanı Hilmi İşgüzar'ı Yüce Divan'a sevketti Hilmi İşgüzar yolsuzlukla suçlanıyordu ve o güne kadar Yüce Divan'a sevkedilen altıncı bakan oldu.

1991-Silopi ve Cizre'ye gazetecilerin girmesi yasaklandı.

1997-Ankara Sincan'da Refah Partili belediyenin düzenlediği "Kudüs Gecesi" tepkiye yol açtı Türkiye Sincan'daki konuşması nedeniyle İran Büyükelçisi Muhammed Reza Bagheri'yi resmen protesto etti.

1967-Devlet Planlama Teşkilatı müsteşarlığına, Başbakanlık Özel Teknik Müşaviri Turgut Özal getirildi.

2008-Cumhuriyet mitinglerinin örgütleyicisi kadın dernekleri, bu kez de türban düzenlemesini protesto etmek için Anıtkabir'de. "2. ayın 2'sinde saat 2'de Anıtkabir’de" sloganıyla duyurulan eylem, Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği ve Cumhuriyet Kadınları Derneği öncülüğünde düzenlendi. Eyleme 50'nin üzerinde sivil toplum örgütü de destek verdi. Eyleme katılan onbinlerce kadın Anıtkabir'e sığmadı.

1918- ABD I.Dünya savaşına girdi.

1935- Kız Teknik Öğretmen Okulu kuruldu.

1928- Ankara Çimento Fabrikası açıldı.

2004-Türk belgesel sinemasının ünlü yönetmenlerinden Süha Arın, tedavi gördüğü İstanbul Haseki Kardiyoloji Enstitüsünde vefat etti.

2004- Konya'nın Selçuklu ilçesinde 11 katlı Zümrüt Apartmanı yapım hatası nedeniyle çöktü; 92 kişi öldü.

                                                                                                                       mkrc (02/02/2022)



KISA KISA GÜNDEM (2 ŞUBAT 2022)

 


1) Bu da oldu! Görevden aldığı dekanın yerine kendisini atadı...(Yeniçağ)

Kayyum rektör Naci İnci, görevden aldığı dekanın yerine kendisini atadı.   Medyascope'un haberine göre, görevden aldığı Fen Edebiyat Fakültesi Dekanı Özlem Berk Albachten’in yerine vekaleten kendini atadı.



2)Başsavcılık, Melih Gökçek’e yönelik 'FETÖ bağlantısı' soruşturmasında 'kovuşturmaya yer olmadığına' karar verdi (Yeniçağ)

Görevinden istifa ettirilen eski Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek hakkında, FETÖ ile ilişkisi olduğu ileri sürülerek şikâyetçi olunmuştu. Başsavcılık, Gökçek hakkında kovuşturma yapılmasına yer olmadığına karar verdi.








3) Niğde-Ankara Otoyolu'nda geçiş ücretleri zamlandı (Yeniçağ)

Niğde-Ankara Otoyolu'nda geçiş ücretleri yapılan düzenleme ile artırıldı. 
Özel bir firmanın işlettiği otobanda, otomobillerin 115 lira 50 kuruş olan geçiş ücreti 138 lira 50 kuruşa, kamyonet ve minibüslerin geçiş ücreti 130 liradan 156 liraya, dingil sayısı 3 olan kamyonların geçiş ücreti 187 liraya, dingil sayısı 4-5 olan araçların geçiş ücreti 239 liraya, alt dingilli kamyonların geçiş ücreti ise 243 liradan 291 lira 50 kuruşa çıkarılırken, motosikletlerin geçiş ücreti de 44 liraya yükseldi.

