Birikim, tasfiye ve karşıdevrim - Bilsay Kuruç / Cumhuriyet

 

Son üç yazı (25 Nisan, 9 ve 23 Mayıs) 1940-45’e yakından, ezberleri bir yana bırakarak bakmayı öneriyordu. Israrla. Niçin? Unutulan birkaç soruyu sorabilmek için. Şöyle: Kırsallık toplumda ezici ağırlığa sahipse, orada, içinde ‘kültür devrimi’ taşımayan bir “demokratik devrim” düşünülebilir mi, olabilir mi? İkincisi, orada yeni bir mülkiyet dokusu yaratarak üretim atılımı yapılamıyorsa, bir “demokratik devrim” düşünülebilir mi, olabilir mi? Ve üçüncüsü, orada bu ikisinin kaynaşmasıyla daha büyük, yeni bir toplum boyutu oluşturmaksızın bir “demokratik devrim” düşünülebilir mi, olabilir mi? Sorular, düşünmek için bir başlangıç teklifidir. Soru doğru ise doğru yanıtı içinde taşır.

Bunlar 1940’larda, Cumhuriyetin özü için farklı başlıklara, sözcüklere yansımıştır. Bu şekilde sorulmamıştır. Ve 1945’ten sonra bir daha sorulmamıştır. 1960’la başlayan yirmi yılı ayırırsak, sormama alışkanlığının 1980’den sonra iyice yerleşmesiyle 2000’lere geliyoruz ve ne buluyoruz? 

“1980’den sonra Türkiye’de kapitalizmin ekonomisi artık dünyanın şekillendirmesine tabi oldu. Dünyada ‘örnek bağımlılık’ şablonuna dönüştü. Siyasal modeli buna uyumla oluştu. Orada öncelikle dikkat çekici olan, sosyalleşmeksizin ve olgunlaşmaksızın zenginleşen taşradır. O kapitalizmin siyasal modelinin hem sonucu hem de yakıtıdır. Bir taşra zenginleşmesinde ortaçağ kalıntıları, hurafe ve feodal kalıntılar pekişerek birlikte kapitalizme kalkan oldular. Kapitalizm, bunlarla iç içe, bir yandan bünyedeki lümpen unsurları da daha önce olmadık şekilde bağrına bastı, büyüttü ve siyasal modele yerleştirdi.”

1950’lerden 2000’lerin ilk on yılına atlamış olduk. Bir 12 Eylül tarihli 2010 referandumundan önce, o ağustosta, bu gözlemler sevgili Işık Kansu’nun isteğiyle onun köşesinde yer aldı. Yeni Türkiye tablosu hakkındadır. Günün kapitalizmi de dünya çapında tablosunu yeniliyor. “Yenilikleri”ni de kuşanarak Türkiye’yi şekillendirmeye artık daha iddialı ve etkili geliyor. Yepyeni kadrolar yapabiliyor.

“21. yüzyılla birlikte dünyada -Amerika’dan kaynaklanarak- yaşanan istisnai likidite bolluğu Türk kapitalizminin yeni siyasal modeli ve unsurları için büyük ikramiye oldu. Adeta gökten para yağdı. Ülkeye giren ve çıkan büyük hacimli para yeni ve büyük menfaatler yaratarak ‘örnek bağımlı ekonomi’nin harcını ve sıvasını tamamladı. Modele kan bağışı yaptı. Sermaye sınıfı ekonomik varlığını gitgide büyütüyordu. Ama kendi öz siyasal eliti yoktu. Modelde yeni ve aktif unsur ‘lümpen’ oldu. İlk kez yönetime ağırlıkla damgasını vurdu. Tarih gösteriyor ki, lümpen herhangi bir sosyal değere ve yükümlülüğe sahip olmayan kategoridir. Emeğe hasım, hatta düşmandır. Bu negatif özellik onun için varlık-yokluk meselesidir. Çünkü örgütlü emeğin ve onu özümseyen toplum katlarının yaygınlaştığı ölçüde lümpenin varoluş nedeni ortadan kalkar. O bunu hisseder ve içgüdüleriyle sermayeye sığınır, ona militanca hizmet sunar. Zenginliğe ve güce tapar. 2000’ler bunu sergiledi. Lümpen, sermayenin “elitsizlik”ten doğan boşluğuna yerleşti. (Sermayeden teşvik gördü.) Eşitsizlik ortamında zenginleşen taşra, bu havuzu sürekli besledi. Buluştular. İlk kez birlikte yönetim gücüne kavuştular, Cumhuriyet değerlerinin, kurumlarının tasfiyesi için bir ‘misyon birliği’ üstlendiler.” 2010 Referandumu’ndan önceki gözlemlerdir.


ÇİFTÇİ NE OLDU? 

Geri dönelim. Önce 2010’a gelmek üzere bir bakalım. Anımsayalım, Cumhuriyet 1940 başında köye “kültür devrimi” (enstitü) ile girme adımını attı, bunu 1945’te toprakta yeni mülkiyet ve yeni tarım (“milletin efendisi”) yaratma hamlesiyle tamamlıyordu. Çağa adım atmak üzere büyük kurumsal atılımdı. Yaptırmadılar. Bu yol kapandı. İlk soru şudur: Çiftçi olamayan köylü ne olur? İki yol var, üçüncüsü yok: Bir, ortakçı, yarıcı, maraba ve bunlarla yan yana az topraklı küçük çiftçi olarak, düzeni değişmeyen köyde kalmayı sürdürür. İki, kalkar kente göçer, orada ucuz ya da boğaz tokluğuna işçi olur; olamazsa işsiz kalır, “yedek işçi ordusu”na katılır.

