1 Ağustos 2024 Perşembe

T24 "KÖŞEBAŞI" + "GÜNDEM" -1 Ağustos 2024 -

 Cumhurbaşkanlığı hapis inadından vazgeçmedi, Genco Erkal yargılanırken “sanık” olarak veda etti -Gökçer Tahincioğlu-

Kanser tedavisi süren Genco Erkal, Yargıtay’daki dosyası karara bağlanmadan, hakkındaki karar kesinleşmeden, sanık sıfatı devam ederken, “hoşça kalın dostlarım” diyerek yaşama veda etti. Şimdi kayıtlara, davasının ölüm nedeniyle “düşmüş” sayılacağı girilecek. Türkiye, dev bir sanatçıya böyle veda etmiş olacak.

Usta sanatçı, politik tiyatronun öncülerinden, Nazım Hikmet’in unutturulmak istenen sesi Genco Erkal, hayatını kaybetti.

Üstelik resmen, Cumhurbaşkanlığı’nın cezaevine girmesi, hapis cezası alması inadını sürdürmesi nedeniyle yargılanırken.

Erkal, elbette mahkemelere yabancı değildi, yasaklara alışkındı, Türkiye’de politik tiyatro yapıyordu ve halkın nelerle karşı karşıya olduğunu biliyordu.

Oynadığı "Hakkari’de Bir Mevsim" Almanya’da ödül kazanmasına rağmen, askeri darbe tarafından Türkiye’de yasaklanmadan önce de sonra da Türkiye’nin neden bu konularda bir küçük adım ilerleyemediğini en iyi bilen isimlerden biriydi.

Ama herhalde yargılaması sürerken hayatını kaybedeceğini, hakkındaki beraat kararı kesinleşmeden, memleketin Cumhurbaşkanlığı’nın “cezalandırın” inadı nedeniyle “sanık” konumunda veda edeceğini o da tahmin etmemişti.

Nasıl mı oldu?

Gezi davası gibi bir davaya bile “katılan” sıfatıyla katılmayan Cumhurbaşkanlığı, Genco Erkal’ın cezalandırılması için üç yıl boyunca nasıl mı mücadele etti?

Baştan başlayalım…

Genco Erkal ve avukatı eski İstanbul Barosu Başkanı Turgut Kazan

"Paylaşımlarımda hakaret yoktur. Hiçbir zaman olmadı. İddianame kabul edilirse mahkemede sadece kendimi değil, başta Cumhuriyetin temel değerleri olmak üzere, doğayı, demokrasiyi, insan haklarını, ifade özgürlüğünü savunacağım. Bana bu fırsatı verdikleri için teşekkür ediyorum."

2021’de, 83 yaşındayken hakkında Cumhurbaşkanı’na hakaret suçundan dava açılan Genco Erkal’ın, iddianameye yönelik ilk tepkisi bu olmuştu…

Erkal, bu suçtan yargılanan tek kişi değildi elbette. 2014-2021’de, bu suçtan 38 bin dava açıldığı kayıtlara girmişti. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin kararlarına rağmen, bu suç hapis cezası kapsamından çıkartılmamıştı.

Ancak Genco Erkal’a kadar uzanması, Türkiye’nin en önemli sanatçılarından birinin 83 yaşında mahkemelik edilmesi, Cumhurbaşkanlığı avukatlarının davayı takip edip, ceza istemesi, haklı olarak, hala şaşırtabiliyordu insanları…

Zira Erkal hakkında açılan davanın kendine özgü yanları vardı. Erkal’ın, sosyal medya hesabı geriye doğru taranmış, üç ayrı twitter mesajı saptanmıştı. Her biri için ayrı hesap yapılmış, 1 yıl 2 aydan 4 yıl 8 aya kadar hapsi talep edilmişti. İstanbul Başsavcılığı, suçun zincirleme ve aleni işlendiğini belirterek cezanın arttırılmasını da istemişti.

Neydi suç olan? Savcılığa göre şu üç sosyal medya mesajı:

-7 Haziran 2016: Ailenin çocuk doğurup doğurmayacağına karışacağına diplomayı ortaya bir koy bakalım. Arkadaşın rektörden de olsa, sahte de olsa görelim şunu.

-16 Kasım 2016: Başkanlık sistemi yetmez. Türk usulü çobanlık sistemi olsun.

-16 Ağustos 2020: 'Erdoğan, Ayder Yaylası'nda 2022'ye kadar çalışmanın bitirilmesini hedefliyoruz.' Eyvaaah, güzelim doğa harikası Ayder Yaylası'nı bitirmeye karar vermiş. Parmağının değdiği yeri beton edip kurutuyor."

5 yıl sonra işleme konulan ihbar

Hadi, bu sosyal medya mesajlarının benzerlerine de dava açılıyor diyelim. Sembol olmuş sanatçının mahkeme kapılarına gelmesine neden olan inceleme neden yapılmıştı?

İddianameye göre, 20 Temmuz 2016'da İ.K. adlı kişi tarafından e-mail yoluyla Emniyet'e hakkında ihbarda bulunulmuştu. Beş yıl sonra aniden bu ihbar savcının gündemine gelmiş, yetinmemiş sosyal medyasını taramıştı Erkal’ın. Ve sonuçta 2021’de bu üç ayrı mesajı suç saymıştı.

İlk ifadesinde, savcıya şunları söylemişti usta sanatçı:

"Hiçbir zaman hakaret yoluna başvurmadım. Bunu kendime yakıştırmam. Ben cumhurbaşkanlığı sistemine, çevre katliamlarına, laik bir ülkede sürekli din olgusunun siyasi malzeme olarak kullanılmasına, ifade özgürlüğünün kısıtlanmasına, insanların düşünceleri nedeniyle hapis yatmasına, yoksulları daha yoksul kılan bir düzene karşıyım. Buna ilişkin görüşlerimi eleştiri sınırları içerisinde aktardım."

Buna rağmen savcı davayı açtı. Duruşmalar İstanbul 16. Asliye Ceza Mahkemesi'nde yapıldı. Erkal, sanatçı dostlarının da takip ettiği, avukatlığını eski İstanbul Barosu Başkanı Turgut Kazan’ın yaptığı o duruşmada kendini şöyle savundu:

“Öncelikle Twitter paylaşımlarımda hiçbir hakaret unsuru olmadığına yürekten inandığımdan böyle bir dava açılacağını hiç beklemediğimi ifade edeyim. Dava açıldığına göre şimdi burada söz konusu tweetleri teker teker ele alıp savunacağım. Ayder Yaylasından başlayalım. Bu iktidarın doğayla arası pek parlak olmamıştır. İnşaat ve beton aşkı her zaman doğa aleyhine çalışmıştır. Onlar için önemli olan pazarlanacak yeni rant alanları yaratmaktır. Toprağı, alınıp satılacak arsa olarak görürler. Doğaya verilen zararlar konusunda tipik örnekler arasında Kaz Dağında maden aramaya izin verilmesi, halkın karşı koymasına rağmen İkizdere’de taş ocaklarına ruhsat vererek doğanın tahrip edilmesi, özel koruma altındaki kıyıların imara açılması sayılabilir. Cumhurbaşkanı da zaman zaman bizzat özeleştiri yaparak, örneğin İstanbul için şunları söylemiştir: ‘Biz bu şehre ihanet ettik. İstanbul’un kıymetini bilemedik. Bundan ben de sorumluyum.’ Bu paylaşımlar bir eleştiridir, hakaret içermez. İddia makamının bunun kabul edilmesi sevindirici. Diploma meselesi yıllardır tartışılıyor bunu tek söyleyen ben değilim. Çobanlık konusunda Cumhurbaşkanının kendisi de 'ben de çobanım' diyerek kabul ediyor burada hakaret olamaz. Beraatımı talep ediyorum.”

Fransa’da iki, Türkiye’de 38 bin

Avukat Kazan da savunmasında çarpıcı o noktayı işaret ederek şunları söylüyordu:

“Cumhurbaşkanına hakaret davaları Türkiye’de bir baskı aracı olarak kullanılıyor. Fransa’da bu suçtan iki dava açılmış. Türkiye’de sadece 7 yılda 169 bin soruşturma, 38 bin 608 dava açıldı.”

