MHP'nin öyküsü: Sermaye düzenin bekçiliğini yapmak - SOL

 

MHP, kurulduğu 9 Şubat 1969 tarihinden bugüne düşman ilan ettiği sola ve tüm halklara karşı provokasyonlarını sürdürdü.

Faşizmin ülkedeki öncülerinden Nihal Atsız oğluna şöyle bir vasiyet bırakmıştı: “Öğütlerimi tut, iyi bir Türk ol. Komünizm bize düşman bir meslektir. Bunu iyi belle. Yahudiler bütün milletlerin gizli düşmanıdır. Ruslar, Çinliler, Acemler, Yunanlılar tarihi düşmanlarımızdır. Bulgarlar, Almanlar, İtalyanlar, İngilizler, Fransızlar, Araplar, Sırplar, Hırvatlar, İspanyollar, Portekizliler, Romanlar, yeni düşmanlarımızdır. Japonlar, Afganlılar, Amerikalılar yarınki düşmanlarımızdır. Ermeniler, Kürtler, Lazlar, Çerkezler, Abazalar, Boşnaklar, Arnavutlar, Pomaklar, Zazalar, Lezgiler, Gürcüler, Çeçenler, Çingeneler, içerideki düşmanlarımızdır. Bu kadar çok düşmanla çarpışmak için hazırlanmalı. Tanrı yardımcın olsun."

Turancı-Milliyetçi görüşleri Hitler'den alan, ABD yardımlarıyla bu fikri büyüten MHP, fikrini yazı üzerinde bırakmadı. ABD destekli MHP kurulduğu 9 Şubat 1969 tarihinden bugüne düşman ilan ettiği tüm halklara karşı provokasyonlarını sürdürdü.

Bu partinin “vurucu gücü” olan Komandolar ise partiden önce çıkmıştı yola. MHP’den önceki faşist parti CMKP'nin Genel Başkanı olan Alparslan Türkeş bu komandoların yetiştirildiği kamplara ilişkin 19 Ağustos 1968'de bir açıklamada, “Komünistler memleketi sahipsiz sanıp da sokak hakimiyeti kuramazlar. Memleketimizde onların anladığı dilden konuşacak milliyetçi çocuklar var. Bunun için gençlerimizi mücadeleci olarak yetiştiriyoruz” diyordu.

Bu kamplar ve bu parti “sokak hakimiyetini komünistlere bırakmamak” için kurulmuştu.

Komando kamplarından bugüne

1960’lı yılların sonlarına doğru silahlı saldırı-cinayet olaylarında adına sıkça rastlanan “komandolar” paramiliter bir güç olarak örgütlenmişti.

Komandoları yetiştirmek üzere kurulan kamplarla kamuoyu ilk defa 60’lı yılların sonralarında karşılaştı. “Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi (Sonra Milliyetçi Hareket Partisi), gençliğe özel önem veriyordu. 1968 yazında gençleri özel eğitimden (saldırı ve saldırıdan korunma) geçirmek üzere ‘komando kampları’ kuruldu. Kamplar İstanbul, Ankara ve İzmir yakınlarında açılmıştı. Samsun yakınlarında ve Anadolu’da daha küçük kamplar kurulduğu yolunda haberler de çıkıyordu. CKMP’nin yarı resmi organı Milli Hareket dergisine göre, kampların günlük programı şöyleydi: Dua, iki saat beden eğitim (judo, güreş ve boks dâhil), kahvaltı, okuma, öğle yemeği, iki saat beden eğitimi (yukarıdaki gibi, ayrıca ipte yürüme ve duvara tırmanma), dua, uzun yürüyüşler ve spor, dua, akşam yemeği ve ders (örneğin komünizm karşısında milliyetçilik ruhu).

Buna karşın, gençlerin ateşli silahlarla eğitildiği yolunda söylentiler yaygındı. Parti, bunları yalanlıyordu. Eğitim gören genç sayısı hiçbir zaman açıklanmadı. Yalnız tahminler ileri sürüldü. Kamplarda, kimi yayınlara göre birkaç yüz, kimi kaynaklara göre 5 bin kişi eğitim görüyordu.

İlhamlarını “Nasyonal sosyalizm”den aldıkları başlangıçta daha belirgindi. Ancak, faşizme duyulan geniş tepki yüzünden, kullanılan kavramlar giderek faşist literatürden uzaklaşmaya başladı. Başlangıçta ‘komando’ sözcüğünü benimseyen militanlar, partinin de isteğiyle ‘milliyetçi toplumcular’ adını aldılar. Ardından ‘Bozkurtlar’, bir süre sonra da ‘Ülkücüler’ diye anıldılar. Önceleri olaysız sokak gösterileri yapan bu militanlar, 31 Aralık 1968’de Siyasal Bilgiler Fakültesi Öğrenci Derneği’ni basarak ilk şiddet hareketine giriştiler.

Komandoların, antikomünist mücadeleye odaklandıkları da belliydi. CKMP (sonra MHP) lideri Alparslan Türkeş bunları “Türkiye’yi komünizme karşı korumada partiye yardımcı olmak için” kurduğunu söylüyordu. Ankara ve İzmir’deki komando kamplarını Türkeş’in en yakın arkadaşları ‘14’ler’den Dündar Taşer ve Rifat Baykal ile CKMP Genel Başkan Yardımcısı İ. Hakkı Yılanlıoğlu yönettiler. Daha sonra Ülkü Ocakları Birliği ile Genç Ülkücüler Teşkilatı kuruldu; komandolar bu ocaklarda toplandılar. İki klik halinde çatışmalar başlayınca, silaha ilk davranan, onu ilk ateşleyen Ülkü Ocakları mensupları olacaklardı.

İlk eylemleri 31 Aralık l968 de A.Ü. Siyasal Bilgiler Fakültesi öğrenci yurdunu basmak oldu. Önce Vedat Demircioğlu'nu vurdular. Sonra Kanlı Pazar'da Duran Erdoğan ve Ali Turgut Aytaç'ı. Sonra Mehmet Cantekin, Taylan Özgür, Mehmet Büyüksevinç ve Battal Mehetoğlu'nu katlettiler.

Mücadele Birliği

Faşist paramiliter örgütlerin doğurgan olduğu kısa süre sonra anlaşılacaktı. Komandolardan sonra, dinci gericilik içinde de benzer örgütlenmelerin kurulması gecikmedi. 18 Kasım 1967’de üç imamla bir Yüksek İslam Enstitüsü öğrencisi tarafından kurulan Mücadele Birliği’nin ‘ideologu, teorisyeni, taktisyeni, perde arkasındaki fikir babası’, 1991 seçimleri öncesinde Islahatçı Demokrasi Partisi lideri olan Aykut Edibali’ydi. Bu kuruluş, 1969 Şubatında ‘Huzur ve Asayiş Komitesi’ adı altında bir vurucu güç oluşturdu. İstanbul’da, Büyükçekmece’ye 4 kilometre uzaklıktaki Gürpınar köyünde militan kadroya judo, ateşli silah ve bomba eğitimi verdi. Bir takım olaylara karışan ve kimi mitingler düzenleyen Birlik, Yeniden Milli Mücadele adlı bir dergi çıkarıyordu. 

Bu hazırlıkların tamamlanması ve örgüt yapılarının oturması ile birlikte sola karşı yönelen faili meçhul saldırılar ve cinayetler 12 Mart’a kadar artarak sürdü. Bu dönemin sonuna doğru Türkiye, yeni ve farklı bir örgütün adını da telaffuz etmeye başlamıştı: Kontrgerilla. Örgütün köklerinin 12 Mart’tan daha geri tarihlere dayandığı ise çok daha sonra ortaya çıktı. Kıbrıs, bu örgüt için laboratuvar görevi görmüştü. Türk Milli Mukavemet Teşkilatı, örgütün kuvveden fiile çıktığı ilk yerin Kıbrıs olduğunu gösteriyordu.

