'Mevcut eğitim sistemi hasta, sınavlar da semptomu' - VOLKAN ALGAN / SOL-Özel

 

Açıklanan YKS sonuçlarının ardından gençlerin başarısızlığının sebeplerini Eğitim-İş Genel Başkanı'na sorduk: 'Bu sınavda sıfır çeken sıfır vizyonlu MEB’dir'

Yükseköğretim Kurumları Sınavı’nda (YKS) 96 bin 518 aday, Temel Yeterlilik Testi’nde (TYT)  100’den az puan aldı. Ölçme, Seçme ve Yerleştirme Merkezi’nce (ÖSYM) hazırlanan 2022-YKS sonuçlarına ilişkin sayısal bilgilere göre, TYT'ye başvuran 3 milyon 234 bin 318 adaydan 3 milyon 8 bin 287'si sınava katıldı, 226 bin 31 aday girmedi. TYT adaylarından 3 milyon 8 bin 29'unun sınavı geçerli, 258 adayın sınavı geçersiz sayıldı. 

Alan Yeterlilik Testi’ne (AYT) başvuran 2 milyon 56 bin 466 adaydan 1 milyon 852 bin 678'i sınava girdi, 203 bin 788 aday sınava girmedi. AYT'de 1 milyon 852 bin 635 adayın sınavı geçerli, 43 adayın ise sınavı geçersiz sayıldı.

Yabancı Dil Testi’ne (YDT) başvuran 168 bin 418 adaydan 132 bin 485'i sınava girdi, 35 bin 933 aday sınava girmedi. YDT'de 132 bin 479 adayın sınavı geçerli, 6 adayın sınavı geçersiz sayıldı.

'Bu sınavda sıfır çeken sıfır vizyonlu MEB’dir'

Tablo böyleyken gençlerin başarısızlığını, bunun sebeplerini ve üniversiteye öğrenci girişlerinde uygulanabilecek alternatif modeli Eğitim-İş Genel Başkanı Kadem Özbay'a sorduk. Ülkedeki eğitim sisteminin durumunu değerlendiren Özbay, sınav sonuçlarını "eğitimdeki gericileşmenin, piyasacılaşmanın, niteliksizliğin acı bir sonu" olarak değerlendirdi.

Pandemide öğrencilerin öğrenme kaybına dair akılcı bir adım atılmadığına da işaret eden Özbay, "Çocuklarımızın eğitime erişimlerinin sağlanması için gereken önlemler alınamadı. Çocukların sosyal ve duygusal gelişimleri göz ardı edildi, sosyo-ekonomik farklılıklar da dikkate alınmadı" dedi.

Kadem Özbay'ın soL'a yaptığı değerlendirmeler şöyle:

YKS sonuçlarına bakarak (yaklaşık 100 bin kişi sıfır çekti ve baraj uygulanmaya devam etseydi sınava girenlerin yarısı barajın altında kalacaktı) Türkiye'de eğitimin durumuna dair bir değerlendirme yapar mısınız? Bu istatistikler normal mi, değilse temel sorun nerede?

Veriler açıkça ortaya koymaktadır ki; sınavdan barajın kaldırıldığı bu yıl, gençler, pandeminin psikolojik travmasıyla girdiği geçen yıla göre bile çok daha kötü sonuçlar elde etmiştir. Bu sınav, eğitim sistemimizin yerinde bile saymayıp, geriye gittiğinin en net ve güncel göstergesi olmuştur. Üstelik artık yerleştirmede neredeyse tek başına rol oynayacağı belirtilen ortaöğretim başarı puanının adil ve şeffaf dağıtılmıyor olması, adaletsizlik tablosunu daha da pekiştirmiştir. Bu nedenle yerleştirmede adaletsizliğin artacağı, her türlü desteğin verildiği imam hatiplerle, velileri memnun etmek için notların bol keseden dağıtıldığı özel okulların öğrencilerinin haksız bir avantaj elde edeceği açıktır. Adil olmayan bu sistem ve yine onun kadar adaletsiz olan sınav yüzünden üniversiteye giremeyen gençleri sosyal baskı ve stres beklerken, üniversiteye girecek öğrenciler de iktidarın görmezden geldiği barınma-beslenme-ulaşım sorunlarıyla karşı karşıya kalacaktır. Bu sınavda sıfır çekenler, çocuklarımıza anadillerini bile öğretemeyen bir sistemi kuranlardır. Bu sınavda sıfır çekenler, verdikleri eğitim ile sınavın kopukluğunu yıllardır ve bile isteye görmezden gelenlerdir. Bu sınavda sıfır çekenler, sıfır vizyonlu MEB’dir. 

'Sınav ölçme ve değerlendirmenin tek metodu olmamalı'

“Temel sorun nerede” diye bakacak olursak, vereceğimiz tek bir cevap yoktur çünkü eğitim, bütünsellikle inşa edilip yönetilmesi gereken bir süreçtir. Mevcut eğitim sistemi hastadır ve bu sınavlar da onun semptomudur. Reçete şu olmalıdır: Sınavı ölçme ve değerlendirmenin tek metodu saymayan, çocukların yetenek ve eğilimlerini eğitimin ilk yıllarından beri dikkate alan, sınav olacaksa da mevcut müfredat ve ders kaynaklarının sınavla uyumsuzluğunu görerek buna çözüm getiren, bu vahim sınav sonuçlarının eğitimdeki gericileşmenin, piyasacılaşmanın, niteliksizliğin acı bir sonu olduğunu idrak edecek bir anlayışla eğitim politikaları belirlemektir. 

'Öğrenme kaybına dair akılcı bir adım atılmadı'

Pandemi döneminde okullar yaklaşık iki yıl boyunca kapalı kaldı. Eğitim faaliyetleri uzaktan yürütülmeye çalışılsa bile yeterince başarılı olunamadı. Okulların kapalı olduğu ve kayıp olarak değerlendiren iki yıllık pandemi sürecini telafi etmek için MEB'in bir çalışması oldu mu? Bu yılki YKS sonuçlarında pandemi döneminin de payı var diyebilir miyiz? 

