29 Temmuz 2024 Pazartesi

T24 "KÖŞEBAŞI" - 29 Temmuz 2024-

 Tarihin en utanç verici günleri -Akdoğan Özkan-

Gazze’deki Filistinlilerin yüzde 8’ini dokuz ayda katleden Netanyahu’nun 58 kez ayakta alkışlandığı bir konuşma yaptığı geçen hafta yaşananlar 22-29 Temmuz haftasını tarihin en utanç verici haftalarından biri yapmaya yetti.
İsrail Başbakanı Benjamin Netanyahu, ABD Kongresinde konuşma yaptı (Fotoğraf: AA)

Geçen hafta dünyada gerçekleşen olaylara bakıldığında, insan “daha utanç verici ne yaşayabiliriz” diye düşünmeden edemiyor. Ama işte dünya artık çok müsait (!) Tarihin en utanç verici günleri arasında sayacağımız bir haftayı geride bıraktıktan sonra, “olanlar, olacakların garantisi” diye de hissedebilir, “olanlar olduysa, daha utanç verici pek çok şey de olabilir” şeklinde de düşünebiliriz.

Neler olmadı ki geçen hafta!

Soykırımcılığı tescillenmek üzere olan bir cani, nam-ı diğer “Gazze Kasabı” Binyamin Netanyahu, ABD Kongresi’nde konuştu ve dakikalarca alkışlandı. Hani ülkedeki siyasi teamüllerin bir gereği olarak kürsüden seslenen hatibe saygıdan ötürü filan değil, 52 dakikalık kürsü performansı sırasında konuşması 58 kez ayakta alkışlarla kesilerek.

Euro-Med Monitor’e göre, İsrail ordusu 12 Temmuz’a kadar Gazze’de 46 bin 848 Filistinliyi katletmiş, 88 bin 127 Filistinliyi de sakat bırakmış. Öldürülenlerin 15 bin 813’ü çocuk, 10 bin 292’si kadın.

Yani ölenlerin yüzde 91’i sivil ve yüzde 60’ı kadın ve çocuk. Tabii bunlar daha ziyade sağlık kurumlarından alınıp konsolide edilen rakamlar. Akademik çevrelerde saygın kimliğiyle bilinen haftalık hakemli tıp dergisi Lancet’te temmuz ayı başlarında yayımlanan bir çalışmaya göre, gerçek ölü sayısı 186 binin dahi üzerinde olabilir. 2022 nüfus istatistiklerine göre, Gazze Şeridi’nin nüfusu 2 milyon 375 bin 259 idi. Demek ki Gazzeli Filistinlilerin yüzde 8’i “sivilleri hedef almıyoruz” diyen Netanyahu’nun ordusunca dokuz ayda yok edilmiş.

ABD Kongresi’nde 58 kez ayakta alkışlanan, kırımı hala süren işte bu adam. Ömrü ABD demokrasisi üzerinden Avrupa’ya özgü sorunların çözüm olanaklarını anlamaya çalışmakla geçmiş Tocqueville görse, ne derdi bilmiyorum ama, konuşmayı dinlemek üzere Kongre’ye gidenler arasında olan Elon Musk, Capitol Hill’de kameralara “Ben Netanyahu’nun davetlisiyim” dedi. Temel mesajı “bir daha asla” olan Auschwitz’i daha ocak ayında ziyaret etmiş olan Musk, Netanyahu’yu ayakta alkışlayanlar arasında yerini alıyordu.

Sonra öğrendik ki, Temsilciler Meclisi’ndeki 212 Demokrat Partili vekilin 112’si, Senato’daki 51 Demokrat senatörün 24’ü, Netanyahu konuşurken Kongre salonuna girmemişler. Onların yerleri boş kalmasın, salonun yarısı boş görünmesin diye de bazı lobiler birilerine davetiye iletmiş.

Neticede, dünyanın en utanç verici müsamerelerinden birini izledik geçen hafta ABD Kongre’sinde!

Nerede? Önceki başkanının daha iki hafta önce bir suikast girişimine maruz kaldığı, mevcut başkanına da enteresan bir -hadi saray demeyelim, konut diyelim- darbesiyle adaylıktan el çektirildiği ve 1 hafta ortalıkta görülmediği Amerika Birleşik Devletleri’nde!

Böyle bir konuşmanın bu ülkede yapılabiliyor olması, İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ve Savunma Bakanı Yoav Gallant hakkında bir hafta önce “yakalama kararı” başvurusunda bulunan Uluslararası Ceza Mahkemesi (UCM) Başsavcısı Kerim Han’a “hareket çekmek” anlamına gelmiyorsa ne anlama gelir, merak ediyorum.

Netanyahu’nun “hadi artık İran’ı vuralım” diye yeni hedef bile gösterdiği, yalanlar ve propaganda yüklü ve “sivilleri hedef almıyorum” şeklinde konuşmasının böylesi şakşaklı bir muameleyle sarmalandığı sıralarda İsrail işgal güçleri Beyt Lahia’da yine bir grup sivili öldürüyor, yaralılar zor bela kuzeydeki Kemal Advan hastanesine yetiştiriliyordu. Beyt Lahia’da evinin önünde hayatını kaybedenler arasında Gazze’de Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği’ne (URWA) bağlı okulun Direktörü Derviş el Karabavi ve komşuları da vardı.

Netanyahu’nun Kongre kürsüsünden vassallarına talimatlar yağdırmasının akabinde İsrail Dışişleri Bakanı İsrail Katz, ülkenin Lübnan ile topyekûn bir savaşa iyice yaklaştığını söyledi. Katz, savaşın sonunda (Şii hareketinin Genel Sekreteri  HasanNasrallah ve Hizbullah yenilecek, Lübnan ciddi şekilde zarar görecek,” diye konuştu. Ve daha dün Demir Kubbe’nin füzelerinden birinin düşerek onlarca sivilin ölümüne neden olduğu Golan Tepeleri’ne İsrail uçakları cumartesi gecesi bombalar yağdırdı.

Aynı gün, İsrail askerlerinden biri, kendi kişisel hesabından, Gazze şeridi’nin su kaynaklarından biri olan Refah Tel Sultan semtindeki su deposunu “havaya uçurma görüntülerini paylaştı. “Şabat şerefine!” sözleri eşliğinde…

Geçen hafta, insanlık namına utanç verici haberlerden biri de Almanya’dan geldi. Dünyanın önde gelen spor malzemeleri üreticisi Adidas, Filistin kökenli Amerikalı model Bella Hadid'i marka yüzü olarak yer aldığı ayakkabı reklamından çıkardı,  reklamları geri çekti. Adidas, elbette kamuoyu belirlemede etkin olabilen tek tük Filistinli sesleri dahi boğmakta kararlı İsrail destekçisi lobi grupları ve kurumların baskısına boyun eğerek böyle bir karar almıştı. Gerçi marka tepkilerle karşı karşıya kaldı, hatta Hadid’den özür bile diledi. Ama işte olan olmuştu.

Bombalar Filistinlilerin tepesine düşüyor, onlar ölüyor, kolsuz, bacaksız, annesiz, babasız, evlatsız kalıyor ama susturulanlar kurbandan yana olanlar, cesaretlendirilenler soykırım suçluları oluyor.

Bilmiyorum, insanlık bu utancı taşımayı daha ne kadar sürdürecek! Gazzeli Filistinlilerin yüzde 8’i dokuz ayda yok edilmiş. Kolu bacağı kopmuş kadınlar çocuklar, ambulans kalmadığı için eşeklerin çektiği iki tekerlekli arabalarca anestezi malzemesinin kalmadığı hastanelere yetiştirilmeye çalışılıyor.

Gönüllü olarak hekimlik yapmaya Gazze’ye giden doktorların gördükleri vakaları “anlatmaya takatimiz yetmez” dedikleri, gözyaşlarını tutarak okumanın, insanlığından utanmamanın mümkün olmadığı vakaların yaşandığı, korkunç bir kıyım. Birkaç sorumlu insan dışında neredeyse kimsenin de eli kolu tutup bir şey yapıyor. Ve bilmiyorum, hedef ne? Bu kıyım Filistinlilerin yüzde kaçı, mesela yok edilirse bitecek?

                                                                   /././

Emeklilere 33 milyarı çok gören AKP, Çinli Trendyol'un 20-30 milyar TL lisans parasını kaldırıyor mu? -Füsun Sarp Nebil-

Bugün algoritma oynamaları yaptığı raporlanan Trendyol, yarın da acaba platformda yer alan Türk tüccarları, Çinli tüccarlar ile değiştirir mi? Daha doğrusu pazaryerinde artık çoğunluk Türk malları yerine Çin mallarını görüyor olabilir miyiz?

e-Ticaret kanununa 2022'de eklenen düzenlemelerini anlattığım yazının başlığı  "Ticaret Bakanlığını kutlamak gerek şeklindeydi." Bu yazının konusu ise tam tersine, "Ticaret Bakanlığı'na esefle soruyorum; ne yapıyorsunuz? e-Ticarette tekelleştirmenin önünü mü açmaya çalışıyorsunuz?" olacak.

