2 Şubat 2022 Çarşamba

Covid’in yarattığı yoksulluk (I-II-III) - HAZIRLAYAN: UĞUR ŞAHİN / BİRGÜN

 (I) Covid’in yarattığı yoksulluk

Başlarken...


Çin’in dünyaya yeni bir koronavirüs keşfettiğini duyurmasının üzerinden geçen iki yıl, toplumsal yaşam üzerinde ciddi izler bıraktı, bırakmaya da devam ediyor. Bugüne dek 379 milyon 259 binin üzerinde insanın yakalandığı salgın hastalık nedeniyle 5 milyon 693 bini aşkın kişi yaşamını yitirdi. Neoliberal ekonomilerin tahribatı altında karşılaşılan salgın, krizlerle boğuşan halkları her geçen gün daha da çıkmaza sokuyor.

Hâlihazırda var olan eşitsizlikleri tırmandıran pandemi, ‘birileri’ için pek de mühim değildi. Öyle ki bu dönemde dünyanın en zengin 10 insanı, toplam varlıklarını toplamda 1,5 trilyon dolara çıkarırken, yaklaşık 160 milyon kişi yoksulluğa sürüklendi. Covid-19 krizi şüphesiz hepimizi etkiledi. “Bu salgın ne zaman bitecek” sorusunu defalarca sarf ettik. Bu yazı dizisinde İrlanda, İtalya, Almanya, Portekiz, Kanada ve Türkiye’de Covid-19 sürecinde yaşananlara mercek tuttuk. Altı ülkeden akademisyenler, salgının derinleştirdiği yoksulluktan uzaktan çalışma modeline, kentlerin durumundan konut krizine bir dizi soruyu yanıtladı.

                                                                      ***

(II) Sefalet salgını

İrlanda’dan Sosyal Politika Uzmanı Dr. Matthew Donoghue, “Covid-19, refah sistemlerinin yetersiz olduğunu günyüzüne çıkardı” diyor ve ekliyor: “Devletler sadece konu ekonomiyi kurtarma olunca para bulabiliyorlar”


İrlanda yakın zaman önce Covid-19 tedbirlerini kaldıran ülkelerden biri. Ülkede artık maske takmak ve insan yoğunluğunun fazla olduğu etkinliklere girmek için aşı şartı ya da PCR testi belgesi bulundurmak zorunlu değil. Bu kararın gerekçesi ise ‘Omicron varyantı dalgası’nın atlatılması.


John Hopkins Üniversitesi’nin verilerine göre, 4,9 milyon kişinin yaşadığı ülkede bugüne dek 1 milyon 183 bini aşkın insan koronavirüse yakalandı. Son 28 günde toplam 357 bin yeni vaka tespit edildi, 224 kişi yaşamını yitirdi. Koronavirüs kaynaklı ölüm sayısı ise toplamda 6 binin üzerinde.

Nüfusunun yüzde 78’i ‘tam aşılanmış’ olan İrlanda, Covid-19 günlerinde aldığı kararlarla bir dönem ‘örnek ülke’ olmasıyla hafızalarda. Zira alınan önlemler sayesinde Avrupa’da en düşük Covid-19 vaka sayılarından birine sahipti bu ülke. Ta ki hükümetin önlemleri gevşetme kararını almasına dek. 14 Ocak 2021 tarihinde İrlanda, nüfusuna oranla en çok vakanın görüldüğü ülke olmuştu. Nereden bakılsa ders niteliğindeydi yaşananlar. Bu zaman zarfında ülkenin sağlık sistemi de tartışmaya açıldı. Öyle ki OECD22 grubu içindeki ortalamadan daha düşük yoğun bakım yatağına sahiplerdi. 100 bin kişiye 5 yoğun bakım yatağı düşüyordu bu ülkede.

‘EŞİTSİZLİK ÖLDÜRÜR’

Kuşkusuz tüm bunlara ek olarak İrlanda’da da salgın, eşitsizliği daha da belirginleştirdi.

Dublin Üniversitesi Akademisi’nde Sosyal Politika Öğretim Üyesi olan Dr. Matthew Donoghue göre, İrlanda, dünyadaki en yüksek aşılama oranına sahip ülkelerden biri ancak vaka sayılarında son dönemde bir artış söz konusu. Dr. Donoghue, hastaneye kaldırılan, yoğun bakıma yatırılan ve yaşamını yitirenlerin çoğunun aşısız olduğuna vurgu yapıyor.
Bu nedenle konu elbette ‘aşı eşitsizliği’ne geliyor.