Elbette işin içinde MHP de vardı ama bu partinin kontrgerillayla ilgisi ancak geç bir tarihte resmi kanallardan doğrulanabildi. 12 Eylül öncesinde ülkeyi istikrarsızlaştıracak bir darbeye zemin hazırlama planında bütün dikkatler MHP’nin ve ülkücülerin üzerinde toplanıyordu. Bülent Ecevit, başbakanlığı sırasında, Genelkurmay Başkanı Semih Sancar’ın örtülü ödenekten Özel Harp Dairesi için büyük miktarda para istemesi üzerine böyle bir örgütten haberdar olmuş, araştırınca Özel Harp Dairesi’nin finansmanın Amerikalılarca karşılandığı ve ülkenin her köşesinde sivil kadrolar beslediğini öğrenmişti. O sivil kadroların kimlerden oluştuğunu ise Sarıkamış’taki bir yemekte yine tesadüfen öğrenecekti. O yemeği şöyle anlattı:

“Bir ilçeye gittiğimde oradaki askeri birliğin komutanıyla konuşuyorduk. Konuşmamız sırasında komutanın Özel Harp Dairesi’nde çalışmış olduğunu öğrendim. Ben de bir ara kim Özel Harp Dairesi’nde çalışmışsa birtakım bilgiler almaya çalışıyordum. Çünkü resmi kanallardan bilgi almak zordu. ‘Hiç merak etmeyin, endişe edecek bir faaliyeti yoktur bu kurulun’ dedi. Dedim ki, ‘Benim Özel Harp Dairesi’nin kendisinden kuşkum yok, ama bunun sivil uzantısından ciddi kuşkum var’. ‘Hiç kuşkunuz olmasın’ dedi. Ama ‘mesela’ dedim, ‘Bu ilçedeki MHP Başkanı bu kurumun sivil uzantılarından biri olamaz mı’ dedim. ‘Öyledir ama çok iyi bir kimsedir’ dedi.”

Ali Yurtarslan itiraflarında, MHP içindeki çekişmeler içinde hücrelerin kuruluşunu şöyle anlatıyor:

“Şevkat Çetin, teşkilat başkanlarının aradan çıkmasını ve hücreler kurulmasını önerdi. Böylece ileride daha etraflıca anlatacağım ETKO, TİT gibi örgütler ortaya çıktı. Şevkat Çetin ayrıca şöyle diyordu: ‘Tek bir mermiyi boşa atmayalım. Artık bunların beyin takımını hedef alalım. Bir semtte devrimcilerin elebaşı kimse o hedef alınmalıdır. Bu, onların kolunu kanadını kırıyor. Emir verenleri yönlendirenleri vuralım. Sıradan devrimcileri vurunca onları militanlaştırıyoruz.’ Bu konuşmalardan sonra devrimcilerin önderleri hedef alınmaya başlandı.”

Artık cinayetlerin ardından yeni imzalar ortaya atılıyordu: Benzeri bütün NATO ülkelerinde de olan paralel örgütlenmeler, Ülkü Ocakları, TİT (Türk İntikam Tugayı), ETKO (Esir Türkleri Kurtarma Ordusu), İslami Cihat yeni faili meçhul cinayetlerin meçhul failleriydi. Aynı zamanda bu dönemde ünlenmeye başlayan yeni isimler de vardı; Mehmet Ali Ağca, Oral Çelik, Abdullah Çatlı, Haluk Kırcı vb. Bunlar yeni dönemin en acımasız tetikçileri olarak ünlenmişlerdi. Özel Harp Dairesi veya yaygın adıyla Kontrgerilla örgütü de adını duyurmaya başlamıştı.

Bu çetelerin oluşmasının ardından sokaklar kan gölüne döndü. Hafızalara kazınan pek çok katliam ve cinayette onların parmağı vardı. Bunlardan bazılarını hatırlatalım:

  • 16 Mart Katliamı
  • Doğan Öz Cinayeti
  • Bedrettin Cömert Cinayeti
  • Cavit Orhan Tütengil Cinayeti
  • Prof. Ümit Doğanay Cinayeti
  • Balgat Katliamı
  • Bahçelievler Katliamı
  • Abdi İpekçi Cinayeti
  • Piyangotepe Katliamı
  • Cevat Yurdakul Cinayeti
  • Mamak Katliamı

Maraş Katliamı 

MHP’nin adının karıştığı katliamlardan biri Maraş’ta yaşandı. 18 Aralık 1978 akşamı Maraş'taki Çiçek Sineması’nda başrolünü Cüneyt Arkın'ın oynadığı "Güneş Ne Zaman Doğacak" filmini seyredenlerin üzerine bomba düştü. Sinemaya bombayı koyanlar içeridekiler çıktığında "bombayı komünistler attı" dediler. "Allah’ını, peygamberini seven yürüsün, Komünistleri, Alevileri yaşatmayın. Bunları öldüren cennetliktir. Maraş, Alevilere mezar olacak. Müslüman Türkiye, Aleviler Moskova’ya. Sütçü İmam aşkına vurun" sesleri arasında yüzden fazla -kadın, erkek, çocuk, genç, ihtiyar- insan katledildi. Kadınlara tecavüz edildi, evler yakıldı, insanlara işkence yapıldı. Sinemaya bombayı koyan da, sokağa çıkıp "Komünistler attı" diyen de MHP'li faşistlerdi.

Günler öncesinden belirledikleri evleri işaretlemişlerdi. Katliamı başlatan bombanın sahibi Çatlı'ydı. Katliamı organize edenler ise Haluk Kırcı, Ercüment Gedikli, Ünal Osmanağaoğlu, Ökkeş Kenger'di.

Işığı tekellerden

Paramiliter bir örgüt olan MHP silahlı saldırılarını ideolojik bir kılıfla örttü. Bu kılıf “Dokuz Işık Doktriniydi”; bu doktrin paramiliter faşist harekete, bir "fikir hareketi" görünümü veriyordu.

1960’lı yıllarda 16 sayfalık bir Broşür olarak kaleme alınan bu doktrin daha sonra genişletilerek 672 sayfalık bir programa dönüştürüldü. Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi'nin 1967 yılındaki kongresinde Türkeş, Milliyetçi-Toplumcu görüş olarak kabul ettirdiği bu ilkeleri pek çok etkilenmeler sonucu oluşturmuştu. İlkelerin büyük bölümü CHP'den, Alman ve İtalyan faşist parti programlarından alınmıştı. Kurulduğu günden 12 Eylül’e kadar bu partinin tek işlevi sermaye düzeni adına sokakları tutmak oldu. Bunun için de ülkeyi baştan sona bir kan gölüne çevirmekte hiç tereddüt etmediler.

12 Eylül'de faşistler tarafından “Fikri iktidarda kendisi içerde” bir parti olarak tanımlanan, vatan için çarpıştığı iddia edilen MHP’nin militanları Susurluk’ta devlet, mafya ve uyuşturucu baronlarıyla iş üstünde yakalandı. Dün olduğu gibi bugün de iktidarın en önemli ortağı. Başladığı gün görevi neyse bugün de görevi o. Her türlü sömürü, soygun ve talanın “devlet ve ülke yararı” adına yapıldığı bir düzenin militan vurucu gücü onlar.