24 yıldır gazetecilik yapıyorum ve bu 24 yılın hepsindeki gözettiğim birkaç temel prensibimden birisi "Tekele hayır" oldu. Devamlı okuyucularım bilir; bunu en çok Türk Telekom konusunda konuştum ama aynı düzeyde Microsoft, Google ve tekele doğru giden her firma için yazdım ve söyledim. En son söylediklerimden birisi de 19 temmuzda meydana gelen dünya çapındaki büyük BT kesintisi ile ilgili olarak CrowdStrike isimli siber güvenlik yazılımı ile ilgiliydi.

Bu "tekelleşme" konusunu şimdi niye açtım?

Çünkü "2022 yılında, Pazaryerlerine yönelik olarak tekelleşmeyi engelleyici maddelerle düzeltilen e-Ticaret" kanunumuza, maalesef tam tersine ve bu sefer "tekelleşmeyi engellemeyi ortadan kaldıran düzenlemeler" getirilmeye çalışılıyor.

e-Ticaret kanununa 2022'de eklenen düzenlemelerini anlattığım yazının başlığı "Ticaret Bakanlığı’nı kutlamak gerek şeklindeydi". Bu yazının konusu ise tam tersine, "Ticaret Bakanlığı'na esefle soruyorum; ne yapıyorsunuz? e-Ticareti tekelleştirmenin önünü mü açmaya çalışıyorsunuz?" olacak.

Hatırlatalım; 2022 düzenlemeleri konusunda bazı maddeler için CHP (İyi partinin ricası ile olduğu duyumlarımız var) Anayasa Mahkemesine iptal başvurusu yapmıştı. Anayasa Mahkemesi bu başvuruyu reddetti ama şimdi iptal edilmeyen maddeler, yeni düzenleme ile bypass edilmeye çalışılıyor.

2022 düzenlemesinde, herhangi bir firmanın tekelleşmeye gitmesini engellemek için çok yüksek lisans ücreti tanımlandı. Ancak şimdi daha kanun uygulamaya geçmeden, bu yüksek lisans ücreti, yok e-ihracat yaptı, yok yatırım yaptı denilerek 4 kat düşürülüyor. Yani 2022'nin en önemli maddesi bertaraf ediliyor. 2022’deki düzenlemenin ruhu yok ediliyor.

Bu uzun bir yazı çünkü tüm hikayeyi anlatıyoruz. Ama hikayeyi biliyor ve sadece değişiklikleri okumak istiyorsanız, sondan bir önceki "e-Ticaret Kanununda Çinli Trendyol'a Kıyak mı?" başlığına bakın.

Şimdi neler yaşandığını detaylıca hatırlatalım;

2022 değişiklikleri pazaryerleri arasındaki rekabeti sağlamaya yönelikti.

2022 temmuzunda TBMM e-Ticaret kanununda önemli değişiklikler yaptı. Ticaret Bakanlığı'nın teklifi olan bu değişikliklerin temel amacı, e-Ticaretin AVM'leri olarak adlandırabileceğimiz "Pazaryeri" platformlarında bozulan dengenin, küçük platformlar lehine düzeltilmesi idi. Pazarda, Amazon, Trendyol, Gittigidiyor.com, HepsiBurada, N11 gibi büyük platform mevcuttu.

e-Ticaret kanunumuz 2014 yılında yayınlandı. Ondan sonraki yıllarda firmaların kendi web siteleri yanında, öncelikle trafiği ortak alandan yakalayabilecekleri, ama yanı sıra güvenlik, reklam, bilgisayar alanı, web sitesi yönetimi gibi önemli konularda hizmet alabilecekleri "Pazaryerleri"ni tercih etmeye başladıklarını gördük.

2018 yılına kadar Pazaryerleri platformları açısından dengeli bir ortam vardı. Rekabet Kurumu'nun 2021'de yayınladığı ön araştırma raporuna bakarsanız, yukarıda saydığımız 4 platform aşağı yukarı aynı pazar payına (yüzde 15-20'ler civarı) sahipti.

Ama yine Rekabet Kurumu raporuna göre, Alibaba.com'un Trendyol'dan ilk hisse alımı yaptığı 2018'den itibaren denge bozuldu. Öyle ki Ebay'in sahibi olduğu Gittigidiyor.com Türkiye'yi terketmek zorunda kaldı. N11.com geriledi. Geriye kalan firmalar Amazon, Hepsiburada ve Trendyol oldu.

Yine Rekabet Kurumu raporuna bakılırsa, pazardaki ilk 2 firmanın ağırlığı 2020 yılında pazarın yüzde 60'ı idi (Önceki yazımda rapordan parçalar var.) Sonrasında geçen 3-4 yılda bu dengenin daha fazla bozulduğu ve pazarda 2 firmanın payının daha fazla büyüdüğü söyleniyor. Ancak Rekabet Kurumu yeni bir rapor yayınlamadığı için bu durumu sadece pazardaki uzmanların ifadelerinden söylüyoruz.

Diğer yandan bu ilk 2 firma arasında da denge bulunmuyor. 2023 cirolarına bakarsak, Trendyol, HepsiBurada'nın 2-3 katı ciroya sahip.

Rekabet Kurumu'nda soruşturma yapan bölümün yöneticisinin transferi

Rekabet Kurumu sayfasında Trendyol ile ilgili çeşitli şikayetler var. Ayrıca Ticaret Bakanlığı'na yapılan şikayetler de bulunuyor. Mesela tesettür giyim satan bir firma, markasına ait Google reklam kelimesinin fiyatının yükseltildiği (yani e-Ticaret jargonuyla söylersek, firmaya Google reklamda para yaktırıldığı) şikayeti yapmıştı. Tabii ki tüccarlardan da çeşitli şikayetler vardı. Bazıları bize de ulaşmıştı. Bir başka şikayet de, TV'lardaki prime time reklamlarda başka firmaların reklamlarının alınmasının engellendiği şeklindeydi.

2021 yılında Rekabet Kurumu "Algoritmaya müdahele, çeşitli yöntemlerle fiyat kırmak, münhasırlık, hakim durumu kötüye kullanma" gibi nedenlerle Trendyol'a bir soruşturma açtı. Bahsettiğimiz Rekabet Kurumu raporu bu soruşturma çerçevesinde hazırlanmıştı. Ama soruşturma kararı verilmesi öncesinde, ön araştırma raporun hazırlandığı günlerde (nisan 2021'de yayınlandı), ilginçtir; Trendyol soruşturmayı yapan bölümün yöneticisini transfer ediverdi. Tepki yaratan bu haberi kamuoyuna ilk ben duyurdum.

Arkasından bu konuda diğer medya kuruluşlarında da eleştirel haberler çıktı. Olay TBMM'ye yansıdı. Kamu yöneticisinin soruşturduğu özel şirkete geçmesinin yaratabileceği etik sorunlar tartışıldı. Arkasından da Rekabet Kurumu yöneticilerinin soruşturdukları sektördeki firmaya geçişi için süre tanımlayan bir kanun değişikliği geldi (kamu yöneticileri için genel kural vardı ama üstüne Rekabet Kurumu için.)

Rekabet Kurumu cezası sembolik kaldı

Rakabet Kurumu'nun 2021'de açtığı soruşturmanın sonucunda 2023 yılında 61,3 milyon TL ceza verildi. Çünkü Trendyol'un e-pazaryerindeki hakim durumunu, rekabete aykırı olarak kullandığı ve algoritmaya müdahale ederek, pazaryerinde satış yapan üçüncü taraf satıcıların verilerini kullanarak kendi perakende faaliyetine haksız olarak avantaj sağladığı tespit edildi. Ama sadece algoritmaya müdahele şikayetine yönelik ceza verilirken, diğer 2 konuda ceza verilmedi, taahhüt alınmakla yetinildi.

Verilen ceza da şöyle oldu; Rekabet Kurumu cironun yüzde 10’una kadar olan ceza yetkisini binde 5 ceza ile kullandı. 2 kurul üyesi muhalefet şerhi yazdı.

Dolayısıyla 2 Rekabet Kurulu üyesi ve sektörden konuştuğumuz bazı uzmanlar, bu cezanın sembolik olduğunu düşünüyor. Cezanın 552,1 milyon olması gerektiğini belirten 2 kurul üyesinin 318.sayfadan başlayan karşı görüşünde Kurul'un ve ilgili dairenin yoğun gayret ve çabalarına karşın; "rekabet sorunlarının tam bertaraf edecek ve soruşturmayı sona erdirecek taahhüt alınamamıştır" deniliyor. 2 üyenin devam eden görüşlerinde Trendyol'un pazara ve rakiplerine zarar verdiği tespiti var;

2 üyenin bir tespiti de "ciddi ve telafi olunamayacak zararlar doğurma ihtimali" şeklinde. Aşağıda raporun bu bölümünü görüyorsunuz ;

Ayrıca raporda Trendyol'un algoritmalara müdahele ve kendini kayırmaya yönelik 2020 öncesine dair çok sayıda belge bulunduğu da not ediliyor. Google-Facebook kararları çerçevesinde yüzde 2-3 düzeyinde ceza başlangıç düzeyleri hatırlatılıyor ve 552.085.629,57 TL ceza olması gerektiği ve 61,3 milyon TL'nin sembolik kaldığı ve adil olmadığı kaydediliyor.

