Tarım tekelleri Türkiye tarımını nasıl etkiledi? - AHMET SOYSAL / SOL

 


Dayanışma Meclisi’nin yayın organı olan Dayanışma Forumu’nun yeni sayısında yer alan 'Tarım Tekelleri Türkiye Tarımını Nasıl Etkiledi?' yazısını soL okurlarıyla paylaşıyoruz.

Giriş

Günümüzde dünyada tarım sektörü insan yaşamının sürekliliğini sağlamak için zorunlu olan besinleri üretmekle kalmamakta ve ekonominin gelişim sürecinde bütün ülkelerde kalkınmanın itici gücünü oluşturmaktadır. Bu durum özellikle II. Dünya Savaşından bu yana çok sayıda ülkenin hem stratejik hem ekonomik bir öneme sahip olan tarımsal üretim konusunda daha hassas ve destekleyici politikalar yürütülmesine yol açmıştır. Buna paralel olarak Türkiye’de de tarım sektörüne yönelik destekleyici ve korumacı politikaların 1980’li yıllara kadar, yetersiz de olsa, uygulandığı ve tarım kesiminin gelirlerinin düşmesinin bir nebze de olsa, önlenerek üretimin devamlılığının sağlanmaya çalışıldığı görülmektedir. 1980’li yıllardan sonra ise üreticiye dönük koruyucu politikalar hızla terk edilerek ülkemiz tarımı uluslararası tarım tekellerinin adeta kontrolüne terk edilmiştir.

Gatt’dan Günümüze

2. Dünya Savaşı sonrası en başta ABD’nin yönlendirmesiyle Japonya ve Batı Avrupa ülkeleri gıda maddeleri üretimi başta olmak üzere tarıma yöneldiler ve tarımda korumacı politikalara ağırlık verdiler. Savaşın neden olduğu yıkım ve uygulanan korumacı önlemlerin de katkısıyla dünya ticaretinin daralması ve tekel kârlarının azalması “ticaretin serbestleşmesi” tartışmalarını gündeme taşıdı. Bunun sonucunda 1948’de karşılıklı tarife indirimlerini de içeren “Gümrük Tarifeleri ve Ticaret Genel Anlaşması” (GATT) imzalandı. Gümrük tarifelerini düşürerek dış ticarette serbestleşmeyi getiren GATT anlaşmasına Türkiye 1953 yılında girdi. GATT anlaşmasına girilmesi ile birlikte tarımda bu yıllarda yavaş da olsa bir dönüşüm ve Türk tarımının uluslararası tarım tekellerinin kontrolüne bırakılması süreci başladı. 1986 yılında ise yine ABD’nin çabası ile 92 ülke “tarım ticaretinde daha fazla serbestlik sağlamak, ihracat rekabetini sınırlayan tüm engelleri kaldırmak” ve GATT’ı daha etkin hale getirmek üzere Uruguay’da bir araya geldiler. Toplantılar sonucu kesin antlaşma 117 ülkenin katılımıyla Fas’ın Marakeş kentinde imzalandı. Böylece, GATT, yerini 1995’te yürürlüğe giren Dünya Ticaret Örgütü (DTÖ) Tarım Anlaşmasına bıraktı. Bu anlaşma ile “dış koruma”, “ithalat”, “ihracat sübvansiyonlarının azaltılması” ve “iç destekler” başlıklarıyla dört yeni kural getirdi. Dış korumayla ilgili olarak; dış ticarette kota ve fiyatlandırma kalkacak, sadece sabit gümrük vergisi tarifeleri geçerli olacaktı. 1986 yılı baz alınarak, Türkiye gibi “gelişmekte olan” ülkelerin, tarımları ve tarım ürünlerini korumayı bırakıp gümrük tarifelerini 10 yıl içinde yüzde 24 oranında azaltmaları hedeflenmişti. İthalatla ilgili olarak, tahıl, süt ve et ürünleri için bir ülkenin tarım ürünleri ithalatı, iç üretimin yüzde 5’inden az ise, 6 yıllık dönem sonunda yüzde 5’e yükseltilecekti. İhracat sübvansiyonlarının azaltılmasıyla ilgili olarak, ihracat sübvansiyonları gelişmiş ülkelerde yüzde 26, gelişmekte olan ülkelerde ise yüzde 24 oranında düşürülecekti. İç desteklerle ilgili olarak, tarımsal üretime doğrudan ya da dolaylı biçimde verilen destekler azaltılacaktı. Azami destek gelişmiş ülkelerde üretim değerinin yüzde 5’ini, gelişmekte olan ülkelerde ise yüzde 10’unu geçemeyecekti. Bu antlaşmanın uygulanması ile birlikte Türk tarımının uluslararası tarım tekellerinin kontrolüne bırakılma süreci hızlandı.