Pandemi dönemi MEB’in bu ülkedeki öğrenci nüfusunun çok ciddi bir kısmını görmezden geldiği ibretlik bir süreç oldu. Bu sınav sonuçlarında da elbette o dönemin payı vardır çünkü eğitimde ortaya çıkan öğrenme kaybına dair hiçbir akılcı adım atılmadı. Öğrencilerin yüzde 60’ının dersleri ancak cep telefonundan takip edebildiği uzaktan eğitimle yürütülen bir önceki eğitim döneminde MEB’in, 4 milyon öğrencinin uzaktan eğitime katılamadığı itirafına rağmen, 2021-2022 eğitim öğretim dönemi, öğrenme kaybının giderilmesine ilişkin hiçbir gerçekçi adım atılmadan başlatıldı.  

Öğrencilerin okullardan uzak kaldığı 1,5 yılın ardından pandemiye ilişkin neredeyse hiçbir tedbir almadan yüz yüze eğitime geçen MEB, salgın nedeniyle artan eşitsizlikleri gideren, daha adil ve nitelikli, olası sorunlara daha dayanıklı bir eğitim sistemi için kapsamlı bir eylem planı oluşturmadı. Kesin olan durum Covid-19 sürecinde ortaya çıkan öğrenme kayıpları konusunda herhangi bir öğretim programı değişikliğine gidilmediğidir. “MEB telafi eğitimi yapmış mıdır?” sorusuna ne yazık ki Millî Eğitim Bakanı Mahmut Özer, bir taraftan yüz yüze eğitime devam ederken diğer yandan öğrencilerin öğrenme kayıplarını telafi edebilmelerine destek olduklarını, bu amaçla 8 ve 12'nci sınıf öğrencilerinden sonra 16 Ekim 2021 itibarıyla 7 ve 11'inci sınıf öğrencilerine yönelik de destekleme ve yetiştirme kurslarını ücretsiz olarak yüz yüze başlattıklarını söyleyerek cevap verdi. Aynı zamanda tüm sınıf seviyelerinde destekleyici materyal ve yardımcı kaynakları her ay yayımlamaya başladıklarını belirten Özer, ayrıca bu kaynakları Kasım ayından itibaren bastırarak öğrencilere ücretsiz ulaştıracaklarını ifade etti.

'Çocuklarımızın eğitime erişimlerinin sağlanması için gereken önlemler alınamadı'

Bu açıklamalara göre bizzat Bakan tarafından aslında hiçbir telafi eğitimi verilmediği kabul edilmektedir. Sadece telafi eğitimi yapılıyor gibi yapılmıştır. Çünkü telafi eğitiminden beklenen öğretim programının öğrencilerin kayıplarına göre şekillendirilmesidir. Oysa MEB programda herhangi bir değişikliğe gitmemiş, çocuklar sanki kayıp yaşamamışlar gibi dersleri almaya devam etmişlerdir. Bir taraftan da “Öğrencilere eksik oldukları konulara yönelik eğitim verilecektir” denmektedir. Bu fiilen mantıklı ve mümkün bir uygulama mıdır? Kesinlikle hayır! Üstelik adına telafi eğitimi dedikleri programlarda çocukların pandemi sürecinde gerileyen sosyal, kültürel, sanatsal, sportif becerilerini pekiştirmeye yönelik de hiçbir içerik yoktur. Öte yandan, özel eğitime ihtiyaç duyan öğrencilerin eğitime erişimi, akranlarına göre daha zor olmuş, öğrenme ve beceri kayıpları artmıştır. Ancak MEB, bu çocuklarımızın ihtiyaçlarını gözeterek eğitime erişimlerinin sağlanması için gereken önlemleri de almamıştır. Çocukların sosyal ve duygusal gelişimleri göz ardı edilmiş, sosyo-ekonomik farklılıklar da dikkate alınmamıştır.

Eğitimin sadece öğrencilerin bilgiye ulaşması değil aynı zamanda ülkenin geleceğiyle ilgili olduğunu kavramayan bu anlayış, Covid-19 salgınının yarattığı olumsuz koşullara uygun adım atmayarak, YKS 2022 sonuçlarında da ortaya çıkan başarısızlığın sorumlusu olmuştur.

'YKS’de barajın kaldırılması sorunları çözmüyor'

YKS'de barajın kaldırılması sınavın varlığını da tartışmalı hale getirdi. Sizce üniversiteye öğrenci girişlerinde nasıl bir yöntem uygulanmalı? 

YKS’de barajın kaldırılması, eğitimde sorunları çözmeye değil gizlemeye alışmış bir zihniyetin ürünüdür. Eğitimcilerin itirazıyla değil iktidarın küçük ortağı MHP’nin çıkışıyla yapılan bu hamle, sınavın neden bu kadar zor olduğu, üniversite kontenjanlarının neden rasyonel oranda olmadığı, barajı geçemeyen öğrenci sayısının neden bu kadar çok olduğu sorularına cevap olmadı. Kontenjan sorunu çözülememiş, üniversiteler bu göstermelik hamleyle doldurmaya çalışılmıştır. Bu hamlenin adı umut tacirliğidir, üniversite kavramını liseleştirmektir, gençlerin ve dolayısıyla ülkenin geleceğini seçim yatırımı yapmaktır. Sorun barajda değil eğitim ve sınav siteminin kendisindedir. Ambalajı ne kadar değiştirirseniz değiştirin, her yıl biraz daha katlanarak artan başarısızlığı kapatacak kadar sihirli bir makyaj yoktur. YKS sonuçlarından öğrencilerin bu eğitim sisteminde kendi anadillerini bile doğru öğrenemediği, bu sistemde verilen eğitimle matematiksel düşünmekten uzak olduğu sonucunu çıkarmak yerine barajı kaldırmak, motoru bozulan bir aracın içine binip gidiyor gibi yapmaktan farksızdır.

'Asıl soru bu kadar çok öğrencimizin neden barajı geçemediğidir'

Bu sistemde, sorulması gereken asıl soru bu kadar çok öğrencimizin neden barajı geçemediğidir. İktidarın ısrarla sormak istemediği bu sorunun cevabı, eğitim sisteminin yetersizliğini gözler önüne serecektir. Öte yandan; 2002 yılında 76 olan üniversite sayımız şu anda 207’dir. Niteliksiz, kampüssüz apartman üniversiteleri türemiş, üniversite sayısı giderek artmış ancak nitelik azalmıştır. Bu orantısız sayı artışı bir kontenjan balonuna yol açmıştır. Öğrencilerimizdeki başarısızlık oranının artması, üniversitelerdeki kontenjan balonu üzeri örtülmesi değil çözülmesi gereken sorunlardır. Barajı kaldırılarak yapılan kamuflajdır, sorunları daha az görünür yapmaktan öteye geçmemiştir. Bu sorunun çözümü için kulak verilecek adres iktidarın meseleye uzak küçük ortağı değil eğitim camiasıdır.