20-30 milyar TL lisans parası, kanunda değişiklikle silinmeye mi çalışılıyor?

Bir süre önce Yeni Şafak fiziksel gazetesinde ilginç bir manşet ve arka sayfada haberi yer aldı. Linkini veremiyoruz, çünkü daha sonra haber internetten kaldırıldı. Ama haberin ekran resmini almıştık.

Yeni Şafak'ın bu 30 milyar TL'lik hesabını, biz de sektördekilere sorduk. Yeni düzenlemeler geçmez ise, Trendyol’un 2023’te yapılacak olan ciroya bağlı olarak gelecek yıl 18-20 milyar TL civarı bir lisans ödemek zorunda kalacağını söylediler.

Niye bu kadar yüksek?

e-Ticaret kanununda 2022'de yapılan "Pazaryeri" değişikliğinin püf noktası buradaydı. Rekabeti yani pazarda dengeyi sağlamak için, firmaların belli ciroları aşmaması isteniyordu.  Başka deyişle firmaları frenlemek için lisans ücreti katlanıyordu. Anlaşılan Trendyol bunu affettireceğini düşünüyormuş ki, frene basmamış.

Trendyol’un iş yapma sistemini gösterdiği için bir örnek vereyim; kanunda pazar yerleri için yapılan değişikliğin neden önemli olduğunu yazdığım 2022'deki yazı nedeniyle, Trendyol bana o tarihte 1 milyon TL gibi rekor bir tazminatla dava açtı. Ama yazıda bir hata olmadığı için dava ilk celsede düştü. İlginç olan şu; bu tür davalara zaten "Slapp Case" deniliyormuş. Yani yazarı susturmaya, korkutmaya yönelik davalar bunlar. Kazanamayacaklarını bile bile açıyorlar. Trendyol'un davranış tarzını ve konuya verdiği önemi, açtığı davanın rakamından anlayabilirsiniz.

Buna karşılık ne ilginçtir ki, daha önceleri e-ticaret konusu ile ilgilenmemiş bazı yandaş gazeteciler tarafından "muhalifler iyi diyorsa, kanun kötüdürşeklindeki makalelere konu da oldum. O dönemde ortalıkta bir takım tuhaf söylentiler duyduk. Sanırım Fatih Altaylı bunu "ortamı kirlettiler" diyerek ifade etmiş.

Trendyol'un yaklaşımlarına dair bir başka ilginç olay da aşağıda; 

e-Ticaret kanununun 2022 düzenlemeleri sırasında Trendyol "bu e-Ticaret kanunu yabancı sermayeyi kaçıracak" diyordu. Ama kanunun olmadığı dönemdeki yaşananlar nedeniyle, pazardan kaçan yabancı girişim eBay'in alt şirketi olan Gittigidiyor oldu.

Şimdi şöyle diyorlar; "Şirket Singapur'dan mı yönetilsin? Türk yöneticilerin devamı önemli." Aynı fikirdeyim ama Türk yöneticiler yerini korusun, gelirleri yokolmasın derken, pazarı Çinli KOBİ’lere/satıcılara teslim etmeye mi hazırlanıyoruz? Yarın pazarda tekelleşme olursa hem tüketici, hem tüccarlar, hem kuryeler ve de ekonomi açısından ne olur? Dikkatlice düşünmek lazım.

e-Ticaret kanununda Çinli Trendyol'a kıyak mı?

Gelelim neyin değiştirilmeye çalışıldığına; e-Ticaret kanununda Trendyol'un lisans ödemesini hafifletecek birtakım düzenlemeler yapıyorlar;

  1. Lisans parasını düşürmek için, platformlarda yapılan e-İhracat rakamının 2024 için 4 katını indirip öyle hesap yapılacakmış (2025'te 3 kat ve 2026'da 2 kat, o zamana kadar ülkede başka e-Ticaret sitesi kalır mı acaba?)
  1. Yapılan yatırımların da yine 2024 için 4 kat (2025 için 3 ve 2026 için 2 katını) cirodan düşerek lisans ücreti tanımlanacakmış.

Anlayacağınız, pek çok kişinin söylediği gibi, adrese teslim bir kanun değişikliği oluyor gibi gözüküyor. Konuya yakın bir uzmana göre, hesap yapılırsa (takriben) Trendyol'un ödeyeceği lisans ücreti bu indirimler sayesinde 18-20 milyar TL’den, 400 milyon TL gibi bir yerlere düşebilirmiş.

Peki ama ihracat ve yatırım rakamları nasıl denetlenecek? Mesela ihracat diye dropshipping yapılırsa (malum Amazon TEMU'yu görünce hemen soyundu bu işe), ülkenin zararı ne düzeyde olacak?

Ya da diğer şekilde soralım; ülkemizdeki yerel ticareti desteklemek ve korumak, hakkaniyetli ve rekabeti koruyan bir pazar yaratmak istenmiyor mu?

Bu soruyu Karar Gazetesinden İbrahim Kahveci de sormuş;

Biz de benzer soruları soruyoruz ...

e-Ticarette Tekelleşmeye Hayır

Yazının başında her türlü tekelleşmeye karşı olduğumu söyledim. Ama olay bu kadar da değil. Trendyol, Alibaba.com’a ait bir firma. Ülkemiz, 2017'den 2021'e kadar —ihracat yapılsın denilerek— Alibaba'ya üye olan KOBİ'lerin aidatlarını ödedi (en son 2021’de firma başına devlet teşviği 9 bin 590 TL idi, sonra şekil değişti). Ama bu ödenen aidatlar karşılığında ne aldık ya da ihracat oldu mu, olduysa ne kadar oldu bilemiyoruz bile.

Aynı Alibaba.com 2018'de aldığı ilk hisseden sonra, Trendyol'u decacorn haline getiren ikinci hisse alımı ile şirketin yüzde 86,5'una sahip oldu. Şimdi bu yeni düzenleme öncesi sorumuz şu: Hem B2B ve hem de B2C pazarını Alibaba.com'a teslim etmek mi istiyoruz?

Bugün algoritma oynamaları yaptığı raporlanan Trendyol, yarın da acaba platformda yer alan Türk tüccarları, Çinli tüccarlar ile değiştirir mi? Daha doğrusu pazaryerinde artık çoğunluk Türk malları yerine Çin mallarını görüyor olabilir miyiz? İhracat yapalım derken aslında ithalata yeniliyor olabilir miyiz? Dünya (ve özellikle ABD-Çin) büyük bir ticaret savaşı içindeyken, bunun olmayacağını düşünmek naiflik değil midir?

Bütün bunların sonucunda, hem tüketicilerin daha uygun fiyatlı ve çeşitlilik içeren ürünleri bulması açısından hem yerli tüccarların korunması hem de e-Ticaretin çeşitliliği için ve unutmadan ekleyelim kuryelerin gelirleri ve güvenliği açısından e-Ticaretin düzgün yönetilmesi lazım. Özetle ekonomimizin önemli bir bileşeni artık e-Ticaret. Rekabet Kurumu'nu da Ticaret Bakanlığı'nı da, TBMM'yi de e-Ticaret'imizi korumaya davet ediyoruz. 

                                                                 /././

Pullarla Olimpiyat Oyunları'nın kısa tarihi(IV): 1900 Paris Olimpiyat Oyunları -Hayri Cem-

Kadınlar, tenis tekler ve karışık çiftlerde ilk kez Olimpiyat Oyunları'na katıldı. Erkekler için yeni takım sporları futbol ve su topuydu ve atletizm, eskrim, bisiklet, denizcilik ve yüzme etkinliklerine yeni branşlar eklendi.

Bu yıl yapılan Olimpiyat Oyunları aslında Paris Uluslararası Sergi ve Fuarı'nın bir etkinliği olarak düzenlenmiştir. Bu büyük sergi faaliyetinin çok geniş bir alanına yayılmıştı. Olimpiyat Oyunları ise Boulon ormanındaki Croix-Katlan bölgesinde yapıldı.

20 Mayıs'ta başlayıp 28 Ekim'de biten bu oyunlar, tarihin en uzun süren Olimpiyat Oyunları olmuştur. Yarışmalara 26 ülkeden 1225 sporcu katılmıştır.

1896 Atina Olimpiyat Oyunları'nda yer almayan pek çok spor branşı Paris Olimpiyatları'na dahil edilmiştir. Yarışmalara kabul edilen bazı yeni spor branşları şunlardır:

Rugbi, Polo, Savaş Oyunları, Golf, Bisiklet yarışları 25 km, Atçılık yeni yarışma branşlarından bazılarıdır.