Gelinen noktada, GATT ve sonrasında onu da kapsayarak daha geniş şekilde oluşturulan DTÖ Tarım Anlaşması merkez kapitalist ülkeleri korurken, çevre kapitalist ülkelerin tarım sektörünü çok uluslu tekellerin önüne attı. Merkez kapitalist ülkelerin güçlü boyutlara ulaşmış üretimleri ve yetiştiricileri tarımsal üretim desteklerinde yapılacak küçük kesintilerden hemen hemen hiç etkilenmediler. Zaten az destek alan çevre kapitalist ülkelerin köylüleri ise doğrudan ve dolaylı tarımsal destekten yoksun kaldı ve tarım tekelleri önünde kaderleriyle baş başa bırakıldılar. Antlaşmadan sonra gelişmekte olan ülkelerde, gümrük duvarları aşağı çekilerek önü açılan ithalatın baskısıyla köylüler ürünlerini ucuza satmak zorunda kaldılar. Zaman içinde tamamen tarımsal üretimden uzaklaştılar. Değer kaybeden verimli tarım arazileri büyük tarım tekellerinin eline geçti. DTÖ ayrıca tarım kooperatiflerinin işlevsel olarak çalışmasını da engelledi. Bu nedenle ülkemizde de tarımsal üretim yapan köylü destekleme alımlarından mahrum kaldığı gibi teknoloji, tohumluk, depolama ve pazara ulaştırma gibi konularda da destek alamadı ve kaderiyle baş başa bırakıldı. Dünya Ticaret Örgütü Tarım Anlaşması kapsamındaki tarım sektöründeki ekonomik kazancın kaymağını uluslararası tarım tekelleri ve ihracat şirketleri yerken, çevre kapitalist ülkelerin orta ve az topraklı köylüleri ise karın tokluğuna çalışmak zorunda bırakıldı. Ülkemizde nüfus ve talep artışına karşın yıldan yıla tarımsal üretim yapılan alan miktarı azaldı (Bkz. Tablo 1). Tarımsal üretime devam edilen alanların önemli bir bölümü de büyük tarım tekellerinin kontrolüne geçti.

    Tablo 1: Türkiye’de 1990 yılından bu yana tarım alanlarının değişimi.(Kaynak: T.C. Tarım ve Orman Bakanlığı, Bitkisel Üretim verileri 2021.)

Kırsal kesim nüfusunu düşür, tarıma destekleri azalt, özelleştirmelerin önünü aç, üretime kota getir, ithalatın önündeki engelleri kaldır’ şeklinde özetlenebilecek Dünya Ticaret Örgütü Tarım Anlaşması ülkemiz tarımını 1980’li yıllardan sonra hızla uluslararası tarım tekellerinin kontrolüne bıraktı ve köylümüz yoksullaştı ve üretimden koptu. 1999’da Uluslararası Para Fonu (IMF) ile imzalanan “Stand-by Anlaşması” ve 2001’de Dünya Bankası ile imzalanan “Tarım Reformu Uygulama Projesi” gibi anlaşmalar da bu yıkıcı sonuçların ortaya çıkışını hızlandırmıştır.  Tarıma değil araziye verilen “Doğrudan Gelir Desteği”nin (DGD) kabulü hububat, tütün ve şeker pancarında destekleme alımlarına son verilmesi, kooperatif ve birliklerin özerkleşme adı altında işlevsizleştirilmesi, çiftçilere verilen kredi sübvansiyonlarının aşamalı olarak kaldırılması Türk tarımının uluslararası tekellere teslim sürecini tamamladı. Uygulanan bu neoliberal politikalarla çökertilen ülkemiz tarımı, uluslararası tekellerin egemenliğindeki “serbest piyasa”nın hareket alanı haline geldi.

Tarımda Tekelleşmenin Sonuçlarına Bir Örnek: Tohum Tekelleri̇

2000’li yılların başından bu yana uluslararası tohum ticaretinde de büyük bir artış eğilimi yaşandı, yaşanmaya da devam etmektedir. Dünyada az sayıda firma her yıl artan oranlarda uluslararası tohum piyasasına hâkim olmaktadır. Tablo 2 'de önde gelen on tohum firmasının dünya ticari tohum pazarındaki payı görülmektedir, bu pay %57’yi geçmiş durumdadır. İlk firma olan Monsanto'nun payı yaklaşık beşte birdir. Bu firmaların çoğu aynı zamanda tarım kimyasalları dediğimiz herbisit, fungisit, insektisit üreticileri ve satıcılarıdır. Tablo 3’te ise ilk on tarım kimyasalları firmasının tarım kimyasalları satışındaki payları görülmektedir. Bu tarım kimyasalları listesinde ilk on firmanın payının %84 olduğu görülmektedir. Dünya tarım kimyasalları pazarının büyüklüğü 35,4 milyar dolardır. Tohum firmalarından ilk on firma içinde yer alan firmaların dördü aynı zamanda bu listededir. Bunlar Monsanto, Dupont, Syngenta ve Bayer'dir. Bu firmalardan Monsanto'nun aynı zamanda GDO'lu (genetiği değiştirilmiş organizmalar) tohum piyasasının da tamamına yakın denilebilecek kadar çok büyük bir ağırlığı bulunmaktadır. GDO'lu tohum üreten diğer önemli firmalar Dupont, Syngenta, Bayer ve Dow'dur. Bunlar her iki tabloda da yer almaktadır (Bkz. Tablo 2 ve 3).

    Tablo 2: Dünyanın en büyük 10 tohum firmasının tohum satış değerleri(Kaynak: Özkaya T. Tohumda Tekelleşme ve Etkileri. Tarım Ekonomisi Dergisi 2007; 13(2) : 39 – 48.)