En çoğunu kendine alıp en az olanı yaygınlaştırmayı eşitlik sanan iktidarın, eğitime de böyle baktığı bir kez daha malum olmuştur. Nasıl ülkenin tamamı asgari ücretliye dönüştüyse, şimdi her genci üniversiteli yaparak hem üniversitelilik hem de akademi sıradanlaştırılmak istenmektedir. Oysa mesele, üniversitenin gençlere ne vadedeceğidir. Genç işsizlikteki diplomalı işsizlik had safhadayken, gençler artık bu ülkede gelecek düşleyemez hale gelmişken, buna çözüm bulmak yerine üniversiteleri liseleştirmenin adı hayali ihracattır.

'Sınavın stres odağı olmaktan çıkarılması gerekir'

“Üniversite sınavı nasıl olmalı?” sorunuza gelince; öğrencilerin başarılarının ölçme ve değerlendirmenin eğitim süreçlerine yayılması, bir iki sınavın stres odağı olmaktan çıkarılması gerekir. Eğitimde yol ayrımı niteliğindeki alan tercihlerine gelene kadar öğrencilerin yetenek ve eğilimlerini dikkate alan bir sistem inşa etmek gerekir. Ama daha önemlisi bu yönlendirmelerin sonucunda o çocukları bir geleceğin beklediği bir ülke haline gelmek gerekir. Yani çocuğun tamire yeteneği varsa teknikerlerin iyi kazandığı İngiltere’de değil, kalfadan hallice muamele gördüğü Türkiye’de yaşadığı için onu bu alana yönlendirmek ne kadar mümkün? Daha ilkokulda resme müthiş yeteneği olan bir çocuk fark ettiğinizde onun yoksul ailesine hiç yutkunmadan “Bu çocuk ressam olmalı” diyebilecek misiniz? Yani eğitim uzun ve her çocuk için çatallı bir yol olmalı ama bu düzlemdeki her ara yol da yaşanabilir bir geleceğe çıkmalı. Biz bunu sağlamalıyız. Bu bütünsellikle baktığınızda sınav konusu deryada damla bile kalmıyor maalesef.  

'Köy okullarının kapatılması taşımalı eğitim denen garabeti yarattı'

MEB'in köy okulları açacağız açıklamasını nasıl değerlendirdiniz? Tarımı çöken, hayvancılığı bitme noktasına getirilmiş bir Türkiye'de nüfusunun yüzde 93 kentlerde yaşıyorken köy okulları açıyoruz vurgusundan ne anlaşılmalıdır? 

Köy okullarının açılması konusunda ilk soracağımız şu olur: Peki bizim itirazlarımıza rağmen neden kapattınız? Köy okullarının kapatılması taşımalı eğitim denen garabeti yarattı, taşrada imkan bulamayan yoksul öğrencilerin birçoğunun ya çocuk işçi olmalarına ya da tarikat yuvalarında solmalarına yol açtı, kapatılan o okulların birçoğu viraneye döndü ve sonuç olarak ekonomik nedenlerle bu hamleyi yaptığını iddia eden iktidar, Hazine'den yani bizim cebimizden daha çok para harcadı. Öğrenciler uygun olmayan araçlarla taşındılar, ölümler oldu. Gittikleri okullarda düzgün yemek hizmeti almadılar. Tarikatlar devleti yönetenlerin bıraktığı bu boşluklara örümcek ağları ördü. Şimdi bunların hesabını kim verecek?

Şimdi başa dönülmüş, köy okullarının açılacağı sanki bir devrim yapılıyormuş gibi sunulmaya çalışılmıştır. Çocuklarımız her defasında bu çelişkilere mi kurban edilecek? Ayrıca sohbetin başında söylediğim gibi eğitim, bütünsellikle ele alınması gereken bir alandır. Dolayısıyla meseleye sadece köy okulları ekseninde değil, o okulun etrafında olan bitenlerle bakmak gerekir.

Şunu demek istiyorum: AKP sadece köy okullarını kapatmadı, köyleri de yok etti. İçinde yoğun bir yaşam olan, üreten ve üretimi büyük ölçüde kendisine yeten o köyler artık yok. Atatürk’ün “milletin efendisi” diyecek kadar önem verdiği köylü, en çok da ekonomik sebeplerle köye tutunamaz oldu. Büyükşehirlere ucuz iş gücü olmaya gitti. Tohum ekmenin, hayvan beslemenin getirisi bir haneyi ayakta tutmaya yetmeyecek kadar düştüğü için köyler boşaldı. Romantik biçimde o güzel köylüler o güzel atlara binip gittiler falan demiyorum, atlarını bile sattılar, iki karış topraklarını bile sattılar, kuvvetli bağlar kurdukları yerleşkelerinden göçtüler diyorum. Şimdi sosyal ve ekonomik hayatın neredeyse bitirildiği bu yerleşkelerde okul açılacaksa bu tablonun da onarılması şart. Yoksa o okulların da dolmadığını göreceğiz.

'MEB okulların öğretmen ihtiyacını karşılamıyor'

2021 KPSS'ye göre 20 bin öğretmenin ataması yapılacak. Öğretmen ihtiyacının geri kalan kısmı ücretli öğretmenlerle karşılanacak. Sizce eğitimin şu anki durumunda atamaların az olmasının da payı var mı?  

Öğretmen açığı problemi geçici bir çözüm olan, öğretmenlik mesleğine yakışmayan bir yöntemle, ücretli öğretmenlik yaklaşımıyla çözülmeye çalışılmaktadır. Ocak 2022 itibari ile ücretli öğretmenlik yapanların sayısı 86 bini aştı. Diğer yandan sözleşmeli öğretmen sayısı ise 30 Mart 2021 itibarıyla 217 bin 546 kişidir ve bu sayının 2022 yılında daha da yüksek olması beklenebilir. Bütün bu rakamlar bir arada ele alındığında, emekli istifa, vefat vb. sebeplerle ayrılan öğretmen sayısını bile karşılayacak kadar atama yapmayan MEB’in okulların öğretmen ihtiyacını karşılama konusunda üzerine düşenleri yapmakta yetersiz kaldığı anlaşılmaktadır. Eğitimin niteliğini artırmak için sınıfların seyreltilmesi artık tüm dünya ülkelerinin kabul ettiği bir gerçektir. Eğitim sisteminin ihtiyacı kadar, öğretmen başına düşen öğrenci sayısını azaltıp eğitimdeki niteliği artıracak kadar atama yapılmaması bugün eğitim sisteminin sağlıklı yürütülememesinin en önemli nedenlerinden biridir. 