4) Elektrik, su ve doğalgazda indirim talebi AKP-MHP oylarıyla reddedildi (Yeniçağ)

Elektrik, su, doğalgaz ve ısınma amaçlı diğer yakacak teslimlerinin katma değer vergisinden istisna tutulmasına yönelik TBMM Başkanlığı’na sunulan kanun teklifi, AKP ve MHP oylarıyla reddedildi. 
Teklifte, elektrik, su, doğalgaz ve ısınma amaçlı diğer yakacak teslimlerinin katma değer vergisinden istisna tutulması isteği yer aldı. Aydoğan, teklifinin gerekçesini, TBMM Genel Kurulu’nda “Elektrik fiyatlarına son bir yılda yüzde 125 zam yaptınız. Doğalgaza yüzde 50 zam yaptınız. Diğer enerjiye de dünya ile birlikte hareket ederek her türlü zammı yaptınız. Konutlara yapılan elektrik, su, doğalgaz ve ısınma amaçlı diğer yakacak teslimleri KDV’den muaf tutulsun. Yani ödenen paranın 5’te 1’ine denk gelen bir indirim olsun ve vatandaşımız eziyet çekmesin” sözleriyle açıkladı.

5) Büyükçekmece'de polisler helikopter ve iş makinesiyle ne arıyor?(Yeniçağ)









Büyükçekmece'de polis ekipleri, boş bir arazide helikopter destekli arama yaptı. İş makinesiyle kazı yapılan aramaya ilişkin resmi kaynaklardan herhangi bir açıklama yapılmadı. İl Emniyet Müdürlüğü ekipleri, akşam saatlerinde Pınartepe Mahallesi'nde bulunan boş bir arazide arama yapmaya başladı. Helikopter destekli aramada iş makineleriyle kazı yapıldı. Çalışmalar sırasında çevrede geniş güvenlik önlemleri alınırken helikopter bölgede yaklaşık 1 saat uçuş yaptı. Helikopterin ayrılmasının ardından, polis kazı yapılan alanda nöbet tutmaya başladı. Yapılan çalışma çevrede oturanların da dikkatini çekerken resmi kaynaklar olayla ilgili herhangi bir açıklama yapmadı.

6) İcradan satılık 7 yıldızlı otel (Yeniçağ)


Antalya’da dünyaca ünlü isimlerin açılışına katıldığı Mardan Palace’ın spor kompleksi ve yüzlerce apart dairesi icradan alıcı bekliyor. Tesislerin icra bedeli 178 milyon lira. İstanbul İcra İflas Müdürlüğü’nün yürüttüğü tasfiye sürecindeki ilk ihale mart ayında.
 İstanbul Anadolu 3. İcra Dairesi’ndeki icra ihalesinde Mardan Palace’ın sahibi konumundaki şirketin iflası yer alıyor. Telman İsmailov’un oğlu Sarkhan İsmailov’un da yönetiminde olduğu 220 milyon TL sermayeli Ast İnşaat Turizm Taahhüt AŞ şirketi için mahkeme 19 Eylül 2018’de iflas kararı verdi. İstanbul Anadolu 3. Asliye Ticaret Mahkemesi’nin verdiği iflas kararı sonrası şirketin tasfiye sürecine geçildi. İcra İflas Müdürlüğü’nün yürüttüğü tasfiye sürecinde, şirkete ait varlıklar bir bir icradan satılıyor. (AÇILIŞINA DÜNYACA ÜNLÜ İSİMLER KATILMIŞTI)   Antalya Kundu’daki Mardan Palace 2009’da kapılarını açarken, dünyaca ünlü isimler Mariah Carey, Richard Gere, Sharon Stone, Monica Belluci, Tom Jones’la birlikte Kazakistan Cumhurbaşkanı Nursultan Nazarbayev törene katılmıştı. Mardan Palace’ın içinde Mardan Spor Kompleksi de yer alıyordu. Komplekste UEFA standartlarına sahip futbol sahaları, yarı olimpik yüzme havuzları, Sinema ve bowling salonları yanı sıra 300’e yakın apart dairesi ile 7 ayrı arsa yer alıyor. Söz konusu kompleks toplamda 103 dönümden oluşuyordu.