Kadınlar, tenis tekler ve karışık çiftlerde ilk kez Olimpiyat Oyunları'na katıldı. Erkekler için yeni takım sporları futbol ve su topuydu ve atletizm, eskrim, bisiklet, denizcilik ve yüzme etkinliklerine yeni branşlar eklendi.

Fuarda düzenlenen birçok etkinlik hakkındaki kafa karışıklığı nedeniyle hangi etkinliklerin gerçekten "Olimpik" olarak kabul edilmesi, hangilerinin edilmemesi gerektiğine karar vermek zordur.

Uluslararası Olimpiyat Komitesi'nin (IOC) bu konuda gerçek bir kontrolü yoktu ve bu nedenle yapılan yarışmalarla ilgili çeşitli başarı sıralama listeleri görmek mümkündür.

Olimpik sporlar sınıflamasına girmeyen, motorbot yarışı, balon yarışı, sualtı yüzme, canlı güvercin vurma ve engelli yüzme yarışı gibi birçok sıra dışı spor ve etkinlik bu fuar kapsamında düzenlenmiştir.

1900 Olimpiyat Oyunları, modern tarihin belki de en sıra dışı Olimpiyat oyunlarıdır. 1904 Olimpiyatları ile birlikte "Gülünç Oyunlar" olarak adlandırılmışlardır. 1900 Olimpiyatları kötü organize edilmiş ve neredeyse kaotikti. Yıllar sonra birçok yarışmacı, 1900 yılında Paris'te uluslararası bir spor etkinliğinde yarıştıklarının farkında bile değildi.

1900 Olimpiyat Oyunları'nda açılış veya kapanış töreni olmadı. Açılış ve kapanış tarihlerinin yorumu tamamen hangi etkinliklerin "Olimpik" olarak adlandırıldığına bağlıdır.

Yarışmalarla ilgili hiçbir resmi yorum yapılmamıştır. Çeşitli kaynaklar farklı etkinlikleri ve yarışmaları listeleyerek Paris 1900'un neden olduğu kafa karışıklığını daha da artırmıştır.

Bu sergi ve fuar bünyesinde yapılan yarışmaların Olimpiyat Oyunları olarak değerlendirilmesini ben şahsen doğru bulmuyorum. Ancak Uluslararası Olimpiyat Komitesi 1900 Paris Fuar'ında yapılan sporları bir Olimpiyat faaliyeti olarak kabul etmiştir.

Fransız posta teşkilatı da Olimpiyat Oyunlarını anımsatacak herhangi bir pul bastırmamıştır. Sadece Sergiyi belirten bir özel posta damgası ve tanıtım amaçlı vinyetleri kullanıma sunmuştur.

                                                          /././

Binlerce şirketin “matrahsız” olmasının sebebi ne olabilir? -Murat Batı-

Vergi adaletinin her yerde sıklıkla konuşulduğu şu dönemlerde vergi yükünün özellikle dolaylı vergiler yoluyla yurttaşa yüklenmiş durumdadır. Başta sermaye şirketleri olmak üzere on binlerce şirketin tabi olduğu kurumlar vergisinden elde edilen hasılatın toplam vergi gelirlerine oranı oldukça düşüktür.

5520 sayılı Kurumlar Vergisi Kanunu uyarınca holdingler, anonim şirketler, limitet şirketler, TV’lerde reklamlarla boy gösteren bankalar, sigorta şirketleri, GSM şirketleri, araba firmaları, gayrimenkul şirketleri ve daha adını sayamayacağım yüzlerce firma kurumlar vergisi mükellefidir.Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası da bu verginin mükellefidir ve kurumlar vergisinde yıllarca vergi şampiyonu bile olmuştur.

Bu kadar devasa holding, bankalar gibi kurumların gelirlerinden alınacak vergilerin tüm ülkeyi ihya edeceği düşünülebilir ama kazın ayağı pek de öyle değil. Bu arada Gelir İdaresi Başkanlığı’nın verilerine göre Haziran 2024 itibariyle faal kurumlar vergisi mükellef sayısı ise 1 milyon 165 bin 695’tir.

Sosyal medyada ve basında kurumlar vergisi mükellefinin bir kısmının hiç vergi vermediği bilgisi dolaşmaya başladı. Gerçekten de vermiyorlar mı sorusuna Hazine ve Maliye Bakanlığı sosyal medya hesabından basın açıklamasıyla duyurdu ve evet vermiyorlar dedi.

Sanıyorum Mehmet Şimşek, özellikle muafiyet ve istisnalara doğrudan müdahale edemediği için asgari kurumlar vergisi uygulamasını getirerek bunun önüne geçmeye çalışacak.

Bu konuyu yani neden hiç vergi vermediklerini ya da çok az vergi ödediklerini  beraber irdeleyelim isterseniz; önce matrahsız ne demek onunla başlayalım.

Matrahsız ne demek?

Matrah, üzerinden vergi hesaplanan teknik, fiziki ve/veya ekonomik unsurdur. Daha basit bir ifadeyle matrah verginin hesaplanması için bulunan değerdir. Vergi matrahının tespiti ülkemiz vergi sistemi içinde genel olarak beyan esasına dayalı bir yöntemle yapılmaktadır. Örneğin Gelir Vergisi Kanunu’nun 83’üncü maddesinde yer alan Hilafına hüküm olmadıkça, gelir vergisi mükellefin veya vergi sorumlusunun beyanı üzerine tarh olunur.” şeklindeki hüküm ile aksi belirtilmedikçe gelir vergisinin beyan üzerine hesaplanacağı belirtilmiştir.

Buna göre KDV, ÖTV, damga vergisi, kurumlar vergisi, gelir vergisi gibi vergiler beyana dayalı olarak tarh edilir (vergi hesaplanır.)

Bu çerçevede -gelir ve kurumlar vergisi özelinde- elde edilen hasılattan kanunen kabul edilen giderler düşüldükten sonra kanunen kabul edilmeyen giderler (düşülmüşse) eklenip şayet bakiye pozitif çıkarsa istisna, muafiyetler ile yapılan bağışlar da indirilmekte ve bu sayede matraha ulaşılmaktadır.

Özetle kanunen kabul edilen giderler düşülür, kanunen kabul edilmeyen giderler (düşülmüşse) eklenir ve bakiye pozitif çıkarsa -mükellefiyet türüne göre- Gelir Vergisi Kanunu m.89 ile Kurumlar Vergisi Kanunu m. 10 maddesinde yer alan indirimler yapılır. Kalan tutar üzerinde de vergi hesaplanır. Şayet kalan tutar sıfır ya da pozitif değilse o zaman matrahsız denilir.

Kurumlar vergisi oranı

Kurumlar vergisi, kurum kazancı üzerinden 2024 yılı için yüzde 25 oranında uygulanacak. Ancak 6361 sayılı Kanun kapsamındaki şirketler, elektronik ödeme ve para kuruluşları, yetkili döviz müesseseleri, varlık yönetim şirketleri, sermaye piyasası kurumları ile sigorta ve reasürans şirketleri ve emeklilik şirketleri için ise yüzde 30’dur. Yani iki farklı oran uygulanmaktadır.

Kurumlar vergisi oranları son yıllarda hep farklı olarak uygulandı. Aşağıdaki tabloda 2017 ve sonrası dönemler için kurumlar vergisi oranları bulunmaktadır.

Böylece son iki yıldır banka, finans ve sigorta şirketleri için daha yüksek oran uygulanmaktadır. 2024 yılı gelirlerine de aynı şekilde uygulanacak.

Ayrıca kurumlar vergisi oranını değiştiren diğer ölçüt de mükellefin ihracatçı olması, imalatçı olması ve sanayi sicil belgesine sahip olması durumunda da değişiklik göstermekte ve belli oranda indirim uygulanabilmektedir.

Kurumlar vergisinin toplam vergi geliri içindeki payı düşük

Aşağıdaki tabloda son 6 yılda tahsil edilen kurumlar vergisi tutarı ve 2024 yılı Bütçe Kanunu’nda hedeflenen kurumlar vergisi ile ilgili yıldaki toplam vergi geliri içindeki oranları görülmektedir. Bu arada 2024 yılının ilk altı ayında tahsil edilen kurumlar vergisi tutarı  ise 465 milyar 847 milyon liradır.

Kurumlar vergisi mükelleflerinin son 6 yılda ödedikleri kurumlar vergisinin (2024 yılı için ise hedeflenen tutarlar) toplam vergi geliri içindeki payları yukarıdaki tabloda görülmektedir. 2024 yılı Bütçe Kanunu’nda hedeflenen ile önceki altı yılın tahsilat tutarlarının ilgili yıldaki vergi hasılatına oranının ortalaması ise yüzde 15,29  olmuştur. Yani son altı yıl ve 2024’te tahsil edilecek kurumlar vergisinin toplam vergi hasılatına oranının ortalaması yüzde 15,29’dur.

