T-24 "Köşebaşı + Gündem" -21 Ekim 2025 -

Yargıtay, Anayasa'ya uyacak mı?-Mehmet Y.Yılmaz-

Yargıtay Başkanı Ömer Kerkez’in, Diyarbakır’da söylediği “Anayasa Mahkeme’sinin ihlal kararı yerine getirilmeli” sözleri şunları merak etmeme neden oldu: Can Atalay niye hâlâ hapishanede de TBMM’de değil?

Yüksek yargı organlarının başkanları, Diyarbakır’da “Adli ve İdari Yargıda Bireysel Başvuru İhlal Kararları ve İhlalin Sonuçlarının Ortadan Kaldırılması” konulu bölge toplantısına katıldılar.

Yargıtay Başkanı Ömer Kerkez de bu toplantıda bir konuşma yaptı.

Kerkez’in bu konuşmada söyledikleri Yargıtay’da bir zihniyet değişimini mi ifade ediyor, diye ilgimi çekti.

Kerkez, Anayasa Mahkemesi bir ihlal kararı verdiyse buna tüm kurumların, tüm yargı organlarının uyması ve gereğini yerine getirmesinin zorunluluğunu vurguluyor.

Bu yepyeni bir buluş değil tabii.

Anayasa’nın açıkça hüküm altına aldığı bir konu; AYM kararları yargı organlarını, gerçek ve tüzel kişileri, yürütme organını bağlar diyor.

Gezi protestoları nedeniyle yargılanan Can Atalay, Hatay’dan milletvekili seçildikten sonra yargılanması durdurulmalı ve TBMM’de yemin ederek milletvekilliği görevine başlamalıydı.

Yerel mahkeme ve yerel mahkeme kararının temyiz edildiği Yargıtay Dairesi bunu yapmadı.

AYM’nin bu konuda verdiği karar da Yargıtay’ın ilgili ceza dairesini ve TBMM Başkanı’nı “bağlamadı.”

Hatta Yargıtay dairesi AYM üyeleri hakkında suç duyurusunda bile bulundu.

Atalay’ın milletvekilliğinin düşürülmesi üzerine Anayasa Mahkemesi’ne yaptığı bireysel başvuruda verilen ihlal kararı da 22 Şubat 2024’ten bu yana uygulanamadı.

AYM’nin kararı TİP Hatay Milletvekili Can Atalay'ın Gezi Parkı eylemleriyle ilgili davadaki hapis cezası gerekçe gösterilerek vekilliğinin düşürülmesinin “yok hükmünde” olduğunu söylüyor.

Ve bütün bu ihlalin sorumlusu olan Yargıtay’ın başkanı dünkü toplantıda şöyle konuştu:

“İhlalin sonuçlarının giderilmesi de vatandaşımızın bir temel hakkıdır. Ve ihlal kararı giderilmeyen vatandaşımızın da temel hakkı yeniden ihlal edilmiş olur ve bu tekrar bir bireysel başvuruya söz konusu olur aslında. Bu nedenle ihlal, bugün ve yarın özellikle ihlal kararlarının sonuçlarının giderilmesi konusunda çok dikkat kesilmenizi istirham ediyorum ben sizlerden.”

Bu sözler Yargıtay’da bir zihniyet değişimini mi ifade ediyor diye merak etmemin nedeni bu.

Ortada AYM’nin verdiği bir ihlal kararı var.

Yargıtay’ın kararının ve TBMM Başkanı’nın bu kararı okutarak milletvekilliğinin düşmesine yol açmasının hak ihlali olduğunu net bir şekilde ifade ediyor.

Yargıtay Başkanı, “AYM kararları herkesi bağlar, hak ihlali kararının uygulanmaması da yeni bir hak ihlalidir” diyor.

Ben de merak ediyorum: Can Atalay niye hâlâ hapishanede de TBMM’de değil?

Yoksa Yargıtay Başkanı toplantılarda doğru söylüyor da görev yerine döndüğünde mi şaşıyor?

* * *

Bahçeli’nin KKTC çağrısı ve belediyeler

Bahçeli, KKTC’deki seçim sonuçlarının üzerine “KKTC parlamentosu Türkiye Cumhuriyeti’ne katılma kararı almalıdır" açıklamasını yaptı. Yerel seçimdeki yenilgilerinin ardından Erdoğan’ın “silkeleyin” talimatının hangi boyutlara ulaştığını bugün daha net görebiliyoruz

Kıbrıs’taki Cumhurbaşkanı seçimini muhalif aday kazanınca MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli çok kızdı.

O kadar kızdı ki KKTC Parlamentosu’nu “darbe yapmaya” bile çağırabildi.

Kusura bakmasın, Meclis’i “seçim sonuçlarını tanımamaya” davet etmesine başka bir isim bulamadım.

Kim bilir, belki de partisinin kurucu önderinin darbeci geçmişinden miras kalan bir esinti bu.

Ancak çok daha önemlisi de şu ki iktidar koalisyonunun “ruh durumu” bu.

Daha önce Türkiye’de kimsenin aklından bile geçiremeyeceği “seçim sonuçlarını tanımama” gibi konular bile konuşulabilir hale geldiyse nedeni bu ruh durumu.

Yerel seçimdeki yenilgilerinin ardından Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın “silkeleyin” talimatının hangi boyutlara ulaştığını bugün daha net görebiliyoruz.

“İtirafçı-iftiracı” ifadeleriyle görevden alınan belediye başkanları, çeşitli vaatlerle parti değiştirmesi sağlananlar, Bahçeli’nin KKTC Meclisi’ne yaptığı “seçim sonuçlarını tanımama” çağrısının farklı yollarla tezahüründen başka bir şey değil.

Erdoğan’ın TBMM açılış konuşmasında 2026’nın “belediyeler için reform yılı olacak” açıklamasının altında da belediyelerin yetkilerini daraltıp, merkezi idarenin yerel yönetimlerin bazı yetki ve gelirlerini kontrol etme endişesi yatıyor.