'Öğretmenliğin basamaklandırılması yanlış bir uygulama'

Atanmış öğretmenleri de kariyer basamaklarına ayıran uzman ve başöğretmenlik uygulaması başlatılmış oldu. Bu basamakların eğitim öğretim hayatına ne gibi olumsuz yansımaları olabilir? 

Maalesef göreceğiz ki biz öğretmenlere hiç danışılmadan tepeden inme biçimde karar verilen bu meslek kanunu, önce öğretmen odasını sonra okulu bir kez daha bölecek, çalışma barışını yok edecektir. Her şeyden önce öğretmenlik öğretme sanatıdır. Öğretmen sadece bilgiyi aktarmaz. Öğrenciye yaşamayı, sosyalleşmeyi ve hayatı öğretir. Eğitimin temel amacı mutlu bireyler yetiştirmektir. Diğer meslekler gibi öğretmenlik mesleğinde de belli aşamalar ve uzmanlaşma (ustalık) söz konusudur. Ancak meslekte geçirilen süreçte öğretmenliğin basamaklandırılması yanlış bir uygulamadır. Bu uygulama öğretmenler arasındaki çalışma barışını bozacaktır. Veli-öğretmen ve okul yöneticileri arasında yeni sorunlar ortaya çıkmasına neden olacaktır.    

Oysa öğretmenlik zaten bir uzmanlık mesleğidir ve bunun dışındaki kariyer basamakları kabul edilemez. Bunun yanı sıra gerek kanun gerekse de ortaya konulan yönetmelikte, uzman öğretmen, başöğretmen unvanlarının tanımı, görev ve sorumluluk esasları, özetle statüsel konumları ana hatları ile dahi belirlenmemiştir. Bu statüler arasındaki farklılık bu yönleriyle tam olarak belirlenmediğinden, bu unvanların birbirlerine karşı konumları, ücret farklılıkları yani çalışma koşulları ifade edilmediğinden, yapılacak ayrımda tam olarak hangi kriterin esas alınacağı belirsizdir. Ücret farklılıklarında ortaya çıkacak durum, belirsizliğe konu olduğundan “eşit işe eşit ücret ilkesinin” sağlanması mümkün olmayıp, Anayasanın 55. Maddesinde öngörülen ücret güvencesi de hiçe sayılmaktadır.    

Sendikamız öğretmenler arasında 2006 yılından beri yaratılan ekonomik kayıpları dahi gidermeyen, öğretmenler odalarını bölecek, öğretmenlik mesleğine zarar getirecek düzenlemelerin iptali için her türlü mücadeleyi vermeye sonuna kadar devam edecektir. Öğretmenlik mesleği aynı kanunda da yer aldığı üzere uzmanlık mesleği olup uzman öğretmen, başöğretmen unvanları kaldırılarak tüm öğretmenlere kıdemine göre ek ödemeler koşulsuz ödenecek şekilde düzenleme yapılması şarttır. Öğretmenlik mesleğinin öğretmenlikten öteye unvana ihtiyacı yoktur. Eğitim emekçisinin sorunlarına gerçekçi yaklaşmak ve çözüm üretmek yerine müjde adı altında ona bir yük daha yüklemenin akılla da vicdanla da yan yana gelir bir tarafı yoktur.

VOLKAN ALGAN / SOL-Özel

TARİHTE BUGÜN (24 TEMMUZ)

 

OLAYLAR:

  • 1823 - Şili'de kölelik yasaklandı.
  • 1847 - Salt Lake Cityİsa Mesih'in Son Zaman Azizler Kilisesi peygamberlerinden Brigham Young öncülüğünde kurulmaya başlandı.
  • 1866 - TennesseeAmerikan İç Savaşı sonrasında birliğe tekrar kabul edilen ilk eyalet oldu.
  • 1901 - Yazar O. Henry, zimmet suçundan Austin, Texas'ta üç yıl kaldığı hapishaneden iyi hal nedeniyle salıverildi.
  • 1908 - II. Meşrutiyet'in ilanı: 29 yıldır askıda olan Osmanlı Anayasası yeniden yürürlüğe girdi.
  • 1911 - Hiram Bingham IIIMachu Picchu'yu (İnka'ların kayıp şehri) yeniden keşfetti.
  • 1915 - Chicago'da yolcu gemisi battı; 845 kişi öldü.
  • 1922- İran’da Kürtler, Sımko Şıkak liderliğinde sürdürdürdükleri, “Şapur Savaşı” diye de adlandırılan çatışmalardan yenilgi ile çıktılar.
  • 1923- Osmanlı İmparatorluğunun dağılmasıyla birlikte İstanbul’dan Bağdat’a göç eden Kürt Tarihçi ve Politikaci Mehmet Emin Zeki Beg, Bağdat’ta Askeri Akademi Başkanlığına atandı.
  • 1923 - Günümüz Türkiye'sinin sınırlarını büyük oranda çizildiği Lozan Antlaşmasının  imzalatılması.
  • 1931 - Pittsburgh'da (Pensilvanya) yaşlılar evinde çıkan yangında 48 kişi öldü.
  • 1936 - Muhlis Sabahattin’in Ayşe opereti İstanbul’da sahnelendi.
  • 1936 - İspanya İç Savaşıİspanya Hükûmeti, iç savaş nedeniyle Dünyadan yardım istedi.
  • 1940- Milli Savunma Bakanlığı bütçesine 64 milyon lira ek ödenek kondu.
  • 1943 – II. Dünya Savaşı: İngiliz ve Kanada uçakları geceleri, ABD uçakları gündüzleri Hamburg’u bombaladı. Kasım’da operasyon bittiğinde 9.000 ton patlayıcı kullanılmış, 30.000 den fazla insan ölmüş ve 280.000 bina yıkılmış olacaktı.
  • 1946- Türkiye’de ilk tek dereceli ve çoğunluk sistemi esaslı seçimin sonuçları açıklandı. CHP 396, DP 62 ve bağımsızlar yedi milletvekilliği kazandı.
  • 1950 - Gazeteciler Cemiyetisansürün kaldırılışını Basın Bayramı ilan etti.
  • 1952 - Merzifon ve Akşehir’de sel: 77 ev yıkıldı, 500 büyükbaş hayvan öldü ve tarım alanları sular altında kaldı.
  • 1955 - Ekrem Koçak, 800 metrede Akdeniz Oyunları rekoru kırarak birinci oldu.
  • 1958 - Türkiye’nin Kıbrıs’a asker gönderme önerisini, Birleşik Krallık reddetti.
  • 1959 - Irak’ın Kerkük şehrinde, 1000 kadar Türkmen’nin katledildiği açıklandı.
  • 1960- Gazete sahipleri ve yazı işleri müdürleri basının kendi kendini denetlemesini sağlayacak Basın Ahlak Yasası’nı imzaladı.
  • 1960 - Devlet Başkanı ve Başbakan Cemal Gürsel Adalet Partisi Genel Başkanı Ragıp Gümüşpala’ya bir uyarı gönderdi: “Sizin hüsnüniyetinizin ardında memlekette ne vahim ne tehlikeli bir oyun oynandığını fark etmediğinizi kabul edemiyorum.”
  • 1963 - Sendikalar Kanunu ile Toplu İş Sözleşmesi, Grev ve Lokavt Kanunu çıktı.
  • 1967 - 11 Mayıs’ta greve giden ve haklarını almak için Ankara’ya yürüyüşe geçen Manisalı 90 temizlik işçisi, 930 kilometre kat ederek Ankara’ya vardı.
  • 1967 - Dokunulmazlığı kaldırılan Türkiye İşçi Partisi İstanbul Milletvekili Çetin Altan, kararın iptali istemiyle Anayasa Mahkemesi’ne başvurdu.
  • 1968- 17 Temmuz’da İTÜ Yurdu’na polis baskınında 2.kattan atılan ve hastanede 8 gündür komada yatan Vedat Demircioğlu sabah beyin kanamasından hayatını kaybetti. Ölüm haberinin ardından İÜ ve İTÜ’lü öğrenciler Vilayete yürüdü, polisle çatıştı, 65 öğrenci gözaltına alındı. 6.Filo’nun İstanbul ve İzmir’e gelişine karşı Konya’da da yapılmak istenen “Emperyalizmi Tel’in Mitingi”ni engellemek için düzenlenen saldırı ve tahribatlarla ilgili olarak Komünizmle Mücadele Derneği Başkanı ve 2.Başkanı dahil 7 kişi tutuklandı.
  • 1969- İzmir Arkeoloji Müzesi soyuldu, 118 parça tarihi eser çalındı.
  • 1974 - Yunanistan’da yedi yıldır süren cunta yönetimi sona erdi; sürgündeki Konstantin Karamanlis, Hükûmeti kurmak üzere geri döndü.
  • 1977- İstanbul Zeytinburnu’nda “ülkücüler” tarafından öldürülen devrimcinin Erol Doğan (Göle- Divriği?) olduğu açıklandı.
  • 1977 - Dört gün süren Libya-Mısır savaşı sona erdi.
  • 1978- Salihli Cezaevi’nde mahkumlar ayaklandı; müdür öldürüldü, savcı rehin alındı.
  • 1978 - Yargıtay, yasaların faşistçe hazırlandığını ve bunların kaldırılması için mücadele vermek gerektiğini söylemenin suç olmadığına karar verdi.
  • 1979- Ali İhsan Özgür’ü öldürdükleri iddiasıyla MHP İstanbul İl Gençlik Kolları Başkanı Kazım Ayaydın ve G.Başdemir Sıkıyönetim Mahkemesince tutuklandı.
  • 1980- Kemal Türkler’in naaşı DİSK Genel Merkezi’nde katafalka konuldu, onbinler saygı geçişi yaptı.
  • 1980 - Yozgat’ın Kışla köyüne buğday biçmeye giden Veli Eroğlu (16) Yozgat otobüs terminalinde indiğinde ülkücülerce eterle bayıltılarak kaçırıldı; 3 gün işkence edilen Eroğlu’nun alnına ve yanağına kızgın demirle “3 hilal” çizildi, vücudunun sol tarafı dağlandı.
  • 1980 - Necmettin Erbakan’ın liderliğindeki Milli Selamet Partisi (MSP) Konya Milletvekilleri: “Konya’da ülkücüler 8 aydır terör estiriyor. Polisin desteğiyle Konya’yı anarşinin kucağına itiyorlar”.
  • 1985- Ürdün Büyükelçiliği Başkatibi Ziad Sati, Ankara’da silahlı saldırıda öldü.
  • 1985 - Yeşilköy Havaalanı'na, Atatürk Havalimanı adı verildi.
  • 1986 - Kartal, İstanbul’da tren kazası: 9 ölü, 18 yaralı.
  • 1990- Dün 1 kişinin ölümüyle başlayan Küçükarmutlu Operasyonu’nda mahalleli ile görüşen polis sabah ablukayı kaldırarak çekildi.
  • 1990 -  Devlet demiryolları çalışanları memur zammını Haydarpaşa Garı’nda “çeyrek ekmek yiyerek” protesto etti.
  • 1991- Cumhurbaşkanı Turgut Özal kamu işçilerine yapılan yüzde 142 zammı yüksek buldu; Başbakan Mesut Yılmaz’ı eleştirdi.
  • 1991 -  İstanbul Kartal Halk Ekmek grevinin 63.gününde 4 gün önce 60 işçinin başlattığı açlık grevi de sürüyor.
  • 1992- İstanbul Emniyet Müdürlüğü’nün Cağaloğlu’ndaki binasına roketli saldırı düzenlendi. Saldırıyı Devrimci- Sol örgütü üstlendi.
  • 1993- 45 gün önce Ankara’da açlık grevine başlayan Kağıthane Belediyesi’nden atılan işçiler, eylemlerine son verdi.
  • 1996- Ölüm orucunun 66. gününde Bayrampaşa Cezaevi’nde DHKP-C militanı İlginç Özkeskin (1961- İstanbul) yaşamını yitirdi. Ölüm haberinin ardından Cezaevi önünde açıklama yapmak isteyen Halkevleri İstanbul Şube’den 30 kişi dövülerek gözaltına alındı. Ölüm oruçlarında 3 mahpusun ardı ardına ölümüne karşı yazar ve sanatçıların da imza koyduğu bir bildiri yaklaşık 250 avukatın katılımıyla İstiklal Caddesi’nde Turgut Kazan tarafından okundu. Yaşar Kemal, Adalet Bakanı Ş.Kazan için ”Cihada hapishanede başlamış” dedi. Yaklaşık 2 bin kişi ölüm oruçlarına çözüm için Kızılay’da oturma eylemi yaptı, 5 kişi Adalet Bakanı Müsteşarı’yla görüştü. Mahpus yakınları, partiler ve kitle örgütleri temsilcileri Buca Cezaevi önünde Refah-Yol hükümetinin ölüm oruçlarına duyarsızlığını kınadı. Halkın Hukuk Bürosu’na göre 1980-1996 yılları arası cezaevlerinde açlık grevi vb. eylemlerde 28 kişi hayatını kaybetti. Adalet Bakanı Şevket Kazan “dünya standartlarının üzerinde” dediği Eskişehir Cezaevi’nin kapatılmayacağını, tutuklu ve hükümlülerin Eskişehir’den Sakarya Cezaevi’ne naklinin örgütsel tavırla reddedildiğini ileri sürerek “Biz kimseyle uzlaşmak istemiyoruz” dedi. Kazan: “Eylemi sona erdirmezlerse mevcut haklarını da alırım”.