Köyde kalırsa ne olur? Ne oldu? 1940’ların tasarladığı yol açılmamak üzere kapanınca, köylü (küçük çiftçi, diyelim) artık yalnızdır. “Piyasalar dünyası”na terk edilmiştir. Orada iki fiyatın makası içindedir: Siyasetin vereceği destekleme fiyatı ile tüccarın verdiği “piyasa fiyatı”. Siyaset tüccarsız düşünülemez. Köylü ürününü tüccara hep düşük fiyattan verecektir. Ona hep “tefeci faizi” ile de borçludur. Tüccar köylüyü ürünün düşük fiyatı ile ona verdiği borcun yüksek faizi içinde, bu “özel” makasında tutar! Bu ilişki daimidir: Ticaret sermayesi borçlandıran, çiftçi borçlanandır. Destekleme fiyatı ise siyasetin “lütfu”dur. Eğer köylü seçmen olarak “çantada keklik” ise siyaset o destekleme fiyatını elbette “kanka”sı olan tüccarın o “özel” makasına ayarlı tutar. Siyaset ilişkileri “piyasa”sı böyle işler. 1950’den sonra, büyük çiftlikler yanında, gitgide çoğalan küçük çiftçinin dünyası budur. Enflasyon dönemleri üreticinin “girdiler”ini ayrıca pahalılaştırır; maliyeti artar, geçimi zorlaşır. İktisatçının “iç ticaret hadleri” dediği ilişki (tarım fiyatlarının sanayi fiyatları karşısında ne kadar arttığı, yani, bir traktör dolusu buğday verince, karşılığında çiftçinin ne kadar ilaç vs. alabildiği) bize bir fikir verir. Ama, yetmez. “Fiyatlar dünyası”, çeşitli “makaslar”la çiftçinin emeğini sonsuz kaynağa dönüştürür, başka “birikimler”e aktarır. Kurgusu böyledir. Anlayabilmeliyiz. Çiftçi var olabilmek için daha, daha çok çabalamalıdır. Yeterli olur mu? Son 70 yılı bir düşünelim.

Köylü 1945’te CHP’ye şöyle hüküm veriyordu: Bize vergi koyar, köy yolu, okul yapmak için çalışma yükümlülüğü koyar! 1950’den başlayarak DP’yi şöyle benimsedi: Bizden vergi almaz, cebimize para koyar, köy yolu yapar! 1950’de, “Yeni dünya savaşı geliyor” havası ile, yüksek fiyatlı bir özel “Kore konjonktürü” doğdu. Dünyada tarım üreticileri bayram etti. Bu birkaç yıl sürdü, o kadar. Ama o yüksek tarım fiyatları DP’ye tam işe başlarken tarihin büyük ikramiyesi oldu. Kendini köylüye “cebine para koyarak” takdim etti. Onu seçmen olarak kendine kaydetti. Geçici değil, kalıcı kayıt oldu. Cumhuriyetin aydınlanma değerlerine karşıt söylemlerle bu nasıl pekiştirildi, onlara girmeyelim. (Cumhuriyetin 1930’dan başlayan yirmi yılda birikmiş altın rezervini, DP’nin, 1950’den sonraki birkaç yılda ithalata dayanan bir “yapay bolluk” yaratarak tükettiğini not edelim, yeter.)

TARIMIN BÜYÜK İNİŞİ

Bir köylüler ülkesinde kurulan Cumhuriyetin ekonomisinde lokomotif basit tarım üretimidir. Yurtiçi hasılanın yarısı o tarımdan gelir. 1950’nin “Kore fiyatları”yla (savaş sürer, beklentisiyle) dağ, taş ekime açıldı. 1945’te sadece 1000 traktör vardı. İthalatla sayı 1954’te 40.000’e çıktı. Verim arttı mı? Ortaçağ toprak rejimine sahip büyük topraklılar, taşra eşrafı zenginleşiyordu, tarım üretiminde ise verim artmıyordu. 1954’ten 2010’a bir çizgi çekersek görürüz: Tarımın 66 yıllık ortalama büyüme hızı yüzde 3’ün altındadır! O sürede ülkede hüküm süren sağ siyaset zaman zaman hurafe (“dünyada kendini besleyen 7 ülkeden biri!”) ya da “yemin” (“toprak reformu yoktur, tarım reformu vardır”!) ya da “şecaat” (“o desteklemeye 5 veriyorsa, ben 10 vereceğim”!) üretti ve vakit tarımın sürekli inişi ile geçti.

Ciddi araştırmalar inişin büyüklüğünü, özelliğini gösterir. (Adil Temel, DPT, 1999) Yurtiçi hasılanın  1950’lerde yüzde 44’ünü üreten tarım, 1990’larda yüzde 15’ini üretebilir. Çünkü çalışan nüfusu sırtında taşır: 1950’lerde yüzde 78’ini, 1990’larda yüzde 45’ini. Yani, 1990’larda tarımda çalışan yüzde 45 nüfus, ülke toplam hasılasının ancak yüzde 15’ini üretiyor! Sonra, iniş hızlanıyor: Tarımda çalışanlar 2010’da yüzde 24’e iniyor ve hasılanın artık yüzde 9’unu üretebiliyorlar. Bugün (2021) yüzde 17’ye indiler ve hasılanın sadece yüzde 5-6’sını üretiyorlar! (Zafer Yükseler, Gökhan Günaydın)