(SOL)



Sedat Peker'in iddialarıyla gündeme gelmişti: Halil Falyalı silahlı saldırıda öldü + Peker videosuyla gündeme geldi: Kimdir bu Halil Falyalı? (SOL)

 Sedat Peker'in iddialarıyla gündeme gelmişti: Halil Falyalı silahlı saldırıda öldü (SOL)


Organize suç örgütü lideri Sedat Peker'in iddialarıyla gündeme gelen Halil Falyalı, uğradığı silahlı saldırı sonucunda öldü.

Elde edilen bilgilere göre, Halil Falyalı’nın aracı Girne Çatalköy’de evinin yakınlarında kimliği belirsiz kişi ya da kişiler tarafından otomatik silahlarla tarandı.

Saldırıda Halil Falyalı’nın şoförünün hayatını kaybettiği öğrenilirken, saldırı sonucu ağır yaralanan ve hayati tehlikesi bulunan Halil Falyalı’nın Girne Akçiçek Hastanesi’nde yapılan ilk müdahalesinin ardından ambulans ile Lefkoşa Devlet Hastanesi’ne sevk edildiği öğrenildi.

Gazeteci Erk Acarer yoğun bakıma kaldırılan Falyalı'nın da yaşamını yitirdiğini belirtti. 

Acarer ayrıca paylaştığı mesajda "Peker arşivini ele geçirmişti! Edindiğimiz bilgilere göre Falyalı’nın öldürülüşü filmleri aratmayacak kadar profesyonel. Evinin yakınlarında 4x4 aracı otomatik silahlarla tarandı. Saldırganlar adadan sürat teknesi ile ayrıldı!" dedi. 

Kıbrıs polisi olayla ilgili henüz bir açıklama yapmazken, saldırının PM 648 plakalı Nissan marka kiralık bir araçla yapıldığı ve kurşunların Falyalı'nın başına ve göğüsüne isabet ettiği iddia edildi. 

Öte yandan hastane önünde bekleyen korumaların da gazetecilere saldırdığı belirtiliyor.  Saldırıda Falyalı'nın yakın koruması Türkistan Gülce'nin de öldürüldüğü öne sürüldü.(SOL) 

                                                                    ***

Peker videosuyla gündeme geldi: Kimdir bu Halil Falyalı? (SOL)

Sedat Peker'in yayınladığı son videoda Binali Yıldırım'ın oğlu Erkan Yıldırım ve Mehmet Ağar'la birlikte kokain ticareti yapmakla suçladığı Halil Falyalı'nın kim olduğu merak konusu oldu.

Ülkücü mafya Sedat Peker, yayınladığı son videoda Binali Yıldırım'ın oğlu Erkan Yıldırım'ı da hedef almış, Mehmet Ağar'la birlikte kokain ticareti yapmakla suçlamıştı. Üstelik bu ağın destekçilerinden birinin de Süleyman Soylu olduğunu söylemişti.

Peker, söz konusu videoda Halil Falyalı'nın da bu ağın merkezinde olduğunu iddia etmişti.

Peki, kimdir bu Halil Falyalı?

Kuzey Kıbrıs basınında Falyalı'nın adı "Kıbrıslı hayırsever iş insanı" olarak geçiyor.

Gündem Kıbrıs gazetesi şu haberi yapıyor örneğin: "Ülkemizin önemli iş insanlarından Halil Falyalı ve Hüsnü Falyalı kardeşler, pandemi dönemi boyunca yardımlarına devam ediyor."

Kıbrıs Postası ise "Ülkenin önde gelen iş insanlarından Halil Falyalı ile Hüsnü Falyalı, Mart ayındaki kapanma sürecinde olduğu gibi, içinde bulunduğumuz süreçte de ihtiyaçlı vatandaşlara yardım eli uzatıyor. Ancak bu kez, sadece Girne’deki değil; ülke genelindeki 10 bin aileye gıda yardımı yapılacak" diyor.

Bahis operasyonu: Çetenin korumalığı Falyalı'da iddiası

Kuzey Kıbrıs basınında hep benzer haberlerle gündem olan, hakkında "kötü" bir imanın dahi zor bulunduğu Falyalı, Türkiye'de ise gündeme "yasadışı bahis" operasyonu haberlerinde gündeme gelmişti.

Örneğin 2016 yılında, İstanbul polisi tarafından yapılan ve tam 780 milyon dolarılık mal varlığına el konulduğu söylenen bir operasyon haberi var. 

Ülkeyi yılda 12 milyar dolar zarara soktuğu belirtilen çeteye yönelik operasyonda, İstanbul'da 6 ayrı ofisleri olduğu tespit ediliyor. Çetenin günlük işlem hacminin ise tam 40 milyon dolar olduğu iddia ediliyor.

Haberde, "Çetenin Türkiye ve Kıbrıs ayağındaki ele başının ise Veysel Şahin olduğu, şebekenin korumalığını ise Halil Falyalı’nın üstlendiği ortaya çıktı" deniliyor.

Peki, neden hiçbir şey yapılmadı?

Ancak AKP iktidarının oldukça yakın olduğu Kuzey Kıbrıslı yönetilcilerden bu ismi istememesi, bu isme yönelik herhangi bir operasyon olmaması dikkat çekici.

Yani Falyalı iddialara göre bir yandan Türkiye'de milyonlarca dolarlık bir çetenin koruyuculuğunu yapıyor, diğer yandan da Kuzey Kıbrıs'ta ülkenin "hayırsever iş adamı" haberlerine konu olmaya devam ediyor ve söz konusu iddialara ilişkin tek bir adım dahi atılmıyor.

Kıbrıs'ta 'tehdit' haberlerine gündem olmuş 

Falyalı hakkında Kıbrıs basınında çok nadir "kötü" haber yer aldığını söylemiştik.

Bu haberlerden biri, 2009 yılına ait:

"İş adamı Şaban Emre’yi afsalt ihalesine girdiği için tehdit ettikleri iddia edilen ve “mülke tecavüz” ve “taciz” suçlarından geçtiğimiz Perşembe günü polis tarafından gözaltına alınan, Halil Falyalı, Ali Falyalı ve Sabri Yıldırım, önceki gün çıkarıldıkları Lefkoşa Kaza Mahkemesi serbest bırakıldı. Mahkeme, iddia makamının zanlıların aleyhindeki 3 günlük tutukluluk talebine, ortada zorla mülke girişin olmadığını ve zanlıların serbest bırakılmasının tahkikatı olumsuz yönde etkilemeyeceğine kanaat getirerek, serbest kalmaları uygun gördü."

Yine gündem olduğu bir diğer olay ise CTP Milletvekili Ömer Kalyoncu'ya yönelik tehdidi. Kalyoncu'nun bir arazi usulsüzlüğüne ilişkin iddiaları sonrası Falyalıi'nın kendisini "senin çocuğun İstanbul'da okuyor" diyerek tehdit ettiğini söylemişti.

Fulham'ı alacaklardı

Halil ve Hüsnü Falyalı kardeşler, 2019 yılında İngiliz kulübü Fulham'ın satın alacaklarına ilişkin haberlerle de gündem olmuştu.

Öyle ki, Halil Falyalı, Reuters'e "Biz Fulham'ı almak istiyoruz. Kardeşim Hüsnü, kulüp başkanı Muhammet Al Fayed ve onun finansal direktörü ile toplantı yaptı. Kulüp, toplamda bize 100 milyon sterline mal olacak. Fulham'ın mali yapısı şimdilerde pek iyi değil, ancak biz bunu iyileştireceğiz" diyecekti.

Peker ne demişti?

Türkiye'de milyonlarca dolarlık yasadışı bahis iddiasıyla gündem olan, Kuzey Kıbrıs'ta ise daha önce "mülke tecavüz" ve tehdit iddialarına konu olan Falyalı, Peker'in iddialarına göre Erkan Yıldırım ve Mehmet Ağar'la birlikte kokain ticaretinin de merkezinde yer alıyor.