Belediyelerin mülkiyetindeki kültür ve turizm varlıklarının merkezi idareye devri için hazırlığı yapılan yasa da aynı amaca hizmet ediyor.

“Terörsüz Türkiye” kampanyası nedeniyle kayyım uygulamaları bir süre geri plana itilecek gibi görünüyor ancak yerel yönetimler üzerindeki baskı belli ki devam edecek.

Sorunlu bir demokratik hayatımızın olması yeni bir şey değil.

Sanırım bütün olup bitenlere rağmen nispi bir demokrasinin hâlâ yaşayabiliyor olmasını sağlayan şey de demokratik haklarını koruma konusunda toplumun geliştirdiği refleks.

Sıkıntı var ama gelecek için ümidimizi canlı tutmamızı sağlayan derin bir demokrasi tutkusu da var.

Bugünkü baskı ve zulme varan uygulamaların nedeni iktidarın da bunu biliyor olması.

Baskıyı arttırdıkça demokrasi talebinin daha da yükseleceği gerçeğini ise unutuyorlar belli ki.

/././

Paramount Otel soruşturmasının hatırlattıkları -Tolga Şardan-

Paramount Otel olarak bilinen tesisle ilgili soruşturmada, Sezgin Baran Korkmaz başta olmak üzere yine AKP’li görünen ya da AKP’ye yakın durmayı tercih eden isimler şüpheli konumunda. Aynı dosya içinde yer alan ve bir süredir sessizliğe bürünen, “iktidarın altın çocukları”ndan Cihan Ekşioğlu tutuklandı. Korkmaz ve Ekşioğlu’nun isimlerinin gündeme geldiği günlerden beri, üçüncü bir ismin de kulakları sıkça çınlatılıyor: Süleyman Soylu

paramount otelParamount Otel

Tuz, uzunca zamandır kokmuş durumda yaşadığımız coğrafyada.

Kokma sebebi, iktidarın, muhalif gördüğü isimlere yönelik “ifade ve düşünce özgürlüğü” başta olmak üzere, sesin yükseltilmesine karşı yürüttüğü cadı avı değil elbette.

Tersine, iktidar olmanın olanaklarından faydalanan iktidar destekçileri ya da destekçisi görünenler. Olanakları özellikle para ve makam/mevki merkezinde kullanıp bireysel veya grupça menfaat sağlamaları tuzun kokmasının önde gelen gerekçesi.

DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan, geçen hafta bir grup gazeteciyle bir araya geldi. Bu satırların yazarı da buluşmadaydı.

Görüşmede; Babacan soruları yanıtlarken, dikkat çekici bir değerlendirmede bulundu.

Söz, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın yeniden aday olup olamayacağına geldiğinde DEVA Partisi lideri, yakın geçmişte bu konudaki itirazını hatırlattı. Erdoğan’ın anayasa gereğince neden aday olamayacağı yönünde itiraz ettiklerinde karşı cepheden gelen yanıtı şöyle aktardı:

“Erdoğan’ın aday olamayacağı daha önce de gündeme geldiğinde en çok itirazı yapan, menfaat şebekesiydi. Menfaat şebekesi, bu tek merkezden yönetimi çok seviyor. Hatırlarsanız 2014’te Erdoğan partisiz cumhurbaşkanı oldu bir süre. Partisizdi. O dönemde dediler ki ‘Efendim, siz sakın memleketin başından ayrılmayın. Ülke mahvolur.’

Diyemediler ki ‘Biz, sizin üzerinizden menfaat sistemleri kurduk. Siz giderseniz bizim menfaatlerimiz mahvolur.’ “Ülke mahvolur” dediler. Onu da öyle ikna ettiler. Yani ‘Aman gitmeyin efendim. Aman Allah sizi başımızdan eksik etmesin’ diye... Dolayısıyla bu söylediğime de en büyük itiraz şimdi o menfaat şebekelerinden gelir. Onlar ne demek istediğimi gayet iyi anlıyor da…”

* * *

Babacan’ın, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı etkilemek isteyen “menfaat şebekeleri” açıklaması, son günlerde örnekleriyle gündeme gelmeye başladı tek tek.

İki aydır neredeyse haftada iki kez savcılıkların iktidar yanlısı kişiler ya da gruplara yönelik adli operasyonlarıyla güne başlıyor ülke insanı.

Bilhassa Başsavcı Akın Gürlek yönetimindeki İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı, muhalefet belediyelerine yönelik yolsuzluk soruşturmalarının yanı sıra iktidara ve Cumhur İttifakı’na yakın olduğu söylenen bazı isim ve şirketlere yönelik yolsuzluk dosyalarının kapaklarını açıyor bir süredir.

Gözaltılar var, tutuklamalar var.

Her bir dosyanın içeriği birer bomba adeta. Birbiri ardına açılması sebebiyle her ne kadar sıradanlaşmaya çalıştırılsa da dosyaların içerikleri AKP ve MHP’nin sinir uçlarına dokunacak cinsten.

Devletin önemli kurumlarındaki önemli isimler dosyaların şüphelileri. Önceleri alt düzeyde olan kamu personeli şüphelilerin yerini şimdilerde daha üst konumdaki kamu yöneticileri almış durumda.

Son örnek Merkez Bankası’nın eski başkan yardımcısı Emrah Şener. Görevi sırasında yolsuzluk ve usulsüzlük yaptığı iddiasıyla beraberinde yine siyasi irtibatları bulunan şüphelilerle birlikte tutuklandı.

Görevi döneminde birlikte çalıştığı yine Merkez Bankası’ndaki önemli isimlerin aynı dosya kapsamında verdikleri ifadelerle itirafçı oldukları bilgisi var.

İstanbul’da yürütülen soruşturmalarda, dosyalarla bağlantısı bulunduğu öne sürülen AKP ve MHP’nin önde gelen siyasetçileri var.