“Hoşça kalın dostlarım”

Savcılık, görüşünü değiştirip, 2022’deki üçüncü duruşmada Erkal’ın beraatini talep etti. Savcı, bu kez,

anayasanın düşünceyi açıklama ve yayma hürriyeti ile ilgili 26. Maddesi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin ilgili içtihatlarına göre Erkal’ın politik paylaşımlarda bulunmasının doğal olduğunu söyledi. Mahkeme de bu görüş doğrultusunda beraat kararı verdi.

                                                      ***

Ancak burada bitmedi.

Avukatı Turgut Kazan’ı bile şaşkına düşüren ve aslında düşürmeyen bir süreç yaşandı.

Cumhurbaşkanlığı, karara itiraz etti.

Erkal’ın mutlaka ceza alması gerektiğini düşünüyordu Cumhurbaşkanı’nın avukatları.

İstinaf mahkemesi, ayrıntılı bir gerekçeyle beraat kararını yerinde buldu.

Cumhurbaşkanı’nın temsilcisi avukatlar yine vazgeçmedi.

Artık 86 yaşına gelmiş sanatçıyla ilgili istinaf kararını da temyiz ettiler.

Cezaevine girse rahatlayacaklardı.

Ve kanser tedavisi süren Genco Erkal, Yargıtay’daki dosyası karara bağlanmadan, hakkındaki karar kesinleşmeden, sanık sıfatı devam ederken, “hoşça kalın dostlarım” diyerek yaşama veda etti.

Şimdi kayıtlara, davasının ölüm nedeniyle “düşmüş” sayılacağı girilecek.

Türkiye, dev bir sanatçıya böyle veda etmiş olacak.

Ve birileri aynı biçimde “bunu cezalandırın, onu da hapse atın, bunu da yasaklayın” demeyi sürdürecek.

Ancak hiçbirinin adı Genco Erkal gibi hatırlanmayacak, bilinmeyecek…

                                                          /././

Pullarla Olimpiyat Oyunları'nın kısa tarihi(VII): 1908 Londra Olimpiyatları -Hayri Cem-

Açılış töreninde, sporcular ülkelerinin bayrakları ile Kral ve Kraliçe'nin önünden geçerek bayraklarını öne doğru eğmeleri gerekiyordu. ABD sporcuları bu kurala uymayarak Kral'ın önünden bayrakları dik olarak geçtiler. Finli sporcular ise Rusya bayrağı altında yürümeyi reddederek bağımsız yürüdüler

Bu Olimpiyat Oyunları da, 1900 Paris ve 1904 St. Louise gibi bir fuarın bünyesinde gerçekleştirilmiştir.

1908 Franco-British Exhibition, Londra'da 14 Mayıs - 31 Ekim 1908 tarihleri arasında düzenlenen büyük bir uluslararası fuardı. Sergi, İngiltere ve Fransa arasındaki Entente Cordiale anlaşmasını kutlamak amacıyla organize edilmiştir. Sergi, White City olarak bilinen Batı Londra'daki geniş bir alanda gerçekleştirildi.

Olimpiyat Oyunları ise 17 Temmuz 1908'de başlamış ve Fuarın bitiş tarihi olan 31 Ekim 1908'de sona ermiştir.

Oyunların açılışını Kral VII. Edward ve Kraliçe Alexandra birlikte yapmışlardır. Oyunlara 22 ülkeden 2035 sporcu katılmıştır.

Kral VII. Edward ve Kraliçe Alexandra

Oyunların açılış töreni gerilimli oldu. O dönemde ABD ile İngiltere arasında birçok anlaşmazlık vardı. Özellikle, iki ülke arasındaki denizcilik hakları ve ticaret konularındaki anlaşmazlıklar, zaman zaman gerilimlere neden oluyordu. Bunun yanı sıra, İngiltere'nin sömürgecilik politikaları ve İrlanda sorunu bu gerilimi artıyordu.

Finlandiya ise Rusya'nın bir bölgesi olarak kabul edildiğinde, bağımsız olarak katılmaları engellenmişti.

Açılış töreninde, sporcular ülkelerinin bayrakları ile Kral ve Kraliçe'nin önünden geçerek bayraklarını öne doğru eğmeleri gerekiyordu. ABD sporcuları bu kurala uymayarak Kra'lın önünden bayrakları dik olarak geçtiler.

Finli sporcular ise Rusya bayrağı altında yürümeyi reddederek bağımsız yürüdüler.

Bu Olimpiyat Oyunları'nda da yeni spor branşları ve dalları yarışmalara dahil edilmiştir. Atletizmde 400 metre takım koşusu ve 1600 metre bayrak yarışları ve 100 km bisiklet yarışları bu yeni yarışma kategorilerinden bazıları idi.

Bu Olimpiyat Oyunları'nda yaşanan ilginç bir olay da Maraton yarışlarında yaşanmıştır. Dorando Pietri adlı İtalyan atlet yarışın son bölümünde aşırı yorgunluktan dolayı bitiş çizgisine ulaşmakta zorlanmış ve yarış yetkilileri tarafından fiziksel olarak desteklenmişti.

Bu yardım nedeniyle, ilk olarak birinci olarak bitirdiği ilan edilmesine rağmen, daha sonra diskalifiye edilerek zaferi Amerikalı Johnny Hayes'e verilmiştir.

1908 Olimpiyatları'nın ilginç bir yanı da kış sporlarına giren buz pateni ve daha sonra Olimpik spor kategorisinden çıkartılacak olan çim hokeyi, motorbot ve yatçılık yarışmalarının düzenlenmiş olmasıdır.

İlk kez Avusturalya ve Yeni Zelanda, Australasia adı altında yarışmalara tek bayrak altında katılmışlardır. Çim hokeyinin de bu ülkenin talebi üzerine yarışmalara dahil edildiği yazılmıştır.

1900'lü yılların başı Sanayi Devrimi'nin yükselişe geçtiği yıllardır. Sanayileşmede ileri çıkmış ülkeler ürünlerini pazarlayabilmek için büyük fuar ve sergiler açarlardı. Bu fuar ver sergileri ilginç kılmak için, müzik, tiyatro, eğlence programları düzenlerlerdi.

1900 Paris, 1904 St. Louise ve 1908 Londra Fuarları spor müsabakalarının da dahil edilmesinin amacı bu fuarları popülerliğini artırmaktır. Bu fuarlardaki yarışmaların Olimpik olarak kabul edilmesine şahsen katılmıyorum. 1896 Atina Olimpiyatları'ndan sonra, sadece Olimpiyat Oyunları olarak gerçekleştirilen ilk organizasyon 1912 Stokholm oyunlarıdır.

                                                              /././

İyi ki doğdunuz Genco Erkal -Mine Söğüt-

Şu ölümlü dünyada, 86 yılın sonunda, bize usulca ve üslubunca ne güzel veda ettiniz. Sizinle aynı çağda yaşamış olmak bir değil birçok nesil için büyük şans

“Resimlerdeki kuşlar gibi

dizilip üstüne kumsalın,

mendil sallamayın bana.

İstemez...” 

demişsiniz ya geride bıraktığınız o son şiirli notta…

Bu mümkün mü?

Biz illa o kumsala dizileceğiz, o mendilleri kalplerimizin en derin yerlerinden çıkaracağız ve ardınızdan sallayacağız.

Sizin için değil… kendimiz için. Çünkü siz gittiniz, biz kaldık. Hem de çok kötü bir zamanda, çok kötü bir ülkede, bir kez daha yapayalnızlığımızla...

Ömrünüzü adadığınız, nefesinizi tükettiğiniz, inadınızı bilediğiniz davanızın mirasını hak etmeyen bu ülkenin en kıymetli insanlarından biriydiniz.

Yasaklandınız, yargılandınız ama hiçbir zaman yılmadınız.

Düzene çomak soktunuz, tuzaklarına düşmediniz, “çobanın koyunu” olmayı hep reddettiniz.

Yaptığınız işe saygınız da inancınız da büyüktü.

O yüzden sizi reklamlarda izlemedik, sabun köpüğü dizilerde seyretmedik, siyasi sofralarda görmedik. Biz sizi tanıdığımız ilk günden beri ağzınızdan çıkan her cümleye, attığınız her adıma, durduğunuz her noktaya güvendik.

“Gerçek” sanatçı nasıl olunur, biz bunu sizden öğrendik.  

Bundan sadece iki yıl önce “Cumhurbaşkanına hakaretten” yargılanırken bile kendinizi savunmadınız; savunma adı altıda sözünüzü sakınmadan “tek adam” iktidarını yargıladınız.  