Daha basit bir ifadeyle son altı yılda tahsil edilen her 100 TL’lik verginin yaklaşık 15 TL’si kurumlar vergisinden elde edilmiştir. Karşılaştırmak için 2023 yılında tahsil edilen toplam KDV’nin vergi hasılatına oranı yüzde 33,33; ÖTV’nin ise yüzde 20,62; gelir vergisinin ise yüzde 15,41’dir.

Ancak özellikle pandemi sonrası vergi yükünde bir artış olmuş ve enflasyon dolayısıyla da özellikle banka ve finans kurumlarının fahiş kârlarından dolayı son yıllarda bu oran artmıştır. Bu artış son üç yıla özgüdür. Önceki yıllarda kurumlar vergisi tahsilatının toplam vergi hasılatına oranı yaklaşık ortalama yüzde 11-12’dir.

Kurumlar vergisi tahsilatının vergi gelirleri içindeki payı neden düşük?

-İlk neden “yapılan bağışlar” olabilir

Matrah hesaplanmasında -gelir ve kurumlar vergisi özelinde- elde edilen hasılattan kanunen kabul edilen giderler düşüldükten sonra kanunen kabul edilmeyen giderler (düşülmüşse) eklenip şayet bakiye pozitif çıkarsa istisna, muafiyetler ile yapılan bağışlar da indirilmektedir.

Özetle kanunen kabul edilen giderler düşülür, kanunen kabul edilmeyen giderler (düşülmüşse) eklenir ve bakiye pozitif çıkarsa mükellefiyet türüne göre- Gelir Vergisi Kanunu m.89 ile Kurumlar Vergisi Kanunu m. 10 maddesinde yer alan indirimler yapılır.

Ancak bu indirimler ile alakalı özellikle bağış ve yardımların kime ve nasıl yapıldığına da dikkat edilmesi gerekiyor. Örneğin Yeşilay, Afad ve Kızılay’a yapılan nakdi bağışların tamamı indirim konusu yapılabilmektedir. Ayrıca Cumhurbaşkanınca başlatılan yardım kampanyalarına yapılan bağışların tamamı da indirim konusu yapılabilmektedir.

Bunların dışındaki bazı vakıf ve derneklere yapılan bağışların tamamı çoğu zaman gider yazılmayabilir. Burada yüzde 5’lik bir sınır bulunmaktadır. Yüzde 5’lik bu sınır yapılan bağışın yüzde 5’i şeklinde değildir. O yıl beyan edilecek gelir/kurum kazancının yüzde 5’i kadarıdır.

Örneğin bir limited şirketin 2025 yılında yıllık kurumlar vergisi beyanı ile beyan etmesi gereken 2024 yılı kurum kazancı 1 milyon TL olsun ve bu şirket 2024 yılında X derneğine 90 bin TL makbuz karşılığı bağışlarsa; 1 Milyon TL’lik beyanın yüzde 5’i olan 50 bin TL’yi sadece gider yazabilecektir. 40 bin TL’lik kısmı (90 bin-50 bin TL) indirim konusu yapılamayacaktır. Oysa yapılacak bağışın tamamı o yıl beyan edilecek gelirin yüzde 5’i ya da yüzde 5’in altında ise bağışın tamamı gider yazılabilecektir.

Bu nedenle bağışın yapıldığı yer de önemlidir. Çünkü yapılan bağışın indirim konusu olabilmesi için kamu yararına çalışan derneklere  ve/veya  Cumhurbaşkanınca vergi muafiyeti tanınan vakıflara yapılması gerekmektedir.

Cumhurbaşkanınca vergi muafiyeti tanınan vakıfların listesi Gelir İdaresi Başkanlığı’nın web sayfasında yayımlanmaktadır. Yeni Dünya Vakfı, Türkiye İlmi İçtimai Hizmetler Vakfı, Türkiye Gençlik ve Eğitime Hizmet Vakfı (Türgev), Türkiye Gençlik Vakfı (Tügva), Türkiye Diyanet Vakfı, Türk Dünyası Vakfı, Şefkat Vakfı, Albayrak Vakfı, İlim Yayma Vakfı, Ensar Vakfı gibi toplamda 28 Temmuz 2024 itibariyle 329 adet Cumhurbaşkanınca vergi muafiyeti tanınan vakıf bulunmaktadır.

Kamuya yararlı derneklerin hangileri olduğu İçişleri Bakanlığı Sivil Toplumla İlişkiler Genel Müdürlüğü’nün web sayfasında sayılmaktadır. Bu dernekler arasında Sultanahmet Camii Koruma Derneği, Önder İmam Hatipliler Derneği, Mülkiyeliler Birliği Derneği, Hayırlı İşler Yaptırma ve Devam Ettirme Derneği, İlim Yayma Cemiyeti, Hacıbektaş Veli Kültür Derneği, Atatürkçü Düşünce Derneği, Pelikan Grubu olarak bilinen Boğaziçi Küresel İlişkiler Derneği gibi toplamda 28 Temmuz 2024 itibariyle 363 adet dernek bulunmaktadır.

Bu nedenle yıllardır matrahsız olan firmaların kime ne ölçüde bağış yaptığı ya da hangi amaç için bağış yaptığı net bir şekilde incelenerek ortaya konulmalıdır.

Özellikle bu şekilde yapılan bağışların esas amacı göz ardı edilerek sadece kanunun verdiği izin ölçüsü kapsamında değerlendirilmektedir ki bu oldukça sağlıksız bir değerlendirmedir.

-Diğer neden “vergi harcamaları” olabilir

Kurumlar vergisi mükelleflerinin elde ettikleri hasılatın toplam vergi gelirleri içindeki payının düşük kalmasının temeldeki nedeni vergi harcama listesinin kabarıklığıdır.

Vergi harcaması kavramı, en genel anlamda devletlerin gelir toplamını azaltan, standart vergi sisteminden ayrılan ayrıcalıklar veya istisna ve muafiyetler olarak tanımlanabilir. Daha basit bir ifadeyle vergi harcaması Devletin alması gereken vergilerden istisna ve muafiyetler yoluyla almaktan vazgeçmesidir. Vergi harcamaları ile alakalı detaylı analiz için bu yazıya  bakabilirsiniz.

Aşağıda kurumlar vergisine ilişkin son 5 yılın vergi harcama tutarları ile 2024 yılı bütçe hedeflerindeki tutarlar ve ilgili yıldaki vergi gelir (tahmini) içindeki payları yer almaktadır.

Görüldüğü üzere kurumlar vergisine ilişkin vergi harcama tutarının toplam vergi gelirlerinin -özellikle- 2023 yılı içindeki payı yüzde 6,23’tür ki bu oran çok yüksektir. 2024 yılında beklenen ise yüzde 8’e yakındır ki bu oran çok daha yüksektir.

Kurumlar vergisi oranının artışının vergi hasılatını dolayısıyla da toplam vergi geliri içindeki payını artırmak için bu vergi harcama listesinin düzeltilmesi gerekmektedir.

Bu nedenle yapılması gerekenlerin başında kurumlar vergisiyle alakalı vergi harcama listesini sadeleştirmesi gerekmektedir.

Özellikle varlık fonu gibi hazineye katkısı olmayan kurumlara tanınan istisna ve muafiyetleri kaldırması ön koşuldur. Bu rasyonel bir vergileme politikası olacaktır.

Yukarıdaki tabloda kurumlar vergisine ait vergi harcama tutarının vergi gelirleri içindeki payı 2023 yılı için yüzde 6,23’tür. Bu harcama listesinin yarısından bile vazgeçilseydi kurumlar vergisi tahsilatı yüzde 4 civarında yükselecektir. Bu da yaklaşık 140 Milyar TL kadardır.

Aynı şeyi 2024 yılı için de yapsaydık yani kurumlar vergisindeki vergi harcamalarını yarı oranda indirseydik kurumlar vergisi hasılatı yaklaşık 328 milyar TL artabilecekti.

Ezcümle

Vergi adaletinin her yerde sıklıkla konuşulduğu şu dönemlerde vergi yükünün özellikle dolaylı vergiler yoluyla yurttaşa yüklenmiş durumdadır. Başta sermaye şirketleri olmak üzere on binlerce şirketin tabi olduğu kurumlar vergisinden elde edilen hasılatın toplam vergi gelirlerine oranı oldukça düşüktür. Bu şirketlerin tamamı için olmasa da belli bir kısmı için yukarıda belirtilen nedenler gerekçe gösterilerek incelemeye alınıp özellikle bağış ve yardım yoluyla matrah aşındırmasının nedeninin gün yüzüne çıkarılması kafadaki soruların giderilmesi açısından oldukça önemlidir.

                                                                /././

Aşırı sıcaklar ve etkileri: Ne yapmalı? -Mustafa Durmuş-

Gözlerimizin önünde “iklim değişikliği”, “kirlilik” ve” biyoçeşitlilik” kaybından oluşan “üçlü bir gezegen krizi” yaşanıyor. İnsan ve diğer canlıların varlığı ve refahı için sadece aşırı sıcaklar değil, aynı zamanda su, hava ve toprak kirliliği ve biyoçeşitliliğin azalması da çok ciddi bir tehlike oluşturuyor.