7) Uğur Şahin duyurdu: Covid-19 aşısı için resmen başvurdular.(SÖZCÜ)

Corona virüsü salgınına karşı mRNA teknolojisi kullanılarak aşı geliştiren Pfizer ve BioNTech'ten dikkat çeken bir hamle geldi. Açıklamada, BioNTech'in CEO'su Uğur Şahin'in açıklamaları gündem oldu. 
Dünya çapında 5.6 milyondan fazla insanın ölümüne sebep olan corona virüsü salgınına karşı mRNA bazlı bir aşı geliştiren Pfizer ve BioNTech, ABD’de aşının 6 aylık ve 4 yaşındakilere yapılması için resmi başvuru sürecini başlattığını duyurdu. Acil kullanım onayı almak isteyen şirket, “5 yaşın altındaki ve 6 aylıktan daha büyük çocuklara acil kullanım onayı verilmesinin toplum sağlığı için faydalı olacağını düşünüyoruz ve bu sebeple başvurumuzu ABD Gıda ve İlaç Dairesi’ne yaptık” açıklamasını yaptı. Onay verilmesi durumunda Pfizer/BioNTech’in aşısı, 5 yaşın altındakilere yapılacak ilk corona virüsü aşısı olarak kayıtlara geçecek. “GÜVENLİĞİ KANITLANDI”  BioNTech’i Almanya’nın Mainz kentinde eşi Özlem Türeci ile birlikte kuran ve şirketin CEO’su olarak görev alan Uğur Şahin de konuyla ilgili açıklama yaptı. Şahin, geliştirdikleri corona virüsü aşısının hali hazırda güvenliğini ve etkisini kanıtladığını belirtirken, bunun da birçok klinik test ve gerçek yaşam verileriyle desteklendiğini altını çizdi. Şahin, “Eğer onay verilirse, 6 aylıktan 4 yaşına kadar ebeveynlere çocuklarını Covid-19’dan ve bu hastalığın potansiyel etkilerinden korumaya yardımcı olacağımız için çok heyecanlıyız” dedi. Öte yandan Pfizer’ın yayınladığı yazılı açıklamada çocuklara yönelik corona virüsü aşı araştırmasının başında 6 aylıktan 12 yaşın altındaki 4500 çocuğun gönüllü olduğu belirtildi. ABD, Finlandiya, Polonya ve İspanya’da testlerin gerçekleştiği kayıtlara geçti. Fakat diğer fazlarda katılımcı sayısının 8300 çocuğa çıktığı da belirtildi.

8) CHP’li Aydın Büyükşehir Belediye Başkanı Özlem Çerçioğlu'na kumpas (Muhammed Özmen-Cumhuriyet) 

Aydın’da iki kişi, belediye çalışanının kimlik bilgilerini kullanıp savcıya ve valiye Çerçioğlu aleyhinde mektup gönderdi. Gerçeği polis ortaya çıkardı. CHP, “Bu FETÖ’vari kumpastır. Suç duyurusunda bulunduk” dedi. 
Aydın’da gazetecilik yapan E.A. ve M.A. isimli iki kardeşin Aydın Büyükşehir Belediye Başkanı CHP’li Özlem Çerçioğlu’na, valilik ve savcılığa gönderilen sahte mektuplarla kumpas kurmaya çalıştığı iddia edildi. Kumpas, Emniyet’in yaptığı incelemeyle ortaya çıktı. Aydın’ı karıştıran olayların ayrıntısını CHP Aydın İl Başkanı Ali Çankır anlattı. (https://www.cumhuriyet.com.tr/turkiye/chpli-aydin-buyuksehir-belediye-baskani-ozlem-cerciogluna-kumpas-1904522)

9) İBB, savcılığa başvurdu, AKP Kadın Kolları Başkanı Rabia Kalender İlhan’dan parasını geri istiyor (Cumhuriyet)