Sahnede o karakteristik ve benzersiz sesinizle “Ben yanmazsam, sen yanmazsan, nasıl çıkar karanlıklar aydınlığa” derken bir şairin sözünü tekrarlamadığınızı, o şiirin duygusunu çoğaltıp, sizi o an orada dinleyenlere soylu bir direnç aşıladığınızı anlamak için solcu ya da devrimci olmak gerekmiyordu, “insan” olmak yetiyordu.

Brecht’in Nazım’ın ya da İonesco’nun cümlelerini bize aktarırken sadece bir metni dillendirmiyordunuz, o metne kendi sahiciliğinizi de ekliyordunuz.

Vaktimiz de vardı, fırsatımız da nasıl “aydın” olunacağını, haksızlıklar karşısında nasıl dimdik durulacağını, özle sözün nasıl bir olacağını, iktidarlara nasıl kafa tutulacağını ve sanatın aslında en zor zamanlarda bile ne işlere yarayacağını eğer istesek, sizden öğrenebilirdik.

Ama ne istedik… ne de öğrendik.

Ve siz bunu dert etmediniz. Bildiğinizi okumaya devam ettiniz.  Verdiğiniz onca çabaya rağmen yola girmeyen ve her şeyi uçuruma sürükleyen bu ülkeye hiç küsmediniz.

Son nefesinize kadar insanlara inatla “bir şey” anlatmaya çalıştınız.

Veda notunuzda bile…

Bu ülke gerçek şairlerini, gerçek gazetecilerini, gerçek sanatçılarını, gerçek aydınlarını hiçbir zaman sevmedi, sevemedi.

Hep sahtelerine meyletti.

Siz bunu hiç umursamadınız ve ülkeyi de insanını da, davanızı da sevmeye ve insanın içindeki “iyi”ye inanmaya devam ettiniz ya…

Bu inadınız bize en büyük mirasınız.

Şu ölümlü dünyada, 86 yılın sonunda, bize usulca ve üslubunca ne güzel veda ettiniz.

Sizinle aynı çağda yaşamış olmak bir değil birçok nesil için büyük şans.

İyi ki doğdunuz Genco Erkal.

                                                   T24 - GÜNDEM

Abdüllatif Şener, anneannesini öldüren TBMM çalışanı oğlunun "psikolojik sorunlarının ağırlaşmasından" medyayı da sorumlu tuttu.

abdullatif şener
AKP'nin kurucularından eski Başbakan Yardımcısı ve eski CHP Konya Milletvekili Abdüllatif Şener, TBMM Özel Kalem Müdür Yardımcısı oğlu Bedirhan Şener'in evinde rehine aldığı 80 yaşındaki anneannesi Leyla Çetiner'i silahla vurarak öldürmesine ilişkin bir basın açıklama yayımladı. Oğlunun işsiz kalmasının sıkıntılarıyla psikolojik sorunlar yaşadığını, sonrasında en düşük maaşla Meclis personeli olarak işe başladığını ancak medyadaki söz konusu haberlerin psikolojik sorunlarını ağırlaştırdığını söyleyen Abdüllatif Şener, olay anını anlattı.(https://t24.com.tr/haber/abdulaltif-sener-den-anneannesini-olduren-oglu-hakkinda-aciklama,1177200)                                ***

Suça sürüklenen çocuk, traktörle iki kızın ölümüne yol açtı, babasının “erkek gibi yetiştiriyorum” diyerek eline silah verdiği video ortaya çıktı -Uygar Ulusan-

“Köyün içerisindeki traktörlerin neredeyse yüzde 60’ını çocuk işçiler kullanıyor”

Suça sürüklenen çocuk, traktörle iki kızın ölümüne yol açtı, babasının “erkek gibi yetiştiriyorum” diyerek eline silah verdiği video ortaya çıktı
Malatya’da traktörle iki kız çocuğunun ölümüne neden olan çocuk sürücünün babası Basri Ayaz’ın, (39) oğluna silah kullandırdığı video ortaya çıktı. Kaza öncesinde Ayaz’ın, defalarca “bu çocuğun yaşı kaç, bu traktörü veriyorsun?” şeklinde uyarıldığı, buna karşılık “ben çocuğumu erkek gibi yetiştiriyorum” yanıtını verdiği iddia edildi. Acılı aile, babanın, olası kast düzenlemesi uyarınca yargılanmasını bekliyor.(https://t24.com.tr/haber/suca-suruklenen-cocuk-traktorle-iki-kizin-olumune-yol-acti-babasinin-erkek-gibi-yetistiriyorum-diyerek-eline-silah-verdigi-video-ortaya-cikti,1177194)
                                                          ***

Yapı Kredi'ye dava: 40 milyon dolar isteniyor

Arven İlaç'ın sahibi Zafer Toksöz, Yapı Kredi'ye dava açtı. Bankadan 40 milyon dolarlık tazminat talep ediliyor. Konkordato ilan eden Arven İlaç’ın patronu Zafer Toksöz, bankaların hukuka aykırı şekilde teminat devri yaptığını iddiasıyla Yapı Kredi’den 40 milyon dolarlık tazminat talebiyle yargıya başvurdu. Toksöz, 30 Temmuz’da yaptığı başvuru üzerine Adalet Bakanlığı tarafından atanan arabulucu ile Yapı Kredi Bankası ve kardeşi Ahmet Toksöz ile ihtilafı çözmeye çalışacak. Patronlar Dünyası'nın haberine göre Yapı Kredi, diğer bankaların da bulunduğu yapılandırma sözleşmesine dayanan işlemlerde “kredi temsilcisi” sıfatıyla Toksöz’ün ilk muhatabı olacak. İstanbul 9. Asliye Ticaret Mahkemesi'nde görülecek olan davanın ilk duruşması bekleniyor. Yapı Kredi, tüm yasal haklarını kullanacağını açıkladı.                                          ***

Fatih Altaylı’dan Abdüllatif Şener’e: Madem bu çocuğun ağır psikolojik sorunları vardı, bu Meclis’te özel kalem müdürlüğü yapmasını engellemiyor muydu?

Gazeteci Fatih Altaylı, AKP'nin kurucularından eski Başbakan Yardımcısı ve eski CHP Konya Milletvekili Abdüllatif Şener'in TBMM Özel Kalem Müdür Yardımcısı oğlu Bedirhan Şener’in evinde rehin aldığı 80 yaşındaki anneannesi Leyla Çetiner'i silahla vurarak öldürmesini gündemine aldı. Eski AKP milletvekili Necdet Ünüvar’ın kızı ile Cumhur İttifakı’nın ortağı BBP Genel Başkanı Mustafa Destici’nin kızının TBMM’de işe girmesini hatırlatan Fatih Altaylı, “Meğer ilke ve dürüstlük sembolü olarak geçinen Abdüllatif Şener’in psikolojik sorunlu olduğu babası tarafından söylenen oğlu da, seçim arifesinde TBMM’de işe başlatılmış” diye yazdı. Altaylı, “İlginç olan ise Şener’in oğlunun “psikolojik sorunları” olduğunu açıklayarak, muhtemelen mahkemede yapılacak savunmaya şimdiden başlamış olması. Peki, madem bu çocuğun anneannesini öldürecek kadar ağır psikolojik sorunları vardı, bu sorunlar TBMM Başkanlığı gibi önemli bir makama özel kalem müdürlüğü yapmasını engellemiyor muydu? Yoksa psikolojisi sadece evde mi bozuluyordu?” diye sordu.(https://fatihaltayli.com.tr/kose-yazisi/2024/08/01/cinayetin-ortaya-cikardigi-nepotizm#google_vignette)               

                                      ***

TÜRKBESD: İhracattaki düşüş ile iç pazardaki yavaşlama üretim ve istihdamda risk oluşturuyor

TÜRKBESD: İhracattaki düşüş ile iç pazardaki yavaşlama üretim ve istihdamda risk oluşturuyor
Türkiye Beyaz Eşya Sanayicileri Derneği (TÜRKBESD), sektöre ilişkin 2024 yılının ilk yarı verilerini değerlendirdi. Rapora göre 6 ana ürün grubunda geçen yıla kıyasla ihracat %4 geriledi. İç satışlar ise ilk yarıyılda %11 büyürken son 3 ayda küçülme kaydetti. TÜRKBESD Başkanı Gökhan Sığın, yüksek sezon olmasına rağmen iç pazar büyümesindeki yavaşlama ve ihracattaki düşüş trendinin üretim ile istihdam için risk oluşturduğunu belirtti.(https://t24.com.tr/haber/turkbesd-ihracattaki-dusus-ile-ic-pazardaki-yavaslama-uretim-ve-istihdamda-risk-olusturuyor,1177198)