Bugünlerde aşırı sıcaklardan şikâyet etmeyen yoktur sanırız. Öyle ki güneş kremi, güneş gözlüğü ve şapka artık sadece tatildeyken değil, normal günlük hayatımızda da evden çıkarken yanımıza almak durumunda kaldığımız zorunlu eşyalar haline geldi. Durum biraz daha kötüleşirse bunlara şemsiye de dâhil olacak gibi görünüyor.

İlk kez üst üste 2 günde küresel sıcaklık rekoru kırıldı!

#CopernicusClimate kurumunun ön verileri 21 Temmuz’da (pazar günü) günlük küresel ortalama sıcaklığın 17,09 dereceye ulaşarak bir önceki rekor olan 17,08 derecenin (6 Temmuz 2023) üzerine çıktığını gösterdi. Üstelik dünyanın ortalama yüzey sıcaklığı bir gün sonra (Pazartesi) 17.15 dereceye ulaşarak, pazar günü kırılan rekoru da geride bıraktı.

Bu arada, temmuz 2023’ten önce dünya sıcaklık rekoru Ağustos 2016’da 16,8 derece olarak kırılmıştı. Ancak geçen yıl Temmuz ayından bu yana en az 57 gün sıcaklıklar 16,8 derecenin üzerine çıktı.

Yeni rekorlar kırılacak!

Copernicus Direktörü Carlo Buontempo yakınlarda yaptığı açıklamada yeni rekorlar kırılacağına vurgu yaptı:

“Asıl şaşırtıcı olan, son 13 ayın sıcaklığı ile önceki sıcaklık rekorları arasındaki farkın ne kadar büyük olduğudur. Şu anda gerçekten keşfedilmemiş bir bölgedeyiz ve iklim ısınmaya devam ettikçe gelecek aylarda ve yıllarda yeni rekorların kırıldığını göreceğiz"(1)

The Guardian Gazetesi’nin yaptığı özel bir haberine göre ise (2), durum çok da uzak olmayan bir gelecekte daha da vahim bir hal alacak. Çünkü dünyanın önde gelen yüzlerce iklim bilimcisi, küresel sıcaklıkların bu yüzyılda sanayi öncesi seviyelerin en az 2,5 derece üzerine çıkmasını, uluslararası kabul görmüş hedefleri aşmasını ve insanlık ve gezegen için yıkıcı sonuçlara yol açmasını bekliyor.

Gezegen 2,5 derece ısınacak!

Tamamı Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli’nden (IPCC) olan katılımcıların neredeyse yüzde 80’i bu yüzyılda en az 2,5 derece, yarısı da en az 3,0 derece küresel ısınma öngörüyor. Sadece yüzde 6’sı uluslararası düzeyde kabul edilen 1,5 derece sınırına ulaşılacağına inanıyor. (3)

Dahası, bilim insanlarının birçoğu, sıcak hava dalgaları, orman yangınları, seller ve hâlihazırda yaşananların çok ötesinde yoğunluk ve sıklıktaki fırtınaların yol açacağı kıtlıklar, çatışmalar ve kitlesel göçlerle dolu "yarı distopik" bir gelecek öngörüyor.

38 trilyon dolarlık küresel ekonomik kayıp!

Diğer yandan, "Nature" dergisinde yayınlanan bir çalışmada, Potsdam İklim Araştırmaları Enstitüsü'nden (PIK) araştırmacılar, bugünden başlayarak CO2 emisyonlarında ciddi kesintiler yapılsa bile, iklim değişikliği yüzünden dünya ekonomisinin 2050 yılına kadar hasılasının yüzde 19’unu (38 trilyon dolar) kaybedeceğini hesaplıyorlar. Bu hesaba, yaşam kaybı veya biyoçeşitlilik gibi iktisat dışı etkiler dâhil değil. Küresel ısınmayı 2,0 derece ile sınırlandırmanın maliyetinden altı kat daha büyük olduğu tahmin edilen bu zarar, son 40 yılda dünya çapında 1.600’den fazla bölgeden elde edilen ampirik veriler kullanılarak hesaplandı. (4)

Bu çalışmada bilhassa, iklim değişikliğinden en az sorumlu olan azgelişmiş ülkelerin, yüksek gelirli ülkelere kıyasla yüzde 60, yüksek emisyonlu ülkelere kıyasla ise yüksek 40 daha fazla gelir kaybına uğrayacağının ve bu ülkelerin aynı zamanda iklim değişikliğinin etkilerine uyum sağlamak için en az kaynağa sahip olan ülkeler olduğunun da altı çiziliyor.

El Niño, Güneşteki dalgalanmalar ve sualtı volkanik patlaması

İnsan faaliyetleri, sıcaklıkları her 10 yılda ortalama 0,1derece arttırıyor. Ancak bu yıl üç doğal faktör daha küresel sıcaklıkların artmasına ve felaketlerin tetiklenmesine yardımcı oluyor: El Niño/La Niña, Güneşteki dalgalanmalar (Güneş enerjisi döngüleri) ve Hunga Tonga-Hunga Ha’apai Yanardağının su altındaki patlaması. Bu faktörler küresel ısınmayı şiddetlendirecek biçimde bir araya geliyor. Daha da kötüsü, alışılmadık derecede yüksek sıcaklıkların devam etmesini bekleyebiliriz ki bu da yakın gelecekte daha da aşırı hava koşulları yaşayacağımız anlamına geliyor. (5)

İklim değişikliği ve artan gıdan fiyatları

İklim değişikliği ve aşırı sıcakların büyük çapta ve yaygınlıkta etkileri söz konusu. Öyle ki bu etkiler bazen hiç beklemediğiniz bir yerde, örneğin bir markette temel gıda maddelerinin artan fiyatları biçiminde karşımıza çıkabiliyor.

Tedarik zincirindeki aksamalar ve işgücü kıtlığı gibi pek çok faktör fiyat artışlarına katkıda bulunsa da Communications Earth & Environment Dergisi’nde yayımlanan yeni bir araştırmaya göre, aşırı sıcaklar hâlihazırda gıda fiyatlarını yükseltiyor ve bu durum daha da kötüleşecek. (6)

Bir diğer çalışmaya göre, sıcaklık artışları gıda ve manşet enflasyonunda doğrusal olmayan, birlikte ve kalıcı artışlara neden oluyor. (7)

Aşırı sıcakların insan ve toplum sağlığı üzerindeki etkileri 

Sıcak yaz günleri her zaman sağlık komplikasyonları riski oluştursa da iklim değişikliğiyle birlikte uzun süreli aşırı sıcak dönemlerinde bunlar artıyor. Artan sıcaklıklarla ilgili hastalık vakalarında bir artış söz konusu olduğundan, daha fazla insan sağlık sorunları yaşıyor ve sağlık hizmetine ihtiyaç duyuyor.

İnsan vücudu, şiddetli soğuğa veya sıcağa maruz kaldığında bile sıcaklığını kendi kendine düzenleyebilecek bir tasarıma sahiptir. Vücut aşırı sıcağa hem artan terleme hem de buharlaşmalı soğutma yoluyla uyum sağlar. Ancak nem seviyeleri buharlaşmayı engellediğinde ve dehidrasyon ve tuz kaybı kan basıncını düşürdüğünde ve elektrolit dengesizliğine neden olduğunda, vücut uzun süre ısıya maruz kaldığında, termoregülasyon için doğal sistemler başarısız olabilir. Bebekler ve küçük çocuklar, hamile kadınlar ve yaşlılar vücut sıcaklıklarını düzenlemekte daha fazla zorlanırlar ve aşırı sıcak olayları sırasında daha büyük risklerle karşı karşıya kalırlar (tıpkı kalp hastalığı, hipertansiyon, diyabet ve solunum yolu hastalıkları gibi kronik tıbbi durumları olan kişiler de olduğu gibi). Kardiyovasküler hastalığın sıcağa bağlı ölümlerin yaklaşık dörtte birinden sorumlu olduğuna inanılıyor. Sıcağa bağlı hastalıklarda daha fazla ayakta ve acil servis başvuruları ve yatarak tedavi söz konusu olması bekleniyor. (8)

Sıcak çarpması

Sıcaklıklarla ilgili hastalıklar arasında en başta ısı krampları, sıcak bitkinliği, cilt kanseri ve sıcak çarpması gibi hastalıklar geliyor. Isı krampları, egzersiz sırasında kas ağrısı veya spazmları ve aşırı terleme ile kendini gösteriyor. Isı bitkinliği, vücut normal çekirdek sıcaklıklarını korumak için mücadele ettiğinde ortaya çıkıyor. Belirtiler arasında hızlı kalp atışı (hızlı nabız), kas krampları, soğuk ve nemli cilt, mide bulantısı veya kusma, yorgunluk, baş dönmesi, baş ağrısı veya bilinç kaybı bulunuyor.