Peker'in ilgili açıklamaları şöyle:

Suriye Lazkiye limanı...

Bu mal yakalandıktan sonra yeni bir güzergah kurmak için Venezuela'ya kim gitti, Binali Yıldırım'ın oğlu Erkan Yıldırım Bey.

Bu senenin başında, o mal yakalandıktan sonra iki kez gitti 4 kez kaldı. Karakas'tan geliyor, kuru yük gemileri doğrudan Türkiye'ye geliyor ama konteynır gemileri Dominik'te durup öyle geliyor. Dominik üzerinden de çok yakalanmalar başlayacak. Ben bizim liman çok önemli dedim ya, gemi girmez diyorlar, ben girer mi dedim. 30-35 metrelik yatlarla, 500 ton, bir ton, iki ton kokainler o şekilde dağılıyor. Suriye Lazkiye üzerinden de yapılıyor. Kıbrıs Halil Falyalı, tüm para trafiği buradan yapılıyor. Halil Falyalı'nın Türkiye'de 10 tane dosyası var, neden getirmiyorsunuz. Tüm yasadışı bahis işleri onda, uyuşturucu sevkiyatı. Erkan Yıldırım-Halil Falyalı, birazdan geleceğiz.

Erkan Yıldırım Kıbrıs'a gittiğinde Halil Falyalı'nın misafiri. Ben Binali Bey'in böyle bir organizasyon içinde olduğunu düşünmüyorum. Erkan Yıldırım'la ilgili çekilen kasetler vardı, sonra bu işin aparatı haline geldi. Neden kokain yakalanamıyor, Erkan Yıldırım'ın gemileri üzerinden de değil sadece. Bu organizasyonun Mehmet Ağar da tamamen ortasında. Erkan Yıldırım Süleyman Soylu dostluğuna bakın. (SOL)

TARİHTE BUGÜN (9 ŞUBAT)

 


1968   Türkiye'de ilk kadın trafik polisi göreve başladı

1621   İstanbul Boğazı dondu.

1988   Eski Genelkurmay Başkanı Necdet Üruğ, hakkında soruşturma açılması için Cumhurbaşkanı Kenan Evren'e başvurdu 2000'e Doğru dergisinde çıkan MİT (Milli İstihbarat Teşkilatı) raporunda bazı iddialara adı karışmıştı O gün 2000'e Doğru dergisi toplatıldı.

1995   Milli Eğitim Bakanlığı Ortaöğretim Disiplin ve Ödül Yönetmeliği'ni açıkladı Yönetmelik okul müdürlerine, kız öğrencilere bekaret kontrolü yaptırma yetkisi veriyordu Türkiye'nin dört bir yanında "bekaret kontrolüne hayır" eylemleri başladı İzleyen günlerde, Bakan Nevzat Ayaz kontrol yapılmayacağına ilişkin bir genelge yayınladı Ancak, bekaret kontrolleri son bulmadı

1985   Görülmemiş soğuklar ve kar İstanbul'u ve İstanbulluları gafil avladı 6 milyonluk kent 3 cm'lik kara yenik düştü Ulaşım felce uğradı Belediye Başkanı Bedrettin Dalan Meteoroloji'nin kendilerini yanılttığını söyledi ve "I am sorry" diyerek İngilizce özür diledi.

1954   Cumhuriyetçi Millet Partisi (CMP) kuruldu

1881   Rus ve dünya edebiyatının önde gelen romancılarından Fyodor Dostoyevski öldü.

1991   "Savaşa Hayır Platformu" üyeleri ile bazı milletvekili ve sanatçıların yer aldığı "Barış Treni"1991 yılında bugün Ankara'dan İncirlik'e hareket etti.

1983   Sendikalar Kanunu ile Toplu Sözleşme, Grev ve Lokavt Kanunu'nda önemli değişiklikler yapıldı.

1985   Uludağ'a giden Cumhurbaşkanı Kenan Evren otellerin doluluğuna bakarak "Türkiye'de çok zengin var" dedi.

1968   Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi'nin adı Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) olarak değiştirildi ve genel başkanlığa da Alparslan Türkeş seçildi.

1933   Nazire Hanım Türkiye Güzeli seçildi.

1986   Cumhuriyet Halk Partisi'nin eski Genel Başkanı Bülent Ecevit, Sosyal Demokrat Halkçı Parti'nin (SHP) af önerisini yetersiz buldu; "Af konusunda cömert davranılmasını" istedi Bülent Ecevit affın ideolojik ayrım gözetmemesi gerektiğini belirtti; "SHP önerisi taraf tutmaktadır" dedi

1975   Türkiye Radyo ve Televizyon Kurumu'nun (TRT) düzenlediği Eurovision Türk Hafif Müziği Şarkı Yarışması finali sonuçlandı.Semiha Yankı'nın "Seninle Bir Dakika" adlı parçasıyla Cici Kızlar'ın "Delisin" adlı parçaları birinciliği paylaştı Bu durumda kura çekildi Semiha Yankı Türkiye'yi temsil etme hakkı kazandı.

1988   Diyarbakır Askeri Cezaevi'nde 2000 tutuklu ve hükümlü açlık grevine başladı.

1871   Osmanlı'da ilk kez Karl Marx'ın bir makalesi Hakayik-ul Vakayi gazetesinde yayımlandı.

1965    İlk ABD askerleri Güney Vietnam'a gönderildi.

1920   Fransızlar, Maraş'tan çekilmeye ve Adana bölgesini boşaltmaya başladı.

1934   Türkiye, Yunanistan, Romanya ve Yugoslavya arasında ''Balkan Paktı'' imzalandı.   

1993    Rallici Renç Koçibey, Gebze yakınlarında trafik kazasında öldü.







2001 
 Konya 3. Ana Jet Üs Komutanlığı'na ait Hava Pilot Teğmen Ayfer Gök komutasındaki F-5A uçağı, eğitim uçuşunda Karaman'ın Ermenek ilçesi yakınlarında düştü. Pilot Teğmen Gök, ''ilk kadın şehit pilot'' oldu.




  



Arjantin’in 2022 IMF Anlaşması - Hayri Kozanoğlu / BİRGÜN

 

Uzun pazarlıklar sonucu geçtiğimiz hafta karara bağlanan 44,5 milyar dolarlık anlaşmaya göre Arjantin bu yıl bütçe açığını GSYH’nin yüzde 2,5’ine, 2024’te de yüzde 0,9’una çekecek.

Arjantin en fazla futbol ve IMF ile ilişkiler söz konusu olunca gündeme gelir. Futbolda işler fena gitmiyor, milli takım geçen hafta Dünya Kupası elemelerinde Şili ve Kolombiya’yı mağlup ederek yenilgisiz yoluna devam etti. Hem de Messi’nin yokluğunda…

Ekonomide de IMF ile 28 Ocak’ta 44,5 milyar dolarlık yeni bir stand-by anlaşması imzalandı. Bize kalırsa Arjantin’in IMF ile maçı beraberlikle sonuçlandı. Taraflar pazarlık masasından yenişemeden kalktılar. Özetle, ne IMF bütçe kısıntılarına öncelik veren, neoliberal reçeteyi “yapısal reformlar” adı altında dayatan programını tam kabul ettirebildi, ne de merkez sol Peronist Fernandez hükümeti “halkçı” uygulamalarına kesintisiz devam etme isteğini onaylatabildi.