(T24)

Evrensel "KÖŞEBAŞI" + "GÜNDEM" - 1 Ağustos 2024-

Savaş politikaları ve büyüyen tehdit! -A.Cihan Soylu-
İsrail, Hamas Siyasi Büro Başkanı İsmail Haniye’yi, İran cumhurbaşkanının “yemin töreni”ne katılmak için gittiği Tahran’da öldürdü. İsrail, Lübnan’ın Başkenti Beyrut’u bombaladı. İsrail’in Filistin’in Han-Yunus bölgesine yaptığı saldırıda öldürdükleriyle birlikte katledilen Filistinlilerin sayısı 40 bini aştı. İsrail, Türkiye’yi Irak’ın durumuna düşürmekle tehdit etti. İsrail Başbakanı Netanyahu, Amerikan Kongresinde ayakta alkışlandı. ABD’nin başkanlık adayları sırasıyla Netanyahu ile görüşerek ‘Yahudi lobisi’nin desteğini almak için yarıştılar. ABD ve İngiltere, Almanya ve Fransa başta olmak üzere Avrupa’nın çok sayıdaki ülkesinin yönetimleri, İsrail ve Ukrayna’ya desteği sürdürüyorlar. Zelensky’i ABD, AB ve NATO toplantılarının palyaçosu yapan bu ülkelerin yöneticileri, Rusya’yı savaş aracıyla emperyalist rekabet alanında güçten düşürme politikasında ısrarlılar. Toplamında yüz milyarlarca dolarlık savaş harcamaları yapılıyor ve on binlerce insanın öldürülmesinin, yüz binlercesinin yaralanmasının yanı sıra kentler, yerleşim alanları yakılıp yıkılıyor.

Bunlar ve onlarcası sıralanabilecek benzeri haber başlıklarıyla savaş politikalarındaki yoğunlaşma üzerine yorumlar, bölgemizde daha yaygın ve yıkıcı güç ve etkisi daha büyük savaş(lar)ın uzak geleceğin sorunu olarak görülmemesi gerektiğini gösteriyor. Netanyahu’nun ABD’den dönüşü sonrasında Haniye’nin hem de Tahran’da öldürülmesini, İsrail’in, savaşı yayma politikasıyla bağlı görmek için komploculuk gerekmiyor. Beyrut’un bombalanması ve Lübnan’ın savaş sahasına dahil edilmesi için başvurulan provokasyonlar, Suriye’deki bazı askeri bölgelere İran ile bağlantılı olduğu iddiasıyla sık sık yapılan saldırılar, İsrail’in, arkasına ABD başta olmak üzere Batılı emperyalistlerin gücünü alarak sürdürdüğü yayılmacı politikasının ve Amerikan emperyalizminin ön saldırı gücü olarak üstlendiği rolün ürünüdür. Siyonist yönetim savaş makinesi olarak çalışmaktadır ve bölge ülkeleri arasındaki ilişkileri gerginleştirici politika izlemekten geri durmamaktadır. Ortadoğu’nun uluslararası alanda başlıca gerginlik, çatışma ve savaş alanlarından biri olmaya devam etmesinde, emperyalistler arası rekabet ve paylaşım kavgaları denli siyonizmin yayılmacı-savaşçı politikalarının da payı vardır.

Savaş politikalarındaki yoğunlaşma ve Ortadoğu başta olmak üzere Afganistan’dan Libya’ya, Suriye’den Yemen ve Somali’ye geniş bölgelerin çatışma sahası olmaya devam etmesinde, ABD emperyalizmi, Afganistan, Irak, Libya ve Suriye politikalarıyla özel bir rol oynadı. Buna Rusya’nın Ukrayna’da giriştiği saldırı ve süren savaş eklendi. Nükleer silah kullanma tehditleriyle birlikte kitlesel imha silahlarına yapılan büyük yatırımlarla savaş tehditi giderek artıyor. Bizim ülkemizde de burjuva devlet iktidarı, bir yandan bütçe kaynaklarının yetersizliği gerekçesiyle halk kitlelerine açlık ve yaksulluk koşullarını dayatırken, diğer yandan aralarında silah, enerji ve teknoloji alanında yoğunlaşan şirketlerin de olduğu tekellere vergi affı-teşvik vb. adlar altında milyarlar aktarmakta; Kürt sorunu gerekçeli militarist ve yayılmacı politikalarda yoğunlaşmayı sürdürmektedir. Bir taraftan ülke kaynakları; kıyılar, koylar, limanlar, madenler, ormanlık alanlar uluslararası sermaye ve tekellerle birlikte yağmalanırken, diğer taraftan halkın “ümiği sıkılarak” savaş malzemesine yatırım ve harcama, büyük meblağlarla sürdürülmektedir.

Uluslararası alanda, bölgede ve ülkede yaşanan bu gelişmelerden, halihazırda ve olası daha yıkıcı savaşlar durumunda en büyük zararı her bir ülkenin ve genel olarak da tüm ülkelerin halklarına vermektedir ve verecektir. Yaşam koşulları daha da kötüleşmekte, kitlesel kıyımlar, yaralanmalar ve sakat kalmalarla birlikte maddi ve manevi yıkıcı etkiler mevcut ve sonraki kuşakları da kapsamak üzere uzun yıllar devam etmektedir. Afganistan, Irak, Suriye, Ukrayna, Libya örneklerinde görüldüğü üzere milyonlarca insan yaşam alanlarından kopmakta, sığınmacı-mülteci yığınağı, farklı ulusal kökenlerden insanları birbirleriyle karşıt konumlara itmekte; benzer sorunlar yaşamalarına rağmen, sermaye politikaları ve politikacılarının entrikaları sonucu birbirleriyle kardeşleşmek yerine, çatışmalara sürüklenebilmektedirler.

İşçi sınıfı başta olmak üzere sömürülen ve ezilen halk kitleleri, tüm bu yıkıcı-tahrip edici gelişme ve etkilere karşı itirazları yükseltmezlerse, emperyalistlerle iş birlikçilerinin bölgemizi ve dünyayı kana boğacak politikalarda yoğunlaşmalarına karşı mücadeleyi genişletmez, bölge ve uluslararası alanda yaygınlaştırmazlarsa, sürdürülen işgal ve savaşların son bulması ve savaş politikalarına yatırılan yüz milyarların halk yararına kullanımı için güç birliğiyle direnmezlerse, daha büyük yıkımlarla yüz yüze gelmek kaçınılmazlaşır. Tehdit giderek büyümektedir. Halklar bekleyerek tehditleri savuşturamazlar.                         

                                                              /././

İktidar sermayeyi vergiden korumaya devam edecek, emek cephesi şimdi ne yapacak? -İhsan Çaralan-

Toplumu çok ilgilendiren bir konuda beklenin çok gerisinde sonuç alındığında “Dağ fare doğurdu” denir.

Uzunca bir zamandan beri sendikalar, adil bir vergi sisteminin toplumsal önemini fark eden akademisyenler, iktisatçılar, emekten yana siyasi partiler başta olmak üzere muhalefet partileri…taleplerinin içerikleri farklı olsa bile “adil bir vergi düzeni” talep ediyorlardı. Çünkü devletten adrese teslim ve devlet garantili milyar dolarlık ihaleler alan büyük firmalar başta olmak üzere yerli ve yabancı menşeli büyük sermaye işlemleri artık saklanamaz hale gelecek kadar büyük “teşvikler”, “istisnalar” …adı altında uygulamalarla “vergi iadesi” alıp hiç vergi ödemezken emeği ile geçinen on milyonlarca emekçi, bizzat iktidar tarafından enflasyon da kullanılarak doğrudan ve dolaylı vergi olarak daha çok vergi öder hale getirilmişlerdi. Öyle ki AKP iktidarı, dünyanın her ülkesinde vergi adaletinin ana sloganı olan “az kazanandan az, çok kazanandan çok” vergi alınması olarak ifade edilen sloganı tersine çevirip “az kazanandan çok, çok kazanandan az” vergi alınmasının da ötesine geçerek “az kazanandan çok, çok kazandan hiç” vergi alınır biçimine dönüştürmüştür.