Mesela Can Holding soruşturmasında mevcut kabinden bir bakanın oğlunun dosya kapsamında yer aldığını gazeteci Barış Terkoğlu gündeme getirdi. Ayrıca bir bakan yardımcısının oğlunun da aynı dosyada bulunduğunu ilave edeyim.

Kaldı ki özellikle AKP’ye yakınlığıyla bilinen iş insanları, aileler var.

Savcılığın bu dosyaları arka arkaya açmasının mutlaka bir somut gerekçesi olmalı. Şimdilik bu gerekçe dosyaları açanların dışında bilinmiyor.

AKP ve MHP içinde de farklı kulis bilgileri elbette mevcut. Ancak, somut bilgiye dayanmayan, temeli olmayan bilgiler bir süredir kapalı kapılar ardında konuşuluyor.

İddiaların dışında kalanlar ve kısmen kıyısında yer alanlar, ne şekilde pozisyon alacakları konusunda kararsızlar.

Kimi zaman İstanbul Adliyesi’ne çevriliyor gözler, kimi zaman ise ya Cumhurbaşkanı Erdoğan’a ya da yakın çevresine.

Tabii bu arada savcılığın yürüttüğü “finans-siyaset-bürokrasi” düzlemindeki yolsuzluk soruşturmalarının Erdoğan’ın bilgisi dışında yapılamayacağı düşünüldüğünde, Cumhurbaşkanı’nın herhangi bir açıklama yapmaması ayrıca dikkat çekici.

AKP’nin mevcut yönetim modelinde işler tek bir yerde toplandığı için ister muhalif ister iktidar yanlısı hemen herkesin gözü “yukarı”dan gelecek işarette bir süredir.

* * *

İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’nın kapağını açtığı son dosya, Bodrum’da “çökülerek asıl sahibinden alınan” ultra lüks otele ait.

Paramount Otel olarak bilinen tesisle ilgili soruşturmada, bir dönemin kendisinden menkul isimlerinden, Sezgin Baran Korkmaz başta olmak üzere yine AKP’li görünen ya da AKP’ye yakın durmayı tercih eden isimler şüpheli konumunda.

Sezgin Baran Korkmaz

Hakkında yakalama kararı çıkartılan Korkmaz, zaten bir süredir Amerika’da. Aynı dosya içinde yer alan ve bir süredir sessizliğe bürünen, “iktidarın altın çocukları”ndan Cihan Ekşioğlu tutuklandı.

Bu ülke insanı, her iki ismi, halen firarda yaşayan, İnterpol’ün kırmızı bülteniyle aranan ve organize suç örgütü lideri olmaktan hüküm giymiş Sedat Peker’in ifşalarından öğrendi.

Ülkede bakanlar, kamu kurumları ve yöneticileri hatta muhalif siyasiler varken bu gelişmelerin firari bir suç örgütü liderince seslendirilip konu edilmesi de ayrı bir gariplik tablosu.

Korkmaz ve Ekşioğlu’nun isimlerinin gündeme geldiği günlerden beri, üçüncü bir ismin de kulakları sıkça çınlatılıyor.

Önceki İçişleri Bakanı Süleyman Soylu, üçüncü isim.

Soylu demişken, Sezgin Baran Korkmaz’ın hakkında yakalama kararı çıkmadan önce yurt dışına nasıl kaçtığı, kaçmadan önce Soylu ile İçişleri Bakanlığı’ndaki makamında görüştüğü, görüşmeyi kimlerin organize ettiği ilk günden bu yana biliniyor. Hem sokaktaki yurttaş hem de devletin “ilgili birimleri”nce…

Konuyu bilmeyenler ve bilip de hafızalarını tazelemek isteyenler için 22 Haziran 2021’deki Büyüteç’in linkini bırakayım:

Sezgin Baran Korkmaz'ın Ankara ziyaretinde bilinmeyenler ve Avusturya'da tutuklanmasında yaşananlar

Aradan dört yıldan fazla zaman geçti. Korkmaz’la ilgili yaşananlar yeniden gündeme geldiğine göre, bilgi güncellemesi yapmakta fayda var.

1-Dönemin emniyet genel müdürü ve yaşananların bire bir tanığı Mehmet Aktaş, bugün İçişleri bakan yardımcısı!

2-Korkmaz’ın Soylu ile yaptığı görüşmeyi organize edenlerden dönemin Emniyet Genel Müdür Yardımcısı Resul Holoğlu, şimdilerde kızakta. Ancak halen devletten maaş almaya devam ediyor!

3-Holoğlu ile birlikte Korkmaz’ın İçişleri Bakanlığı’na gelmesini sağlayan ve yine Holoğlu ile birlikte Korkmaz’la bakanlık merdivenlerinde sigara tüttüren dönemin KOM Dairesi Başkanı Mahmut Çorumlu, halen emniyet genel müdür yardımcısı!

4-Holoğlu ve Çorumlu’nun talimatıyla Korkmaz’ı cep telefonundan arayıp Ankara’ya davet eden dönemin KOM Dairesi Organize Suçlarla Mücadele Şube Müdürü, bir süre yurt dışında görev yaptıktan sonra şimdilerde KOM Başkanlığı’nda üst düzey yönetici!

5-Görüşmenin yapıldığı sırada tesadüfen (!) Soylu’nun özel kaleminde bekleyen ve sonrasındaki süreçte kendisine yer bulan, aynı zamanda Soylu’nun emniyetteki sağ kolu dönemin Ankara Emniyet Müdürü Servet Yılmaz, şimdilerde dolarlı yüksek maaş karşılığında Bakü’de İçişleri Bakanlığı müşaviri!

* * *

Peki Cihan Ekşioğlu’nu nasıl anlatmak gerekir?

Soylu ve Ekşioğlu’nun isimlerini internette “birlikte” taradığınızda epeyce belge ve bilgiye ulaşmak mümkün.

Hatta fotoğraflar var.

Süleyman Soylu (solda) ve Cihan Ekşioğlu

Tabii, Ekşioğlu ve Soylu isimlerinin yan yana koyarak emniyet teşkilatından bağımsız düşünmek doğru olmaz!