  • 1997- “Basın Bayram’ı”nda gazeteciler öldürülen gazetecilerin fotoğrafları ile gösteri yaptı.
  • 1999- Emek Platformu “Mezarda Emeklilik” ve IMF dayatmalı politikalara karşı Kızılay’da 150 bin kişilik miting yaptı.
  • 2000- Çetin Emeç’i öldürmekten yargılanan İslami Hareket Örgütü yöneticisi İrfan Çağrıcı ve 4 arkadaşı idama mahkum edildi.
  • 2000 - İsrail Başbakanı Ehud Barak eğer İsrail- Filistin barışı sağlanacaksa Gazze Şeridi’ndeki tüm Yahudi mahallelerini boşaltmaya hazır olduklarını söyledi.
  • 2000 - TÜMTİS üyesi 500 işçi Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’nın 10 sendikanın yetkisini düşürmesini protesto etti. Türk-İş’in araştırmasına göre 15 sektörde 128 kamu kuruluşunun özelleştirilmesi sonucunda toplam 27 bin 879 çalışan -sendikalı çalışanların % 80’i- işten çıkarıldı.
  • 2000 -  ÇGD İstanbul Şubesi üyeleri sansürün kaldırılışının yıldönümünde “sansürün hala sürmesini” Beyoğlu’nda protesto etti.
  • 2001- Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı, Aydın Milletvekili Sema Pişkinsüt hakkında, TBMM İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu Başkanı iken cezaevinde görüştüğü mahpusların kimliğini bildirmeyerek suç işlediği iddiasıyla dokunulmazlığının kaldırılması için fezleke hazırladı. Sema Pişkinsüt, TBMM İnsan Hakları İnceleme Komisyonu başkanlığı yaptığı dönemde işkence raporları hazırlamış, karakolda işkence aleti bulmuş ve deşifre etmişti.
  • 2002 - Paşabahçe’de Beykoz Cam işçilerinin işletmenin kapatılmaması için başlattıkları “fabrikada geceleme” eylemi 3.güne girdi, işçilerin aileleri de eylemi fabrika kapısında sürdürüyor. Topkapı Cam işçilerinin destek için fabrikaya girmesine polis izin vermedi.
  • 2002 -  Prof.Dr. Mümtaz Soysal’ın Genel Başkanlığında, Bağımsız Cumhuriyet Partisi (BCP) kuruldu.
  • 2003- Dünya çapındaki sendikalar Coca-Cola ürünlerini boykot kararı aldı. Kolombiya’da son 13 yılda Coca-Cola şişeleme şirketinde çalışan sendikalı dokuz işçi öldürüldü. Bu işçilerin şirketin emriyle Kolombiya Birleşik Öz Savunma Güçleri tarafından öldürüldüğü öne sürülüyor.
  • 2004- 22 Temmuz’da 41 kişinin hayatını kaybettiği Pamukova hızlandırılmış tren kazasında, tren için 24 uzmanın verdiği “güvenlidir” raporunun 4 Haziran’da başlatılan seferlerden 39 gün sonra hazırlandığı, 8 gün sonra da kazanın gerçekleştiği ortaya çıktı. 2 makinist ve 1 tren şefinin tutuklandığı tren kazasının ardından Makina Mühendisleri Odası üyesi 7 uzmanın olay yerinde yaptığı inceleme sonucunda “delillerin karartıldığı” açıklandı. 14 yıl sonra (24 Temmuz 2018) 24 cana mal olan Çorlu “ihmal treni” olayının araştırılması önergesi AKP/ MHP oylarıyla reddedildi.
  • 2005- İran, Kıbrıs Rum Yönetimi’nin Tahran Büyükelçisi Estavlu Luizidis’i sınır dışı etti. Büyükelçi üç İranlı kıza cinsel tacizle ve büyükelçilik hesaplarında usulsüzlük yapmakla suçlanıyor.
  • 2006- Basında sansürün kaldırıldığı gün olan 24 Temmuz nedeniyle Diyarbekir Barosu üyeleri, bakan ve bölge milletvekillerini cep telefonları ile arayarak, TCK’nın 301. madesinin kaldırılması talebinde bulundu.
  • 2006 - Dünya medya devi Rupert Murdoch’un sahibi olduğu News Corporation, Atlantic Records’un kurucusu ve başkanı Ahmet Ertegün ile birlikte, TGRT’nin yayın hakkını elinde bulunduran Huzur Radyo TV’yi 151 milyon YTL’ye satın aldı.
  • 2006 -  ÖDP Ordu İl Örgütü Fatsa’da “Fındık Mitingi” düzenledi.
  • 2006 -  Ankara 12. Sulh Ceza Mahkemesi’nin Kaos GL Dergisi hakkında verdiği toplatma ve yasaklama kararı dergiye tebliğ edildi. Kaos Gay ve Lezbiyen Kültürel Araştırmalar ve Dayanışma Derneği “karar cinsiyetçi ve homofobiktir” dedi.
  • 2007- Başbakan Erdoğan’ın KEİ Zirvesi öncesi Putin ile görüşüp Fetullah Gülen’in Rusya Federasyonu’ndaki okullarının kapatılmamasını istediği öğrenildi.
  • 2007 -  Türk Hava Yolları, muhtemel bir grev halinde uygulanmak üzere lokavt kararı aldığını açıkladı.
  • 2007 - İstanbul 3. Bölge’den DTP’nin destekleği bağımsız milletvekili seçilen Sabahat Tuncel “yasa dışı örgüte üye olmaktan” tutuklu bulunduğu cezaevinden tahliye oldu.
  • 2011- Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu üyeleri Tünel’den Taksim’e “Büyük Kadın Yürüyüşü”nü gerçekleştirdi.
  • 2012- Mısır Cumhurbaşkanı Muhammed Mursi eski hükümette Su Kaynakları ve Sulamadan sorumlu Bakan olarak görev yapan Haşim Kandil’i başbakan olarak atadı.
  • 2013- Aralarında David Lynch, Sean Penn, Susan Sarandon, Andrew Mango gibi ünlü yazar, yönetmen ve oyuncuların bulunduğu 30 isim Gezi Direnişi’ne yönelik polis şiddetinden sorumlu tuttukları Erdoğan’a hitaben The Times’a ilan verdi: “Beş masum gencin ölümüne neden olan emirleriniz, Strasbourg’ta bir davaya dayanak teşkil edebilir.”
  • 2013 - Antakyalılar, Gezi Direnişi’nde yitirilenleri anma ve tutuklamaları protesto için Armutlu’da oturma eylemi yaptı.
  • 2013 -  İspanya’da yüksek hız nedeniyle vagonların raydan çıkması sonucu meydana gelen tren kazasında 78 kişi öldü, 130 kişi yaralandı.
  • 2015- Türkiye resmen ABD öncülüğündeki ”IŞİD Karşıtı Koalisyon”a girdiğini ilan etti, İncirlik dahil üsler Koalisyon güçlerine açıldı. Savaş uçaklarının IŞİD ve PKK üslerini vurduğu açıklandı. HDP’liler, ”marjinal sol örgütler” ve IŞİD’e yönelik yaygın gözaltılara başlandı.
  • 2015 -  Kreditörlerle aldığı borçlarının yeniden yapılandırılması için görüşmeleri sürdüren Ukrayna, 120 milyon dolarlık eurobond borcunu ödeyerek, teknik iflastan kurtuldu.
  • 2016 - Cumhuriyet Halk Partisi, Taksim Mitingi'ni düzenledi.
  • 2016- OHAL kapsamında kapatılan kurum ve kuruluşların bankalar ve diğer finans kuruluşlarındaki tüm hesaplarının bloke edilmesine karar verildi.
  • 2017- Pakistan’ın Pencap eyaletinin başkenti Lahor’un en işlek caddesinde düzenlenen bombalı intihar saldırısında 26 kişi öldü, 57 kişi yaralandı. Saldırıyı Pakistan Talibanı üstlendi.
  • 2020 - Ayasofya Müzesi, Ayasofya Camii Olarak 86 yıl sonra tekrar açıldı.