Enflasyonu işçi sınıfı ve emekçilerden sermayeye servet aktarımı kaldıracı olarak kullanan tek adam rejimi, tepkilerin hayli arttığı bir ortamda, enflasyonu tek haneye indirme iddiasını merkezine koyan Erdoğan-Şimşek programı bu tepkileri yatıştırmak için ilk yapacakları işin “Vergide adaleti sağlamak” olduğu iddiasını öne çıkarmıştı.

Ancak TBMM’den geçirilen ve vergi adaletini sağlamanın önemli bir adımı olduğu iddia edilen yasayla açıkça gördük ki bu düzenlemelerle emekçilerin vergi yükünü azaltacak hiçbir önlem alınmazken sermaye için ise sermayeyi vergilendirildiği iddia edilen tek maddede, yüzde 25 olan kurumlar vergisinin, yerli şirketler için asgari yüzde 10, çok uluslu şirketler için ise asgari yüzde 15 olarak belirlenmesi oldu. Tabii bu “asgari yüzdeler” yeni “istisna” ve “teşvikler”le sıfırlanmazsa!

Bu yüzden de böyle beklenenden kötü sonuçlar veren durumlar için söylenen durumlar için söylenen “Dağ fare doğurdu” ifadesi bile yetersiz kaldı. Çünkü dağ fare bile doğurmamıştı!

ŞİMDİ ZAMANI DEĞİLSE NE ZAMAN?

İktidarın ağır geçim sıkıntısı içinde olan ve bunun önemli bir bölümünün de adaletsiz vergi düzeni olduğunu bilen işçileri, emekçileri ikna etmesi zor görünüyor. Ama ortaya çıkan bu hoşnutsuzluğun yığınların eylemli bir tepkisine dönüşmesi için hoşnutsuz olmak, öfke ifade eden konuşmalar yapmak, basın açıklamalarında dokunaklı çağrılar yapmak, tepkiler göstermek yetmez, yetmiyor.

Bu yüzden de 9 Temmuz günü Türk-İş, Hak-İş ve DİSK’in genel başkanları, üç işçi sendikası konfederasyonunun en üst yöneticileri olarak olup bitenden, bu olup biteninin önemli bir yanının nedeni de olan vergi düzeni için taleplerini dile getirdiler.

Gerek üç konfederasyon başkanının bir araya gelmesi gerekse alt alta sıraladıkları talepler geniş emekçi çevrelerinde son derece olumlu da karşılandı.

Bu açıklamadan sonra gazetecilerin sorularını yanıtlayan Türk-İş’in Genel Başkanı Ergün Atalay’a gazeteciler önemli bir soru sordu: “Eğer iktidar bu taleplerinizi yerine getirmezse ne yapacaksınız?”

Atalay bu soruya; “Onu o zaman değerlendireceğiz” mealinde kaçamak bir yanıt verdi.

Şimdi yasanın Meclisten geçip konfederasyon başkanlarının öne sürdüğü taleplerden hiçbirinin yasada yer almaması, tam tersine gerek enflasyonun gerekse vergi sisteminin emekçilere yıkılmasında yeni adımların da atılmasının yolunu açacak bir anlayışı temsil ettiği açıkça ortaya çıktığına göre üç konfederasyon başkanının şimdi yeniden bir araya gelip, “Madem bizim taleplerimizi yok saydılar, şimdi ne yapacağız?” sorusuna yanıt vermeleri gerekmez mi?

Öyle ya; sendikal konfederasyonların yöneticileri bu soruya şimdi değilse ne zaman yanıt vereceklerdir?

ŞİMDİ EN GENİŞ EMEKÇİ KESİMLERİ BİRLEŞTİRME ZAMANI

Çünkü geçim sıkıntısı eksenli hoşnutsuzluğun bu ölçüde yaygınlaşıp iktidarın da bu büyük soruna bu kadar umursamaz davranması ve sermayeye daha çok servet aktararak çözme tutumunu böyle öne çıkarması karışışında yaygınlaşan öfke, şimdi üç konfederasyon başkanının “İktidar bizim taleplerimizi kabul etmedi” diyerek yönünü işçilere emekçilere dönmelerinin, yani;

Üç konfederasyona bağlı sendikaları, yerel sendikal platformlarını, asgari ücretli işçilerin sözcüsü olabilecek kişi ve çevrelerden (A sanayi sitesinin sözcüsü olabilir denecek) temsilcileri, Kamu emekçileri sendikal konfederasyonları ve bağlı sendikaları,   İş yerlerine dönüp tartışmayı işçiler ve kamu emekçileri arasına taşıması ve yığınları ortak talepler arkasında birleştirerek harekete geçirecek biçimde yaygınlaştırmaları, TMMOB, TTB, TBB… öteki tüm emek meslek örgütlerini, tüm emek güçlerini, Küçük üretici örgütlerini ve sendikalarını, Emekten yana siyasi parti ve çevreleri, bilim kütür insanlarını, aydınları demokratları… tüm emek güçlerini, bir araya getirerek, ortak mücadele kararları almak, bu kararı hayata geçirmek için zaman şimdi değilse ne zamandır?

Çünkü üç konfederasyonun formüle edip kamuoyuna duyurdukları talepler sadece işçilerin değil, tüm emekçi kesimlerin talepleridir. Mücadelede ortak talepler etrafında ortak bir mücadele olmak durumundadır.

Ancak bu taleplerin iş yerlerinde tartışmaya açılması ve mücadelenin sınıfın en geniş kesimlerinin harekete geçirilmesinin ancak iş yerlerindeki ileri işçilerin ve mücadeleci sendikaların etkin biçimde harekete geçmesiyle olabileceğini de bilmemiz gerekmektedir.

GAZETEMİZ VERGİ REZALETİNİN ORTAYA ÇIKMASINDA BELİRLEYİCİ OLDU

Vergiyle ilgili düzenlemeler kamuoyunda ve TBMM’de yapılan tartışmalar çok yönlü ve hayli de yoğun oldu. Ama bu gelişmeler içinde en ilginci hiç kuşkusuz daha yasanın TBMM’den geçirilmesinin hemen arkasından Hazine ve Maliye Bakanlığının yasaya yönelik eleştiriler karışışında “zorunlu” açıklama yapmak zorunda kalmasıydı.

Çünkü gazetemizin, yasanın kamuoyunda tartışılmaya başlamasından itibaren işçi sınıfı ve emekçilerin bu konudaki taleplerini gündeme getirerek müdahale etmeye çalışmasının yanında Meclis görüşmeleri sırasında da gazetemizin;

18 Temmuz 2024 günlü haberinde İstanbul, Ankara, İzmir, Denizli, Bursa … gibi en büyük sanayi kentlerindeki sanayi odası başkanlarının bile hiç vergi ödemediği ya da çok az ödediğinin,23 Temmuz 2024’te yayımladığı haberde “vergi paketinin ilk imzacısı” olan AKP Denizli Milletvekili Nilgün Ök ve ailesine ait şirketlerin son yıllarda hiç vergi ödemediğinin,27 Temmuz 2024’teki haberde ise “Toplam 190 milyar liralık adrese teslim kamu ihalesi alan 20 inşaat patronun 8’inin hiç vergi ödemediği”, diğerlerinin ise çok az miktarda ödediklerini ortaya koymasıyla hem büyük sermaye sahiplerinin vergi ödemediği hem de iktidarın yıllardır bu bilinmesine karşın patronların onları vergi ödememeye teşvik ettiği ortaya çıkmış oldu. Nitekim bu habereler üzerine Hazine ve Maliye Bakanlığı bir açıklama zorunluluğunu duyarak gazetemizin verdiği haberlerin doğruluğunu kabul etmek zorunda kaldı. Ama aynı zamanda da “2 bin 815 büyük mükellefin halihazırda toplam yüzde 27’si nezdinde vergi incelemelerine devam edildiği”ni bildirdi. Böylece Bakanlık bir gerçeği ifade ederken aynı zamanda az çok demokratik bir ülkede kabul edilemeyecek en zenginlerin vergi vermemesi rezaletini de kabul edilebilir bir çizgiye de çekmeye çalıştı.

Ancak bu açıklamalarının neresinden tutsan rezalet olan durumun normalliğine emekçileri inandırması kolay olmayacaktır.