Sıcaklıkla ilgili en ciddi hastalık olan sıcak çarpması, nabzın artmasına, terlemenin azalmasına ve cildin ısınmasına ve kurumasına neden olur. İnsanlar ayrıca baş ağrısı, mide bulantısı, baş dönmesi, kafa karışıklığı veya oryantasyon bozukluğu ve bilinç kaybı yaşayabilir. (9)

Aşırı sıcaklar ve artan psikolojik sorunlar

İklim değişikliği ve buna bağlı olarak görülen aşırı sıcaklar, hâlihazırda neredeyse 1 milyar insanı etkileyen ve dünyanın en büyük hastalık nedenleri arasında yer alan ruhsal bozuklukları daha da kötüleştiriyor. 2021’de yapılan küresel bir araştırma, 16-25 yaş arası insanların yarısından fazlasının iklim değişikliği konusunda üzgün, endişeli veya güçsüz hissettiğini ya da başka olumsuz duygulara sahip olduğunu ortaya koydu. Toplamda yüz milyonlarca insan iklim krizine karşı bir tür olumsuz psikolojik tepki yaşıyor olabilir. (10)

Araştırmacılar, kasırga, sel, kuraklık, aşırı sıcaklar ve yangınların neden olduğu travmadan, kronik bir çevresel kıyamet korkusu olan 'eko-anksiyete'ye kadar iklim değişikliğinin ruh sağlığını etkilediğini ortaya koydular.

Örneğin Imperial College London'da ruh sağlığı üzerine çalışan E. Lawrance, aşırı hava olayları ve afetlerin ani travmatik etkilerinin yanı sıra, "travma sonrası stres bozukluğu, anksiyete, depresyon, madde bağımlılığı gibi uzun bir ruh sağlığı sorunları kuyruğu" oluşturabildiğini ileri sürüyor. (11)

Aşırı sıcaklar ve toplumsal sorunlar

Ancak sıcak hava dalgalarının etkileri bireysel sağlığın ötesine geçiyor. Bunların daha geniş sosyal ve ekonomik sonuçları da söz konusu. Örnek olarak, aşırı sıcaklıklar asfalt erimesinde olduğu gibi kara yolu yüzeylerine zarar verebilir ve hatta demiryolu raylarının bükülmesine dahi yol açabilir.

Isı dalgaları ayrıca elektrik üretimini, mahsul sulamayı ve içme suyu tedarikini etkileyerek su mevcudiyetinin azalmasına neden olabilir. 2022’de kavurucu sıcak, Fransız nükleer santrallerinin daha yüksek nehir sıcaklıkları ve düşük su seviyeleri soğutma kapasitelerini etkilediği için tam kapasitede çalışamayacağı anlamına geliyordu. Araştırmalar, aşırı sıcakların Avrupa’da ekonomik büyüme üzerinde şimdiden olumsuz bir etkiye sahip olduğunu ve büyümeyi son 10 yılda yüzde 0,5’e kadar düşürdüğünü gösteriyor. (12)

Özetle, küresel ısınma ve iklim değişikliği bağlantılı aşırı sıcakların ekonomik, sosyal ve politik sonuçlarını göreceğimiz bir çoklu krizler dönemindeyiz. Aşırı sıcaklara bağlı hastalıklar, ölümler, ekonomik yıkım, iç ve dış göçler, kuraklık ve seller, açlık ve su savaşları bundan böyle daha fazla görülecektir.

Sıcak stresi ve işçi sınıfı

Aşırı sıcakların işçi sınıfını nasıl etkilediği bir diğer önemli konu. Öyle ki Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO) tarafından hazırlanan yeni bir rapor, dünya genelinde daha fazla işçinin sıcak stresine maruz kaldığı konusunda uyarıda bulunuyor.

“Sıcak stresi, görünmez ve sessiz bir katildir ve hızla hastalığa, sıcak çarpmasına ve hatta ölüme neden olabilir”. Rapor, sıcak stresinin zaman içinde işçilerde ciddi kalp, akciğer ve böbrek sorunlarına da yol açabileceğinin altını çiziyor. (13)

Rapor, özellikle de Afrika, Arap ülkeleri ile Asya ve Pasifik'teki işçilerin en fazla aşırı sıcağa maruz kaldığını ileri sürüyor. Bu bölgelerde işgücünün sırasıyla; yaklaşık yüzde 93’ü, yüzde 84’ü ve yüzde 75’i aşırı sıcaklardan etkileniyor. Bu rakamlarsa mevcut en son rakamlara göre (2020) küresel ortalama olan yüzde 71'in oldukça üzerinde.

Keza, 2020 yılında küresel çapta 4.200 işçi sıcak hava dalgaları nedeniyle hayatını kaybetti. Toplamda 231 milyon işçi 2020 yılında sıcak hava dalgalarına maruz kaldı ve bu rakam 2000 yılına göre yüzde 66’lık bir artışa işaret ediyor.

ILO'nun raporunda yer alan tahminlerine göre, özellikle düşük ve orta gelirli ekonomilerde işyerlerinde aşırı sıcaktan kaynaklanan yaralanmaların maliyeti GSYH'nin yaklaşık yüzde 1,5'ine ulaşabiliyor. (14)

Sermaye kesimi ise aşırı sıcakların insan ve işçi sağlığı üzerindeki yıkıcı etkilerinden ziyade, bu gelişmelerin işçilerin verimliliğini, kâr marjlarını ve şirketlerin borsa değerlerini nasıl etkileyeceği konusunda endişeleniyor.

Yani ne büyük sermaye medyası ne de sermaye lobicilerine bağlı olan politikacılar, iktidarlar emek sömürüsü ve iklim değişikliğinin kesişim noktasını dürüstçe ele alıyorlar.

Aşırı sıcaklar, çocuklar ve gençler

Bugünlerde doğan bir çocuğun, yaşamı boyunca, büyükanne ve büyükbabalarının karşılaştığından ortalama olarak birkaç kat daha fazla aşırı iklim olayına maruz kalması muhtemeldir.

Hele Türkiye gibi, dünyada 0. 444 Gini katsayısı ile en eşitsiz gelir dağılımına sahip ilk 10 ülke arasında yer alan ve Dünya Mutluluk Endeksi’nde 143 ülke arasında 98’inci sırada yer alan bir mutsuzlar ülkesinde (15) doğan bir bebeğin, bebekliği, çocukluğu, gençliği ve hayatının geri kalan kısmı da büyük ihtimalle yoksulluk ve yoksunluklar içinde geçecektir.

Bu çocukların bir kısmı gençliklerinde örneğin büyük fedakârlıklarla üniversitede okuyup mezun olacaklar ama özel sektörde eğitimine uygun iş bulamayacakları gibi, güvenlik soruşturmaları ve kayırmacılık nedeniyle de kamuda da işe giremeyecekler. Başka ülkelere göç istediklerinde vize alıp gidemeyecekler. Seslerinizi çıkartmak istediklerinde ise devletin sopası başlarına inecek ve hak ve özgürlüklerin, insanca yaşamın ne olduğunu bilmeden yaşamak zorunda kalacaklar. Bir de sebebi olmadıkları küresel ısınmanın ve aşırı sıcakların yok edici sonuçlarına katlanacaklar.

Sonuç yerine

Gözlerimizin önünde “iklim değişikliği”, “kirlilik” ve” biyoçeşitlilik” kaybından oluşan “üçlü bir gezegen krizi” yaşanıyor. İnsan ve diğer canlıların varlığı ve refahı için sadece aşırı sıcaklar değil, aynı zamanda su, hava ve toprak kirliliği ve biyoçeşitliliğin azalması da çok ciddi bir tehlike oluşturuyor.

Bu tehlikelerin ortak özelliği, kapitalizmin maksimum kâr elde edebilmek için doğayı tahrip etmesi çabasıdır. Çünkü insan ve doğa arasındaki ilişkiyi etkileyen kararların çoğu, kapitalist sistemin kâr amaçlı ve piyasa odaklı araçsal değerlerine ve değişim değeri ve meta fetişizmine dayanan “faydacı bir yaklaşımı” esas alıyor.

Bu faydacı yaklaşım doğaya yalnızca insanlar için “yararlılığı” temelinde değer veriyor ve doğanın yalnızca kaynak sağlayan veya insan toplumlarının bağımlı olduğu temel ekosistem hizmetlerini sağlayan kısmının korunması gerektiğini savunuyor. Oysa yaşayan dünya, doğanın korunmasına yönelik faydacı yaklaşımın çok ötesinde bir değerler çoğulluğuna sahiptir.

Özetle, nasıl sermaye işçilerin yaşamlarını çok az önemsiyorsa, iklim krizi ve aşırı sıcaklar da gelecek nesiller için yaşanabilir bir gezegen sağlamak için değil, kapitalistlerin kârlarını ve rantlarını en üst düzeye çıkarmak için tasarlanmış bir ekonominin öngörülebilir neticeleridir.

Yani aşırı sıcaklar kâr sürümlü kapitalist büyümenin ve kapitalist sistemin koruyucusu devletlerin izledikleri doğa karşıtı politikalarla ekoloji üzerinde yarattığı tahribatın ortaya çıkardığı sonuçlardır.