Günümüzde ülkemizde olduğu gibi dünyanın birçok ülkesinde köylülerin, çiftçilerin ürettikleri ve kullandıkları tohumların oranı oldukça yüksek düzeydedir. Eğer bütün dünyada çiftçilerin kendi yetiştirdikleri tohumları kullanmaları engellenebilirse tohum piyasasındaki genişleme çokuluslu tekellerin lehine 73 milyar dolara çıkmaktadır. Tohum piyasası tekeller ile büyüme eğilimi göstermesinin yanında, tarım kimyasalları, GDO araçlarının birlikte kullanılması ile firmalara bir çarpan etkisi de kazandırabilmektedir. Firmaların tohum çeşitlerinin ancak ve ancak tarımsal ilaç ve gübrelerle yetiştirilebilecek özellikte ıslah edilmeleri çiftçileri firmaların ürünlerini almaya zorlamaktadır. GDO'lu tohumlar bu firmalara daha da üstün yeni bir güç kazandırmaktadır. 
Örneğin herbisite dayanıklı bir çeşit GDO yöntemleriyle geliştirilmektedir. Ancak kullanılacak herbisit firmanın marka herbisitidir. Dolayısıyla tohum ve herbisit beraberce pazarlanmakta birbirlerinin satışını arttırmaktadır. Adeta birbirlerinden ayrılmayacak tamamlayıcı mallar, markalar yaratılmaktadır. Çok uluslu bu dev firmalar böylece tohum, tarım kimyasalları ve GDO'yu birlikte kullanarak tarım alanında tarihin tanık olmadığı bir hegemonyaya doğru gitmektedirler ve Türkiye’nin içinde bulunduğu çok sayıda ülkenin tarım gelirlerine adeta el koymaktadır. 
    Tablo 3: Dünyanın en büyük on tarımsal ilaç firmasının tarım kimyasalları (herbisit, fungisit, insektisit) satışı değerleri(Kaynak: Özkaya T. Tohumda Tekelleşme ve Etkileri. Tarım Ekonomisi Dergisi 2007; 13(2): 39 – 48)

Tohum piyasasının uluslararası tekellerin eline geçmesi ve endüstriyel tarıma geçilmesiyle gelişmekte olan ülkelerde çiftçinin yerel tohumları ile tarım kimyasalları kullanılmadan veya çok az kullanılarak üretilen besin değeri yüksek ürünlerin maliyeti birçok üründe yüksek kaldı ve bu durum yerel tohumların terk edilerek endüstriyel tarıma geçiş için bir etki yarattı. Ancak sadece ekonomik yollar bu hegemonya için yeterli olmamıştır. Ülkeler de çıkardıkları tohum yasaları ile yerel tohumların kullanımı ve pazarlanması üzerinde büyük kısıtlamalar getirerek uluslararası tohum tekellerinin pazar paylarının artmasını sağlamıştır. Türkiye'de de 31.10.2006'da TBMM'den geçerek kanunlaşan 5553 sayılı Tohumculuk Kanunu da yerel çeşitler veya köy popülasyonları şeklinde tanımlanan genetik materyalin, yani çiftçinin ürettiği yerel tohumların ticaretini yasaklamaktadır. Tohumculuk sektöründe halen ülkemizde yerli sermayeli 778 şirket var ve bu şirketlerin ticaret hacmindeki payı yüzde 51, ortak sermayeli 22 şirketin yüzde 18, yabancı sermayeli 32 şirketin ise yüzde 30’dur. 2016’da Türkiye tohumluk üretiminde kamunun payı yüzde 18’de kalırken, ülke tohumluk üretiminin yüzde 82’si yerli ve yabancı tekel ve şirketler tarafından yapılmıştır. 2016 yılı verilerine göre, 12 milyar dolarlık dünya tohumluk ihracatının 5,2 milyar dolarlık bölümünü üç ülke; Hollanda, Fransa ve ABD elinde tutuyor. Sonuç olarak ülkemiz tarımının tohum gereksinimi giderek büyüyen oranda dövize endeksli olarak uluslararası tohum ve pestisit tekellerinin kontrolüne bırakılmıştır. Dünyada çok uluslu tohum ve pestisit tekelleri büyüdükçe küçük aile çiftçiliği ya da başka bir deyişle orta ve az topraklı köylülüğün tarım üretimine devam edebilme olanağı giderek yok olacaktır. Çünkü bu tekellerin büyümesi büyük ölçekli endüstriyel şirketlerin ortaya çıkmasına ve tarımsal üretimi kontrol altına almasına yol açmaktadır ve açmaya da devam edecektir.

AHMET SOYSAL / SOL

Kaynaklar

Bingöl Ş., Meçik O. (2021). Yeni kapitalizm ve Türkiye’de tarım sektörünün dönüşümü. Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi / Cilt: 23, Sayı: 1; 586-605.

Boratav, K. (2015). Türkiye İktisat Tarihi, Ankara: İmge Kitabevi.

Özkaya T. (2007). Tohumda tekelleşme ve etkileri. Tarım Ekonomisi Dergisi; 13(2),39 – 48.

TC Tarım ve Orman Bakanlığı, (2021). Bitkisel üretim verileri. Bitkisel Üretim Genel Müdürlüğü (tarimorman.gov.tr) (erişim tarihi: 16.04.2022)

Tekeli, İ. (2019). Cumhuriyet dönemi boyunca kırsalın geçirdiği dönüşüm ve kırsaldan kopuş, Efil Ekonomi Araştırma Dergisi, 2(6), 8-49.