                                                           /././

İktidar olup muktedir olamama ızdırabı -İzettin Önder-

Vaktin bir zamanında, yanılmıyorsam Erzurum’a bir mezbahaya başkan atanıyor. Artık şaka mı, yoksa gerçek mi bilinmez, müdüre ilk gün kurumun geleneği olarak, bir koç kesmesi gerektiği hatırlatılır. Fakat müdür yönetici idi, kasap değildi. Ne var ki itibardan tasarruf olamayacağı geleneğinden geliyor olmalı ki at binemese de koç kesebileceği gafletiyle hayvanı kesmeye yeltenmiş. Doğa, galiba hayvanları insanlardan daha basiretli ve öngörülü oluşturmuş olacak ki müdürün tam olarak kesemediği hayvan bağlarını kopartmış ve etrafa korku salarak, müdüre saldırmış. Tabii, duruma hakim olunmuş, fakat bu durumdan Kantvari şöyle bir ahlak öğretisi oluşturulmuş: Başaramayacağınız işlere girişmeyin, yolun sonunda tahmin edemeyeceğiniz risklerle karşı karşıya kalabilirsiniz.

Bu öğretinin ışığı altında siyaset alanına yönelirsek, şöyle bir manzara ile karşı karşıya geliyoruz. Nasıl kazanıldığı kuşkulu son başkanlık, özelikle de çok açık farkla yerel iktidarların el değiştirdiği son yerel seçimlerden sonra alan kaybettiğini ve duruma muktedir olamadığını, çok şükür, artık anlayarak büyük panik yaşayan iktidar partisi, altından kayan zemini tahkim etmek için bazı yapay çarelere başvurmaya başladı. Bunlar arasında, normalleşme sinyalleri, bazı emekçi direnişlerinde polis şeflerinin adeta göz yaşartıcı olası olumlu davranışlar sergilemesi vs. gibi geçmişteki sert ve habis uygulamalara ters bazı aldatıcı gelişmeler bulunmaktadır. 22 yıllık deneyimimizden sonra, artık defalarca aldatılabilecek kadar aptal olmadığımızdan umarım son numaraları yutmayız. Ne var ki öğrenilmiş cehalette her şey mümkün olduğu için son perdeyi de kuşkulu izlemekteyiz.

Son sahnenin ve bu bağlamda iktidarın göz boyayıcı numaralarının bir bütünsellik içinde verilmesi daha uygun olabilirdi, fakat böylesi bütünsel anlatımda detayların kaybolacağı endişesiyle, şu yeri göğü inleten köpek meselesini, salt görüntüsüyle değil, bütünsel anlamı ile ele almak istiyorum.

İktidar partisinin her eyleminde “bitaraf” kesimi tahkim ve karşıtları “bertaraf” etme mantığı hakimdir. Yargıda, akademide, medyada, hemen hemen toplumun tüm kesimlerinde başat olan bu durumun yaratılmasına yönelik işlemler de bu mantıkla kurgulanır. Örneğin, kamu kuruluşlarıma atamalarda sınav başarısı ve/veya objektif referans değil, mülakat devrededir. 22 yıllık baskılı uygulama ile tüm iliklerimize işlemiş olan bu uygunsuz, usulsüz hatta hukuksuz yöntemin sonuncusunda, bu kez de yine bir tabanı tahkim, karşıtları ise uzaklaştırmak için ellerin kana boyanacağı bir köpek katliamı projesi devrededir. Veterinerler heyetinde yürütülebilecek müzakereler sonucunda oluşabilecek makul teknik kararların siyasal karara dönüştürülerek uygulanabilmesi olası en adil çözüm gün gibi ortada iken, mesele, uzaktan yakından konu ile ilgili olmayan fakat iktidar partisi mensubu olarak tartışmasız her konunun üstadı sayılan siyasetçiler ortamında tartışılması tam bir tiyatro senaryosuydu. Bu süreci, iki sebepten dolayı, ileriki dönemlerde siyaset doktora konusu olabilecek ibretlik bir girişim olarak dikkate almamız gerekmektedir.

Birincisi, sadece ekonomi alanında değil, her konuda sonsuz bilgi sahibi iktidar mensubu ulu siyasilerimiz bu konuda da bir bilenden akıl alıp, ona uygun düzenleme yapmak yerine ki bu durum iktidar sarhoşluğu ile bağdaşmaz, bizzat iki dudak arası kararla hükme bağlanma yoluna yönelindi. Çünkü mesele sorunu çözmek değil, özellikle karşıt topluma güç gösterisinde bulunmaktır. Böylece her konuda olduğu gibi, bu konuda da çok daha sağlıklı şekilde çözülebilecek bir konu olan köpek konusu büyük bir ceht alanına çekildi. Zira amaç, meselenin mücadeleyle, hatta dayatılarak çözüldüğü görüntüsü yaratılarak, giderek yitirildiği net olarak görülen iktidarın hâlâ muktedir olduğunun kanıtlanmasıydı! Konunun uzmanı olsun veya olmasın, böylesi konuların tartışıldığı siyasi müzakerelerde güç ve iktidar gösterisinde ağzım var diye konuşmak, mübahtı! İlginçtir, toplantıların birinde bir kişi (Kan grubunu tahmin edebilirsiniz!) yanılmıyorsam, hasta bir köpek saldırısı sonucu ölen kızının ayakkabısını karşıtlarının üzerine fırlatmadan edemedi. Aynı mantıkla, acaba otomobil kazaları nedeniyle otomobile binmememiz, hatta sokağa çıkmamamız mı gerekiyor, bilemedim!

Bu konuda atlamamız gereken ikinci mesele de yine tabanı tahkimi meselesidir. İslam toplumunda genellikle köpek farklıdır, kedi ve attan farklı algılanır, hatta Şiilik mezhebi mensuplarınca köpek mekruh addedilir. Bu görüşleri tartışmamız burada bizim konumuz değildir, fakat iktidarın sıkıştığında dinsel inanış ya da görüşleri nasıl sömürdüğünü ve böylesi davranışın nasıl bir din sömürüsü halinde sahtece topluma dayatıldığını tespit etmemiz gerekir. Ben samimi dindar vatandaşlarımızın iktidarın böylesi sömürücü tavrına onay vermediğini düşünmek istiyorum!

Köpeklerle ilgili girişimde iktidar partisinin siyasal içerikli asıl amacı da bir türlü hazmedemedikleri olgu olan AKP’den CHP’ye geçmiş olan yerel idarelere ciddi baskı uygulamaktır. Zira aynı hırs belediyelerin sosyal güvenlik borçlarının ödenmesi konusundaki baskıda da görülmektedir. Belediyeler de AKP’den devraldıkları döneme ait borçları AKP yönetimindeki devlete yıkmalıdır. Zira son dönemde CHP’ye geçen belediyelerin gecikmiş borçları CHP borçları değil, devraldıkları AKP yönetimi borçlarıdır.

Köpek meselesi saldırı bağlamında ele alınmaktadır. Evet, hastalıklı bir köpek saldırısına maruz kalındığında, hatta ufak bir çizik dahi alınsa, risk alınmadan aşı işlemine girişiliyor. Peki, toplumda bir yılda kaç kişi köpek saldırısıyla karşı karşıya kalıyor, buna mukabil kaç kadın eş, boşanılmış eş ya da sevgili tarafından tehdit ve öldürülme riski ile karşı karşıya kalıyor? İktidar samimi ise iki ayaklılarla dört ayaklıların saldırı sonuçlarına ait istatistiksel bir çalışma yaparak, hiç değilse mücadeledeki haklılığını kanıtlama yoluna gitmiş olsa idi! Sizce, bu zihniyetteki bir siyasi grubun köpek konusunu böylesi geniş anlayışla tartışmaya açması olası olabilir mi?

İnsanoğlu, hele de deruni algılama ve düşünme yeteneğine henüz ulaşamamışsa her olguyu öncelikle fiziksel görüntüsüyle algılar. Köpek saldırısı da bu tür algılamanın çok tipik bir örneğidir. Kadına yönelik saldırılar da aslında bu tip algılamanın tipik örneğidir. Acaba köpek saldırılarını, kendi cinsinden olduğu için köpeklerin görememesine analojik olduğu için midir ki kadın saldırılarını da göremiyoruz ya da görmezden geliyoruz?

