soL "Köşebaşı + Gündem" -22 Ekim 2025-

 


Aleviler dinsizdir, cinlerle birliktedir': İlkokul öğrencilerine ayrımcılık yargıya taşınacak -Aslı İnanmışık-

"Mezhepsel ayrımcılığın sınıfa taşınması, yalnızca pedagojik bir hata değil, aynı zamanda çocuk haklarının ve kamusal eğitimin bütünlüğünün ihlali. Bir ülkede çocukların aklına korku, suçluluk ve ayrımcılık gibi davranışlar değil, dayanışma, eşitlik ve birlikte yaşama çabası yerleşmelidir."

MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli'nin başlattığı ve "yeni açılım" olarak görülen Alevi çıkışına yönelik adımlar sürerken, İzmir'den Alevilere yönelik bir ayrımcılık haberi geldi.

Çiğli ilçesine bağlı Yakakent Mahallesi'nde yer alan Kanuni İlkokulu'nda görev yapan bir "din öğretmeni"nin öğrencilere "mezhepler" üzerinden ayrımcılık yaptığı ortaya çıktı.

soL'un edindiği bilgiye göre, "din öğretmeni", ilkokul 4. sınıf öğrencilerine sınıfta ders sırasında, "Alevi olan var mı?" diye soruyor. Birkaç öğrencinin elini kaldırması üzerine öğretmen "Aleviler dinsizdir", "Onlar namaz kılmaz, cinlerle birliktedir, cehenneme giderler" gibi cümleler sarf ediyor.

Dersin ardından öğretmeninden duyduğu safsataları kullanan diğer öğrenciler de Alevi olduğunu söyleyen arkadaşlarına zorbalık yapıyor.

Olay büyüyor ve çocuklar durumu ailelerine anlatıyor.

Konunun ailelerin bulunduğu WhatsApp grubunda gündeme gelmesinin ardından sınıf öğretmeni de olayı öğreniyor ve söylenenlerin yanlış olduğunu belirtiyor. Aileler tepki göstererek söz konusu öğretmenin derslere girmesinin engellenmesini talep ediyor.

Tepkilerle birlikte de öğretmenin ilişiği kesiliyor.

Kim okullardaki bu insanlar?

AKP iktidarında ÇEDES gibi projeleri de arkasına alan Milli Eğitim Bakanlığı, okullara kim olduğu belirsiz kişileri rahatlıkla sokmaya başladı.

Bu örnekte de durum farklı değil.

Çünkü soL'un edindiği bilgiye göre, ücretli öğretmenlik yapan söz konusu kişinin öğretmen mi, imam mı yoksa sertifikalı bir eğitmen mi olduğu bilgisi paylaşılmıyor. Bilginin paylaşılmaması da "din öğretmeni" olarak gösterilen kişinin imam olma olasılığını güçlendiriyor.

İlişiği kesilen kişi başka yerde görev yapacak mı?

soL'un konuyla ilgili detaylı bilgi almak üzere görüştüğü okul müdürü ve Çiğli İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü de söz konusu kişinin okulla ilişiğinin kesildiğini doğruluyor. 

Kendisini bir kez gördüğünü, zaten okula birkaç haftalığına geldiğini söyleyen ve velilerden şikayet olmadığını öne süren okul müdürü, "Böyle bir şey olduysa da doğru değil" diyor. 

İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü ise "İlişiğimizi kestik, Çiğli'de görev yapamaz" açıklamasını yaparken, başka okullarda görev yapmaması için soruşturma başlatılıp başlatılmayacağı sorumuzu yanıtsız bırakıyor.

Yani hakkında detaylı bilgi paylaşılmayan bu kişiyle ilgili resmi bir süreç işlemiyor.

Veliler konuyu yargıya taşıyacak

Bu nedenle, sınıfta ayrımcılık yapan ve ne mezunu olduğu paylaşılmayan kişinin başka okullarda da ders vermesinin önüne geçmek isteyen birkaç veli konuyu yargıya taşımaya hazırlanıyor.

"Başka yerde de öğretmenlik yapmamalı" diyen veliler arasında Alevi olmayanlar da var.

Veliler dilekçelerinde Milli Eğitim Bakanlığı'na bağlı bu kişilerin denetimsiz ve eğitimsiz şekilde kadro bekleyen öğretmenlik mezunu kişiler yerine görevlendirilmesine de yer vermeyi planlıyor.