Bilindiği üzere Ekşioğlu, sahibi olduğu firma üzerinden özellikle kamu güvenliği ve istihbarat faaliyetleri yürüten kamu kurumlarına yazılım pazarlaması yapıyordu.

Ankara’daki AKP ve Emniyet çevrelerinde epeyce afili biçimde dolaşırdı. Polis eskortları, korumalar, çakar lambalar, Ekşioğlu’nun konumunu tamamlayan unsurlardı.

Hele ki hediye ettiği pahalı tespihler ve kılıçlar, emniyet çevrelerinde itibar kazanmasına büyük destek oldu.

Bakan Soylu ile yakınlığı üzerinden irtibat kurduğu ve işlerini yürüttüğü üst düzey polis müdürlerini “kanatlarının altına almak” amacıyla kullandığı en önemli iki argüman, tespihler ve kılıçlardan oluşan hediyeler ile Bodrum’da şimdilerde adli soruşturmaya konu olan Paramount Otel’deki bedava tatillerdi.

Bazı polis müdürleri, Ekşioğlu sayesinde (belki de hayatları boyunca göremeyecekleri bir tatili) lüks otelin yerleşkesindeki villalarda uzun süreli tatil yaptılar.

Bu isimler, başta bu satırların yazarı olmak üzere, “bilmesi gerekenlerce” biliniyor. Hatta bu üst düzey emniyet müdürlerinden birisi, büyük bir kente emniyet müdürü olarak atandı!

Yeri gelmişken, Ekşioğlu’nun aynı zamanda FETÖ borsası iddiaları merkezinde yer aldığını hatırlatayım.

Bütün bu operasyonların nereye gittiğini hep birlikte göreceğiz.

/././

2026 yılında olası vergi harcamaları -Murat Batı-

Vergi harcama listesinde bulunan kanun sayısı toplamda 213 adettir. Bu kanunların bir kısmı gelir vergisi kanunu gibi doğrudan vergi kanunlarından oluşurken bir kısmı ise -Siyasi Partiler Kanunu gibi- başka kanunlardan oluşmaktadır.

16 Ekim günü, 2026 yılı Bütçe Kanun Teklifi TBMM Başkanlığı’na sunuldu.

Her yıl bütçe kanunu yapılırken takip eden üç yılın (bu yıl 2026, 2027 ve 2028 yıllarına ilişkin) vergi harcama tahmin tutarları da bütçe kanunu ekinde yayımlanmaktadır. 2026 yılı Bütçe Kanun Teklifinin 140 ila 177’nci sayfalarında vergi harcama tahminleriyle istisna ve muafiyetlerin bulunduğu kanun ve maddeleri de bulunmaktadır.

Vergi harcaması kavramı pek bilinen bir kavram değil. Hatta vergi harcamasıdevletin vergi toplarken yaptığı harcamalar demek değildirVergi harcaması devletin o yıl almaktan vazgeçtiği gelirleri ifade etmek için kullanılır. Örneğin çalışanlara verilen yemek bedelinin 240 Türk lirası gelir ve damga vergisinden istisnadır ya da konut kira geliri elde edenlerin elde ettikleri bu kira gelirinin 47 bin Türk lirası istisnadır. Ya da asgari ücret elde edenlerin ücretlerinden gelir ve damga vergisi alınmaması gibi. Bunların tamamı vergi harcamasıdır. Ancak bazı indirim, istisna ve muafiyetler, standart vergi sisteminin unsurları olmaları nedeniyle vergi harcama listesi dışında tutulabilmektedir.

Özetle ve genel olarak muafiyet ve istisnalara vergi harcaması denilmektedir.

Sadece vergi kanunlarımızdaki muafiyet ve istisnaları mı içermektedir bu vergi harcamaları? Hayır elbette, kendi kanunlarında da kendi gelir ve/veya işlemlerini de vergi dışında tutabilmektedir kurumlar. O yüzden vergi harcamaları sadece vergi kanunlarında bulunur demek hatalı olur. Aşağıda bu kanunların bir kısmı bulunmaktadır.

Şöyle ki…

2026 yılında 213 adet Kanun'da bulunan muafiyet/istisna vergi harcama listesinde yer almaktadır

2026 yılı Bütçe Kanun Teklifi ekinde yer alan Vergi Harcamalarının Kanuni Dayanaklarına İlişkin Liste’de 213 adet kanuna ilişkin 654 adet madde/bent bulunmaktadır.

Aşağıdaki tabloda bu kanunların bir kısmı ve ilgili kanunda yer alan muafiyet ile istisnaya yer veren madde/bent sayıları bulunmaktadır.

Yukarıdaki listede sadece bir kısım kanun ve ilgili madde/bent sayıları bulunmaktadır. Vergi harcama listesinde bulunan kanun sayısı toplamda 213 adettir. Bu kanunların bir kısmı gelir vergisi kanunu gibi doğrudan vergi kanunlarından oluşurken bir kısmı ise -Siyasi Partiler Kanunu gibi- başka kanunlardan oluşmaktadır.

Şöyle ki kendi uygulama esasları çerçevesinde bir ya da birkaç maddeyle kendi faaliyet alanıyla alakalı elde ettikleri gelir ile faaliyetleri kapsamında oluşan harcamalar ile işlemleri bazı vergilerden istisna/muaf etmişlerdir. Örneğin Siyasi Partiler Kanunu m.61 ile siyasi parti mal varlığından elde edilen gelirler hariç olmak üzere, diğer kaynaklardan elde edilen gelirlerden hiçbir surette vergi, resim ve harç alınmaması sağlanmıştır.

Yukarıda da belirttiğim gibi bu linkten 140 ila 177’nci sayfalara detaylıca bakabilirsiniz.

Ne kadar vergi harcaması yapılacak?