Görmemiz gereken başka tür saldırı da kimi parti trollerince bilincimizin derinine hedeflenen saldırılarıdır. Medeni bir toplumda basın özgürlüğü ve basın ahlakı konuları ciddiyetle tartışılır ve korunurken, hakim siyasi partinin basını ele geçirerek toplumsal kararda çok önemli olabilecek bazı kararları perdelemesi, temeli olmayan fakat siyasete yararlı olabilecek bazı kararları ise öne çıkarması basın ahlak anlayışına olduğu kadar çok temel insan haklarına da aykırılığı niteliği ile bir tür saldırıdır. Mazisinden devraldığı düşüncelerle oluşturduğu iktidarda sürdürdüğü 22 yıllık saltanat uygulamalarına bakarak, uluslumuzun kaderini emanet ettiğimiz bu iktidarın burjuva demokrasisine dahi sahip olamayacağını artık kör olanların dahi görmesi gerekmez mi?

                                                             /././

Mesleki eğitim cehenneminde kaybolan çocuk işçiler -Kansu Yıldırım-

Mesleki Eğitim Merkezleri (MESEM), Türkiye kapitalizminin emek yoğun sektörlerini ayakta tutmayı amaçlayan, iş gücü piyasasına uzun vadede karakter kazandırmayı hedefleyen eğitim politikasının temel bileşenlerindendir. Neoliberal politikalarla birlikte sadece eğitimin özelleştirilmemiş, kamunun tüm hizmet fonksiyonları da özel sektöre göre yapılandırılmıştır. MESEM, neoliberalizmin eğitim alanındaki iz düşümü ise üretimde ucuz emeğin, istihdamda güvencesizliğin tezahürüdür. MESEM, büyük sermayenin iş gücünü kalifikasyon projesinden yola çıkarak, ucuz emek rezervini çocuk ve genç işçilerle takviye eden bir mekanizmadır.

MESEM’in proje kökeni 2006 yılına uzanır. “Meslek lisesi memleket meselesi” sloganı eşliğinde, Türkiye’nin en büyük tekellerinden Koç Holding ile Milli Eğitim Bakanlığının (MEB) iş birliğiyle tohumları atılmış, daha sonraki yıllarda ihracata dayalı ekonomik modelin ihtiyaçları doğrultusunda yeniden düzenlenmiştir. Ucuz emek-ucuz meta üretimine dayalı ihracatçı modelin devam edebilmesi için yoğun bir ilksel birikim sürecine ihtiyaç vardır.

Marksist İktisatçı Michael Perelman’ın “sürekli ilksel birikim tezi” üzerinden düşünürsek, mülksüzleştirilen, siyasal zor yoluyla üretim araçlarından koparılan ve yoksullaşan kitleler daha yoğun şekilde iş gücü piyasasına katılır.1 Nüfusun tüm katmanlarını içeren bu işçileşme dalgası iş gücü piyasasını köle pazarına dönüştürür. Her dönemde olduğu gibi şirketlerin ve patronların ilk tercihi, hak ve ücret pazarlığı imkanından mahrum, güvencesiz koşullarda çalıştırabileceği işçi kütlesi yaratmaktır. Türkiye’de MESEM programı, emek yoğun sektörlere can suyu olsun diye çocuk işçiliği formelleştiren ve yasallaştıran, çocukların canını patronlara ucuz emek olarak bahşeden üretim stratejisinin parçasıdır.

İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisinin verilerine göre, 2024 yılının ilk yedi ayında en az 42 çocuk işçi hayatını kaybederken, 9 çocuk iş cinayeti MESEM programı kapsamında gerçekleşti: 17 yaşındaki İnşaat İşçisi Alperen Enes Ural, 17 yaşındaki İnşaat İşçisi Murat Can Eryılmaz, 15 yaşındaki Mobilya İşçisi Erol Can Yavuz, 14 yaşındaki Metal İşçisi Arda Tonbul, 17 yaşındaki Ömer Çakar, 16 yaşındaki Zekai Dikici ve 17 yaşındaki Ulaş Dumlu.

MESEM’in sermaye-kurumsal yapısı eğitim ve teşvik politikalarında daha net görülür. Son 3 yılda 15 milyar liraya yakın kamu kaynağı ayrılan MESEM’in, daha çok öğrenci-işçi kapsamı için eğitim alanında düzenlemeler yapılmaktadır. Sınıfta kalmanın geri gelmesiyle birlikte 9. sınıfların yarıya yakını sınıfta kalmış, buna karşılık kalan öğrenciler için af ya da telafi sınavları yapılmayacağı açıklanmıştı. MEB, sınıf tekrarı yapmak istemeyen öğrencilere MESEM’e geçme hakkı tanıdı. Basında çıkan bilgilere göre bazı okullarda sınıfta kalan yaklaşık 15-20 öğrencinin 8-10’u MESEM’e geçmeye hak kazandı.

MESEM’e geçiş hakkının tanınması ve kolaylaştırılması, iktidar ve patronlar tarafından çocuk yoksulluğunun araçsallaştırılmasından kaynaklanır. TÜİK’in verilerine göre 2023 yılında yoksul çocuk oranı yüzde 31.3, maddi yoksunluk içinde yaşayan çocukların oranı ise yüzde 33.3’tür. Nüfusa oranlandığında her 10 çocuktan 3’nün yoksul olduğu görülecektir. OECD’ye göre Türkiye’de çocuk yoksulluğu, toplam nüfusun yoksulluk oranından daha fazladır.

Kötü ekonomik koşullarda yetişen ve büyüyen, temel ihtiyaçlarını karşılanmayan çocuklar, erken yaşlarda çalışma hayatına katılarak işçileşmektedir. 2023 yılında 15-17 yaş arasındaki yaklaşık 5 çocuktan 1’i çalışmak zorunda kalmıştır. Çocukları emek yoğun sektörler cehennemine iten koşulları yine en iyi çocuk işçiler betimlemektedir. Evrensel’de çıkan bir röportajda Ankara Sincan OSB’de çalışan çocuk İşçi Melih, “Cebimde para olmadan okula gitmektense çalışıp para kazanmayı tercih ederim” derken, başka bir çocuk İşçi Melih, “Şu an yorucu olsa bile en azından cebime para giriyor. Okula devam etseydim ailemin verdiği 50-60 TL ile günü geçirmeye çalışacaktım. Parasız okula gitmektense çalışıp para kazanmayı tercih ettim” diyerek çocuk işçiliğin maddi nedenleri gözler önüne sermektedir.

MESEM’e yani patronlara aktarılan kaynağa karşı MESEM’e giden 9, 10 ve 11. sınıf öğrencileri asgari ücretin yüzde 30’u, 12. sınıf öğrencileri ise asgari ücretin en az yarısı kadar maaş alarak çalışmaktadırlar. Birleşik Metal-İş Araştırma Merkezinin hesaplamasına göre tek başına yaşayan bir kişi için yoksulluk sınırının 30 bin liranın üzerine yükseldiği bir dönemde, MESEM’de ödenen ücretler sefalet göstergesidir.

Şirketlere teşvikleriyle ve çocukları işçileştirmesiyle birlikte MESEM programı, Kapital’in ilk cildinde bahsi geçen “zora dayalı fabrika rejimi”nin ideolojik ve ekonomik araçlarından birisidir. Söz konusu çalışma rejiminde işçilere dayatılan patronlara emek-gücünü satmak veya açlıktan ölmektir. Marx, zora dayalı fabrika rejiminde işçinin hayatında huzur ve güvenden eser kalmadığını, işçiyi emek araçlarından yoksun bırakarak devamlı bir biçimde geçim araçlarından da yoksun bıraktıklarını belirtir. Bu süreç, “İşçi sınıfının ardı arkası kesilmeksizin kurbanlar vermesine”, “İnsan emek gücünün ölçüsüz bir biçimde israf edilmesine” yol açar.2

MESEM’i ve çocuk işçiliği var eden siyasal mekanizmalar ile ekonomik paradigma değişmediği müddetçe başka iş kazaları ve iş cinayetleri de yaşanmaya devam edecektir. Mevcut sermaye birikim modeli ve emek rejimi, sistemde herhangi bir revizyona dahi tahammül etmemektedir. Siyasi partiler, sendikalar, meslek örgütleri, demokratik kitle örgütleri tarafından çocuk işçilik olgusuna ve iş cinayetlerine karşı topyekun seferberlik ilan edilmesi gerekmektedir.