TÜİK, (2019). Tarım istatistikleri: sorularla resmi istatistikler Dizisi-5, Türkiye İstatistik Kurumu Ankara: Türkiye İstatistik Kurumu Matbaası.







TARİHTE BUGÜN (17 TEMMUZ)

     

      OLAYLAR:

  • 1453 - Fransızlarİngilizler karşısında Castillon Muharebesi'ni kazandı.
  • 1815 - Napolyon, Rochefort'da İngiliz kuvvetlerine teslim oldu.
  • 1867 - Marx'ın "Das Kapital" adlı eserinin ilk cildi yayımlandı.
  • 1879 - İstanbul’da tersane işçileri son 7 yılda 4.kez greve gitti (daha önce Ocak 1873, Haziran 1875 ve Ocak 1876’da grev yapmışlardı)
  • 1902- Yeni mezun mühendis Willis Haviland Carrier Klima’yı icat etti.İlk klimanın amacı, insanları değil makinaları soğutmaktı.. 
  • 1907 - Resim sanatında Kübizm akımı doğdu.
  • 1918 - Bolşevikler; Rus Çarı II. Nikolay'ı, eşini, çocuklarını ve dört sadık yakınını Yekaterinburg'da idam ettiler.
  • 1929- Sovyetler Birliği Çin’le diplomatik ilişkilerini kesti.
  • 1929 - Türkiye’de hükümeti devirme iddiasıyla yargılanan Komünistlerin davası sonuçlandı: Dr. Hikmet (Kıvılcımlı), Hüsamettin (Özdoğu) ve Laz İsmail 4’er yıl 6’şar ay hapse mahkum oldular. 24 sanık çeşitli hapis cezalarına çarptırıldı.
  • 1934 - Atatürk, Türk Kurtuluş Savaşı'ndan sonra ilk kez Bolu'ya geldi.
  • 1936 - Cumhuriyetçi Halk Cephesi Koalisyonu'na karşı askerlerin ayaklanması ile İspanya İç Savaşı başladı.İspanya’da Şubat’ta cumhuriyetçi-solcu ”Halk Cephesi”nin seçimleri kazanmasının ardından genelkurmay başkanlığından uzaklaştırılan kralcı-faşist general Franco gönderildiği Kanarya Adaları’nda radyodan cumhuriyetçi hükümete karşı ayaklanma başlattığını duyurdu. Ertesi gün Fas’a giden Franco 24 saat içinde bölgedeki İspanyol ordusunun yönetimini ele geçirdi.
  • 1944 - Patlayıcı yüklü iki gemi, Kaliforniya Port Chicago'da çarpıştı: 320 ölü, 400 yaralı.
  • 1945 - Postdam KonferansıAmerika Birleşik Devletleri Başkanı Harry TrumanSovyetler Birliği lideri Josef Stalin ve İngiltere Başbakanı Winston ChurchillAlmanya'nın Potsdam kasabasında bir araya gelerek II. Dünya Savaşı sonrası dünyanın bölüşümünü belirlediler.
  • 1947- Büyük Doğu dergisi yazı işleri müdürü Necip Fazıl Kısakürek 6 ay hapis cezasına mahkum oldu.
  • 1955 - Disney parklarının ilki, kapılarını Kaliforniya'da açtı: Disneyland.
  • 1958- Amerika Birleşik Devletleri’nin Lübnan çıkarmasına ve İncirlik üssüne asker göndermesine karşı çıkan Sovyetler Birliği Türkiye sınırında askeri manevralara başladı.
  • 1963 - Türkiye Bilimsel ve Teknolojik Araştırma Kurumu (TÜBİTAK) kuruldu.
  • 1965- Senaryosunu Vedat Türkali’nin yazdığı, Ertem Göreç’in yönettiği “Karanlıkta Uyananlar” filminin gösterimi İçişleri Bakanlığı’nca durduruldu.
  • 1968- İTÜ Yurdu’nu sabaha karşı basan polis, öğrencileri kıyasıya dövdü, 2.kattan aşağı atılan Vedat Demircioğlu komaya girdi. (24 Temmuz’da hayatını kaybetti) İTÜ’lüler protesto için pijamalı halleriyle Taksim Anıtı’na yürüyüp pankart koydu ve İTÜ Yurdu’na geri döndü. Yaralanan 53 öğrenciden Taksim İlkyardım Hastanesi’nde tedavi altına alınan Vedat Demircioğlu, Alpaslan Ertuğrul ve Kerim Taşören’in ziyaretine giden arkadaşları, dışarıda bekleyen bir polis jipini tahrip etti. Polisin İTÜ Yurdu’nu sabaha karşı basıp öğrencileri dövmesine karşı öğlen İstanbul Üniversitesi’nden gelen öğrencilerle birlikte İTÜ’lüler Gümüşsuyu’ndan Taksim’e yürüyüş yaptı. Dönüşte Gümüşsuyu’nda İTÜ’lü akademisyenlerin engelleme çabalarına rağmen gençler durmayıp Dolmabahçe’ye koştu. Dolmabahçe’ye koşan gençler rıhtımda bekleyen Amerikalılara ait motorlara taşlarla saldırdı, askeri araçları tahrip etti. ABD’li bazı erlerle subayların yüzlerini boyayıp döven ve denize atan gençler erzak getiren bir kamyonu yaktı, bir sivil polisin tabancasını alıp dövdü. Öğleden sonra 400 kadar polis Dolmabahçe rıhtımına gelip coplarla kalabalığı dağıttı, 19 genç gözaltına alındı. Polisle gençlerin çatışması tekrar alevlenince 1 tabur asker geldi; polis çekildi, askerler kalabalığı ikna edip dağıttı.
  • 1970- İngiltere’de geçen ay yönetime gelen muhafazakar hükümet liman işçilerinin grevi nedeniyle tüm ülkede “Olağanüstü Hal” ilan etti.
  • 1972- Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının avukatı Niyazi Ağırnaslı “mahkemelerin manevi şahsiyetini tahkir” suçundan 10 ay hapse mahkum oldu.
  • 1972 - 1612 sayılı yasa ile (YAŞ) Yüksek Askeri Şura Kanunu kabul edildi.