'Nefret söylemleri çocukta yalnızca duygusal değil, kimlikle ilgili gelişiminde de hasarlı etkiler bırakabilir'

Konuyu soL'a değerlendiren Psikolojik Danışman Helin İren Elaldı ise böyle ayrımcı ve dışlayıcı konuşmaların çocuklarda kalıcı etkiler bırakabileceğine işaret ediyor:

İlkokul çağındaki çocuklar, kimlik gelişimi döneminde ait olma duygusunu, adalet anlayışını ve toplumsal değerleri yeni yeni şekillendirmeye başlar. Bu dönemde öğretmen, yalnızca bilgi veren kişi değil, çocukların bakışında güven duyulan bir yetişkin ve ahlaki rehber konumundadır. Dolayısıyla öğretmenin ayrımcı, dışlayıcı ya da cezalandırıcı ifadeleri ve nefret söylemleri çocukta yalnızca duygusal değil, kimlikle ilgili gelişiminde de hasarlı etkiler bırakabilir.

Bir çocuğa, inancından ya da ailesinin mezhebinden ötürü 'cezalandırılacağının' veya 'eksik bir inanca sahip' olduğunun söylenmesi, çocuğun benlik algısında suçluluk, utanç ve değersizlik duygularını kalıcı biçimde yerleştirebilir. Bu durum, çocukta 'ben kötü biriyim' biçiminde içselleştirilen yıkıcı bilişsel kalıplara yol açar. Uzun vadede ise kaygı, içe kapanma, toplumsal geri çekilme, sosyal izolasyon gibi sonuçlar doğurabilir.

Üstelik bu tür ayrımcı bir söylem yalnızca hedef alınan çocuğu değil, sınıftaki tüm çocuklar için sakıncalıdır. Çocukların zihnine öğretmenin tutumuyla birlikte 'bizden olanlar' ve 'olmayanlar' şeklinde bir ayrım yerleşebilir. Bu durum da okul içinde dışlama, şiddet, akran zorbalığı ve kutuplaşma riskini artırır.

'Çocuk haklarının ve kamusal eğitimin bütünlüğünün ihlali'

Helin İren Elaldı eğitim alanının kamusal ilkeler kapsamında ve en çok da eşitlik çerçevesinde şekillendirilmesi gerektiğine de dikkat çekiyor:

Eğitim ortamı, her çocuğun kimliği ve inancı ne olursa olsun güvende ve eşit hissettiği kamusal bir alan olmalıdır. Çocukların psikolojik iyi olma hali, ancak laik, bilimsel ve kamusal eğitim ilkeleri korunarak güvence altına alınabilir.

Bir öğretmenin mezhepsel ayrımcılığı sınıfa taşıması, yalnızca pedagojik bir hata değil, aynı zamanda çocuk haklarının ve kamusal eğitimin bütünlüğünün ihlalidir. Bu ihlal, çocuğun eğitim hakkına olduğu kadar, toplumun ortak geleceğine de zarar verir. Çünkü bir ülkede çocukların aklına oldukça sakıncalı korku, suçluluk ve ayrımcılık gibi davranışlar değil, çocuk psikolojik sağlığının temelini oluşturan dayanışma, eşitlik ve birlikte yaşama çabası yerleşmelidir.

***

Çember daralıyor ama hâlâ teğet geçiyor: Süleyman Soylu dosyası…-Ali Ufuk Arikan-

Bugünlerde sadece İBB ve Ekrem İmamoğlu dosyasına dair yeni gelişmeler yaşanmıyor. AKP içindeki kavga da istim alarak yoluna devam ediyor. Burada etrafı en net sarılan isimlerden biri, giderek önemini kaybeden biri olsa da Süleyman Soylu olmuş durumda.

Başlangıçta olsa olsa bir siyasi karikatürdü.

İçi geçmiş, ömrü bitmiş bir partinin genel başkanlığı koltuğuna oturup, ayılıp bayılmalı kongre konuşmalarıyla detay haberlerin kahramanıydı.

Soylu'nun DYP yıllarından bir kare

"At üzerinde duramayan ülkeyi de yönetemez" diyerek Erdoğan'ı hedef alıyordu almasına ama genç, ateşli ve önemsiz bir sağcıydı, o kadar.

2009 seçimlerinde yaşadığı hezimet sonrası direksiyonu sert şekilde kırdı. Giydiği beyaz gömleğiyle 2010 referandumunda AKP için yollara düştü.

Düştüğü bu yol onun için zekiceydi, sonunda AKP'de bir koltuk sahibi oldu. 

Zehir zemberek sözlerle hedef aldığı Erdoğan'ın siyasi müritlerinden biri olması çok kısa zaman aldı.

Hırsı çok büyüktü Soylu’nun, siyasi yeteneğini aşacak kadar büyük.

Ancak yine de 15 Temmuz sonrası oluşan boşluğu görmüş, oturduğu İçişleri Bakanlığı koltuğunu son derece etkili kullanmıştı.

AKP içi kavgada, Erdoğan sonrasında yer kazanmak için aileye uzanacak vuruşlar yapmaya bile yeltendi.