DIŞ BORÇLARIN TARİHİ

Görüşmelerin ayrıntılarına geçmeden isterseniz geçmişi kısaca bir hatırlayalım. Arjantin 1958’den beri IMF ile 18’i stand-by tam 21 anlaşma imzalamış. 2001 yılında “Para Kurulu” adı verilen, bir ülkenin ancak ülkeye yabancı sermaye girdiğinde piyasaya yerel para sürebildiği cendereden kurtulunca ülke moratoryum ilan eder. Uzun müzakereler sonucu, alacaklıların çoğunluğunun “saç tıraşı” tabir edilen borçlarda iskontoyu kabul etmesi sonucu Arjantin’in dış borç yükü hafifler, ödemeleri rayına girer.

2000’li yılların başında küresel ticaretin canlı, faiz oranlarının düşük, ülkenin en önemli döviz kaynağı emtia fiyatlarının yüksek seyrettiği uygun bir konjonktürde güçlü ekonomik büyüme oranları yakalanır. 2012 sonrası emtia fiyatlarındaki zayıflama ile birlikte önce Nestor Kirchner, sonra iki dönem eşi Christina Kirchner ile başkanlığı elinde tutan Peronist partiye tepki artar. 2015’te piyasacı merkez sağ aday Mauricio Macri cumhurbaşkanlığına seçilir.



SAĞCI MACRI DÖNEMİ

Macri büyük ölçüde yabancı sermaye girişlerine, özellikle sıcak paraya bel bağlayarak, sermaye kesimini hoşnut edecek bir vergi politikası izlemeye başladı. Böylece bütçe açığı GSMH’nin yüzde 5’ini aşan bir düzeye yükseldi. 2018’de aynen Türkiye’de yaşandığı gibi, ABD’de faiz oranlarının yükselmesi ile “kırılgan” ülkelerin hassas dengeleri bozuldu. Ülkeden yoğun sermaye çıkışları sonucu bir kez daha Arjantin’in dış borçlarını ödeyememesi tehlikesi belirdi.

İşte tam bu sırada IMF “yardıma” koştu. Bir yandan alışılageldik misyonu, uluslararası yatırımcıların alacaklarını tahsil edebilmelerini sağlamak için, bir yandan da 2019 başkanlık seçimleri yaklaşırken sol popülist Peronistlerin önünü kesebilmek amacıyla tarihindeki en büyük fonlamayla 50 milyar dolarlık bir stand-by anlaşmasıyla çıkageldi.

Arjantinli iki akademisyen Alan Cibils ve German Pinazo, IMF’yi finansal sömürgeleştirmenin taşıyıcısı olarak nitelendiriyor. Yapısal reformlar adını verdikleri politika uygulamalarının, işçiler ve devlet aleyhine uluslararası sermayenin gücünü artırmayı amaçladığını bile getiriyorlar. (Alan Cibils ve German Pinazo, The IMF Gambled and Lost: Why Pay Them Back?, nacla.org)

Onlara göre, Macri’ye cömertçe kredi açarak IMF kendi kuruluş şartlarını da çiğnedi. Çünkü birincisi, imzalanan stand-by ile ilk anlaşmada 50 milyar dolar, sonra 7 milyar dolar daha olmak üzere 57 milyar dolarlık borç karara bağlandı. IMF kuralları bir yılda bir ülkenin kotasının yüzde 145’ini, toplamda yüzde 435’ini üst limit olarak saptıyor. Halbuki açılan kredi kotanın yüzde 1100’üyle bu sınırları fazlasıyla aşıyor.

İkincisi, Macri hükümetine tanınan limit IMF’nin borç verme kapasitesinin yüzde 60’ını oluşturuyor. Halbuki bu oranın yüzde 50’yi aşamayacağı şarta bağlanmış durumda.

Üçüncüsü, IMF uzmanları Arjantin’in borçlarının sürdürülemez olduğuna karar verdi. Diğer ülkelere uygulanan prosedür, IMF fonları aktarılmadan önce borçların yeniden yapılandırılmasını öngörüyordu. Halbuki bu kural göz önünde bulundurulmadan Arjantin’e ödeme yapıldı.

Dördüncüsü, aynı 2001-2002 krizinde olduğu gibi ödemeler sermaye çıkışlarını kolaylaştırmak için hızlandırıldı. IMF tüzüğünün VI. maddesi bu amaçla borç verilmesini men ediyor.

IMF’NİN ÖZELEŞTİRİSİ

Uzun pazarlıklar sonucu geçtiğimiz hafta karara bağlanan 44,5 milyar dolarlık anlaşmaya göre Arjantin bu yıl bütçe açığını GSYH’nin yüzde 2,5’ine, 2024’te de yüzde 0,9’una çekecek.

2018’de bağıtlanan daha önceki anlaşmada IMF hükümete GSYH’nin yüzde 4,4’ü bütçe sıkılaştırması dayatmıştı. Böylelikle “piyasa güveni tekrar tesis edilecek” ve ekonomik büyüme ritm kazanacaktı. Halbuki öngörülenin tam tersi gerçekleşti. IMF bu kez eli yükseltti ve daha fazla parasal ve mali sıkılaştırma talep etti. Sonunda ekonomi 2018’de yüzde 2,6, 2019’da yüzde 2 daraldı. Yoksulluk da yüzde 50 artış gösterdi. Arkasından pandemi sürecinde 2020’de yüzde 9,9’luk bir küçülme yaşandı.

Bu fiyaskonun ardından Aralık 2021’de IMF tarihinde bir ilke tanık olduk. Fon 135 sayfalık kapsamlı bir raporla 2018 sürecinde Arjantin’i yanlış yönlendirdiğini itiraf etti. Dış borç sürdürülemez bir durumdayken, bolca akıtılan fonlar yerli ve yabancı sermayenin çıkışına ve elverişli kurdan dolarizasyona yol açmıştı. Bütçe sıkılaştırması da ekonomiyi iyice boğmuştu. Bir anlamda bu özeleştiri 2022 anlaşmasının kapısını araladı. (IMF, Argentina Ex-Post Evoluation of Exceptional Access Under The 2018 Stand-By Arrangement, Aralık 2021.)

Daha önce Fernandez döneminde Şubat 2020’de özel sektör alacaklıları ile başarılı denecek bir borç yeniden yapılandırılması gerçekleştirilmişti. 2021’de küresel ekonomide pandemi sonrası hızlı geri dönüşe paralel yüzde 10 civarı bir büyüme oranı sağlanmıştı. Faiz dışı bütçe açığı GSYH’nin yüzde 3,5’ine kadar çekilmişti.

STIGLITZ ARKASINDA

Joseph Stiglitz ve Mark Weisbrot’un Arjantin ekonomisi üzerine makalesinde, ülkenin bir kez daha borç temerrüdünün eşiğinden dönmesinin uluslararası finansal sistemin istikrarı açısından da önemli olduğu vurgulanıyor. Anlaşmanın Arjantin’e ekonomik iyileşmenin devamı için bir manevra alanı sağladığı ifade ediliyor.

Arjantin’in temel sorunlarından birisi de yüzde 50’nin üzerinde gezinen enflasyon. Stiglitz ve Weisbrot şimdilik hiperenflasyon tehlikesi bulunmadığını, şu andaki koşulların ekonomik büyümeyi de boğmadığını söylüyorlar. Nakit transferi gibi yoksulluğa karşı programların devam ettiğini de ekliyorlar. İstihdamın 1,7 milyon artışını da olumlu bir kanıt olarak gösteriyorlar.

Müzakere masasında makroekonomiye, yapısal politika reformlarına egemen ve borç yeninden yapılandırma konularında uzman bir kurmay ekibin varlığını Arjantin’in avantajı şeklinde sunuyorlar. (Joseph Stiglitz ve Mark Weisbrot, Argentina and the IMF Turn Away From Austerity, Foreign Policy February 1 2022.)