  • 1974- Türkiye, Kıbrıs’taki darbeye karşılık, İngiltere’ye iki garantör devlet olarak Kıbrıs’a müdahale önerdi. Londra’ya giden Başbakan Bülent Ecevit’in, İngiltere Başbakanı Wilson’a yaptığı öneri, kabul görmedi.
  • 1974 - NATO, Yunanistan’dan Yunanlı subayların derhal adadan ayrılmasının sağlanmasını istedi.
  • 1975 - Amerikalı uzay aracı Apollo ve Rus uzay aracı Soyuz uzayda birleştiler.
  • 1976 - Kanada'nın Montreal kentinde, Yaz Olimpiyat Oyunları başladı.
  • 1977- İflas ettiği gerekçesiyle bir yılı aşkın süredir işveren tarafından kapatılan Ekiz Zeytinyağı Fabrikası işçileri mahkeme kararıyla el koydukları depolardaki malları satarak kıdem ve ihbar tazminatlarının yüzde 65’lik bölümünü aldılar.
  • 1978- Hayri Kozakçıoğlu İstanbul Emniyet Müdürlüğü’ne atandı.
  • 1979- Nikaragua diktatörü Başkan Somoza Sandinista gerillalarının saldırılarını yoğunlaştırması ve ABD’nin desteği çekmesinin ardından başkanlıktan ayrıldı.
  • 1980- Kayseri’de avukat Yusuf Aslan, Cumhuriyet Mahallesi’ndeki bürosunda ülkücülerin silahlı saldırısında hayatını kaybetti, babası Hüseyin Aslan yaralandı. Uzun süredir tehdit edilen Yusuf Aslan’ın Cumhuriyet Savcılığı’na başvuru yapmış olduğu öğrenildi.
  • 1980 -  Ankara-Kayaş/Tepecik Mahallesi’ne saldıran ülkücüler 3 evi ateşe verdi, polise ve bir belediye otobüsüne ateş açtı: 1 ölü, 2 yaralı.
  • 1980 - Fatsa Operasyonu’nda maskeli muhbirlik yapıp haklarında gıyabi tutuklama kararı olduğu için sonradan tutuklanan 4 ülkücü için Başbakan Demirel: “Adam yüzünü kapatmış. Ben hükümetin başbakanı olarak ne diyeyim, ayıp etmiş. Açacak halleri yokmuş yani, meğer ayıplıymış”.
  • 1982- Bülent Ecevit’in 2 ay 27 günlük mahkûmiyet kararı, Askeri Savcı ve Sıkıyönetim’ce temyiz isteminde bulunulmadığından kesinleşti. 
  • 1983- Cumhurbaşkanı K.Evren, darbeden sonra feshedilen Türk Dil Kurumu için: “Jenerasyonlar arasında kopukluk yaratmışız. Çocuk babasını, babası çocuğunu anlayamaz hale gelmiş. İş mi bu?”
  • 1984- Doç.Server Tanilli, 1978’de takma adla yayınladığı “Faşizmin Yalanları” adlı derleme kitabından dolayı “Milli duyguları zayıflatmak veya yok etmek amacıyla propaganda yaptığı” iddiasıyla yargılanmaya devam edildi.
  • 1986- İnsan Hakları Derneği – İHD 100 kadar kurucu ile kuruluş başvurusunu yaptı. 
  • 1988- Eskişehir Mihalıççık’da kurulu 559 işçinin çalıştığı Kavak Krom İşletmesi’nde Türkiye Maden-iş grev, işveren lokavt ilan etti.
  • 1989- Yargıtay, Yeşilyurt köylülerine dışkı yedirilmesi davasında sanık Binbaşı Cafer Tayyar Çağlayan’ın Ağır Ceza Mahkemesi’nde yargılanmasına karar verdi. 
  • 1989 - Şırnak’ta yaklaşık 3 bin köylü “yayla yasağı” nı protesto için Şırnak-Uludere yolunu kapattı.
  • 1989 - TAYAD, açık görüş yasağını protesto eden 50’ye yakın mahkum yakınının polisçe yaralanmasına dair suç duyurusunda bulundu
  • 1990- Halkın Emek Partisi (HEP) milletvekilleri İstanbul’dan Diyarbakır’a “Onurlu ve Özgür Yaşam Yürüyüşü”ne başladılar.
  • 1991- 500 bin kamu işçisinin geciken toplu sözleşmelerine tepki olarak Adana’da yaprak tütün Tekel işçileri toplu viziteye çıkma eylemiyle ANAP hükümetini ve Türk-İş Genel Başkanı Şevket Yılmaz’ı istifaya çağırdı
  • 1992- Slovak Parlamentosu bağımsızlık ilan etti. Çekoslovakya, Çek ve Slovak cumhuriyetleri adıyla iki devlet oldu. Çekoslovakya Devlet Başkanı Vaclav Havel istifa etti.
  • 1992 - Kartal Belediyesi’ne bağlı Temsa’da işten atılan 11 arkadaşları için gösteri yapan işçiler polisle çatıştı: 13 yaralı.
  • 1994- İtalya’yı 3-2 yenen Brezilya futbolda Dünya Kupası’nı dördüncü kez aldı.
  • 1995- Eminönü Belediyesi’nden çıkarılan 270 işçinin direnişi 65.gününde.
  • 1996- Adalet Bakanı Şevket Kazan açlık grevi ve ölüm orucundaki mahpusların Eskişehir Özel Tip’ten Sakarya Cezaevi’ne sevkedileceğini söyledi. Bayrampaşa Cezaevi’nde 2, Ümraniye’de 1 mahpusun durumu ağırlaştı. Bayrampaşa önünde toplanan tutuklu-hükümlü yakınlarını polis engelledi.
  • 1998 - Uluslararası Ceza Mahkemesini kuran Roma Statüsü kabul edildi.
  • 1999- 6 büyük işçi ve memur konfederasyonu, Çağlayan’da “Mezarda Emekliliğe Hayır” mitingi yaptı.
  • 2000- İkinci Dünya Savaşı sırasında, Nazilerin fabrikalarda zorla çalıştırdığı “köle işçilere” tazminat ödenmesine ilişkin anlaşma Berlin’de imzalandı. 1 milyondan fazla işçiye ve Nazilerin tıbbi deneylerde kullandıkları insanlara tazminat ödenecek. Tazminatın yarısını Alman hükümeti, diğer yarısını ise savaş döneminde köle işçi çalıştıran Alman şirketleri ödeyecek. Tazminat fonuna “Hatırlama, Sorumluluk ve Gerçek” adı verildi.