Vergi harcama listesinde kanunun kendi yılıyla birlikte toplamda üç yıllık tahminler yer almaktadır. Listeye göre kendi kanun maddeleri uyarınca nelerin vergi harcaması olacağı belirtilmektedir. Ama her kurumun ne kadar bu istisna ve/veya muafiyetten yararlanacağı belirtilmemiştir; sadece Kanunlar ve ilgili maddesi bulunmaktadır.

Aşağıda son sekiz yıla ilişkin ki 2025 ve 2026 yılı bütçe kanun teklifi uyarınca vergi harcama tutarları ve ilgili yıldaki vergi geliri içindeki payları yer almaktadır[1]. 2025 Bütçe Kanunu ile 2026 yılı Bütçe Kanun Teklifinde yer alan vergi gelir hedeflerinden red ve iadeler düşüldükten sonraki tutarlara yer verdim.

Diğer yıllar yani 2024 ve önceki yıllara ilişkin ise Hazine ve Maliye Bakanlığı’nın bütçe tahsilat tutarlarını dikkate alarak belirttim. Bu nedenle 2025 ve 2026 yıllarına ilişkin gelecek dönemlerde açıklanacak veriler ile bu oranların değişme ihtimali bulunmaktadır.

Yıl ve vergi bazında vergi harcama tutarları

Yukarıdaki tabloda da görüldüğü üzere toplam vergi harcamalarının toplam vergi hasılatına oranı 2024 yılı için yüzde 29,83; 2025 yılı için yüzde 26,98; 2026 yılı için ise yüzde 26,18 olarak tahmin edilmiş. Yani devlet 2026 yılında 100 TL vergi tahsilatı hedeflemiş ise bunun 26 lirasından iraden vazgeçecektir.

2025 ve 2026 yılı dâhil sekiz (8) yılın vergi harcama tutarlarının vergi hasılatına oranının ortalaması ise yüzde 23,64’tür.

Vergi harcaması niçin var?

Normal koşullarda vergi harcama kapsamındaki muafiyet ve istisnalar sosyal, ekonomik ve mali anlamda teşvik içeren bir anlayışla düşünülüp kanunda yer almalıdır. Örneğin ücretlilerin gelirlerinden asgari ücrete kadar olan gelir ve damga vergisi istisnası ya da engelli indirimi gibi sosyal amaçlı istisnaların/teşviklerin varlığı oldukça önem arz etmektedir ki bunların sayısının artması da sosyal devlet gereği zaruridir.

Lakin vergi harcama listesinin azımsanmayacak düzeydeki kısmı bu amaçlardan maalesef uzaklaşmış durumdadır. Hatta bazı muafiyet ve istisnaların varlık nedeni tartışma götürecek tarzdadır.

Vergi harcamaları haksız rekabet de yaratmaktadır

Kurumlar vergisi açısından vergi harcama listesinin özel bir önemi bulunmaktadır. Devlet, kendi eliyle bazı kurumlara vergi istisnası ve/veya muafiyeti tanıyarak esasında haksız rekabet yaratabilmektedir. Örneğin 6741 sayılı Türkiye Varlık Fonu Yönetimi Anonim Şirketinin Kurulması ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’un 8’inci maddesi ile birçok vergiden muaf olacağı açıkça düzenlenmiştir.

Ayrıca 7412 sayılı İstanbul Finans Merkezi Kanunu (İFMK) m.6 ile İstanbul Finans Merkezi, kurumlar vergisi, gelir vergisi, BSMV, damga vergisinden belli koşullarda istisna edilmiştir.

Bu iki kuruluş özelinde bunlara tanınan vergi avantajları nedeniyle serbest piyasa koşullarında aynı faaliyet alanına sahip firmalarla haksız rekabet oluşmaktadır. Şöyle ki bu kuruluşların sunduğu mal ve hizmet dolayısıyla ödenecek vergilerin birer maliyet kalemi olduğu dikkate alındığında vergi avantajından yararlanan firmanın fiyat avantajını kullanarak görece bir üstünlük sağlama durumu söz konusu olacaktır.

Bu kapsamda vergisel teşviklerin gözden geçirilerek vergi harcamaları ve bunların mali etkilerinin rasyonel şekilde ele alınması, etkinliği olmayan istisna, muafiyet ve indirimlerin kademeli olarak kaldırılarak vergi sistemi dâhil bütüncül, sade ve etkin hâle getirilmesi gerekmektedir. Bu yolla vergi tabanının genişletileceği ve vergide adaletin sağlanması adına önemli bir adım olacağı kanaatindeyiz.

[1] Hazine ve Maliye Bakanlığı verilerinden tarafımızca oluşturulmuştur.

/././

Bahçeli, KKTC seçiminin katılım oranını yeterli bulmadı: 81 Düzce'den sonra 82'nin Kıbrıs olması hayat memat konusudur!

MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, Cumhuriyetçi Türk Partisi Genel Başkanı  Tufan Erhürman’ın kazandığı KKTC seçimine ilişkin olarak, “Kuzey Kıbrıs Parlamentosu acilen toplanmalı, seçim sonuçları ve federasyona dönüşün kabul edilemeyeceğini ilan etmeli ve Türkiye Cumhuriyeti’ne katılma kararı almalıdır” dedi. Bahçeli, “81 Düzce’den sonra 82’nin Kıbrıs Türk Cumhuriyeti olması kaçınılmaz hale gelmiştir” ifadesini kullandı. (https://t24.com.tr/haber/mhp-lideri-bahceli-partisinin-grup-toplantisinda-konusuyor,1269097)

***

Seçim sonuçları Ankara’nın işine gelir, artık Rumlar düşünsün -Barçın Yinanç-

AK Parti liderliği KKTC seçim sonuçlarını vakit geçirmeden kabul etti, zira gelmekte olanın geldiğini çok önceden görmüştü. Sanki seçimlere kendisi müdahale etmemiş gibi Kıbrıs Türk halkının tebrik edilmesi, basit bir kabullenme anlamına gelmiyor. Seçim sonuçları, aslında her durumdan kendine pay çıkarmakta çok ehil olan iktidarın da işine gelebilir.