Burada bir noktayı belirtmekte yarar var. Arjantin adına görüşmeleri ABD Brown Üniversitesi’nden doktoralı ekonomi bakanı Martin Guzman yürütüyor. Guzman, Stiglitz’in Columbia Üniversite’sinden çalışma arkadaşı. Birlikte kaleme aldıkları makaleler ve 2018 yılında yayımlanmış “Adil Topluma Doğru” başlıklı bir kitap da var. O nedenle Arjantin IMF anlaşmasının başarılı olacağı öngörüsünün belli bir dozda bu hukuka dayalı destek ve temenni içerdiğini söylemek de olanaklı.


MUHALEFET TEDİRGİN

Hatırlayalım zaten 2021 Aralık ayında Buenos Aires’te sokakları dolduran 35 bin kişi IMF’yi kınamış, kuruma olan borçların reddedilmesi çağrısında bulunmuştu. Mitinge sol partiler, sendikalar, gençlik grupları, kadın ve çevre hareketleri de katılmıştı. Bu kesimler bugünkü anlaşmaya da şüpheyle yanaşıyorlar. Her an tekrar sokaklara çıkmak potansiyeli taşıyorlar.

Şu anda başkan yardımcısı koltuğunda oturan eski başkan Christina Fernandez de Krichner’in oğlu, milletvekili Maxima Kirchner IMF anlaşmasını protesto ederek meclis grubundaki görevinden istifa etti. Yani Peronistler arasında da huzursuzluk söz konusu. Görüldüğü kadarıyla Arjantin ekonomisi her zaman olduğu gibi ilginç gelişmelere gebe.

Özetle, konuya iyimser gözle bakınca, Fernandez yönetimi temerrüde düşmeden taze fonlara erişim sağladı, ekonomi programını uygulamak için zaman kazandı denebilir. Kötümser bir mercekten ise, IMF gözetim ve denetimi başta Arjantin hiçbir halk için hayırlı sonuçlar getirmemiştir, bu kez niye farklı olsun yaklaşımında ısrar edilebilir.


İsterseniz yargıyı size bırakıp, yazıyı, önümüzdeki yıllarda Arjantin’i ekonomik krizleriyle değil, futboluyla konuşma dileğiyle bitirelim.

Hayri Kozanoğlu / BİRGÜN

Krizi çıkarana ödül gibi para dağıtıyorlar - Bahadır Özgür / BİRGÜN

 

Halkın fatura isyanı büyüyor; sanayi siteleri enerji krizinden kapıya kilit vurmuş; elektrik hizmeti çökmüş durumda. Ama ne gam! İktidar dört koldan elektrik şirketlerini beslemeye devam ediyor. Isparta’yı dört gün karanlıkta bırakan şirketler bu yıl da “teşvik” adı altında Hazine’den milyonlarca lira alacaklar.
Enerji Piyasası Düzenleme Kurulu (EPDK), Yenilenebilir Enerji Kaynakları Destek Mekanizması (YEKDEM) kapsamındaki santrallerin 2022 yılı listesini yayınladı. Elektrik dağıtımını yapan; otoyol, köprü, havalimanı ihalelerinin müdavimi olanlar listenin ilk sıralarında yine.

YEKDEM’in esası güneş, rüzgar gibi yenilenebilir enerji kaynaklarına yatırımı özendirmekti. Yararlanacak olanlar da düşük kapasiteli yatırımlardı. Elbette bu ilkeler kağıt üzerinde böyleydi. Berat Albayrak, Enerji Bakanı olduğu dönemlerde yaptığı değişikliklerle mekanizmayı bir “yandaş sebiline” çevirdi. Her yıl milyarlarca lira, artık nereden nasıl bir kamu kaynağı daha aldıklarını takip etmekte zorlandığımız aynı şirketlere aktarılıyor.

Tıpkı otoyol ve köprülerde olduğu gibi burada da alım garantisi var çünkü. 1 kWh başına hidroelektrik ve rüzgara 7.3, jeotermallere 10.5, güneşe ve biyokütle santrallerine de 13.3, dolar cent ödeme garantisi veriliyor. 1 Temmuz 2021 sonrası faaliyete geçenler için ödemeler TL bazında yapılacak artık. Ancak 2022 listesindekiler hala dolar bazında yapılan düzenlemeye tabiler.

                                                                        ***

2011’de sistemden yararlanan santral sayısı 20 taneydi. Albayrak’ın değişiklikleri sonrasında 2016’dan itibaren sayı jet hızıyla yükseldi ve 45 kat artıp, 900’ü aşmış durumda bugün. Makine Mühendisleri Odası (MMO) enerji Çalışma Grubu’nun hesaplamasına bakılırsa, santrallere Hazine’den aktarılan kaynak 2011’de sadece 774 milyon liraydı. 2020’de 46.3 milyar liraya çıktı. 2021 hesabı henüz yapılmamış olsa da kur artışı dikkate alındığında 60 milyar lirayı aşacak gibi görünüyor.



Yine MMO’nun hesabına göre, 2018-2020 arası Sabancı’nın Enerjisa’sına 6 milyar, Zorlu’ya 4 milyar, Cengiz’e 3 milyar, Limak’a 3 milyar, Kolin-Kalyon’a 1 milyar liraya yakın para ödendi.

Gelelim 2022 listesinde, şu sıralar fahiş faturaların, kara kışta insanların elektriksiz kalmasının müsebbibi olan şirketlerin kaç santrali bulunduğuna.
Halkın faturalar nedeniyle tepkisini çeken elektrik dağıtımı yapan şirketlerin 75 santrali 2022 yılında da garanti ödemesi kapsamında bulunuyor. Rekor 14’er santralle Sabancı ve Türkerler’de. Sabancı Adana, Mersin, Gaziantep, Hatay, Osmaniye, Kilis’e elektrik dağıtan Toroslar ile İstanbul Avrupa yakasına dağıtan AYEDAŞ’ın sahibi. Türkerler’in VEDAŞ’ı ise Van, Bitlis, Muş, Hakkari’ye elektrik dağıtıyor.

10 santrali bulunan AYDEM ise Aydın, Denizli ve Muğla dağıtım ihalesini alan şirket. Bu şirket İzmir ve Manisa’da da GEDİZ ile dağıtım yapıyor. Cengiz, Limak, Kalyon ve Kolin “kardeşler” tam 5 farklı bölgede ortaklıklarla dağıtım faaliyeti yürütüyor. Hepsinin YEKDEM kapsamında “alım garantili” santralleri de var elbette. 4 gündür karanlıkta kalan Isparta’nın dağıtımını yapan AKDENİZ EDAŞ da Cengiz-Limak-Kolin ortaklığının.

7 santrali teşvik kapsamındaki Eksim’in DEDAŞ’ı Şanlıurfa, Diyarbakır, Mardin, Şırnak ve Siirt’te; yine 7 santrali kamudan para alacak Kipaş’ın AKEDAŞ’ı da Adıyaman’a elektrik dağıtıyor. Diğer dağıtım bölgelerine sahip Zorlu, Akenerji, Aksa, Çalık’ın yenilenebilir enerji santrallerinin ürettiği elektrik de 2022’de devlet garantisinde.



                                                                     ***


Özetle elektrik dağıtımını yapan şirketler, kamudan ucuza alıp halka pahalı sattıkları ve son zamlarla ikiye katladıkları gelirlerinin yanında, “yenilenebilir enerji desteği” adı altında oluşturulmuş soygun mekanizmasıyla da santrallerinde ürettikleri elektriği dolar bazında kamuya satıyor. Buna bir de “kapasite mekanizması” vurgununu eklemek lazım. Nedir bu?