Sorular gelsin. Biri, 1950’den sonra “tarımda kalanlar” için. Tarımı kim yönetiyor? Çiftçisi mi, yoksa başta ticaret olmak üzere başka sektörler ve bunlara uyumlu siyaset mi? (“Fiyatlar makası”!) Bir başka soru kapısı “tarımdan (kırsaldan) göçenler” için. Yani, kentlere, varoşlara gitgide daha çok yığılanlar için. İster “ekonomik verimlilikleri”ne, ister duyanlara haykıran “insan dramları”na ait soruların geniş kapısı. Bilmeliyiz, özellikle son on küsur yıldaki taşra zenginleşmesi ile “makaslar”daki küçük çiftçinin yoksullaşması köyde ve kentte aynı öyküde iç içedir. (Finansa, tefeci-tüccara borçlanıp, ödeyebilmek için tütün ekimini bırakarak Soma’da madene giren küçük çiftçi gibi). Bunlara şimdi girmeyelim. 

Doğru gözlem için kapitalizmi bütünlüğüyle izlemek gerekiyor. 1994-95’te Dünya Ticaret Örgütü (WTO) tarım için kararlar aldı: Destekleme fiyatları “piyasa bozucu” olmamalıdır, dedi. Şöyle yorumlayalım: Çiftçinin kaderi olan “fiyat makası” tüccara göre ayarlanmalıdır! Bununla dünya kapitalizmi (büyük kapitalizmler dışında) çiftçinin yönetimini “küreselleşme”nin “atlıları”ndan ticaret sermayesine veriyor. Tarımı kim yönetir sorusuna somut yanıt! Bize yansıdı mı? İlginçtir, sadece para yönetimiyle sınırlı bilinen IMF gecikmeden, 2000’de Türkiye’nin önüne WTO’nun bu tarım kararını getiriverdi. Arkadan, yine gecikmeden, Dünya Bankası’nın “Toprağını ekme, para verelim” tebligatı ve uygulaması başlatıldı. Küçük çiftçi pancardan başlayarak tarım alanlarını terk etti; bir tür rantiyeliğe adım attı. Peki, küçük çiftçi tasfiye olacaksa tarımı kim yapacak? Elbette, büyük çiftlikler ve daha önemlisi, “endüstriyel tarım” bayrağı ile toprakları onurlandıracak dünya şirketleri var!


TOPRAĞI DOLARA ÇEVİRMEK

İngiltere dünyaya kapitalizmin abecesini öğretti. Minnettarız. Ta birkaç yüzyıl öncesinden gösterdi ki, kapitalizm küçük mülkiyetin büyük mülkiyet için tasfiye edilmesiyle var olur. Önce tarımda. “Fiyat makasları” elbette bu tasfiyeyi yapacaktır. Ama yetmez, beklenemez. Küçük çiftçileri topraklarından zorla (yasayla ya da yasasız) çıkarıp o araziler “büyükler”e verilecek, etrafı “çitlenecektir” (Enclosure). Tarihçiler buna “sermayenin ilk birikimi” olarak baktılar. Kendi 2000’lerimize gelelim.

2012’de bir yasa çıktı (6360 sayılı). Büyükşehir belediye arazisinde değişiklik yasası. 16 bin 500 köyün tüzel kişiliğine son verip onları “mahalle” yaptı. Adeta “çitleyerek” tarım dışına çıkardı. Çiftçiye tarım toprağını terk edip rantiye olması için yine teşvik verir gibi. Bir taşla iki kuş. Tarımın büyük inişinde bir aşamaya gelindi. Çiftçinin toprağıyla birlikte piyasaya verilişinden (1950), toprağın çiftçiden ayrılarak piyasaya verilişi (2010-12) aşamasına. (Toprağın piyasaya verilişinde ilk adım hemen 2003 Aralık’ta atılmıştı. Cumhurbaşkanı Sezer önledi. Sonra, 2004’ten başlayarak “pergel düzenlemesi” adımları atıldı. 2012 Nisan’ında orman köyleri de “mahalle” yapılarak ormanlar “imar”a, yani piyasaya açıldı. Bir bütünlük var.) (Ozan Zengin, 2021).

2011 Genel Seçimi’nden sonra günün ilgili bakanı “500 milyar dolarlık inşaat hamlesi” tasarladıklarını müjdelemişti. Anlayana, “Toprak önce inşaat içindir!” demek oluyordu. Ve öyle oldu. Toprağın tarımdan alınarak “başka birikimler”e verilişi ile çiftçinin silinmeye gidişi birlikte hızlandı. Kapitalizmimiz artık tarımdan “fiyat makasları” ile kaynak çekmekle yetinmiyordu. Artık köylülerden varlıklarını (toprak, akarsu, vs.) almak gerekliydi. Milli emlakın ovalar, yaylalar, ormanlar ve kıyılarının, yani toplum varlıklarının “piyasaya verilişi” de eşzamanlı oldu. Sermaye, eski/yeni katmanlarıyla toprağa “akın” için “kalk borusu” duyuyordu. Toprağı dolara dönüştürecekti. İngiliz’in “çitlemesi” başka, bizimki kapitalizmin başka zamanına aitti. Kentten bakınca kırsal “hep aynı zaman birimi içinde” imiş gibi görünür. Seçim bilgileri kırsalı kente böyle gösterir. Tarımdaki büyük inişi ve sonunda “toprakların piyasalaşması”nı 70 yılın seçim bilgileriyle birleştirince, bu dramda, çiftçiler istikrarlı oy desteğini esirgememiş görünüyorlar. Çiftçinin, kendi varlığına son veren bir “tarihi zaman”ın değişmez elemanı olması yadırganabilir mi? İroni mi, paradoks mu? Tarihin emri mi? Düşünürler düşünsün!