Berat Albayrak’a attığı omuz, hâlâ hafızalarda.

Haberde çarpışma denilse de omuz atan Soylu'nun gülümsemesi de hafızalarda

Sonrasında AKP içi kavgadaki ilk kontrolsüz gelişmeler bir anda onun adını öne çıkardı.

Oysa her şey çok güzel gidiyordu onun için...

Yurt dışında kamera ve tripod kuran ülkücü mafya Sedat Peker, Soylu’nun Mehmet Ağar’larla çevirdiği işler dolayısıyla devre dışı kalmasının intikamını acı şekilde aldı.

Albayrak’a attığı omuzla rüşt ispatına girişen Soylu, Dubai’den gelen darbelere fazla dayanamadı.

Çökülen oteller, marinalar, Sezgin Baran Korkmaz ile Cihan Ekşioğlu ile kurulan bağlar, Kıbrıs ve yasadışı bahis iddiaları hepsi bir anda gündemin üst sıralarına çıktı.

Erdoğan’ın “kelle vermeme” stratejisinin bir parçası olarak bir süre koltuğunu korudu ancak üzeri çizilmişti.

Şimdilerde üzerinde tek bir sıfat kaldı, AKP İstanbul milletvekilliği.

Etrafı AKP içi kavga kontrolden çıkınca fena halde sarılmış durumda.

Gelin biraz ayrıntılara, Soylu'nun nasıl hedef olduğuna bakalım…

İlk hedef o değildi, oklar ona yöneldi

Soylu aslında ilk hedef değildi.

Şimdilerde unutuldu.

Peker, Soylu’nun kendisine “Benim İstanbul’da yetkim yok, orayı Berat yönetiyor. Her şeyi o yapıyor” dediğini, Soylu’ya yakın bir isminse kendisine mesaj ilettiğini söylüyordu. 

Buna göre Soylu mecburen Peker aleyhine açıklamalar yapacak, Peker’den "adet yerini bulsun" açıklamalarını ciddiye almaması istenecekti.

En azından iddia böyleydi.

Sonrasında bu hedef almanın ayarının kaçtığını, hatta ortada bir ayar sorunu değil, satış sorunu olduğunu belirten Peker, “dönüş bileti” olarak tanımladığı Soylu’ya hücuma kalkıyordu.

Peker'in "Süslü Sülü" tonlamalı videoları uzun süre gündem olmuştu

Soylu’nun 15 Temmuz sonrası MHP bağlantılı “karanlık isimleri” emniyete ve İçişleri Bakanlığı’na yerleştirdiğine dair onlarca haber çıkmıştı. Ağar’ın sahne alması, Peker’in coşması da hep bununla ilişkilendirildi.

Bu tablonun Ağar-Soylu ekibinde tekele alınması sonrası kadro dışı kalan Peker’den gelen salvolar can acıtıcıydı.

Soylu’ya “Berat Bey'e beni sen düşman etmedin mi?” diye soruyor, AKP içi önceki dönem kavganın nerelere uzandığını da açık ediyordu Peker.

Soylu’nun tıpkı Sezgin Baran Korkmaz’a olduğu gibi kendisine de “tehlikeli bir durum olunca haber vereceğim” dediğini de yine aynı isimden öğreniyorduk.

Sonra devamı geldi.

Soylu’nun Ağar’la birlikte çöktüğünü söylediği Mansimov’un Yalıkavak Marinası’nın hikayesini Peker’den öğrendik.

Bu konu belki de AKP içi kavgada önümüzdeki günlerde yeni bir operasyona konu olacak

Ancak bu operasyon da belli ki bazı isimleri şimdilik es geçerek, kuşatarak yapılacak.

soL’da tüm detaylarıyla aktardık. Paramount Otel dosyası Peker’in açıklamalarından tam 4 yıl sonra raftan indi.

Sadece bir ismi henüz hiç konuşmuyoruz bu dosyada, Süleyman Soylu’yu.

Soylu’nun “Sana operasyon olacak, yurt dışına çık” diye mesaj ilettiği Sezgin Baran Korkmaz bu operasyon kapsamında aranıyor örneğin.

Yine Soylu döneminde tankla Paramount Otel’e çöken, sadece Soylu ile değil birçok AKP’li ile çok yakın ilişkileri olan Cihan Ekşioğlu tutuklandı mesala.

Ancak tüm bu iddiaların merkezindeki Soylu’ya henüz sıra gelmedi. 

Buna karşın Soylu’nun etrafı gerçekten sarılmış durumda.

Bunun en net göstergelerinden biri son Paramount operasyonu sonrası, eski hasmı Berat Albayrak’ın abisinin gazetesinde çıkan yazı oldu.