Arz güvenliğini sağlamak amacıyla özel şirketlerin işlettiği santraller zarar edeceği anlaşıldığında yapılan bir tür ödeme. Ama her zaman olduğu gibi bu destek de yandaşa sermaye aktarımına dönüşmüş durumda. Kriterler gevşetilip Türkiye’nin belalısı HES’ler kapsama alındı mesela. Böylece her kamu kaynağının başında gördüğümüz malum şirketler derhal buraya da üşüştüler. Nitekim 2018-2020 arasında en fazla “kapasite yardımı” alan şirketlerin içinde Limak, Sabancı, Bereket, Aksa, Cengiz var.

Elektrik bir kamu hizmeti olmaktan çoktan çıktı artık. Mesele böylesine hayati bir hizmetin kamu kaynaklarını özel şirketlere aktarmanın karlı, hızlı kolay yolu haline gelmesi. Dolayısıyla denetimle filan işin içinden çıkmak imkansız. Hizmetin asıl sahibine, onu finanse edenlerin kontrolüne, kamuya dönme vakti geldi de geçiyor. Bir kar yağışının bile ortaya çıkan manzaranın daha ağır afetlerde ne hale geleceğini tahayyül bile etmek zor çünkü.

Bahadır Özgür / BİRGÜN

AKP’de Fahrettin Altun rahatsızlığı - Barış Pehlivan / Cumhuriyet

 “Biz üç kişiyle daha iyi iletişim stratejisi kuruyoruz.” 

Deniyor ki Cumhurbaşkanı’nın eşi Emine Erdoğan kimi zaman böyle düşünüyormuş. Fahrettin Altun’a dair eleştirilerini böyle dile getiriyormuş. Üç kadından oluşan iletişim ekibinin, yüzlerce çalışanı olan İletişim Başkanlığı ile yarıştığını gözlemliyormuş. 


Neler duydum neler... 

Sondan başlayayım: 

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın koronavirüse yakalandığı sosyal medya hesabından duyuruldu. 

Aradan 14 dakika geçti... İletişim Başkanı Fahrettin Altun, “Daha önce birçok virüsü alt ettiniz” diye özetlenebilecek bir mesaj paylaştı. CHP milletvekili Mehmet Bekaroğlu da Altun’u “Erdoğan’ın hastalığını siyasetin aracı haline getirmekle” suçladı. 

İletişim Başkanı’nın “virüslü” mesajının üzerinden 22 dakika geçti. 

Ve birden...

Başta CHP lideri Kılıçdaroğlu olmak üzere kritik isimlerin “geçmiş olsun” mesajlarına Erdoğan’ın hesabından sıcak dönüşler yapıldı. 

Belli ki danışmanı İsmail Cesur’a Cumhurbaşkanı’nın böyle tweet’ler attırmasını İletişim Başkanı Altun beklemiyordu. 

AKP cenahından isimlerle konuştum... 

Biri dedi ki “Fahrettin Altun ofsayta düştü. Bizim mahallede bile Bekaroğlu’na hak verenler çoğunluktaydı.” 

Biri dedi ki “O kadar çok kaynadı ki Ankara... Altun’un odasını toplamaya başladığı dedikodusu bile yapıldı.” 

Aslına bakılırsa... 

Yeni değil. Olur mu bilmem ama Fahrettin Altun’a dair “görevden alınacak” iddiası bir süredir dolaşıyor. Alternatif isimler bile dillendiriliyor. 

Düşünün ki AKP’li gazetecilerin bile Altun’un kurduğu baskıdan şikâyet ettiğini kulaklarımla duydum. 

“Yahu, Cumhurbaşkanı’nı eleştirmek İletişim Başkanı’nı eleştirmekten daha kolay” diyen gazeteci bile gördüm. 

Dahası, medyadaki etkisinden dolayı gazetelerde bakanlardan önce Fahrettin Altun’un isminin yazılmasının kabinede rahatsızlık yarattığını öğrendim. 

Konu konuyu açarken neredeyse unutuyordum... 

Dedim ya, “Altun’dan sonra İletişim Başkanlığı koltuğuna kim oturur” sorusu dillendirilmeye başlanmış durumda. 

Adı geçen bir isim yakın zamanda TRT Genel Müdürlüğü görevi son bulan İbrahim Eren... Onun adını ananlar Bilal Erdoğan ile yakınlığını da hatırlatıyor. 

Bir diğer isim ise RTÜK Başkanı Ebubekir Şahin... Açık söyleyeyim; Şahin, RTÜK Başkanlığı gibi etkili bir koltuğu bırakıp İletişim Başkanı olmak ister mi; hiç emin değilim. İletişim Başkanı olup şimdikinden çok daha fazla eleştiri oklarına maruz kalmayı arzular mı, şüpheliyim. 

Neyse... 

Yakın zamanda görevden alınır mı, yerine kim gelir; belirsiz. Ama net olan şu ki en azından şimdilik AKP’de ve hatta Erdoğan ailesinde bir “Fahrettin Altun rahatsızlığı” kazanı kaynıyor. 


2023 AFFI 

Gazetecilere çok sık sorulur: Af çıkacak mı? 

Şu sıralar “2023’te olabilir” diyorum... 

Biliyorsunuz; bir çocuk çeşitli suçlardan 10 yıl önce cezaevine giren babasının tahliyesini talep etti Erdoğan’dan... “Af istiyorum” dedi. Trabzon’da yaşandı bu olay. 

Ne ilginç, “Rahşan Affı” diye bilinen yasanın çıkışı da Trabzon’daki bir çocuktu. 4 yaşındaki Aylanur’du o affın simgesi. Annesi cinayetten Trabzon Cezaevi’nde yatıyordu. 

Aslına bakılırsa... 

Yargı kulislerinde de konuşuluyor... Kulak kabartıyorum: 

“Cumhuriyetin önemli yıldönümlerine bakın, hep af çıktı. Şimdi iktidar da bir seçim vaadi olarak, oy da kazanmak için af gündemini getirecektir. Bunu da ‘Cumhuriyetin 100. yılında toplumsal barış için yapıyoruz’ diye sunacaklardır.” 

Bir kaynak ise Adalet Bakanlığı Ceza Hukuku Bilim Komisyonu’nu işaret etti. Komisyonun ceza adalet sistemini oluşturan kanunlar üzerinde çalışma yapılması amacıyla kurulduğunu hatırlattı. Belli aralıklarla İstanbul’da toplanan ve 21 üyesi olan komisyonun toplumda “cezasızlık kültürüne” dair çalışma yaptığını söyledi. “Ama bu çalışma farklı bir seyre yani affa döner mi, bilemiyorum” dedi, konuştuğum isim. 

Şurası muhakkak ki seçime giden yolda olası bir af vaadi, muhalefetin siyaset stratejisini de zorlayacaktır. 

Barış Pehlivan / Cumhuriyet

Emekli Askeri Hakim Ahmet Zeki Üçok'tan çarpıcı iddia: "MSB yardımcılarının biri ByLockçu biri ABD kaynağı" - Barış Terkoğlu / Cumhuriyet

 



TSK içinde FETÖ’ye yönelik soruşturmalar açtığı için kumpaslarla hedef alınan emekli Askeri Hâkim Ahmet Zeki Üçok dikkat çeken açıklamalarda bulundu. Üçok, Milli Savunma bakan yardımcıları Muhsin Dere ve Yunus Emre Karaosmanoğlu ile ilgili "FETÖ ve ABD'ye bilgi veriyor" iddiasını öne sürdü.

Türk Silahlı Kuvvetleri içinde FETÖ’ye yönelik soruşturmalar açtığı için kumpaslarla hedef alınan emekli Askeri Hâkim Ahmet Zeki Üçok, Milli Savunma bakan yardımcıları Muhsin Dere ve Yunus Emre Karaosmanoğlu ile ilgili çarpıcı iddialarda bulundu.