İrlandalı Sosyal Politika Uzmanı’nın bahsettiği aşıdaki adaletsizliğin boyutu korkunç durumda. Bunu Londra merkezli yardım kuruluşu Oxfam’ın “Eşitsizlik Öldürür” başlıklı raporu da gözler önüne serdi. Rapora göre, hâlihazırda üç milyardan fazla insanın Covid-19’a karşı iki kez aşılanmasına karşın düşük gelirli ülkelerdeki insanların yalnızca yaklaşık yüzde 9’u ancak bir doz aşılanabildi. Salgın ikinci yılını geride bıraksa da aşılardaki adaletsiz dağıtım sorunu hâlâ giderilemedi. Patent koruması da askıya alınmadı. 1982’de varlıklı ülkelerde piyasaya sürülen fakat 2000’e gelindiğinde bile dünyanın en yoksul ülkelerinden sadece yüzde 10’unun erişebildiği Hepatit B aşısı hatırlandığında yaşananlara hiç şaşırılmaması gerek.

Dr. Donoghue, aşı eşitsizliğini iki nedene bağlıyor: “İlki, devletlerin kendi vatandaşlarının sağlıklarına odaklanması. Aynı zamanda devlete bir statü sağlama meselesi... ABD’de Trump yönetimi sonrası ve İngiltere’de son yıllarda görülen milliyetçiliğin yükselişi düşünüldüğünde bu dürtü özellikle geçerli. İkinci sebep ise küresel politik ekonomidir; ticari kuruluşlar, devletler gibi, kendi çıkarlarını korumaya çalışıyor. Çünkü patentlerin açıklanması farmakoloji firmalarının kârlarına zarar verecektir.” Oxfam’a benzer bir diğer raporu Uluslararası Çalışma Örgütü (İLO) hazırladı. Rapora göre dünya genelinde 4 milyarı aşkın insan sosyal korumadan yoksun durumda. BM’ye bağlı örgüt, salgın yüzünden dünya çapında 100 milyondan fazla çalışanın yoksulluğa sürüklendiği görüşünde.

DİBE DOĞRU YARIŞ

Dr. Donoghue, “Bu iki yılda dünyada sosyal refah sistemleri açısından ‘dibe doğru yarış’a tanıklık ettik” ifadesini kullanıyor: “İlk olarak, daha gelişmiş refah sistemleri olan ülkelerin nüfuslarını en iyi şekilde koruyabildiklerini biliyoruz. İkinci olarak pandemi devletlerin cömert refah sistemlerine güç yetiremediği ve bütçe artıklarını işletmeleri gerektiği şeklindeki ideolojik anlatıyı gözler önüne serdi. Devletler konu ekonomiyi kurtarma olunca para bulabiliyorlar. Birçok ülkenin maliye bakanı, şartlar izin verir vermez ‘mali kısıtlamaya dönüş’ün sinyalini vermiş durumda. 2008 sonrası finansal neoliberalizmin sonunun geldiği şeklinde anlatı vardı. Aksine neoliberalizm daha da kök saldı. Bu anlatının yeniden tutunmasına izin vermemeliyiz.”

İrlanda, Avrupa ülkelerinde brüt asgari ücretin en yüksek olduğu ikinci ülke (Bin 775 avro). Türkiye ise brüt asgari ücrette 25 ülke içinde 24’üncü sırada. Ücret farklı olsa da pandemi sonrası iki ülkede de yoksulluk riski altında olanların sayısı katlandı. Dr. Donoghue de salgınla birlikte hem İngiltere’de hem de İrlanda’da yoksulluğun şiddetlendiğini söylüyor. Akademisyen, “Covid-19, bu refah sistemlerinin yetersiz olduğunu gün yüzüne çıkardı” diyor ve ekliyor: “Sadece çalışmak yeterli güvence sağlamıyor. Pek çok aile, sefalet ve yoksulluktan sadece bir maaş çeki uzakta. En çok Covid-19 riski altında olanların sadece belli yaş grupları ve tıbbi arka plandan ibaret olmadığını, aynı zamanda yoksul ve belli etnik kesimlerin en riskli grupları oluşturduğunu gördük. İngiltere’de yapılan bir araştırmada, etnik azınlıkların Covid-19 açısından en riskli grup olduğu görüldü. Bu gruplar ‘evde kalmaya’ güç yetiremeyen düşük ücretli emekçilerden oluşuyor.”


Peki salgından çıkarılacak dersler ne? Dr. Donoghue’nin cevabı net: “Salgın olumlu değişiklikler yapmak üzere kullanılabilir. Ancak bunun için siyasi irade olmalı. Aşağıdan doğru üretilen taleplere ihtiyacımız var. Bu, bir pandeminin ortasında kolay bir şey değil. Ancak bir gün pandemi sonlanacak ve bizler daha iyi bir dünya için mücadele etmeye ve örgütlenmeye hazırlıklı olmalıyız.”