Yandaş yazar Mahmut Övür, 4 yıl önce “milliyetçi meczup” dediği Sedat Peker’in açıklamalarını “gladyo yönlendirmesi” diye tarif ediyor, hem patronunun kardeşini hem de dolaylı olarak Soylu’yu koruyordu.

Şimdi belli ki bu ihtiyaç ortadan kalktı ve “unutuldu sanılan Paramount dosyası” diyerek “temiz eller operasyonu”nu ilan etti.

Bu yazı ve atış aynı zamanda AKP içinde giderek büyüyen krizin de bir ucu aslında.

MHP’de Bahçeli’ye çok yakın olan isimlerden biri, partinin Genel Başkan Yardımcısı İzzet Ulvi Yönter’in Sedat Peker’in Türkiye’ye dönüşüne “yeşil ışık” yaktığını açıkça gösteren paylaşımı da Soylu’nun bütünüyle gözden düştüğünü ve kavganın en çok tekme yiyenlerinden biri olacağını gösterir nitelikte.

Ancak yine de ortada bir tuhaflık yok mu?

Tüm ayrıntılarıyla yıllar önce ortaya çıkmış bir dosya, bunun Muğla Emniyeti, Valiliği, Emniyet Genel Müdürlüğü, İçişleri Bakanlığı desteği ve tüm isimler açıkça ortaya çıkmışken biz sadece Sezgin Baran Korkmaz ve Cihan Ekşioğlu isimleriyle yetiniyoruz.

Evet, etrafı sarıldı ama hâlâ bitirici bir hamle yapılmıyor Soylu’ya…

Sadece Soylu'ya değil, diğerlerine de.

Bunun bir nedeni bu çürümenin tek ortağının Soylu olmaması, başka isimlere de uzanmasının kaçınılmaz olması. Bir diğer nedeni de yüksek ihtimalle herkesin kendi elinde biriktirdiği başka başka kozlarla ilgili.

Kontrolden çıkan bir kavgada tüm kozlar açık oynanır, belli ki AKP içindeki kavga hâla bu aşamaya gelmedi.

Bitirirken Soylu'nun gençlik döneminde AKP iktidarını hedef aldığı sözleri hatırlatalım. 

Bunu onun yapamayacağı kesin ancak istemese de ortaya saçılanlar buraya kapı açabilecek ya da Soylu'ya bu sonu gösterebilecek cinsten: "Bu hükümete zıkkımın kökünü göstereceğiz!"

***

Afife ödülleri: Sahneye taşan tepki ne anlatıyor?-Mavi Derin-

O gece Tamer Karadağlı'ya teşekkür etmek biriken bir basınçla kılcal damarları çatlatıyorsa eğer, taşıyorsa kendi kabından, yeter artık diyorsa insanlar Yapı Kredi'ye teşekkür etmek de buna dahil olmalı.

Bu yazının konusu tiyatro alanının halen gündeminde olan 27. Afife Tiyatro Ödülleri’nde yaşananlar ve hatta belki daha çok olaylı gecenin sonrasında tartışılanlar. 

Peki ne olmuştu o gece? Yapı Kredi'nin düzenlediği 27. Afife Tiyatro Ödülleri'nde ödüller sahiplerini bulmaya başlamış ve En İyi Kadın Oyuncu ödülünü alan Sükun Işıtan'ın konuşmasına sıra geldiğinde ne olduysa olmuştu. Oyuncu, “arkadaşım” diye hitap ettiği Devlet Tiyatroları Genel Müdürü Tamer Karadağlı'ya kendinden emin bir şekilde önce teşekkürle başladı, sonra protestolara rağmen konuşmakta ısrar etti.

Protestolar sırasında seyirciler tarafından Filistin bayrağı ve pankartı açıldı, sloganlar atıldı. Seyircilerin ıslığı ve alkışı, destek ve protestolar birbirine karıştı. Fakat bu hikayede birbirine karışmayan şeyler de var. O da alandaki varlığını nihayet yüzeye çıkaran politik öfke.

Işıtan'ın aşağılayıcı tavırları ve fikirleriyle salon tören bitmeden seyirciler ve sanatçılar tarafından terk edildi. Terk eden ve protesto eden sanatçılar ise tören sonunda Sükun Işıtan'ın Yeni Şafak'a verdiği röportaj ile yeniden aşağılandı, lobicilikle ve mahalle baskısı kurmakla suçlandı. Bu tavır, ne yazık ki, çok tanıdık hepimiz için. 