Tarihin, önemi yadsınamayacak düşünürlerinden, yazdıklarını okumuş olmaktan çok, sakallı fotoğrafından tanıdığımız biri 19. yüzyıl ortalarında şöyle demiş: “Küçük köylüler kendi kendilerini temsil edemezler, temsil edilmek zorundadırlar. Onların temsilcileri onlara (...) efendileri gibi, üstün bir yetkili, mutlak bir hükümet gücü gibi görünmelidir.” 

Yazının başında 1940-45’ten uzaklığımızı unutulan sorular için vurguladık. O sorulardan ne kadar uzaktayız? Önce siyasetin, sonra okuryazarlığın ilgi ve düşünce dışı bıraktığı kadar uzak. Yani, köylülerinki kadar uzak. Geçmişe öykünmeyelim. Orada kalmayalım. Geleceğin sorularına uzaklığımız ne kadar? Bu uzaklık ölçüsü merak, ilgi, bilgi ve cesaretin bütünlüğü ile kavranabilen bir şey olmalı. Tarihin daima yeni zamanlara açık “ani dönüşler” sunacağını unutmamak lazım.

Bilsay Kuruç / Cumhuriyet


TARİHTE BUGÜN (13 HAZİRAN)

     


      OLAYLAR:

  • 1381 - Wat Tyler öncülüğündeki köylü isyancılar, Londra'yı basarak Hükûmet binalarını ateşe verdi, hapishaneleri boşalttı ve zenginlerle yargıçların kafalarını uçurdu.
  • 1550 - Mimar Sinan'ın eseri Süleymaniye Camii'nin temeli atıldı.
  • 1859 - Erzurum'daki şiddetli depremde, kentin yarısından fazlası hasar gördü ve 3 bin kişi öldü.
  • 1872 - Namık Kemalİbret gazetesi'ni yayımladı. Bu fikir gazetesi, 27 gün sonra kapatıldı.
  • 1878 - Berlin'de, Osmanlı İmparatorluğuÇarlık RusyasıBüyük BritanyaAlman İmparatorluğuAvusturya-Macaristan İmparatorluğuİtalya Krallığı ve Fransa arasında, Berlin Antlaşması olarak adlandırılan barış antlaşmasını imzalamak üzere kongre toplandı.
  • 1891 - İstanbul Arkeoloji Müzesi ziyarete açıldı.
  • 1921 - Mustafa Kemal, Ankara'ya gelen Fransa Temsilcisi Henry Franklin-Bouillon ile görüştü.
  • 1924 - Fransa'da Gaston Doumergue, Cumhurbaşkanlığı'na seçildi.
  • 1928 - Türkiye ile Düyunu Umumiye (Osmanlı borçları) alacaklıları arasında sözleşme imzalandı.
  • 1934 - Adolf Hitler ile Mussoliniİtalya'nın Venedik kentinde bir araya geldiler. Daha sonra bu buluşmadaki izlenimlerini anlatırken Mussolini, Hitler'den "aptal küçük maymun" diye bahsedecektir.
  • 1946- İtalya’da Hristiyan Demokratlar ile Komünistler Cumhuriyet ilanında anlaştı; Kral Umberto ülkeyi terketti.
  • 1946 - Üniversitelere özerklik veren 4936 sayılı kanun kabul edildi.
  • 1951 - Amerika Birleşik Devletleri Dışişleri Bakanı Dean AchesonKuzey Atlantik Antlaşması Örgütü'nün (NATO) Avrupalı üyelerinden Türkiye'nin Pakt'a kabul edilmesini istedi.
  • 1952 - Fikir İşçileri Kanunu kabul edildi.
  • 1957- Denizli ve çevresini sel bastı. Bazı ilçeler su altında kaldı. 3 kişi öldü, 59 ev bütünüyle, 62 ev kısmen yıkıldı.
  • 1957 - Siyahi lider Martin Luther King ile ABD Başkan Yardımcısı Nixon görüştüler.
  • 1961 - Batı Almanya'ya işçi gönderilmesinin esaslarını düzenleyen protokol imzalandı. İlk işçi kafilesi, 24 Haziran'da trenle yola çıktı.
  • 1962 - Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi'nden ayrılan Osman Bölükbaşı ve arkadaşları Millet Partisi'ni kurdu.
  • 1963 - 1459 Harp Okulu öğrencisinin yargılanmasına başlandı.
  • 1965- Sivas’ta 200 köylü bir ağanın arazisini işgal etti.
  • 1965 - Erol Taş’ın kahvehanesinde basın toplantısı düzenleyen “Karanlıkta Uyananlar” film ekibi ve Halit Refiğ’in de bulunduğu sinemacılar, Antalya Festivali jürisinin AP’li Belediye Başkanı’nın yakınlarınca oluşturulduğu gerekçesiyle ödülleri iade ettiklerini açıkladı.
  • 1966 - Ankara'da ilk kapalı devre televizyon yayını için hazırlıklara başlandı.
  • 1968 - Üniversitelerde başlayan boykot ve işgal eylemleri hızla yayılmaya başladı. İstanbul'dan sonra Ankara'da da 10 fakültede öğrenciler dersleri boykot ettiler. Ankara Üniversitesi Fen Fakültesi işgal edildi.
  • 1968 - Uruguay’da memurlar süresiz greve başladı.
  • 1969- Çorum, Alpagut linyit işletmesinde çalışan maden işçileri ücretlerini alamadıkları için direnişe geçti ve ocakların işletilmesine el koydu. İşçiler, üretimi yüzde elli artırarak birikmiş ücretlerini aldılar. Jandarmanın yaptığı müdahale sonrasında direniş sona erdirildi.