MHP Genel Başkanı KKTC’de muhalefetin seçim başarısını hazmedemeyerek sonuçların reddedilmesini isterken, başta Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan olmak üzere iktidarın önde gelen isimlerinin Türk toplumunun yeni liderini tebrik etmesinin iç siyaset açısından yorumunu uzmanlarına bırakıyorum.

MHP liderinin, gelecekte Türkiye’de yapılacak seçimlerde sonucu beğenmeyince benzer bir reflekste bulunmamasını ümit etmek gerek.

AK Parti liderliği vakit geçirmeden seçim sonuçlarını kabul etti, zira gelmekte olanın geldiğini çok önceden görmüştü.

Eski İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’dan futbolcu Mesut Özil’e adaya çıkarma yapsa da AK Partililerin çoğu Ersin Tatar’ın işinin zor olduğunu yakın çevrelerine söylemekten geri kalmamıştı.

Buna rağmen iktidarın Tatar kampanyası için akıttığı paralar için pişman olduğunu sanmam, yine birilerinin bu sayede cepleri doldu.

Bu paraların kaynağı ne? Türk Büyükelçiliği'nin Tatar’ın seçim ofisi olarak çalıştığı verisinden hareketle, Türk vergi verenleri mi yoksa başka kanallar mı? Türk vergi verenleri ise, vergilerimiz neden bu şekilde çarçur edildi, türünden sorular havada kalmaya mâhkum.

Avrupa ile yumuşama arayışına hizmet eder

Öte yandan AK Parti yetkililerinin, KKTC’nin yeni lideri Tufan Erhürman’ı tebrik ederken, Kıbrıs Türk halkını oldukça sıcak bir şekilde kutlaması, seçimlere müdahale eden kendisi değilmiş gibi “Tersi için çok uğraşıldı ama ama helal olsun” der gibi yapması, basit bir kabullenme durumunu yansıtmıyor.

Seçim sonuçları, aslında her durumdan kendine pay çıkarmakta çok ehil olan iktidarın da işine gelebilir. Önümüzdeki dönemde, ABD’den sonra Avrupa ile de ilişkileri ilerletme arayışında olan Ankara açısından Erhürman’ın Kıbrıs müzakerelerine yaklaşımı Avrupa ile aranan yumuşama ortamına hizmet edebilir.

Nedir bu yaklaşım? Bir kere Erhürman, koşulsuz olarak federasyonu görüşmek için masaya oturma yanlısı değil.

Bir önceki yazımda da vurguladığım gibi KKTC’de federasyon yanlısı muhalefet geçmişten ders çıkardı. Yıllarca adanın güneyinde aynı ideolojiyi paylaştıkları sol kesimin de çözüm istediğini sandılar. Ancak gördüler ki çözüme en yakın görünenlerle bile çözüme doğru yol yürümek mümkün olmuyor.

BARÇIN YİNANÇ YAZDI | KKTC’de Ersin Tatar kazanırsa en çok Rumlar mı sevinir?

Müzakere masasına şartlı oturma

Erhürman müzakere masasına şartlı oturma yanlısı. “Ucu açık müzakereler, yani ila nihaye sürecek görüşmeler için masaya oturmam, olumlu yada olumsuz görüşmelerin ne zaman biteceğine dair önceden takvim belirlemek gerekir” diyor.

Sonuç alınmazsa eskiye dönüş olmaz

“Ayrıca müzakereler bir neticeye varmazsa, statükoya dönülmeyeceğinin garantisinin verilmesi gerekir” diyor. Zira artık anlaşıldı ki Rumlar görüşmelerin sonuçsuz bitmesi durumunda bedel ödemeyeceklerini düşünürlerse, masada Kıbrıs Türk'ünün de kabul edeceği bir çözüme razı gelmezler. Mevcut durumun devamı nasılsa bizden yana, diyerek Kıbrıs Türk toplumunun ambargolardan ve tecritten yılıp zaman içinde boyun eğmesi gibi gerçekçi olmayan bir beklentiyle yaşamayı tercih ederler.

Rumlar moral üstünlüğü kaybeder

Erhürman’ın öne sürdüğü şartlarla masaya oturma iradesi Rumların işini zorlaştıracaktır. Zira Türk tarafı iki devlet modeli dışında çözüm yok dedikçe Rumlar her zamanki gibi, “Biz görüşme masasına oturma yanlısıyız ama Erdoğan ayak sürüyor” diye suçu Ankara’ya atıyordu.

Bir sonraki yazımda değineceğim gibi Avrupa ile arayı iyileştirme amacında olan Ankara için Erhürman’ın bu yaklaşımı elverişli gelebilir. Unutmayalım ki Dışişleri Bakanı Hakan Fidan bir yıl içinde iki kez taraflarla Kıbrıs masasına oturdu ve haliyle bu görüşmelerde iki devletli çözüm değil, başka konular ele alındı.

Seçim sonuçlarının analizi

Öte yandan adadaki parlamenter sistem nedeniyle cumhurbaşkanlığı seçimlerinde genelde adayların Kıbrıs sorununa bakışları önemli rol oynarken, bu kez iç dinamikler ve Ankara’yla ilişkilerin de oy verenler açısından belirleyici olduğunu söylemek mümkün.

Ankara’nın kullanageldiği, “Bizim adayımızı seçmezseniz, ilişkiler sekteye uğrar, adanın para kaynakları kesilir,” mesajının bu kez ters teptiği anlaşılıyor.

2020’de Ankara’nın kör gözüm parmağına seçimlere nobranca müdahale etmesine bir nevi göz yumup Ersin Tatar’ın seçilmesine yol veren seçmen, bu kez "o kadar da değil” dedi.

Bir nevi “Şu elini üzerimden azıcık çek, nereye el attıysan çürüttün her şeyi” mesajını verdi.

Zira Ankara o kadar ileri gitti ki Tatar’ı seçtirttikten sonra, hükûmeti yıkıp kendi istediği başbakanı da atadı. Ama Ersin Tatar da yeni hükûmet de o kadar kötü performans sergilediler ki ada halkının sabrını tükettiler.