Birçok sahne ve oyuncu konuya dair açıklamalarda bulundu. Kurum tiyatrolarının ve özel tiyatroların yapısı gereği ödüllerde aynı kategoride değerlendirilmemesi gereği, bu konuda jüri üyelerini adil bir değişikliğe davet, bu sorun çözülmeden adaylık kabul edilmemesi yönündeydi genel geçer eğilim. Belki bunların hepsi doğru, fakat bu yazının ucundan tutacağı nokta burası değil, zira konu burada kalınca “devletin tiyatrosu olur mu” ezberine doğru yol almak kaçınılmaz oluyor. Şimdilik diyelim ki; “kurum tiyatroları ayrı, özel tiyatrolar ayrı, bağımsız sanatçılar ayrı”... Peki biz kültür sanata emek veren bu kadar insan, bu işin neresindeyiz? Tekrara düşmek istemem daha çok bir atmosferi tarif etmek isterim.

Ödüller yahut yuhalamalar ne bizim tarihimizde ne de dünyada yeni. Bu nedenle yazıya böylesi "prestijli" gecelerin ülkenin güncel durumunda hangi zemine ayak bastığını ve bizim buna nasıl yaklaşacağımızla alakalı bir noktadan ilerlemek yerinde olur. Aklını, kalbini ve emeğini bu işe koyan tüm sanatçılar için ödül yalnızca bir uğrak, dostlarıyla kucaklaştıkları, birbirlerini tebrik ettikleri ve yeni sorular ürettikleri bir gece olabilir. Tabii ödülü kimin ve nasıl, kime verdiğine göre de değişir.

Ülkemizde ödüller elbette sermayenin sundukları kadar var. Afife ödül törenine verilen tepkiler de yeni değil bu nedenle. Bugün sermayenin prestijli diye sunduğu gece birçok sanatçının tereddütle gittiği, gidenlerin ve gitmeyenlerin günün sonunda cıklandığı bir gece olmaktan çok da öteye gidemiyor aslında. Tabii bütün bunların yanında ısrarla ve sabırla üretim yapmaya çalışan bir avuç insan var.

Meseleyi sanatçıların bu ülkede bir tercihe "zorlandığı" değil de bilinçli bir şekilde, yüksek bir sesle taraf olduğunu ve sorumluluk aldığını ilan etmesi gerektiği yönünde okumak doğru olur. Eğer hâlâ bu ülkede bir muhatap varsa kültür sanata dair, bir alternatifi kendi zeminimizde yaratmak bize düşüyor.

"Sanatçı siyaset yapmaz, sanat politik olmamalı ve sanatçı duruşu budur” gibi kabullerin tarihte ve bugünde nereden geldiğini biliyoruz. O gece Tamer Karadağlı'ya teşekkür etmek biriken bir basınçla kılcal damarları çatlatıyorsa eğer, taşıyorsa kendi kabından, yeter artık diyorsa insanlar Yapı Kredi'ye teşekkür etmek de buna dahil olmalı.

O gece sahneye taşan öfke nasıl mevcut iktidarın ve temsilcilerinin ve bu düzenin herhangi bir yanının bu halk açısından artık bir meşruluğunun kalmamasının karşılığıysa aynı karşıtlığı sermaye denkleminde de kurmamız gerekmiyor mu?

Ülkede muhalif olmak nasıl yekpare bir şey değilse iktidar ve sermaye de kendilerinin çalıp oynadığı bir sahnede el ele. Yalnızlaşan kültür sanat insanının sanat üretecek bir maddi gücünün olmaması da koca alanı sermayenin onayına sunuyor. Evet, sermayenin onayından geçen sanatın dışında kalan tüm üretimler "merdiven altı sayılıyor" ve sermayeye yeterince karşı gelemediğimiz her an kısır bir döngü ve çelişkilerle sermaye zemininde yeniden potaya yazılıyor.

Kamusal tiyatro, sanat, sanatçı duruşu ve devletin varlığı neydi gibi sorular tozlu raflardan çıkardığımız bir anı kadar kalıyor.

Soralım, bu ülkenin derya deniz bir kültür ve sanat birikimi var. Ödül gecelerinin yanında, günün sonunda iktidar dışında, sermayenin aperatifi olmaya razı mıyız? 
Soralım, iktidar kadar sermayenin tercihlerinin çöle çevirdiği bir zeminden kültür ve sanat devşirmeye devam mı edeceğiz?

Soralım, her gün söz söyleme hakkımız elimizden alınır hatta kazanılmış hakları kendi ellerimizle teslim ederken, kültür sanat alanı liberal ezberler ve miskinlikle devam edebilir mi?

Soralım, bu ülkede kültür sanat emekçileri, kurum, özel ve bağımsız fark etmeksizin ayın sonunu nasıl getireceğini düşünüyorsa; memleketi, kendisi ve üretimiyle yaşam bağını nasıl kuracağını düşünüyorsa, bırakalım ödül gecelerini, biz bu işin neresindeyiz?