  • 1969 - Ankara’da 14 öğrenci kuruluşu ortak bildiri yayımladı. “Gençlik ne yaptığını bilmektedir” denildi. Celal Doğan ve Mehdi Başpınar’ın da aralarında olduğu öğrenciler gözaltında dayak atıldığı iddiasıyla Savcılığa başvurdu.
  • 1969 - Irak Hava Kuvvetleri'ne ait iki jet uçağı, yanlışlıkla Hakkâri'yi bombaladı.
  • 1970- Sendikalar Kanunu’nda değişiklik yapan tasarı Millet Meclisi’nde görüşülerek kabul edildi. Yeni tasarının getirdiği bazı önemli yenilikler şöyle Hademeler, kapıcılar, temizlik işçileri gibi D cetvelinden maaş alan devlet personeli işçi sayılacak. Sendika kurabilmek için o işkolunda en az 3 yıl çalışma şartı konuluyor. Sendikadan ayrılma noter vasıtasıyla olacak. Sendika genel kurulları iki yerine üç yılda bir toplanacak. Sendikalar fonlarının yüzde 30’unu aşmamak üzere yatırım yapabilecek, ancak bunun iznini de konfederasyon verecek. Sendika yöneticileri mal bildirimine tabi olacak. DİSK yöneticileri Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay ile görüşerek Meclis’ten geçen Sendikalar Kanunu’nu onaylamaması için yazılı bir deklerasyon sundu.
  • 1971 - Kültür Bakanlığı kuruldu. Bakanlığa Talat Halman atandı.
  • 1972 - THKP-C davasında hüküm giyen Necmi Demir, Kamil Dede ve Ziya Yılmaz’ın idam kararları Yargıtay’da bozuldu.
  • 1972 - Boğaziçi Üniversitesi öğrencisi Banu Ergüder, içinde ceset bulunan bavulla yakalandı. Ergüder'in tecavüze karşı öldürdüğü ifadesine karşın, cinayeti örgütsel anlaşmazlık nedeniyle aynı üniversite öğrencilerinden Zeynel Altındağ'ın işlediği ortaya çıktı. Sıkıyönetimce aranan Adil Ovalıoğlu'nun öldürülmesine adı karışan Garbis Altınoğlu da yakalandı.
  • 1972 - THKP-C davasında hüküm giyen Necmi DemirKamil Dede ve Ziya Yılmaz'ın idam kararları Yargıtay'da bozuldu.
  • 1973 - Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde, Devlet Güvenlik Mahkemeleri Kanunu kabul edildi.
  • 1976- Polis Derneği’nin (POL-DER) kongresinde Milliyetçi Cephe hükümetince açığa alınan ilerici-toplumcu polislerin adayı eski başkan Kazım Ulusoy 58’e karşı 1.264 oyla genel başkan seçildi. Site Yurdu’ndan getirilen ülkücülerin olay çıkarma girişimleri sonuçsuz kaldı.
  • 1976 - Ankara’da likitgaz bayileri kâr oranlarının az olduğu gerekçesiyle direnişe geçti ve satış yapmadı.
  • 1977 - Başbakan Süleyman Demirel istifa etti. Hükûmeti kurma görevi Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Bülent Ecevit'e verildi.
  • 1978- Mersin ATAŞ Rafinerisi’nde üretimin durması ve Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığı’ndaki (TPAO) grev benzin sıkıntısına yol açtı.
  • 1980- Çanakkale Biga’da, bir dönem CHP Gençlik Kolu Başkanlığı yapan, Devrimci Yol taraftarı Özcan Babi (1952- Biga), ilçeye yeni atanan Emniyet Amiri Hasan Dinçer tarafından öldürüldü. Özcan Babi’yi öldüren Hasan Dinçer hakkında açılan dava sekiz yıl sürdü  Katil, otuz iki yıla mahkûm olur. Cezası Yargıtay tarafından bozulur, mahkeme bu kez dört buçuk yıl hapis cezası verince bu kararı da Özcan Babi’nin ailesi temyiz etti, ama katil az bir cezayla kurtuldu.
  • 1983- 12 Eylül sonrası hazırlanan Seçim Kanunu yürürlüğe girdi. Milli Güvenlik Konseyi adayları 12 gün içinde inceleyecek.
  • 1983 - Maden Yasası değişikliği MGK’de onaylanarak yürürlüğe girdi. Bor, asfaltit, trona, uranyum ve toryum madenleriyle 62 linyit ve 4 demir sahası dışında kalan-CHP iktidarı zamanında 1978 sonrası kamulaştırılan- maden sahaları 3 ay içinde eski sahiplerine iade edilecek.
  • 1983 - Pioneer 10 uzay sondası, güneş sistemi dışına çıkan ilk insan yapımı nesne oldu.
  • 1985 - Polis Yasa Tasarısı TBMM’de görüşülürken ANAP ve HP’liler yumruklaştı. Tasarı ANAP’lıların oylarıyla kabul edildi.
  • 1985 - THKP-C davası sonuçlandı. 4 idam ve 12 müebbet hapis cezası verildi.
  • 1987- SHP MYK üyesi Turgut Atalay, 18-19 Nisan’da Siirt’te yapılan SHP Bölge Toplantısı’nda “Parti tüzüğünün Kürtçeye çevrilmesi ve Kürtçe eğitim talebi”ni de içeren konuşmasından dolayı “kürtçülüğü özendirdiği” gerekçesiyle SHP’den 2 yıl süreyle ihraç edildi.
  • 1987 - 12 Eylül 1980 sonrasının ikinci öğrenci mitingi Ankara Etlik/ Kasalar’da olaysız gerçekleştirildi.
  • 1988- ANAP hükümetinin Ulaştırma Bakanı Ekrem Pakdemirli’nin İstinye Tersanesi’ndeki konuşması sırasında işçiler sloganlarla alanı terketti.