Bu nedenle de “aşırı sıcaklar” ciddi ekonomik ve sosyal sorunlara neden olan, aynı zamanda da bundan en büyük büyük zararı gördükleri için azgelişmiş ülkeleri daha da gerilere iten bir sorun olarak ve daha da önemlisi, emek üzerindeki etkileri çerçevesinde, bir insan hakları ve işçi hakları ve emek sömürüsü meselesi olarak ele alınmalıdır.

Özcesi, iklim değişikliği ile uğraşmanın ötesine geçerek, ona neden olan kapitalist sistemi, doğa ile uyumlu bir sistemle değiştirmek için mücadele etmek gerekiyor.

Dip notlar:

  • https://news.sky.com/story/truly-staggering-world-breaks-hottest-day-record-for-second-day-in-a-row (24 July 2024.)
  • https://www.theguardian.com/environment/article/world-scientists-climate-failure-survey-global-temperature (8 May 2024.)
  • https://www.theguardian.com/environment/article/world-scientists-climate-failure-survey-global-temperature (8 May 2024.)
  • https://scienceblog.com/543790/climate-change-to-cost-global-economy-19-by-2050-study-finds (17 April 2024.)
  • https://theconversation.com/global-temperatures-are-off-the-charts-for-a-reason-4-factors-driving-2023s-extreme-heat-and-climate-disasters (27 July 2023.)
  • https://truthout.org/articles/extreme-heat-is-driving-up-food-prices-and-its-only-going-to-get-worse (29 March 2024.)
  • Maximilian Kotz, Friderike Kuik, Eliza Lis & Christiane Nickel, “Global warming and heat extremes to enhance inflationary pressures”, https://www.nature.com/articles, Communications Earth & Environment cilt 5, 116 (2024)
  • https://www.americanprogress.org/article/the-health-care-costs-of-extreme-heat (27 June 2023.)
  • Helen Pearson, “The rise of eco-anxiety: scientists wake up to the mental-health toll of climate change”, https://www.nature.com (10 April 2024.)
  •  
  • https://theconversation.com/european-heatwave-whats-causing-it-and-is-climate-change-to-blame (14 July 2023.)
  • https://www.ilo.org/resource/news/more-workers-ever-are-losing-fight-against-heat-stress (25 July 2024.)
  • World Happiness Report 2024; https://x.com/EconomyInformal/status/1816936249573409241 (27 Temmuz 2024.)

                                                     /././

Olimpiyatlar: “Öteki oyunlar” önde, spor arkada -Yalçın Doğan-

Her olimpiyatta mutlaka bir sorun var. Şimdi Paris’te göçmenleri kovmalar, ülkeleri dışlamalar, katılan bazı ülkelerin rahatsızlığı... Olimpiyatların yerleşik sloganı “citius, altius, fortius”, daha hızlı, daha yüksek, daha güçlü, artık çok daha düşündürücü.

Önce göçmenler sürülüyor Paris’ten. Olimpiyatlar başlamadan önce.

Fransız polisi Paris’te yaşayan göçmenlerin kapılarına dayanıyor, onları topluca otobüslere bindirerek, Paris’ten uzaklaştırıyor ne olur ne olmaz diyerek!..

Cezayir kafilesi açılış töreninde geçerken Seine Nehri’ne protesto niyetine çiçek atıyor. 1961 yılında Cezayir’in Bağımsızlık Savaşı’na destek veren Paris’teki Cezayirlilerin bir bölümü gösterilerde polis tarafından öldürülüyor. Yaklaşık iki yüz Cezayirli’nin cesedi Seine Nehri’ne atılıyor. Cezayir kafilesi öldürülen yurttaşlarının anısına nehre çiçek atarken, bir dönemin şöhretlerinden Cezayir asıllı Fransız futbolcu Zinedine Zidane Olimpiyat Meşalesini taşıyanlar arasında yer alıyor.

Güney Kore Seine Nehri’ndeki geçiş töreninde Fransızca ve İngilizce “Kore Demokratik Halk Cumhuriyeti” olarak anons ediliyor, yani can düşmanı “Kuzey Kore” diye tanıtılıyor.

Bunlar ayrı ayrı iz bırakıyor.

“Son akşam yemeği”

Açılış törenine damga vuran asıl sahne başka.

Eleştirilerin odağında “Son Akşam Yemeği” var. Leonardo Da Vinci imzasını taşıyan bu tabloda Hz. İsa’nın çarmıha gerilmesinden önce havarileriyle yediği son yemeği tasvir ediliyor. Olimpiyatların açılış töreninde “Son Akşam Yemeği” tablosundaki havariler travesti erkeklerin koreografisi ile temsil ediliyor ve kıyamet kopuyor.

Fransa ve Amerika’da sağ siyasetçiler gösteriyi “Hıristiyanlığa hakaret” diye niteliyor. “Sapkınlığın dayatılması” yorumları hiç az değil. “Herkesin kendi cinsel tercihi, onlara da saygı duymak gerekir” diye başlayan hoşgörü, “ama” diyerek, protestoya dönüşüyor.

Açılışta o sahneye ilk tepkileriden biri TRT’den geliyor, TRT canlı yayını kesiyor. Herkes “ne oluyor” diye sorarken, iş kısa sürede anlaşılıyor. Yayını kesmesine rağmen, eleştiriler artınca, TRT acele bir program yapıyor. Orada ne ararsanız var:

“-Bu bir kültürel savaş ilanıdır.

-LGBT (lezbiyen, gay, biseksüel, travesti) gibi, bir sapkın ideoloji dünyaya kabul ettirilmek isteniyor.

-130 yıllık Olimpiyatlar tarihinde böyle bir dayatma ve rezillik görülmemiştir.”

Bizdeki İslamcılar da devreye giriyor:

“Katar’da oynanan Dünya Kupası açılışında Kur’an okunmuş ve bütün dünya bunu olumlu karşılamıştır ama, şimdi Paris’te Hıristiyanlar gibi, İslam Alemi de rencide edilmiştir.”

O programlarda kimsenin aklına “herkesin kendi tercihidir ve bu aslında bir özgürlük konusudur” demek gelmiyor, Çünkü alanı ne olursa olsun, özgürlükler ve biz, çoktan ayrı yerlere savrulmuşuz!.. Kafalar ve vicdanlar kilitlenmiş!..

 İsrail in, Rusya out

1980 Moskova Olimpiyatları...

Başta Amerika, Almanya, Japonya sporun çeşitli dallarında ve siyasette iddialı pek çok Batı ülkesi Moskova Olimpiyatlarını boykot ediyor.

Sebep:

1979’da Sovyetler Afganistan’ı işgal ediyor. ABD Başkanı Carter Sovyet Lideri Brejnev’e işgali kaldırması için çağrıda bulunuyor. Sovyetler askerlerini çekmiyor.

Bunun üzerine, Amerika önderliğinde 65 ülke Moskova Olimpiyatlarına katılmıyor.

Ya bugün?..

Bugün de Paris Olimpiyatları’na Rusya çağrılmıyor.

Sebep:

“Rusya’nın Ukrayna ile savaşması.”

Bu durumda...

İsrail’i nereye koymak gerek?..

İsrail aylardır Gazze’de 21. yüzyılın ilk büyük soykırımını gerçekleştiriyor, bütün dünya bunu izliyor ama, İsrail Paris’e davet ediliyor!..

Oysa...

1976 Montreal Olimpiyatları...

Aynı gerekçe.

Siyahlara karşı yıllarca insanlık dışı ırk ayrımı uygulayan Güney Afrika Cumhuriyeti Montreal Olimpiyatları’na katıldığı için 24 ülke oyunları boykot ediyor.

O boykotçu 24 ülke bugün İsrail ile aynı oyunlarda, Paris’te!..

Geçişteki sıralama

İnsana “ne açılıştı ama” dedirtecek pek çok sahnesi var.

Bütün Paris’i içine alan muhteşem bir koreografi, olağanüstü bir görsellik, pop starlar, adı konulmamış siyasi çekişme ve itişme, protesto, çok şey var.

Bir de Seine Nehri’nden teknelerle geçerken ülkelerin sıralaması var. Ülkeler İngilizce baş harflerine göre alfabetik sırayla geçiyor.

Buna karşılık...

Hadi Fransa’yı anladık, o ev sahibi, Fransa, Amerika ve İngiltere alfabetik sıranın dışında, en son geçiyor.

Neden?..

Diğer ülkelere, “en büyük biziz” cakası mı?..

Çağdaş sanatın pek çok dalını içeren, şölen tadında o canlı koreografiye ve törenin aksamayan akışına rağmen, açılış bir yanıyla da “dünyadaki huzursuzluğun ve eşitsizliğin” aynası.

Her olimpiyatta mutlaka bir sorun var. Şimdi Paris’te göçmenleri kovmalar, ülkeleri dışlamalar, katılan bazı ülkelerin rahatsızlığı...

Olimpiyatların yerleşik sloganı “citius, altius, fortius”, daha hızlı, daha yüksek, daha güçlü, artık çok daha düşündürücü.

(T24)