     DOĞUMLAR - ÖLÜMLER

Prof. Kozanoğlu sade bir yurttaşın bütçesi üzerinden anlattı: Ekonomi hala nasıl batmadı? - BİRGÜN

 


Ülke ekonomisinin durumunu bir yurttaşın bütçesi üzerinden anlatan Prof. Dr. Hayri Kozanoğlu, “Ekonomi hala tam batmadı. Bunu nasıl açıklarız?” sorusuna yanıt verdi.

 “Sıkça sorulan bu soruyu sade bir yurttaşın bütçesinden yola çıkarak örneklemeye çalışalım” ifadelerini kullandı.

Diyelim ki Ahmet’in ayda 8 bin lira geliri var. Buna karşın gıda, kira, yol, faturalar derken her ay 

ortalama 10 bin lira harcıyor.

Yani harcamalarının gelirlerinin üzerinde olması, ekonomideki cari açığa denk geliyor.

Bu arada Ahmet’in cebinde 5 bin lira parası var. Böylelikle aylık açığı nakit paralarıyla 

karşılayabiliyor.

İşte bu para MB’nin brüt rezervlerine denk geliyor.

Ahmet kredi kartını kullanarak, sıkışırsa ihtiyaç kredisi çekerek bütçesindeki dengesizliği 

yönetiyor.

Şu anda kredi kartı borç bakiyesi 3500TL.

7000TL de ihtiyaç kredisi borcu var.

5000TL cepteki paraya karşı,10500TL borç net -5500TL demek.

Bu da MB net rezervlerine denk geliyor.

Geçmişte zora düştüğünde saatini rehin bırakarak Ali’den 2500 TL ödünç almıştı. Mehmet ise 

3500 TL borcu ancak altın yüzük karşılığı vermişti.

Ahmet bu 6000 TL’yi de harcamalarda kullanmıştı.

Demek ki hepsini toplayınca net 11500 TL borçlu.

Bu da swap hariç net rezerv demek.

Ahmet bu durumda belki birkaç ay daha idare edebilir.

Ancak gelirlerini artıracak veya harcamalarını kısacak bir çözüm bulmadıkça sonunda iflas 

etmesi kaçınılmaz görünüyor.

MB rezervleri üzerinden Türkiye ekonomisinin durumu aynı buna benziyor.

(BİRGÜN)

Dünyayı BRICS mi kurtaracak? - Erhan Nalçacı / SOL

 'Bu rekabet emekçi sınıflar lehine değil. Ama her durumda emekçi sınıfların altında kalacakları bir dünya düzeni tanımlıyor.'

Şubat ayında Rusya Ukrayna topraklarına girdiğinde Rusya’nın kaybettiğine ilişkin bir hava doğmuştu.

ABD özellikle Avrupa’da uzun süredir yakalayamadığı uyuma kavuşmuş, başta Almanya olmak üzere Avrupa devletleri ABD hegemonyasında bir araya gelmişlerdi. Avrupa’nın Rus doğal gazına bağımlılığının azaltılmasında adım atılmış, ABD’li şirketlerin sıvılaştırılmış doğal gazına alan açılmıştı.

Rusya Batı emperyalizmine bağlı banka sisteminden dışlanmış, para transferi yapamaz hale getirilmiş, Rus sermayesinin Batıdaki varlıkları dondurulmuştu.

Batı emperyalizminin Ukrayna’da sürdürdüğü vekâlet savaşında silah ve asker desteğinin yanı sıra özellikle NATO olanakları ile verilen istihbarat desteği Rus ordusunun canını yakmış, önemli askeri kayıplara neden olmuştu. Belki daha önemlisi Rusya Batı medyasının savaşa katılmasıyla ideolojik cephede kaybetmiş ve yayılmacı bir ülke olarak mahkûm edilmişti.