  • 1991- 600 bin kamu işçisinin toplu iş görüşmelerinde anlaşma sağlanamamasına tepki olarak Türkiye genelinde iş bırakılıp toplu vizite eylemleri, yürüyüşler vb. gerçekleştirildi. Yürüyüşlerde “Padişah istifa”, “Açız”, Çankaya’nın şişmanı, işçi düşmanı” sloganları atıldı.
  • 1991 - Türkiye ile Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti arasında pasaport uygulaması kaldırıldı.
  • 1991 - Taşkızak, Camialtı ve Haliç tersanelerinin işçileri Tepebaşı’ndaki dispansere yürüyüp toplu viziteye çıktı.
    1991 - Emin Çölaşan’ın “Turgut Nereden Koşuyor” adlı kitabından dolayı verilen ve Yargıtay’da “eksik inceleme” gerekçesiyle bozulan manevi tazminat ve haksız kazanç ödenmesi kararına karşı, bu kez Özal çifti “karar düzeltme” itirazında bulundu.
    1991 - İran’da Devlet Başkanı Haşimi Rafsancani 4 yıllık dönem için yeniden seçildi.
  • 1993 - Süleyman Demirel'in Cumhurbaşkanı seçilmesiyle boşalan DYP Genel Başkanlığı'na Tansu Çiller seçildi.
  • 1993 - Kim CampbellKanada'nın ilk kadın Başbakanı seçildi.
  • 1994- Adana Anakent Belediyesi’nde işten çıkarılan DİSK/Genel-İş üyesi işçilerden 80 kadarı 28 günlük oturma eyleminden sonuç alamayınca Ankara’ya yürümeye başladı. İşçileri Adana’dan Türk-İş ve DİSK’e bağlı sendikaların yöneticileri, SHP, CHP ve SİP’liler uğurladı.
    1994 - RP’li Gebze Belediyesi’nden 733 çalışanın çıkarılmasını protesto için Gebze Belediyesi’nde 1.767, Darıca Belediyesi’nde 271 çalışan iş bırakma eylemine başladı.
  • 1994 - Mustafa Nevzat İlaç Sanayii’nden atılan görme engelli 2 ambalaj işçisi arkadaşlarıyla birlikte Çalışma Bölge Müdürlüğü’ne dilekçe vererek işe iadelerini istedi.
     1994 - Türkiye Büyük Millet Meclisi, 36. paralelin kuzeyinde Bağdat’ın egemenliğini sınırlayan “Çekiç Gü甑ün görevini 7. kez 6 ay uzattı.
  • 1995- DHKP-C’li Sibel Yalçın’ın 4 gündür ailesine verilmeyen naaşının Alibeyköy Mezarlığı’na defninde uzlaşıldı, evinin bulunduğu sokağa kurulan barikatlar kaldırıldı.
  • 1996 - Küba Devlet Başkanı Fidel CastroHabitat II. Kent Zirvesi'ne katılmak üzere İstanbul'a geldi.Castro bir soru üzerine: “Ben kendimi geleceğe ait görüyorum, komünizm gelecektir”.
  • 1998- Kıbrıs’ta ülkücüler Güzelyurt’tan 50 araçlık konvoyla Bostancı köyüne giderek Kürt kökenlilere ait 1 kahvehaneye saldırdı.
  • 1998 - Cumartesi Anneleri’nin 161.buluşmasında Rıdvan Karakoç anıldı. Anneler adına açıklamayı yazar Füsun Erbulak okudu.
  • 2000 - 1981’de Papa II. Jean Paul’e suikast girişiminden dolayı İtalya’da cezaevinde olan ve 1979’da Abdi İpekçi’nin katlinden dolayı gıyabında ölüm cezasına çarptırılan Mehmet Ali Ağca İtalya Cumhurbaşkanı tarafından affedilerek Türkiye’ye iade edildi.
  • 2000 - İstanbul’da “Ağırlıklı Ortaöğretim Başarı Puanı” uygulamasını protesto için yürüyen liselilerden 75 kişi dövülerek gözaltına alındı.
  • 2001- Yakınları Kaybolan Mağdur Aileleri ile Yardım ve Dayanışma Derneği’nin Galatasaray Postanesi’nden faks eylemine müdahale edildi.
    2001 - F tipi cezaevlerini protesto etmek için G.Saray’a yürüyen öğrencilerden 50 kişi dövülerek gözaltına alındı.
    2001 - Beyoğlu Belediyesi’nden DİSK/Genel-İş üyesi 50 işçinin çıkarılması Belediye önüne yürüyüşle protesto edildi.
    2003- Tek Gıda-İş ile ESM üyesi işçiler TEKEL’in özelleştirilmesine karşı ülke genelinde “işyerini terketmeme” eylemi yaptı.
    2004- DEHAP’ın Çağlayan Meydanı’nda düzenlediği “Savaşa Tecrit, Barış İçin Diyalog” mitinginde ateşkes istendi. Demokratik Haklar Platformu üyeleri, İstanbul’da toplanacak NATO zirvesini Taksim TÜYAP Parkı’nda protesto etti.
    2004 - Çoğunluğu TKP’lilerden oluşan “İşgale Karşı Komiteler”in İstanbul’da NATO zirvesine karşı topladığı 100 bin imza Ankara’ya götürüldü.
    2006- Diyarbakır Kayapınar Belediyesi’nin parklara Kürtçe isim koymasını Diyarbakır Valiliği veto etti.
    2006 - Irak’a bir süpriz ziyaret daha gerçekleştiren ABD Başkanı George W. Bush, Irak Devlet Başkanı Celal Talabani ile yardımcısı Tarık El Haşimi ve Başbakan Dr.Nuri Maliki’yle yaptığı görüşmede, yeni Irak hükümetine tam destek sözü verdi.