Sahneden ve her yerden aşağılanmaya çalışılan sanatçılar tarihsel bi ur gibi yapışan liberal argümanları ve bunun kabullerini, düzene içkin davranış örüntülerini, miskinliğini yalnızca daha fazla sorumluluk ve cesaretle aşabilir. Bu alanda üretim yapan değerli sanatçılar, kültür sanat emekçileri; Afife'nin ya da Cumhuriyetin değerlerini diline pelesenk ederek -bir yandan kültür sanata yatırımlar yapıp bir yandan da silah ticareti yapanlarla- bu değerleri bir kan emici gibi boşa düşüren iktidar aklının aynı kökten beslendiğini bilip, sanatçılık naraları atanlara sabahın sahibi olduğunu hatırlatmalı, çölleşen bu alandan her sabah kendini yeniden kurarak yeni bir kültür oluşturmalı. Söz emeğinse, çok daha fazlası olduğumuzu biliyoruz. Bu meselenin yalnızca alanın kendi içinden çıkardığı basit bir başlangıç olmasını dilerim.

/././

SGK’nin özel hastaneler soyguna devam etsin diye sürekli ertelediği sistem: EKDS!-Burcu Günüşen-

Özel hastanelerin SGK’yi dolandırmasının önüne geçebileceği belirtilen Elektronik Kimlik Doğrulama Sistemi defalarca ertelendi. Üstelik bizzat SGK kararıyla. SGK özel hastanelere “soyguna devam” derken, Bursa Tabip Odası’ndan “EKDS’nin başlamasını engelleyenler bu düzenden nemalanan, halkın sağlığını çalan sistemin suç ortaklarıdır” açıklaması geldi.

Sosyal Güvenlik Kurumu’nun (SGK) özel hastanelere yaptığı ödemelerde yıllardır süregelen usulsüzlükler, kamu kaynaklarında milyarlarca liralık zarara yol açıyor.

SGK bütçesi özel hastanelerin yağmasına açılırken yurttaşlardan sağlık harcamaları için daha çok para ödemeleri isteniyor, bütçedeki kaçağı kapatma girişimleriyse özel hastanelerin direnişiyle karşılaşıyor.

Özel hastanelerin yıllarca sürdürdüğü SGK soygunu şimdiye dek Sayıştay raporları, yapılmayan işlemlerin yapılmış gibi gösterilmesi, gereksiz tetkik ve tedavilerin faturalandırılması, hatta yaşamını yitiren hastalar üzerinden işlem yapılması gibi çok sayıda örnekle ortaya konulmuş durumda.

Sahte hasta kaydıyla yapılan usulsüzlükleri önleyecek bir sistem çoktan hazır. Ancak özel hastane sermayesinin direnişiyle karşılaşan bu sistem bir türlü uygulamaya geçirilmiyor, sürekli erteleniyor.

Sosyal Güvenlik Kurumu Ankara’da bazı hastanelerde pilot uygulamasını başlattığı Elektronik Kimlik Doğrulama Sistemi’nin (EKDS) Temmuz ayında tüm özel hastaneler ve vakıf hastanelerinde uygulamaya geçeceğini duyurmuştu.

Gazeteci Barış Terkoğlu Haziran ayında Cumhuriyet’teki bir yazısında Ankara kulislerinden sızan bilgilere dayanarak “bir el sistemi yeniden ertelemek için harekete geçti” haberini vermişti.

Şimdiye dek belki de yüz milyarlarca lirayı kurtaracak sistemin belli ki birileri tarafından istenmediğini yazan Terkoğlu yazının yazıldığı saatlerde “kavga”nın da devam ettiğini duyurarak “Umarım kamuyu savunan bürokratlar kazanır” diyordu.

Ancak “kavga”nın özel hastaneciler lehine sonuçlandığı SGK’nin yaptığı yeni erteleme duyurusuyla ortaya çıkacaktı.

Erteleme gerekçesi açıklanmadı, yeni tarih verilmedi

SGK yönetim kurulu kararıyla sistemin tüm özel ve vakıf hastanelerinde uygulanmasını “ileri bir tarihe kadar” ertelediğini açıklıyordu.

Ertelemeye dair hiçbir gerekçe sunulmadı, o günden bu yana da sistemin tüm özel hastanelerde uygulanmaya başlanacağı tarih duyurulmadı.

Bursa Tabip Odası geçtiğimiz günlerde bir kitapçık yayımlayarak konuyu gündeme getirdi ve “Özel hastanelerin SGK vurgununa son verilmeli, Elektronik Kimlik Doğrulama Sistemi (EKDS) bir an önce uygulanmalıdır” çağrısında bulundu.