Barış Terkoğlu'nun sorularını yanıtlayan Üçok’a göre Dere, FETÖ ile iltisaklı, Karaosmanoğlu ise ABD’ye bilgi veriyor.

- Gazetemiz yazarı Barış Pehlivan, gazetemizde yazdığı son iki yazısında Milli Savunma Bakanı’nın iki yardımcısının FETÖ ile iltisakı olduğuna ilişkin bilgiler sundu. 15 Temmuz FETÖ darbe teşebbüsünün üzerinden beş yıl geçmeden, TSK’nin bağlı bulunduğu bakanlığın yardımcılarından ikisinin, Fethullahçılar ile bu şekilde anılmaları sizce nasıl değerlendirilmeli?    

15 Temmuz sonrası, Kara, Deniz ve Hava kuvvetleri komutanlıkları Milli Savunma Bakanlığı’na bağlandı. Tüm subay astsubayların atamalarının bakanlık tarafından yapılması hususu bir KHK ile düzenlendi. Bunların sonrasında, bakanlığın önemi bir kat daha artmış oldu. Hal böyleyken, TSK’nin doğrudan bağlı olduğu Milli Savunma Bakanlığı’nın en üst düzey bakan yardımcılarının isimlerinin, şu veya bu şekilde FETÖ ile birlikte anılması kabul edilemez bir durum.   

DERE İLE İLGİLİ "BİLGİ NOTU"

- Milli Savunma Bakanı’nın dört yardımcısı var. Peki, bu iltisak sadece iki yardımcı ile mi sınırlı?

Biliyorsunuz ben 15 Temmuz öncesinde, FETÖ’nün TSK içerisindeki illegal yapılanması ile ilgili olarak, Hava Kuvvetleri Başsavcısı olarak ilk ve son soruşturma yürüten savcıyım. Daha sonraları da bu yapı ile ilgili olarak birçok gazete ve televizyonlarda açıklamalarda bulundum. Bu süreçte halkımızın bana karşı bir güveni oluştu ve bu güvene istinaden ellerinde olan FETÖ’ye ilişkin bilgi ve belgeleri bana ulaştırdılar.    

- Diğer Milli Savunma Bakan Yardımcısı olan Muhsin Dere hakkında bir şey iletildi mi mesela?   

Evet. Bana gelen bilgi notunda, bakan yardımcısı Muhsin Dere’nin ByLock kullanıcısı olduğu, kız kardeşlerinin kocalarının (H.K. ve R.A.) 672 ve 679 sayılı KHK ile kamu görevlerinden ihraç edildikleri ve bazı yakın akrabalarının FETÖ ile iltisaklı oldukları bilgileri yer alıyor.    

- “Bilgi notu” dediğiniz bu notta başka hangi bilgiler yer alıyor?    

Bilgilerin Muhsin Dere’nin bakan yardımcısı olarak atandığı 2018 tarihinden önceye, Savunma Sanayi Müsteşarı olarak atandığı zamanlara ait olduğu anlaşılıyor.    

- Bu bilgiler, sanki güvenlik birimlerinin hazırladığı evraktan çıkmış gibi?    

Bende de böyle bir kanaat uyandırdı. Fakat bu konuda kesin bir şey diyemem. Ancak Emniyet birimleri tarafından hazırlanmışsa bu çok vahim bir durum. Çünkü bu belge, eğer Emniyet müdürlükleri tarafından hazırlanmışsa, hakkında FETÖ iltisakı olduğuna dair bilgiler olan birisinin, Savunma Sanayi Müsteşarı olarak atanması, daha sonra ise Milli Savunma Bakan Yardımcısı olması inanılacak bir durum değil.    

- İBB tartışmalarında bu akrabalıklar çok konuşuldu. Bakıyorum, adını verdiğiniz, Muhsin Dere’nin kız kardeşinin kocası olan H.K’nin, 1 Eylül 2016 tarih ve 672 sayılı KHK ile, öteki kız kardeşinin kocası R.A’nın ise 6 Ocak 2017 tarih ve 679 sayılı KHK ile ihraç edildikleri bilgileri görülüyor. Ancak Dere’nin ByLock kullanıp kullanmadığını bizim sorgulamamız mümkün değil. Bu durumu sonuçlandırmak yargının işi. Bu durumda iddianızla ilgili olarak ne yapacaksınız?    

Ben elimdeki bu belgeyi yetkili mercilere vermek zorundayım. Türk Ceza Kanunu’nun 278. maddesi  bunu emrediyor. Gerçeği tespit etmek ve gereğini yapmak onların işi.     

KARAOSMANOĞLU ABD KRİPTOLARINDA 

- Gelelim diğer isme. Biliyorsunuz ben ve Barış Pehlivan, beraber WikiLeaks belgelerini incelemiş ve orada yer alan belgelerden yararlanarak Sızıntı WikiLeaks’de 'Ünlü Türkler' kitabını yazmıştık. Sizin bana verdiğiniz Milli Savunma Bakan Yardımcısı Yunus Emre Karaosmanoğlu ile ilgili WikiLeaks belgelerini inceledim. Haklısınız, belgelerden birisi 26 Temmuz 2007 tarihli diğeri ise 24 Ekim 2007 tarihli Amerikan Büyükelçiliği’nin telgrafları.    

WikiLeaks belgelerinin gerçek olduğu konusunda bir tereddüt yok. Bu nedenle, ABD Büyükelçiliği siyasi danışmanı tarafından, 26 Temmuz 2007 tarihli telgrafta, bugün Milli Savunma Bakan Yardımcısı olan Yunus Emre Karaosmanoğlu için, “Lütfen onu çok sıkı koruyun” diye yazması anlaşılabilir bir durum değil. ABD elçiliği siyasi danışmanı, Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı’nın o dönem özel kaleminde görevli olan Yunus Emre Karaosmanoğlu’nun kesinlikle korunması için, niçin ABD hükümetine adeta yalvarır, ricacı olur?    

- Elbette kastedilen ismin deşifre olmaması. 24 Ekim 2007 tarihli ikinci telgraf sanki bunun niçin gerektiği hususunda ipuçları veriyor gibi?   

 Haklısınız... ABD Elçiliği tarafından; aralarında CIA, DIA (Savunma İstihbarat Ajansı), ABD Savunma Bakanı’nın bulunduğu onlarca makama gönderilen telgrafta, “elçiliğimizin güvenilir irtibatları” olan Yunus Emre Karaosmanoğlu ve Şaban Dişli bizi uyardı diye yazıyor. Bu telgrafta yazılı olanlar beni şoka soktu. Bakan Yardımcısı Yunus Emre Karaosmanoğlu, ABD Elçiliği’nin güvenilir irtibatı. Yunus Emre Karaosmanoğlu, ABD Büyükelçiliği’ni uyarıyor. Ne demek bu? ABD ile Karaosmanoğlu arasındaki nasıl bir ilişki bu? Kaldı ki, WikiLeaks belgeleri 2006-2016 yılları arasında yayımlandı. Yani Amerika Birleşik Devletleri’nin “güvenilir irtibatı” ve “mutlaka korunması gereken kişi” olarak tanımladığı birisi Yunus Emre Karaosmanoğlu, 2018 yılında Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin en önemli kurumu olan TSK’nin bağlı olduğu bakanlığın yardımcısı yapılıyor. Aklımıza mukayyet ol Allahım!   

Barış Terkoğlu / Cumhuriyet

Öne Çıkan Yayın

"İsrail Batı’nın pis işlerini yapıyor" + İki manşet ve pis bir iş - EVRENSEL-

" İsrail Batı’nın pis işlerini yapıyor"-Yücel Özdemir- İsrail’in Ortadoğu’da yaptıklarını en iyi Almanya Başbakanı Friedrich Merz’...