    2006 - Gazi Katliamı Davası’nda yargılanıp 6 yıl 8 ay hapis cezası alan ve Şartla Salıverme Yasası’ndan yararlanıp serbest kalan polis Adem Albayrak meslekten ihraç edildi. Albayrak M.Ağar, N.Menzir ve H.Kozakçıoğlu’nu suçladı: ”Silah kullanma emrini onlar vermişti”.
    2006 - F tipi cezaevlerindeki tecrite karşı 2 gündür Abdi İpekçi Parkı’nda oturma eylemi yapan TAYAD’lı grup Meclis’e yürümek isteyip kurulan polis barikatına yüklenince çatışma yaşandı, ardından grup Park’ta oturmaya devam etti.
    2006 - Tuzla/ DESAN Tersanesi’nde direnişte olan işçiler Limter-İş Başkanı ile Eğitim Uzmanının tutuklanmasını protesto etti.
    2007- Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer, polisin yetkilerini artıran kanunu onayladı. Kanuna göre, polis, kişileri ve araçları; bir suç veya kabahatin işlenmesini önlemek, suç işlendikten sonra kaçan faillerin yakalanmasını sağlamak, işlenen suç veya kabahatlerin faillerinin kimliklerini tespit etmek, hakkında yakalama emri ya da zorla getirme kararı verilmiş kişileri tespit etmek, kişilerin hayatı, vücut bütünlüğü veya malvarlığı bakımından ya da topluma yönelik mevcut veya muhtemel bir tehlikeyi önlemek amacıyla durdurabilecek.
    2008- Bir grup 68’li, öğrenci hareketlerinin başlamasının 40.yıldönümünde İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi 1 no’lu amfide bir araya gelerek üniversiteyi sembolik olarak yeniden işgal etti.
    2008 - Fethiye/ Yeşil Üzümlü Köyü yakınlarına kurulacak çimento fabrikasına karşı köy meydanında forum düzenlendi.
  • 2008 - Kendilerine “Yüzde 52″adını veren bir grup öğrenci “yarış atı gibi” hazırlandıkları ÖSS’yi Veliefendi Hipodromu önünde protesto etti.
    2008 - Taliban militanlarının Afganistan’ın güneyindeki Kandahar cezaevinde düzenledikleri baskın sonucunda yaklaşık 1150 mahkum kaçtı. Kaçanların 400 kadarının Taliban yandaşı olduğu bildirildi.
  •  2009 - Türk-İş Şubeler Platformu üyesi yaklaşık 1.500 işçi, Gümüşsuyu Türk-İş Bölge Temsilciliği önünde hükümetin % 3’lük zam önerisini ve Türk-İş’in tavrını protesto gösterisi yaptı; Dolmabahçe yolu kapatıldı, Bölge Temsilciliği yumurta ve domates yağmuruna tutuldu.
  • 2009 - İran Cumhurbaşkanlığı seçim sonuçları açıklandı. Seçimi Mahmud Ahmedinejad kazandı. Sonuçlar açıklanır açıklanmaz ülkede protesto gösterileri başladı. Kısa süre sonra da isyana dönüştü.
  • 2010- İzmir İnciraltı Katliamı’nda hayatını kaybeden 5 genç İnciraltı Adalet Meydanı’nda anıldı.
    2010 - Grup Yorum’un İnönü Stadı’ndaki “25.yıl konseri”nde 55 bin kişi hep bir ağızdan Grup’a eşlik etti. Konsere 60 kişilik İstanbul Syhmphonic Project Orkestrası ve Ruhi Su Dostlar Korosu ile Suavi, Nejat Yavaşoğulları, Haluk Levent, Birol Topaloğlu gibi birçok sanatçı katıldı.
    2011- Ernesto Che Guevara’nın 1959’daki Küba Devriminden önce Sierra Maestra’da yazdığı, şimdiye kadar yayımlanmamış günlüğü Küba’da yayımlandı.
    2012- Devlet Denetleme Kurulunun 8. Cumhurbaşkanı Turgut Özal’ın vefatına ilişkin raporunda, Özal’ın ölümünün her zaman ”şüpheli” olduğu belirtildi.
    2013- Başbakan Erdoğan TMMOB, DİSK, KESK, EMO, Tabip Odası, Semt Dernekleri Platformu ve Taksim Dayanışma yöneticileri ve 8 sanatçı ile bir görüşme yaptı. Direnen “çapulcu evlatları” için anneler akşam Gezi Parkı ve Taksim Meydanı’nda destek zinciri oluşturdu. Oyuncular akşam Gezi Parkı merdivenlerinde “Gezi’ye müdahale edilmesin, polis şiddeti son bulsun” dedi. Seyyar müzik adamı Davide Martello, gece Taksim Anıtı’nın önünde piyano çaldı. Taksim’e polis müdahalesini protesto için Sultangazi’de toplanan yaklaşık 500 kişi TEM otoyolu kenarında yürüdü. Kocaeli’de iki farklı noktadan yürüyüşe geçip birleşen yaklaşık 4 bin kişi Gezi Direnişi’ne destek yürüyüşü yaptı. Binlerce kişi beyin ölümü gerçekleşen Ethem Sarısülük’ün Ankara/ Batıkent’teki evinin önünde toplandı. Ethem Sarısülük’ün büyük boy bir posteri Ankara Konur Sokak’taki üst geçitin merdivenlerine yapıştırıldı. Gezi Direnişi’nde ölen ve yaralananlar akşam Taksim Meydanı’nda anıldı. İzmir’de 3 bin kadar CHP’li Taksim’e müdahaleyi protesto için Cumhuriyet Meydanı’ndan Gündoğdu’ya yürüdü Adana’da yaklaşık 2 bin kişi T.Özal Bulvarı’nda yürüdü. Müdahale, Çanakkale’de İskele Meydanı’na yapılan yürüyüşle protesto edildi.
  • 2013 - Sibel SiberKKTC'nin ilk kadın başbakanı oldu.