2025'in ilk çeyreğinde SGK verilerine göre kurumun özel hastanelere müracaat başına ödediği fatura tutarı yaklaşık 1600 lirayken, devlet hastanelerine müracaat başına ödeme tutarı bunun yalnızca dörtte biri, yani yaklaşık 400 lira...

soL’a konuşan Bursa Tabip Odası Genel Sekreteri Muhsin Güllü SGK’nin özel hastanelere yaptığı ödemelerin müracaat başına son 10 yılda yüzde 1738 oranında arttığına dikkat çekti.

Özel hastanelerin SGK vurgununun devam ettiğini belirten Güllü “Sayıştay raporlarında da özellikle 2016 yılında birçok usulsüzlük tespit edilmiş. Ondan sonra basına yansıyan birçok olay var. Siirt’te tarikat hastaneleriyle ilgili en son çıkan bir haber var. Yenidoğan skandalı zaten hepimizin malumu. Sahte göz ameliyatları ve diğer tüm usulsüzlükler bu denetimsizlikten kaynaklanıyor” dedi.

EKDS’nin “kişisel verilerin korunmasına mutlaka dikkat edilerek” bir an önce hayata geçirilmesi gerektiğini ifade eden Güllü sistemin iki kez ertelendiğini ve en son Temmuz ayında yeniden “ileri bir tarihe ertelendiğini” ve halen ne zaman uygulanacağına ilişkin bir tarih verilmediğini söyledi.

Her erteleme halkın cebinden çıkan paranın daha çok özel hastanelere aktarılmasına yarıyor

Bursa Tabip Odası’nın yayımladığı kitapçığa göre EKDS mevzuatta “TC kimlik kartının elektronik kimlik doğrulama işlemlerinde kullanılabilmesini sağlayan sistem” olarak tanımlanıyor. Bu sistem sayesinde kimlik sahteciliğinin önüne geçilmesi, kimlik doğrulamasındaki yetersizliklerden kaynaklanan usulsüzlük, yolsuzluk ve mali kayıpların ortadan kaldırılmasının sağlanması hedefleniyor.

Bursa Tabip Odası’ndan yapılan açıklamada EKDS’nin uygulamaya geçmesi durumunda kimlik sahteciliği ve faturalama usulsüzlüklerinin engellenebileceği kaydedildi, “Her erteleme, halkın cebinden çıkan paranın özel sağlık kuruluşlarının kasasına aktarılması anlamına gelmektedir” denildi.

'EKDS ertelenmesin, özel hastanelerin SGK vurgunu sona ersin'

“EKDS derhal yürürlüğe girmelidir” denilen açıklamada “SGK bütçesi, özel hastanelere değil kamusal sağlık hizmetlerine aktarılmalıdır. Sağlıkta adalet, denetim ve hakkaniyet için gecikmeye tahammül yoktur. Sağlık haktır, satın alınmaz. Kamu kaynakları ticari kazançlara değil, toplum sağlığına harcanmalıdır” ifadelerine yer verildi.

“EKSD ertelenmesin! Özel hastanelerin SGK vurgunu sona ersin!” başlığıyla yayımlanan kitapçıkta 2023 yılından bu yana özel hastanelerin SGK ile ilişkili usulsüzlüklerinden kamuoyuna yansıyanlar da başlıklar halinde şöyle sıralandı:

Sahte Mama Reçeteleri - Yenidoğanlar adına sahte rapor ve reçeteler düzenlenerek usulsüz bir şekilde SGK’ya fatura edildi. Vurgunun milyonlarca lirayı bulduğu iddia edildi.

Rüşvet Skandalı - Antalya’da SGK müfettişleri ve eski il müdürü, özel hastane denetimlerinde eksiklikleri görmezden gelmek için 120 bin avro rüşvet istedikleri iddiasıyla suçüstü yakalandı.

Denetim Cezaları - 2024 yılı ve 2025 yılı ocak, şubat aylarında yapılan denetimler sonucunda 88 hastane, 16 diğer sağlık tesisleri, 6 tıp merkezi, 1121 eczaneye 988 milyon 334 bin 791 lira tutarında ceza uygulandı. 19 sağlık hizmeti sunucusunun ödemesi durduruldu.

Surfaktan Grubu İlaçlar - Surfaktan grubu ilaçların, 2023 yılında SGK'ye 290 milyon TL değerinde fatura edildiği ortaya çıktı. Bu ilaçların yüzde 61'inin özel hastaneler tarafından yazıldığı belirtildi.

Sahte Göz Ameliyatları - Yenidoğan Skandalından sonra kamuoyuna 700 binden fazla sözde ya da usulsüz göz ameliyatının devlete fatura edildiği ortaya çıktı. Ücretsiz göz tansiyonu ölçme bahanesiyle temin edilen kimlik bilgileriyle yapılmamış göz ameliyatları da SGK’ya fatura edildi.