İstanbul Büyükşehir Belediyesi Teftiş Kurulu, AKP İstanbul Kadın Kolları Başkanı Rabia Kalender İlhan’ın AKP yönetimindeki İBB tarafından 128 bin avro, 123 bin TL ve 9 bin dolar ödenerek yurtdışına yüksek lisansa gönderildiğini tespit etti. İBB kamu zararını tahsil etmek için savcılığa başvurdu.
(https://www.cumhuriyet.com.tr/turkiye/ibb-savciliga-basvurdu-akp-kadin-kollari-baskani-rabia-kalender-ilhandan-parasini-geri-istiyor-1904510)

10) Melih Gökçek hakkında yeni dosya: Bitki alımında 950 milyon TL usulsüzlük (Mustafa Bildircin-BİRGÜN)

Melih Gökçek hakkında, “İthal bitki alımında 950 milyon TL’lik usulsüzlük” iddiasıyla yeni suç duyurusunda bulunuldu. Savcılığa bildirilen ihale kapsamında yaklaşık maliyetin fahiş tespit edildiği, pahalı ürünlerden sözleşmede belirlenenden çok daha fazla alım yapıldığı ve hiçbir çalışma olmayan 817 kalem için ödeme gerçekleştirildiği belirlendi.
(https://www.birgun.net/haber/melih-gokcek-hakkinda-yeni-dosya-bitki-aliminda-950-milyon-tl-usulsuzluk-375539)

Bakırköylü Sanatçılar Derneğinin tahliyesi Meclis gündeminde - EVRENSEL

 


HDP İstanbul Milletvekili Züleyha Gülüm, Kültür ve Turizm Bakanı Mehmet Nuri Ersoy’a soru önergesi verdi. Öte yandan BASAD change.org’da imza kampanyası başlattı.

Halkların Demokratik Partisi (HDP) İstanbul Milletvekili Züleyha Gülüm, Bakırköylü̈ Sanatçılar Derneği (BASAD) binasının tahliyesine ilişkin soru önergesi verdi. Kültür ve Turizm Bakanı Mehmet Nuri Ersoy tarafından yanıtlanması istemiyle verilen soru önergesinde “Her ne kadar tarihi binanın kütüphane olarak kullanılacağı iddia edilse de kültürel ve tarihi çok değerli binaların boşaltıldığı ve bu binaların rant ve talan politikalarıyla toplum aleyhine kullanıldığını göz önüne alındığında BASAD’ın de amacı dışında kullanılacağı ve tahliye girişimin siyasi bir kararla alındığı düşünülmektedir.” ifadelerine yer verildi. Soru önergesinde “Sanatçı Fabrikası olarak anılan BASAD binasının tahliye edilmesi durumunda kentin tarihi hafızası yok edilecek, eğitim gören öğrenciler okulsuz, aralarında eğitmenlerin de bulunduğu çalışanlar işsiz kalacaktır.” denildi.

GÜLÜM’DEN, ERSOY’A BASAD SORULARI

Bakan Ersoy tarafından yanıtlanması istenen sorular ise şöyle sıralandı:

  • * "Tarihi binanın amacına uygun olarak Bakırköylü Sanatçılar Derneği yerine “kütüphane” olarak kullanılması kararı ne zaman kim veya kimler tarafından alınmıştır? BASAD’ın boşaltılması için tarafınıza veya tarafınızca iletilen bir talimat var mıdır?
  • * Sıradan bir binanın tahliyesi olarak değerlendirilemeyecek bu kararda neden BASAD Yönetim Kurulu, sivil toplum örgütleri ve sanatçılardan görüş alınmamıştır?
  • * Kültür sanat hafızası niteliği taşıyan, pek çok dalda sanat eğitimi veren kurumun tahliye edilmesinin kime nasıl bir faydası olabilir?
  • * Kültürel ve tarihi pek çok bina gibi BASAD’ın da rant ve talan politikalarıyla toplum aleyhine kullanılacağı yönündeki tepkileri azalmak için mi kütüphane yapılacağı iddia edilmektedir?
  • * BASAD’ın bir hafta gibi bir kısa bir sürede tahliye edilmesini nasıl açıklıyorsunuz? Oluşacak kamuoyu tepkisini engellemek için makul bir sürenin tanınmadığı doğru mudur? Eğitim devam ederken öğrencilerin bir anda okulsuz, çalışanların da işsiz kalacak olmasını nasıl açıklıyorsunuz?
  • * BASAD’in boşaltılması Anayasa’nın 64. Maddesinde geçen “Devlet, sanat faaliyetlerini ve sanatçıyı korur. Sanat eserlerinin ve sanatçının korunması, değerlendirilmesi, desteklenmesi ve sanat sevgisinin yayılması için gerek tedbirleri alır” hükmünün ihlali değil midir?
  • * BASAD’ın kuruluşunda, gelişmesinde ve bugünlere ulaşmasında çok değerli tiyatrocu, ses sanatçısı, ressam ve heykeltıraşın emeğinin vardır. Devam eden eğitimlerle birlikte kültür ve sanat hafızasının yok edeceğini ortadayken gereken hassasiyet neden gösterilmemiştir?
  • *Bakırköylülerin, İstanbulluların ve sanatçıların sesini duyacak mısınız? Binanın tahliye sürecinin durdurulması için bir girişimiz olacak mı?"

İMZA KAMPANYASI BAŞLATILDI

Öte yandan BASAD, change.org’da imza kampanyası başlattı. “Kültür-Sanat Konağıma Dokunma!” başlıklı kampanya metninde şu ifadeler yer aldı:


“1993’te Tarık Akan, Cem Karaca, Üstün Asutay, Ayşen Gruda, Cihat Tamer, Erdoğan Sıcak ve Ergun Köknar'ın kurduğu Bakırköylü Sanatçılar Derneği (BASAD) 20 yıldır sanatçı yetiştirdiği Bakırköy Kültür ve Sanat Konağı'ndan, kütüphane yapılacağı gerekçesiyle (!) çıkarılmak isteniyor. BASAD’a yapılan tebligatta, Kültür-Sanat Konağı'nın 2 Şubat Çarşamba günü, saat 10.00’da boşaltılması istendi.

Bu konaktan Bakırköy Halkevi olduğu dönemde yetişen ünlülerin bazıları şunlar: Münir Özkul, Toto Karaca, Necdet Mahfi Ayral, Suna Pekuysal, Ergun Köknar, Cem Karaca, Tarık Akan, Altan Erbulak, Belgin Doruk, Göksel Arsoy, Kenan Pars, Cezmi Baskın, Rutkay Aziz, Ahmet Mekin, Halit Akçatepe, Bülent Oran, Suavi Tedü, Kenan Büke, İhsan Devrim, Kenan Pars,  Nubar Terziyan, Ani İpekkaya, Jeyan Tözüm, Muhsin Kut, Sırrı Gültekin, Ahmet Sezgin, Asu Maralman, Cemal Akyıldız, Tuncer Cücenoğlu, Cihat Tamer, Ali Uyandıran, İskender Doğan, Selahattin Taşdöğen, Sebahattin Taşdöğen, Muzaffer Uludağ, Nebahattin Yasakul, Sadık Şendil, Erdoğan Sıcak, Ferit Egemen, Ergin Gülen, İzzettin Baki ve diğerleri...

Kültür ve Turizm Bakanlığına, Vakıflar Genel Müdürlüğüne sesleniyoruz: Türk sinemasına, tiyatrosuna, müziğine ve resmine büyük sanatçılar yetiştiren ‘Sanatçı Fabrikası Kapanmasın!’ ‘Çocukları Üzmeyin! Kel Mahmut'u Kızdırmayın!’” 

EVRENSEL

Öne Çıkan Yayın

EVRENSEL " Köşebaşı + Gündem" -15 Ağustos 2025 -

Sahtecilik A.Ş.: Sahtecilik suçunun kriminolojik boyutu -Kansu Yıldırım- Türkiye kamuoyu birkaç haftadır sahte diplomalarla başlayan büyük b...