  • DOĞUMLAR-ÖLÜMLER:


Restorasyonu faciaya çevirdiler - BİRGÜN

 

Tarihe ışık tutan binlerce yıllık yapılara yapılan restorasyonlar adeta ‘ülkede restorasyon yasaklansın’ dedirtecek cinsten. Restorasyon faciasının son örneği ise Datça’daki Çeşmeköy Camii’nde yaşandı.

Restorasyon faciaları son bulmuyor. Ülkedeki binlerce yıllık tarihi yapılar aslını yok eden restorasyon hatalarıyla gelecek nesillere aktarılamayacak noktaya geldi. Son facia ise Muğla Büyükşehir Belediye Başkanı Osman Gürün’ün Twitter paylaşımıyla ortaya çıktı.

Gürün'ün Datça’da tarihi Çeşmeköy Camii’nin restorasyonuyla ilgili paylaşımı tepkilere yol açtı. Tarihi yapının özgün hali ile restorasyon sonrası fotoğraflarını paylaşan Gürün paylaşımında şu ifadelere yer verdi: “Neydi?/Ne Oldu? Datça-Cumalı Mahallesi Çeşmeköy Mevkii’nde bulunan tarihi Çeşmeköy Camii’nin restorasyon çalışmalarını tamamladık. Kültürel mirasımızı koruyup, gelecek nesillere aktarmaya devam edeceğiz.”

Ancak restorasyon sosyal medya kullanıcıları tarafından ‘facia’ olarak nitelendirildi. Paylaşıma gelen tepkiler sonrası Gürün, şu paylaşımda bulundu: "Vatandaşımızın yapmış olduğu eleştirilere büyük önem veriyor, gösterilen hassasiyet nedeniyle teşekkür ediyoruz. Tarihi yapının yok olmasının önüne geçmek için bilimsel incelemeler yapılarak yapının restorasyon çalışmalarına başlatılmıştır. Yapıdaki tüm uygulamalar yapının onaylı restorasyon projesine uygun olarak restorasyon ilkeleri ve kurallarına göre tamamlanmıştır. Restorasyon süreci ve sonucuna ilişkin bilgi ve belgeler Koruma Kurulu’na iletilmiş, restorasyon uygun bulunmuştur."

Ülkedeki restorasyon facialarından bazıları ise şöyle:

Ocaklı Ada Kalesi-Şile: Yaklaşık olarak iki bin yıldır ayakta duran ve Cenevizliler döneminde yapılan Şile’deki Ocaklı Ada Kalesi’nin eski halinden eser kalmadı. Çalışmalar sırasında bambaşka bir görüntüyle karşımıza çıkan kale sosyal medyada ‘Sünger Bob’a benzetildi. Geri dönüşü olmayan bir faciayla tarih yok edildi.

Nasurallah Camii-kastamonu: 1506 yılında Kadı Yakupoğlu Nasrullah tarafından yaptırılan Nasrullah Camii, 2014 yılında onarım ve restorasyon şartıyla devri yapılarak özel bir firmaya kiraya verildi. İki yıl süren restorasyon çalışmaları sonucunda camii 2016 yılında yeniden ibadete açıldı ancak tarihi yapının özgün hali korunamadı.




Roma Mozaikleri-Hatay: Dünyanın ikinci büyük mozaik sergileme alanı olan Hatay Arkeoloji Müzesi’ndeki mozaikler 2015 yılındaki taşınma sırasında restorasyon skandalına kurban gitti. Roma’nın en görkemli zamanlarını resmeden mozaikler aslından uzaklaştı ve zarar gördü.

Mısır Çarşısı-İstanbul: Duvarlarına çivi çakmanın bile yasak olduğu 354 yıllık Mısır Çarşısı’na 2018 yılında restorasyon sırasında elektrik panoları takıldı. Dış duvarda yer alan iki metre boyundaki 45 elektrik panosu tepkilere neden oldu.

BİRGÜN



Öne Çıkan Yayın

T-24 "Köşebaşı +Gündem" -20 Haziran 2025-

  Belediyelerin öğrenci yurdu açma yetkisi kaldırıldı! Meclis’te kabul edilen yasa ile belediyelerin öğrenci yurdu açma yetkisi kaldırıldı. ...