                                                                             ***

Koronavirüs ev ve iş yaşamını flulaştırdı

Pandemi, tüm dünyada çalışma sistemlerini de değiştirdi. Bu süreçte çoğu şirket, ofis yerine ‘hibrit’ ve ‘uzaktan çalışma’ modeline geçti. Salgın hastalık sadece çalışma modelini değil, sektörleri de etkiledi. Örneğin yeme-içme, perakendecilik ve hemşirelik en çok etkilenen alanlardan. Dr. Donoghue’ye göre, evden çalışmanın etkisi sektöre, işe, hatta aile içindeki farklı mesleklere bağlı olarak bile farklılık gösteriyor. İrlandalı akademisyen, “Orta gelir grupları için evden konforlu bir şekilde çalışmak daha kolay. Bazılarının ise böyle bir seçeneği yok” diyor ve ekliyor: “Yine de bir fırsat veya lüks olarak sunulsa da evden çalışmak, beraberinde bazı maliyetleri getiriyor. Ev ve iş yaşamının flulaşması büyük bir problem. Belki de Fransa’daki ‘internete bağlanmama hakkı’ gibi açık bir yasal mevzuat gerektirecek (Fransa’da çalışanların mesai saatleri dışında iş e-postalarına bakmak zorunda olmamasını sağlayan yasayı kast ediyor). Dr. Donoghue, “Evde çalışma modeli, çalışanların bir aradalığı ve sendikalı olmasını ortadan kaldırması açısından önemli bir problem” ifadesini kullanıyor ancak “yeni yollar”ın bulunması gerektiğini de söylüyor: “Yaygın bir şekilde emeği örgütleyebilmek için en etkili yolların ne olduğunu kavrayabilmek için ilham almamız gereken şeyler var. Eski stratejileri, örgütlenme ve yoldaşlık biçimlerini unutmadan, yeni dayanışma formları bulmamız gerekecek.”

                                                                             ***

Yoksullara konut da yok

Tıpkı Türkiye’de olduğu gibi, dünya genelinde barınma krizi yaşanıyor. Bundan özellikle yoksullar etkileniyor. Almanya’nın başkenti Berlin’de, binlerce konutun kamulaştırılmasına dair yapılan referandum akıllarda. Peki ya İrlanda’da durum ne ve salgının bu süreçte etkisi ne oldu? Şöyle yanıtlıyor, Dr. Donoghue: “İrlanda’da derin bir konut krizi var. Konut piyasası el yakıyor. Dublin’de iki odalık bir ev için ortalama kira aylık bin 600 avroyu aşıyor. Bu da pek çok insanın ev satın almak için teminat biriktirmenin imkânsız olduğu anlamına geliyor. Bu, geleneksel olarak ev mülkiyetine dayalı bir toplum olan İrlanda gibi bir ülkede önemli bir problem. Pek çok protesto ve eylem düzenlendi ancak hükümet konut ihtiyacı olanları değil de ev sahipleri ve müteahhitleri desteklemeyle daha ilgili. Sosyal konut sistemi yetersiz. Devlet gerekli sayıda ev yapmadığı gibi boş mülkiyetleri de ıslah etmiyor. Bu durum ev fiyatlarını suni olarak yükseltiyor. Emlak balonu patlaması riski de göz ardı edilemez.”

                                                                          ***

(III) Fatura yine savunmasıza

İtalya Milano Bicocca Üniversitesi’nden Profesör David Benassi: Fakir ülkelerin eskisinden daha da fakirleşmesi muhtemel. Dolayısıyla fatura savunmasız insanlara yansıdı.


Pandemiden en çok etkilenen ülkelerin başında gelen İtalya, salgın yönetiminde “tarihe geçmiş” bir ülke… Dünya Sağlık Örgütü’ne (DSÖ)’ye göre, Fransa’dan sonra en verimli sağlık sistemine sahip ülkede, pandeminin başlarında hastanelerde yatacak yer kalmamış, morglar dolmuş, cenazeler de askeri araçlarla taşınır hale gelmişti. Neoliberal tasarruf politikalarıyla birlikte kapitalist sağlık sisteminin neden olduğu çöküşe tüm dünya tanık olmuştu.

Ülkede bugüne dek 10 milyon 925 bini aşkın insan koronavirüse yakalandı, 146 binin üzerinde kişi hayatını kaybetti. Salgınla geçen iki yılda İtalya’da yaşananlardan çıkarılacak önemli dersler var.

Fakat İtalya için tek sorun bunlar değil. Almanya ve Fransa’dan sonra AB’nin üçüncü büyük ekonomisi olsa da ülkede yoksulluk oranı olağanüstü artmış durumda. Ülke nüfusunun yüzde 9,9’una denk gelen 5,6 milyon kişi "mutlak yoksulluk sınırı" altında yaşıyor.