  • 2000 - YÖK Genel Kurulu’nun belirlediği 22 üniversiteye atanacaklara ilişkin “rektörlük listesi” Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer tarafından -Cumhurbaşkanlığı tarihinde ilk kez- yeniden gözden geçirilmesi için YÖK Başkanı Kemal Gürüz’e iade edildi.
  • 2000 - İran Hükümeti, kız öğrencilerin üniformalarına renkli olabilme serbestisi getirdi.
  • 2001- AİHM, Anayasa Mahkemesi’nce kapatılan Demokrasi Partisi’nin (DEP) cezaevindeki 4 milletvekiline Türkiye’nin tazminat ödemesine karar verdi. AİHM Leyla Zana, Selim Sadak, Hatip Dicle ve Orhan Doğan’ı yargılayan DGM’nin”tarafsız ve bağımsız olmamasını”gerekçe gösterdi.
  • 2002- İstanbul DGM, yaklaşık 2 yıl önce F tipi cezaevlerine karşı ölüm oruçlarına ilişkin haberlere getirdiği yayın yasağını kaldırdı.
  • 2002 - Yargıtay’ın Gazi Davası’nda yargılanan 20 polisten sadece 2’sinin ceza almasını onaması üzerine müdahil avukatlar AİHM’ne başvurdu.
  • 2002 - IRA (İrlanda Cumhuriyet Ordusu), 30 yıllık silahlı mücadelede hayatını kaybeden 650’ye yakın sivilin yakınlarından ilk kez özür diledi. “Eylemlerimizde ölen ya da yaralananların ailelerinden içtenlikle özür dileriz” dedi.
  • 2004- Moskova’da Ermeni asıllı,”Ermeni Yolu” dergisinin editörü Payl Peloyan’ın cesedi  bulundu.Rus oligarklarıyla ilgili araştırma yapıyordu.
  • 2006- Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer, terör suçlarının kapsamını genişleten yasayı onayladı. TMY’da değişiklik içeren yasa ağır hapis cezaları,polise öldürme yetkisi ve basın organlarının yayınını durdurma cezası getiriyor.
  • 2007- CHP İstanbul 2.Bölge Milletvekili adayı Kemal Kılıçdaroğlu, AKP’nin seçim yardımlarına ilişkin suç duyurusunda bulundu.
  • 2007 - Maliye Bakanı Kemal Unakıtan, “Özelleştirmede satıyorsun, satıyorsun bitmiyor. Bu kadar Komünist bir ülkeymişiz. Ulaştırma, çimento, kağıt, şeker her şey devlete ait. Bir berber dükkanları özel teşebbüsün  elinde” dedi.
  • 2007 - Ülker ve Baydak grupları Türkiye Finans’ın yüzde 60’ının 1 milyar 80 milyon dolara Suudi Arabistan bankası The National Commercial Bank’a sattı.
  • 2008- İstanbul Büyükşehir Belediyesi iştiraklerinde alınan grev kararını asmak için Edirnekapı’dan yürüyüşe geçen Belediye-İş üyesi işçilere polis Saraçhane’ye kadar iki kez cop, biber gazı ve tazyikli su ile müdahale etti. Görüşmeler sonucu temsilciler grev kararını astı.
  • 2010- İki bin kişi ‘’internet sansürü’nü Taksim’de protesto etti. 
  • 2010 - Birgün gazetesi yazarı Yalçın Ergündoğan ‘’başkaldıran müritlerinin Kadiri Tarikat şeyhi Haydar Baş’a yönelik suçlamalara’’ yer veren yazısı nedeniyle Baş’a 10 bin TL manevi tazminat ödemeye mahkum oldu.
  • 2011- Eskişehir Valiliği Çerkes Hakları İnisiyatifi’nin 24 Temmuz’da yapacağı “Çerkez Hakları Mitingi”ne “turizmi etkiler” gerekçesiyle izin vermedi.
  • 2011 -  Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi askerlik hizmetini yapmayı reddeden ve saçının yedi asker tarafından zorla kesildiğini söyleyen Mehmet Tarhan’ın, insanlık dışı veya küçük düşürücü muameleye maruz kaldığı; düşünce, vicdan ve din özgürlüğünün ihlal edildiği gerekçesiyle Türkiye’yi 12 bin Euro ödenmeye mahkum etti.
  • 2011 - Meclis TV’nin TBMM Genel Kurulu’ndan yaptığı yayınlara haftada üç gün ve akşam 19.00’a kadar kısıtlaması getirildi.
  • 2013- İlaçlı TOMA suyunun Gezi Direnişi tutuklularının başlarından aşağı dökülerek defalarca dövüldükleri öğrenildi. Uluslararası İnsan Hakları İzleme Örgütü (HRW): “Gezi Direnişi sırasında gaz kapsülleri mermi gibi kullanıldı”. 
  • 2015- Cumhurbaşkanı Erdoğan, Demirtaş’ın PKK’ye silah bırakma çağrısı ve Dolmabahçe mutabakatı sözlerine yönelik: ”Dolmabahçe mutabakatı ifadesini asla kabul etmiyorum. O toplantı bir mutabakat toplantısı olamaz. Bölücü örgüte sırtını dayamış olanlarla bir mutabakat asla düşünülemez.”
  • 2017- OHAL’i dördüncü defa uzatan Başbakanlık Tezkeresi, Genel Kurul’da yapılan oylamada kabul edildi. OHAL üç ay daha uzatıldı. OHAL 21 Temmuz 2016’da başlanmıştı.
  • 2019 - Düzce'nin Akçakoca ilçesinde akşam saatlerinde başlayıp sonraki gün sabah saatlerine kadar devam eden kuvvetli gök gürültülü sağanak yağış sonrasında meydana gel sel afeti sebebiyle 7 kişi hayatını kaybetti.