İlkesel duruş mu pragmatik yaklaşım mı?

Ada halkı ne kadar demokratik refleksle, ilkesel bir duruşla hareket etti, bu da sağlıklı bir analiz gerektirir.

Ankara’nın müdahalesi ile anti-demokratik uygulamalar beraberinde kötü yönetişimi getirdi. Ada halkı kötüye gidişi daha da fazla hissetmeye başladı. Ekonomik olarak kötüleşme yaşansa da hissedilen olumsuzluğu sadece ekonomik duruma bağlamak da yanlış olur. Ankara’nın ve kendi liderlerinin göz yummasıyla adanın giderek daha fazla mafya düzenine teslim olması, uyuşturucu ve fuhuş çetelerinin güç kazanması, adadaki toplumsal kimyayı bozmaya başladı. Belki de ekonomik kötüleşmeden ziyade, çürümüş bir düzenin arka bahçesi olma hali daha çok rahatsızlık verdi.

Seçim sonuçları Ankara’nın işine gelir, artık Rumlar düşünsün

Erhürman’dan doğru strateji

Ancak muhalefete ve özellikle de muhalefetin lideri Tufan Erhürman’a da büyük bir kredi açmak gerekiyor.

Meslek büyüğümüz Yusuf Kanlı’nın organizasyonu ile bir grup Türk gazeteci olarak seçimlere az bir süre kala adaya gittiğimizde, "Tufan Erhürman açık ara kazanır" diyen çok azdı. "Başa baş gidiyorlar," dendi, "Dört-beş puan fark var," dendi.

“Normal şartlarda kazanır ama... İşte Ankara’nın müdahalesi var,” dendi.

Tufan Erhürman ise gayet sakin ve özgüvenli duruyordu. "Ankara’ya karşı yeterince dik durmuyor" eleştirilerine karşı Türkiye’yi karşısına almamaya özen gösterdi.

2020 seçimlerinde olan biten nedeniyle benzer müdahalelerle seçim kaybetme ihtimaline dair kendisini sıkıştırdıkça sonunda dayanamadı ve “2020 adadan çok Türkiye’de travma yarattı galiba” dedi.

Doğru tespit.

Sadece 2020’de adada yapılan seçimler değil, son on yıldır Türkiye’deki seçimlerin ne kadar tartışmalı geçtiğine bakarsak, doğrudur, bu tarafta çok büyük bir travma var. Ve belki de adadaki seçimlerden çıkarılacak sonuçlara bir de bu gözle bakmakta fayda olabilir.

/././

Kıbrıs’ta geldi gelmekte olan -Hasan Göğüş-

Yeni Cumhurbaşkanı Erhürman’ın işi zor. Ama diplomasi de başarı sorunu çözemediğiniz takdirde masadan kalkmakla değil, karşınızdakini masadan kaçırmakla ölçülür. Türk tarafı bugüne kadar Kıbrıs müzakelerinde bunu başarmayı bildi. Hiçbir zaman masadan kaçan olmadı.

Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetinde geçtiğimiz pazar günü yapılan Cumhurbaşkanlığı seçimlerini tahmin edildiği üzere, Cumhuriyetçi Türk Partisi (CTP) Genel Başkanı Tufan Erhürman kazandı. Esasen son bir aydır takip ettiğim kamuoyu yoklamalarının hemen hepsinde CTP adayı Erhürman, rakibiCumhurbaşkanı Tatar’ın %2 ile %8 puan arasında önünde görünüyordu. Bu açıdan bir sürpriz yaşanmadı. Ama seçim sonuçları belli olduğunda Erhürman’ın, Tatar’ın aldığı oydan neredeyse iki misli oy alması herhalde Erhürman’ın kendisi için bile sürpriz oldu.

Zor tercih kolay oldu

Türk medyasının radarına ancak bu ay başında girebilen KKTC Cumhurbaşkanlığı seçimleriyle ilgili olarak genelde Kıbrıs’ın bir yol ayrımına geldiği, Kuzey Kıbrıs halkının, Tatar’ın savunduğu iki devletli çözüm ile Erhürman’ın önerdiği federasyon arasında bir tercih yapacakları türünden yorumlar yapıldı. Gerçek durum hiç de öyle değildi. Cumhurbaşkanı Tatar iki devletli çözümün Türkiye haricinde hiçbir ülke tarafından benimsenmeyeceğini, CTP Lideri Erhürman da gönlünde yatan siyasi eşitliğe dayalı federasyon tezini Rumların kabul etmeyeceğini pekala biliyorlardı. Kıbrıs Türkleri asıl tercihi Cübbeli Ahmet’in başını çektiği tarikat mensuplarıyla, futbolda ununu eleyip eleğini asmış Mesut Özil’le, Yavuz Bingöl’ün “kara tren” şarkısıyla propaganda yaparak gayri ciddi bir izlenim veren, Kıbrıs’ın mafyanın cirit attığı kara para aklama merkezi haline dönüşmesine göz yuman, Türkiye’den ithal edilen enflasyonla yeteri kadar mücadele etmeyen Tatar’ın temsil ettiği yönetim ile aydınlık yüzü Batı’ya dönük, özgürlükçü, Kıbrıs’ın kök Kıbrıslılara ait olduğunu savunan ve Kıbrıslı Türklere Avrupa vatandaşlığı vaat eden Erhürman’ın sosyal demokrat anlayışı arasında yaptı. Erhürman ekibi herhalde Tatar’ın kullandığı PR Şirketinin “topçusuyla, popçusuyla” propoganda yapacağını tahmin etmiş olmalı ki kampanyasını dayandırdığı sloganlardan biri de “Ciddiyet” olarak belirlemişler.