İtalya Milano Bicocca Üniversitesi’nden Prof. Dr. David Benassi, yoksulluk, eşitsizlik ve sosyal politikalar çalışan bir akademisyen. BirGün’ün sorularını yanıtlayan Prof. Dr. Benassi, “Fakir ülkelerin eskisinden daha fakir olması muhtemel” diyor.

Ülkenizdeki son duruma ilişkin gözlemleriniz neler?
Nüfusun büyük kısmının aşılanması ve halka açık yerlere girmek için zorunlu bir yeşil kart edinilmesinin yürürlüğe konulmasıyla birlikte, virüsün yayılımı sınırlandırıldı. Birkaç kentte aşı karşıtı grupların neden olduğu bazı sıkıntılar yaşanıyor.

İLO’nun raporuna göre, şu anda 4,1 milyar insan sosyal koruma sistemlerinden hiçbir gelir güvencesi elde edemiyor. Bu tablonun nedeni için neler söylenebilir?
Bu insanlık tarihinin resmidir! Fakir ülkelerin en sonunda eskisinden daha fakir olması ve zengin ülkelerin nüfuslarını korumak için aşıların ve diğer kaynakların varlığı sayesinde bu ekonomik durgunluktan daha hızlı kurtulmaları muhtemel. Zengin ülkelerin sınırlı kaynaklara sahip tüm ülkelerin ihtiyaç duyduğu aşıların büyük bölümünü kendileri için stokladığı da bir gerçek.

Pandemiyle birlikte İtalya’da yoksulluk daha da şiddetlendi mi?


İtalya’da yoksulluk da artmış durumda. Resmi istatistiklere göre, 2020 yılında, 2019’dakine göre artık yaklaşık 1 milyon daha fazla yoksul insan hayat mücadelesi veriyor (2019’da 4,6 milyonken bu sayı 2020’de 5,6 milyona ulaşmıştır). Artış daha da büyük ölçeklerde olabilirdi; ancak 2019’da çok düşük gelirli aileleri hedefleyen yeni bir yardımın tanıtılmasının telafi edici bir etkisi de oldu (Vatandaşlık Ödeneği). AB üyesi olmayan ülkelerin vatandaşları, Vatandaşlık Ödeneği’ne sınırlı erişimleri olduğu için, salgından daha fazla etkilenmiş durumda. Son olarak, tarihte ilk kez yoksulluk kuzeyde (geleneksel olarak İtalya’nın daha zengin kısmı) güneye göre daha fazla arttı. Dolayısıyla, bu durum faturanın savunmasız insanların cebine yansıdığı anlamına geliyor.

Salgınının ilk günden bugüne, yoksullar özelinde ortaya çıkardığı en net fotoğraf sizce ne?
Salgının, yaşam süreci boyunca giderek daha fazla insanı etkileyen genel bir güvensizlikle karakterize edilen toplum modelimizin yapısal zayıflığını ortaya çıkardığını düşünüyorum. Robert Castel’in “aidiyetini koparma” dediği şey budur. Salgından asıl etkilenen elbette yoksullardır, ancak toplumsal bağların, iş piyasasının ve refah devletinin korumasının zayıflaması hepimizi ilgilendiren bir durum.

Peki, pandemide uzaktan çalışma yaygınlaştı. Fakat bu “mesai” kavramını ortadan kaldırdı. Nasıl değerlendirirsiniz?
Bunun hem olumlu hem de olumsuz etkileri var. Uzaktan çalışma biçimi devlet tarafından düzenlenmeli. Bu modelin risklerinden biri de işçilerin bireyselleşmesini ve sendikalardan kopuşuna sebep olabilmesi. Sendikalar işçileri örgütlemek için yeni yollar bulmak zorunda.

Son olarak dünya genelinde yoksullar için bir barınma krizi yaşandığı ortada. Ülkenizde konut sorunu yaşanıyor mu?
Ev fiyatlarının çok yüksek olduğu bazı büyük şehirlerde konut sorunu yaşanıyor. Bazıları mortgage sisteminden kaynaklı sorunlar yaşasa da ailelerin yüzde 80’i kendi evinde oturuyor; konut sorunu İtalya’da öncelikli bir sorun değil. Kiralık ev piyasasının sınırlı olması, büyük şehirlerdeki göçmenleri de etkiliyor. Pandeminin konut sorununu çok ağırlaştırdığını düşünmüyorum. 30-40 yıldır gerçek bir sosyal konut politikamız yok.





Hiç yorum yok:

Yorum Gönder