Siirt Özel Hastane Haberi - 2021 yılında başlayan koronavirüs salgınından bu yana Siirt’teki bir özel hastanenin yatmayan hastaları yatmış gibi göstererek Sosyal Güvenlik Kurumu'ndan milyonlarca liralık vurgun yaptığı iddia edildi.

Yenidoğan Skandalı - İlk kez Nisan 2025'te kamuoyuna yansıyan Yenidoğan Skandalında suç şebekesinin özel hastanelerin yenidoğan yoğun bakım ünitelerinin tam kapasite çalışabileceği sayıda bebek yönlendirmeleri karşılığında yüklü miktarda menfaat sağladıkları ortaya çıktı.

İzmir Operasyonu - Şüphelilerin, yapılmamış tedavi ve operasyonları yapılmış gibi gösterdikleri, yurtdışındaki doktorları hastanede çalışıyormuş gibi göstererek kaşelerini kullandıkları ve çeşitli yöntemlerle fatura düzenleyerek kamuyu toplam 147 milyon lira zarara uğrattıkları iddia edildi.

'Engelleyenler halkın sağlığını çalan sistemin suç ortakları'

Bursa Tabip Odası’nın hazırladığı kitapçıkta “Milyarlarca liralık kamu zararının oluşmasını engelleyebilecek EKDS’nin sürekli ertelenmesinin tek rasyonel açıklaması özel sağlık kuruluşlarının denetimden kaçmak için tüm gücünü ortaya koymasıdır” denildi.

Devlet tarafından ertelenmenin nedenine dair hiçbir gerekçe açıklanmadığının altı çizilen kitapçıkta “Ertelemelerle, oyalamalarla, kulislerle, ‘teknik hazırlık’ yalanlarıyla EKDS’nin başlamasını engelleyenler bu düzenden nemalanan, halkın sağlığını çalan sistemin suç ortaklarıdır” ifadelerine yer verildi.

***

Gericiler tehdit etmişti: İBB'nin Beyazıt'taki 'Cumhuriyet ve Gençlik' etkinliğine yasak

İBB’nin bu akşam Beyazıt Meydanı’nda düzenleyeceğini duyurduğu “Cumhuriyet ve Gençlik Buluşmaları: Kampüse Dönüş” etkinliği gericiler tarafından hedef gösterildi. Fatih Kaymakamlığı etkinliği iptal etti. İBB, etkinliği Pazartesi günü Müze Gazhane’de gerçekleştireceğini açıkladı.

İBB’nin bu akşam Beyazıt Meydanı’nda düzenleyeceği “Cumhuriyet ve Gençlik Buluşmaları: Kampüse Dönüş” etkinliği gericiler tarafından hedef gösterildi. Fatih Kaymakamlığı etkinliği iptal etti. İBB etkinliği Pazartesi günü Müze Gazhane’de gerçekleştireceğini açıkladı.

İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin bugün saat 15.00’te Beyazıt Meydanı’nda başlaması planlanan “Cumhuriyet ve Gençlik Buluşmaları: Kampüse Dönüş” başlıklı etkinliği gericiler tarafından hedef gösterildi.

Üniversite müzik grupları, atölyeler, DJ performansı ve Hey! Dougles ile Güneş konserinin de yer aldığı etkinliklerin gün boyu sürmesi planlanıyordu.

Akıncı-Güç adlı gerici grup sosyal medyadan etkinliği hedef gösterdi, etkinliğin yapılacağı saatlerde Beyazıt Camii'nde namaz kılma çağrısı yaptı.

Akit, Yeni Şafak gibi yayınlar da etkinliği hedef gösterdi.

Bunun üzerine Fatih Kaymakamlığı İBB’nin etkinliğini iptal etti.

A Haber ve Sabah’ta yer alan haberlerde iptal gerekçesinin meydanın Beyazıt Camii'nin yakınında bulunması olduğu öne sürüldü.

İBB bu akşam iptal edilen etkinliğin Pazartesi günü Müze Gazhane’de gerçekleştirileceğini duyurdu.

İBB’den basın mensuplarına yapılan açıklamada “Fatih Kaymakamlığının kararı nedeni ile bugün  (22 Ekim Çarşamba) Beyazıt’ta yapılması planlanan ‘Cumhuriyet ve Gençlik Buluşmaları - Kampüse Dönüş' etkinliğimiz iptal edilmiştir. Etkinliğimiz, 27 Ekim Pazartesi günü Müze Gazhane’de gerçekleşecektir. Saat ve akış bilgisi ayrıca paylaşılacaktır” denildi.

***

soL

 


 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Öne Çıkan Yayın

soL "Köşebaşı + Gündem" -22 Ekim 2025-

  Aleviler dinsizdir, cinlerle birliktedir': İlkokul öğrencilerine ayrımcılık yargıya taşınacak -Aslı İnanmışık- "Mezhepsel ayrımcı...