Ancak yaza geldiğimizde özellikle sıcak geçen Temmuz ayında bu tabloda önemli bir değişiklik gözlenmeye başlandı.

Rus ordusu yavaş ama kararlı bir şekilde Ukrayna’da ilerledi, kent kent Luhansk ve Donetsk’i hemen hemen ele geçirdi ve muhtemelen bütün Karadeniz kıyısını ilhak etmeyi planlıyorlar. Batı emperyalizminin Ukrayna’ya sağladığı desteğin yeterli olmayacağı, topyekûn bir savaşa ise bir bütün olarak hazır olmadıkları anlaşıldı.

Ama esas dramatik değişiklik ekonomik cephede ortaya çıktı. Rusya doğalgaz sevkiyatını resmi olarak kesmese de Avrupa’da ciddi bir enerji krizi baş gösterdi, öyle ki sonbaharda Avrupa’da fabrikaların durmasından bile bahsedilir oldu.

ABD ve Avrupa ülkelerinde yüksek enflasyon büyük bir sorun haline geldi, bir asit gibi emekçi sınıfların gelirini eritmeye başladı.

Sorun aslında konjonktürel olandan daha derindi ve kapitalizmin yapısal krizinin taşınamaz hale gelmesiyle ilgiliydi. Doğru dürüst bir değeri olamayan kâğıtlara gününü kurtarmak isteyen sermaye öylesine yığılmıştı ki dünya tarihinin gördüğü ve her an patlamak üzere olan en büyük balonlaşmayla karşı karşıyayız.

ABD Merkez Bankası (FED) balonun patlayıp bütün sistemi bir uçuruma yuvarlanmasını engellemek için faiz artırımına gitmeye başladı bir süredir ve Avrupa merkez bankaları onu izledi. Sermayeyi ve düzeni kurtarmayı amaçlayan bu operasyon doğal olarak emekçi sınıflara karşıydı, büyümenin durması, işsizlik oranlarında artış ve ücretlerde kısıtlanmalar olacak net sonucu. 

ABD’nin başlangıçta sağladığı kendi liderliği altındaki bütünlük çatırdamaya başladı, Avrupa ülkelerinde neden ABD’nin savaşına giriyoruz diye soranların sayısının arttığı görüldü.

ABD’nin siyasi pozisyonunu bozan bir diğer olaysa ABD’nin hegemonya araçları olan Dünya Bankası, IMF ve Dünya Ticaret Örgütü’ne alternatif olarak kurulan BRICS’e katılmak için birçok ülkenin sıraya girmesi oldu. İran ve Arjantin’in Haziran ayında yapılan BRICS zirvesinde üyelik başvurusu yaptılar. Türkiye, Suudi Arabistan ve Mısır’ın da BRICS’e başvuru hazırlığı yaptığı söyleniyor.

Başvuru profili anlamlı ve BRICS’in önemli bir çekim merkezi haline geldiğini gösteriyor. Daha önce Şangay İşbirliği Örgütü’ne düşmanlaştırılmış kardeşler olan Hindistan ve Pakistan’ın birlikte katılması gibi, şimdi sürekli rekabet içinde olan Suudi Arabistan ve İran’ın üyelik olasılığı benzer bir duruma işaret ediyor. Ayrıca Biden’ın başarısız geçen Suudi Arabistan ziyareti sonrasında Suudi yetkilinin “ABD veya Çin’den birini diğerine tercih etmiyoruz” demesini sürece eklememiz gerekiyor.

Biliyorsunuz BRIC bir önceki balonun ABD’de patlaması sonrası Çin, Rusya, Brezilya ve Hindistan’ın katılımı ile 2009’da kurulmuş ve 2011’de Güney Afrika’nın katılımı ile BRICS ismini almıştı.

Şimdi aşağıdaki IMF verilerine dayanarak üretilen haritaya bakabiliriz.

IMF 2022 verilerine göre düzenlenen dünya ekonomik haritası emperyalist düzende dünya ülkelerinin dünya üretimine katkısını gösteriyor. Günümüz emperyalist hegemonya krizini harita daha iyi anlamamızı sağlıyor. Çin ve müttefikleri emperyalist dünyanın ABD hegemonyası dışında yeniden şekillenmesini istiyorlar. Harita aslında bize farklı ülkelerdeki sermaye birikimin düzeyini gösteriyor. Bu arada farklı hesaplama yöntemleri ile Çin’in aslında dünya üretimine katkıda ABD’yi yakaladığı ve hatta geçtiğini söyleniyor.  (https://www.visualcapitalist.com/100-trillion-global-economy/)

Harita bize farklı ülkelerdeki tekellerin sermaye birikimlerini ve günümüz dünyasında rekabetin nasıl şekillendiğini gösteriyor. BRICS’te bir araya gelen devletler yeni finansman ve kredi kuruluşları yarattılar. Haziran-2022 zirvesinde ise açık olarak Dolara karşı bir rezerv paranın oluşturulmasından bahsettiler.

Doların egemenliğini yitirmesi ABD’nin en çok çekindiği olay olduğu biliniyor, çünkü fiili olarak emperyalist hiyerarşideki hegemonyasını yitirmiş olacak.

BRICS, peki, daha adil bir dünya istiyor mu?

Hayır, bu ülkelerdeki tekeller dünyanın her yerinde ucuz emek gücüne yönelecekleri serbest bölgeler, avantajlı pazarlar, bağımlı ülkelerdeki ham maddelerin ucuza elde edilmesinin peşindeler.

Bu rekabet emekçi sınıflar lehine değil. Bir kere keskinleşen rekabet koşulları akılsızca bir topyekûn savaşı erkene çekebilir. Ama her durumda emekçi sınıfların altında kalacakları bir dünya düzeni tanımlıyor.

Oysa dünyanın bu derin ve ahlaksız krizi emekçi sınıfları iktidara çağırıyor. 

Hazır olanın böyle bir alt üst oluşta iktidarı elde etmemesi için hiçbir neden yok.

Erhan Nalçacı / SOL


Öne Çıkan Yayın

BİRGÜN "Köşebaşı+Gündem" -22 Haziran 2025-

Lokomotifler kıskaçta -Havva Gümüşkaya- Lokomotif sektörlerde üretim çarkları yavaşladı, istihdam azaldı, siparişler düştü ve konkordato baş...