      DOĞUMLAR - ÖLÜMLER

Özbekistan neden karıştı? - ERHAN NALÇACI / SOL

 Orta Asya emperyalist hegemonya krizi açısından Avrupa ve Pasifik’ten sonra rekabetin en yüksek olduğu bölge olarak karşımıza çıkıyor.

Başlıktaki konuya döneceğiz, ama Sri Lanka’ya değinmeden geçemeyiz. Daha önce ele aldığımız bu konu güncelliğini koruyor.

Dünya kapitalizminin bunalımı eşitsiz bir şekilde uluslara yansıyor ve tek tek ulusal ekonomilerin iflas ettiğini görüyoruz. Sri Lanka’da başkanlık sarayını halkın basmasına ve Başkan’ın ülkeden kaçmasına geçen hafta tanıklık ettik.

Saraylar basılabilir, Başkan’lar uçağa binip soluğu yurt dışında alabilir, ama asıl mesele iflasın sorumlusu egemen sınıfın iktidarını koruyup koruyamayacağıdır. Başka bir deyişle emekçi sınıfların özneleri yaşanan krizi iktidarı alabilecek ön hazırlığı yapmış olarak mı karşılamaktadır? Önümüzdeki birkaç yıl için bu soru dünyadaki bütün halklar için en yaşamsal soru olmaya aday gözüküyor.

***

Ama şimdi henüz ortalık biraz sakinken Orta Asya’ya göz atabiliriz.

Orta Asya emperyalist hegemonya krizi açısından Avrupa ve Pasifik’ten sonra rekabetin en yüksek olduğu bölge olarak karşımıza çıkıyor.

Çin’in bir hegemonya projesi olan Yeni İpek Yolu’nun başlıca güzergâhı Orta Asya’dan geçiyor ve güvenliği Sovyetlerden kalma eski hukukuna dayalı olarak Rusya’ya emanet edilmiş durumda. Ancak ABD ve müttefiklerinin bir eli sürekli bu ülkelerin üzerinde ve Rusya ve Çin için bir güvenlik zaafı yaratmaya çalışıyorlar. Ayrıca bu bölgenin önemli doğalgaz, petrol ve maden yataklarına sahip olduğunu ve geniş tarım alanlarını içerdiğini emperyalist rekabet açısından hatırlamamız gerekiyor.

Aşağıdaki haritadan biraz sonra bahsedeceğimiz Özbekistan dâhil olmak üzere Orta Asya ülkelerinin konumuna göz atabiliriz.

    Haritada Orta Asya devletleri ve komşuları izleniyor. Bütün Orta Asya devletleri ile sınır komşuluğu olan Özbekistan’ın stratejik bir önemi olduğu sezilebiliyor.