Türk seçmeni bilinçli oy kullanıyor

19 Ekim’deki KKTC Cumhurbaşkanlığı seçimleriyle, Türkiye’deki 31 Mart 2024 yerel seçimleri arasında benzerlikler görmek mümkün. Türk seçmenler nerede olursa olsun, gayet bilinçli oy kullanıyor. Baskıya boyun eğmiyor, tepki gösteriyor, oyunu kolay kolay satmıyor.

Her iki seçimde de tarafsız kalması gerekenler, tüm ağır toplarıyla adaylardan biri lehine sahaya çıktılar. Her ikisinde de kayrılıp kollananlar hüsrana uğradılar, büyük farklarla seçimleri kaybettiler.

Erhürman “ver kurtulcu” değil

tufan erhürman

CTP Lideri Tufan Erhürman’ı geçen sene Türkiye Ekonomi Politikaları Araştırma Vakfı’nda (TEPAV), bu sene de Ankara Kent Konseyi’nde iki kez dinledim. Kendi içerisinde tutarlı, gerçekci ve inandırıcı bir söylemi var. Erhürman masaya dönmek için müzakerelerin belirli yapılandırma ile somut bir takvime bağlanmasını, siyasi eşitliğin müzakereye açık olmamasını, daha önce varılan mutabakatların yeniden tartışmaya açılmamasını, müzakerelerin başarısızlıkla sonuçlanması halinde bugünkü statükoya geri dönülmeyeceğinin baştan kabul edilmesini ön koşul olarak öne sürüyor. Görüldüğü gibi, kendine göre bir oyun planı var, “ver kurtulcu” hiç değil.

60 yılı aşkın bir geçmişi bulunan Kıbrıs sorununu çözmek o kadar kolay değil, yeni Cumhurbaşkanının işi zor. Ama diplomasi de başarı sorunu çözemediğiniz takdirde masadan kalkmakla değil, karşınızdakini masadan kaçırmakla ölçülür. Türk tarafı bugüne kadar müzakere süreçlerinde bunu başarmayı bildi. Masadan kaçan taraf olmadı.

KKTC tarihinde rahmetli Rauf Denktaş haricinde üst üste iki dönem iktidarda kalabilmeyi başaran bir cumhurbaşkanı olmamış. Kimileri başarılı olamamış, kimileri başarısız kılınmış.

Tufan Erhürman KKTC’de Türkiye’ye rağmen seçim kazanılabileceğini ispatladı. Şimdi önünde daha büyük bir sınav var. Türkiye’ye rağmen iktidarda kalarak KKTC’yi yönetebilmek imkansıza yakın. Erhürman’ın gerek kampanya sırasında gerek seçildikten sonra verdiği demeçler, bu gerçeğin farkında olduğunu gösteriyor. Her vesileyle dış politikayı belirlerken Türkiye ile istişare edeceğini vurguluyor.

Ama Erhürman’ın, ”tak” diye emredileni ”şak” diye yapmakla övünen bir Cumhurbaşkanı olmayacağını söylemek mümkün. Olmaması da daha doğru olmaz mı?

/././

Sinan Ateş davasının bilirkişi raporunu haberleştirmişti: T24 muhabiri Asuman Aranca’ya "gizliliğin ihlali”nden  hapis cezası!-Can Öztürk-

asuman aranca can öztürk

 ‘Sinan Ateş cinayeti dosyasındaki bilirkişi raporuna T24 ulaştı: Ateş'in adresini Ülkü Ocakları Başkanı istemiş!’ başlıklı haberi nedeniyle yargılanan T24 muhabiri Asuman Aranca'ya açılan davanın üçüncü duruşması, İstanbul 2. Asliye Ceza Mahkemesi’nde görüldü. Aranca'ya "gizliliğin ihlali" suçunu işlediği gerekçesiyle 10 ay hapis cezası verdi.

T24 muhabiri Asuman Aranca'nın, ‘Sinan Ateş cinayeti dosyasındaki bilirkişi raporuna T24 ulaştı: Ateş'in adresini Ülkü Ocakları Başkanı istemiş!’ başlıklı haberi nedeniyle "gizliliğin ihlali” iddiasıyla yargılandığı davanın üçüncü duruşması, İstanbul 2. Asliye Ceza Mahkemesi’nde görüldü.

"Basın özgürlüğü ve haber verme sınırları aşıldı"

15 Ekim 2024’teki ilk duruşmada sunduğu esas hakkındaki mütalaasını tekrar eden savcı, 'haberin yapılış tarzı ile kamu yararı bulunmamasına rağmen bilirkişi raporunun içeriğinin açıklanması, görsellerin tamamının yayımlanması nedeniyle basın özgürlüğü ve haber verme sınırlarının aşıldığı' iddiasıyla Aranca'nın cezalandırılmasını talep etmişti.

Aranca: Haberde hiç kimsenin masumiyet karinesin ihlali söz konusu değil

Savcılığın cezalandırılması yönünde verdiği mütalaası hakkında Aranca, “Hem gazetecilik hem de kamu yararı açısından tüm maddeleri karşılıyor. Burada suçun işlenebilmesi benim açımdan mümkün değil. Haberde hiç kimsenin masumiyet karinesin ihlali söz konusu değildi” dedi.

Duruşmada beyanda bulunan Aranca’nın avukatı Mustafa Gökhan Tekşen de “Bu haberde ne bir masumiyet karinesinin aşılması söz konusudur ne de sınırların aşılması söz konusudur. Bu durumla ilgili hiçbir tarafın da şikâyetinin bulunmadığını da belirtmemiz gerekiyor. Bu nedenlerle müvekkilimin beraatını talep ediyorum” diye konuştu.

Aranca hakkında kararını açıklayan hâkim, 10 ay hapis cezası verdi. Hükmün açıklanması ise geri bırakıldı.

***

T-24


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Öne Çıkan Yayın

T-24 "Köşebaşı + Gündem" -21 Ekim 2025 -

Yargıtay, Anayasa'ya uyacak mı?-Mehmet Y.Yılmaz- Yargıtay Başkanı Ömer Kerkez’in, Diyarbakır’da söylediği “Anayasa Mahkeme’sinin ihlal k...