Temmuz başında Özbekistan’ın içinde özerk bir cumhuriyet olan Karakalpakistan’da Anayasa reformu ile ilgili bir ayaklanma oldu. Çatışmalarda 18 kişi yaşamını yitirirken binlerce kişinin yaralandığı bildirildi. Eylemcilerin silah elde etmek için hükümet binalarına girmeye çalıştığı ve bu esnada şiddetli bir çatışmanın yaşandığı anlaşılıyor. Durum kontrol altına alındıktan sonra Özbekistan Devlet Başkanı Şevket Mirziyoyev’in Karakalpakistan başkenti Nukus’u ziyaret ederek Anayasa taslağındaki değişikliğin geri alındığını bildirmesi ve Anayasa metnindeki “egemenlik” hakkını garanti etmesiyle olaylar yatışıyor.

Ne olduğunu anlayabilmek için tarih içinde bazı geri gidişler gerekiyor.

Sovyet Sosyalist Cumhuriyetleri Birliği inşa edilirken biliyorsunuz, görece küçük etnik yoğunluklar otonom bölgeler halinde sosyalist cumhuriyetlerden birine bağlanmıştı. Ağırlıklı olarak Türkçe’nin bir kolunu konuşan Karakalpakistan da bir özerk Cumhuriyet olarak en nihayet Özbekistan Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti’ne bağlandı.

1990’larda Sovyetler Birliği’nin çözülmesiyle Özbekistan bağımsız bir Cumhuriyet olurken Karakalpakistan otonom bölge olarak konumunu korudu ve Anayasa metnine gerektiğinde Karakalpakistan’da referanduma gidilerek ayrılma hakkı tanındı.

Karakalpakistan’ın Özbekistan içindeki konumu aşağıdaki haritada görülüyor.  Özbekistan’ın yüzölçümünün %40’ını oluşturan bu bölge çöllük yapısı ile ancak 2 milyon kadar bir nüfusa sahip. Özbekistan’ın nüfusunun 35 milyon civarında olduğu düşünülürse nüfusun dağılımdaki oransızlık daha iyi anlaşılabilir. Bir de farklı dillere sahip halklar arasındaki iletişim dilinin halen Rusça olduğunu belirtelim.

  Özbekistan’ın içinde otonom bir cumhuriyet olan Karakalpakistan’ın konumu izleniyor.

Etnik kökenli sorunlar bir şekilde halledilebilir ve eğer emperyalist devletlerin dahli olmasaydı bu köşede belki bu olaya yer vermeye gerek olmayacaktı. Çünkü en azından Soros’un Açık Toplum Vakfı tarafından Karakalpakistan’ın kışkırtıldığına dair veriler olduğu söyleniyor.

Şimdi tekrar geri dönerek ABD-Özbekistan ilişkilerine kısaca bakabiliriz.

ABD emperyalizminin 2001’deki İkiz Kuleler saldırısını bahane ederek/kullanarak dünya halklarına “terörü önleme savaşı” açmasına kadar geri gidebiliriz. ABD Afganistan’ı işgali esnasında 2001’de Özbekistan’dan askeri üs elde eder. Hanabad Askeri Üssü 2005’e kadar yoğun bir şekilde kullanılır.

Ancak 2005’te Özbekistan’ın Andican kentinde şeriatçı örgütlerin başlattığı ayaklanma ile muhtemelen ABD bağlantısının keşfedilmesi üzerine Hanabad Askeri Üssü kapatılır.

ABD çeşitli renkli “devrim” girişimleri Kırgızistan da tutmayınca buradaki üssünü de kaybeder.  Afganistan’dan çekildikten sonra ABD yana yakıla Orta Asya’da askeri üs arıyor ve Özbekistan’dan bu talebini sürekli canlı tutuyor.

Ancak 2016 yılında Mirziyoyev’in devlet başkanı seçilmesinden sonra liberal reformların başladığını ve halen devam etmekte olduğunu ilave etmemiz gerekiyor. Şu andaki Anayasa değişikliği de bu reformlarla ilgili. Örneğin ölüm cezasını kaldırıyor, bazı demokratik haklar sağlıyor. Ancak bu süreç muhtemelen belli bir sermaye birikimine kavuşan Özbek sermaye sınıfının özelleştirme programı ile ilgili.

Bu süreçte ABD ile olan ilişkilerin geliştiğini görüyoruz. ABD-Özbekistan Stratejik Ortaklık Diyaloğu toplantısı örneğin geçen sene Taşkent’te gerçekleştirildi. ABD sermayesi bölgeye aralanan kapıdan özelleştirme programını teşvik için giriyor.

Ama hiçbir zaman ABD sermayesi yalnız başına gelmez. ABD’nin sivil toplum kuruluşları, renkli devrim mühendisi olan büyükelçileri, basının “özgürleşmesine” dönük eğitim programları vb. ile giriyor Özbekistan’a.
Tabi halen Özbekistan’ın Şangay İşbirliği Örgütü üyesi olduğunu, Rusya ve Çin’in elinin güçlü olduğunu unutmamamız gerekiyor.

Türkiye’nin sürece dahlini daha önce kısaca ele almıştık.

Emperyalist rekabetin Orta Asya’da ne şekilde gelişeceğini anlamak için izlemeye devam.

ERHAN NALÇACI / SOL


Öne Çıkan Yayın

EVRENSEL "Köşebaşı + Gündem" -21 Haziran 2025-

Emperyalistler mengeneyi sıkıyor: ‘İran halkının iradesine evet, siyonizmin istismarına hayır’ -Ela Ava- İsrail’in İran’a karşı başlattığı s...