DİPNOTLAR

1) Michael Perelman, The Invention of Capitalism: Classical Political Economy and the Secret History of Primitive Accumulation, Duke University Press, 2000

2) Karl Marx, Kapital I, Çev. Nail Satlıgan ve Mehmet Selik, Yordam Kitap, 2011

                                                          Evrensel - GÜNDEM

Daha fazla MESEM daha fazla ölüm -Vural NASUHBEYOĞLU-

Konya'da 16 yaşındaki Eren Dağ'ın ölümüyle 1 yılda 9 MESEM'li çocuk çalıştırılırken can verdi. MEB sermaye iş birliği ile MESEM’ler organize çocuk cinayetleri merkezi haline geldi.(https://www.evrensel.net/haber/524535)

                                                                      ***
Polis tecavüze maruz kalan kadının başvurusunu işleme almadı, mahkeme faili serbest bıraktı

Bornova'da tecavüze maruz kalan C.K.’nin polisler başvurusunu işleme almadı. Başka bir karakola yapılan başvuru üzerine gözaltına alınan taksi şoförü, "kuvvetli suç şüphesine" rağmen serbest bırakıldı.(https://www.evrensel.net/haber/524584)

                                                                   ***
Can Atalay: AYM kararının geçiştirilebilir bir yanı yok -Birkan BULUT-

Anayasa Mahkemesi, Can Atalay’ın milletvekilliğinin düşürülmesinin yok hükmünde olduğunu tespit etti. Atalay, AYM kararının derhal uygulanması gerektiğini söyledi.(https://www.evrensel.net/haber/524605)

                                                                       ***
RTÜK'ten Halk TV'ye inceleme: Kurul "vicdanlı medya" beklentisindeymiş 

RTÜK, Haniye suikastına dair Halk TV ekranında yer alan “İsrail bir gece ansızın nasıl geldi?” başlığı üzerine inceleme başlattı. RTÜK Başkanı Ebubekir Şahin "Vicdanlı medya beklentisindeyiz" dedi.(https://www.evrensel.net/haber/524597)

                                                                    ***
Halkbank BirGün'e 1 milyon liralık tazminat davası açtı

Halkbank, BirGün'e 5 Haziran 2024 tarihinde yayımlanan "Halkbank'tan mafyaya 550 milyon kredi" haberi nedeniyle 1 milyon TL'lik tazminat davası açtı. BirGün'den "Cezalarla susmayız" yanıtı geldi.(https://www.evrensel.net/haber/524579)

                                                           ***
Paris 2024 | Milli Kadın Voleybol Takımı çeyrek finale yükseldi

Milli Kadın Voleybol Takımı, Paris 2024 Olimpiyat Oyunları'nın 2. maçında Dominik Cumhuriyeti'ni 3-1 yendi. Milli Takım çeyrek finale yükseldi.(https://www.evrensel.net/haber/524577)

                                                                         ***
Yurttaşın iktidara tepkisi: Biz vergiyle eziliyoruz, saray şatafatlı yaşıyor -Berkay AVCI/Ezgi CANSEL-

Bursa'da Görükle'de kurulan pazarda görüştüğümüz yurttaşlar şirketlerden vergi almayan iktidara tepki gösterirken, kendilerinin vergi yükü altında ezildiğini söylüyor.(https://www.evrensel.net/haber/524566)

(EVRENSEL)



Birgün "KÖŞEBAŞI" + "GÜNDEM" - 1 Ağustos 2024-

Orman yangınlarına karşı komşu ülkelerle işbirliği yapalım -Özgür Gürbüz-

Her gün irili ufaklı birçok yangın haberiyle güne başlıyoruz. Biraz hesap kitap yaptım. 2000-2010 tarihleri arasında kayda geçen orman yangını sayısının yıllık ortalaması 2 bin 90’mış. 2010-2020 arasında yıl başına düşen orman yangını sayısının ortalaması 2 bin 477’ye çıkmış. 2020 ila 2023’ü kapsayan dört yılın ortalaması ise 2 bin 732. Bu yılın ilk yedi ayındaki yangın sayısı da 2086’yı bulmuş. Orman yangınlarının sayısının giderek arttığını resmi istatistiklerden aldığımız bu veriler gösteriyor.

∗∗∗

Aynı yıl aralıklarında, orman yangınlarında yanan alan miktarları da şöyle. 2000-2010 arasında yılda ortalama 11 bin 45 hektar, 2010-2020 arasında ise 7 bin 330 hektar orman alanı yanmış. Son dört yılın ortalaması ise felaket. Her yıl ortalama 47 bin 198 hektarlık orman alanını kaybetmişiz. 2021 yılındaki yangının son dönemdeki yükselişte payı büyük ancak diğer üç yılda da ortalamaların çok üstünde alan yanmış. Eğilim hayra alamet değil.

Yangın sayısının ve yanan alanın artmasında birçok uzmanın vurguladığı, ormanlara insanın daha fazla girmesi diye özetleyebileceğimiz durumun etkisi var. Madenlerle, enerji tesisleriyle, elektrik iletim hatlarıyla hatta dinlenme amaçlı ziyaretlerle bile bu riski artıyoruz. Bunun üzerine iklim krizinin orman yangını riskini artırmasını da ekleyebilirsiniz.

Sıcak hava dalgalarının sıklığının ve şiddetinin artması, nemin azalmasına ve yangın olasılığının artmasına yol açıyor. İklim krizi nedeniyle orman yangını tehdidine maruz kalan alanlar büyüyor. Yangın mevsimi de uzadı, eskiden yangın beklenmeyen yerlerde, beklenmeyen zamanlarda bile orman yangını görülebiliyor. Bilim insanları da bunun farkında olmalı ki Doç. Dr. Oğuz Kurdoğlu bir söyleşisinde, “Türkiye’de artık her türlü planlamada iklim değişikliği en başa konulmalı ve yangın sezonu 12 aya çıkarılmalı” diyordu.

Orman yangını başladıktan sonra söndürmek hiç kolay değil. O yüzden iklim krizini durdurmak, ormana müdahaleyi azaltacak gerekli tedbirleri alarak yangınların çıkmasını önlemek çok daha kolay ama işin içine para girdiği için bir türlü oraya gelemiyoruz.

Orman yangını tehlikesi büyüdüğüne göre bizim de daha büyük düşünmemiz gerek. Orman yangınları uçak ve helikopterlerle söndürülemez ama ilk müdahalede, kara ekiplerine yol açmada ve yangını yavaşlatmada etkili olabilirler. Oldukça maliyetli bir yöntem olduğu için de çoğu ülke ideal hava filosu sayısını bulmaya çalışır. Türkiye’de çoğu zaman spekülasyona neden olan, Karadeniz’de veya Doğu Anadolu’da yeterli hava aracı olmaması durumu da aslında bununla ilgili. Orman yangınları genelde Batı bölgelerinde görüldüğü için mevcut hava filosu da buralarda bulunur. O filoyu batıdan doğuya veya kuzeye götürmek zaman aldığı gibi, ilk müdahale avantajının da kaybedilmesine yol açar.

∗∗∗

İklim krizi nedeniyle artık daha önce görmediğimiz yerlerde de yangınlar görmemiz, hava filosuna olan ihtiyacı artırıyor, dolayısıyla daha büyük bir bütçeye ihtiyaç duyuluyor. Orman Genel Müdürlüğü’nün 2021 yılında 3 uçak ve 39 yangın söndürme helikopterinden oluşan bir filosu vardı. Bu yıl filonun 26 uçak ve 105 helikoptere çıkarıldığı belirtiliyor. Her yıl kiralanan uçak ve helikopter sayısı artıyor.

Önerim, bizimle aynı sorunu yaşayan komşu ülkelerle işbirliğine gidilerek yangın söndürme filolarını ortak kullanıma hazır hale getirmek. Batıda Türkiye ile Yunanistan ve Bulgaristan’la; doğuda İran, Azerbaycan ve Gürcistan’la orman yangınlarıyla mücadele için ortak filolar kurulması her ülke için maliyet avantajı yaratacağı gibi, ülkelerin daha büyük yangın söndürme filolarına kavuşmasını da sağlayabilir. Kiralamanın yanı sıra kalıcı ortak filolar büyütülebilir ve bölgeyi tanıyan personelle sürekli çalışma imkânı sağlanabilir.

Bayrak kavgası yapacağımıza ülkeleri var eden doğayı korumak için işbirliği yapalım. Bu barışı ve dostluğu da beraberinde getirir.

                                                                   /././

Normalleşmesini sevdiğimin ülkesi! -Yaşar Aydın-

Türkiye adım adım iktidar eliyle tarikat, mafya ve sermayenin tahakkümüne sokuluyor. Yasalar buna göre düzenleniyor, bürokrasi buna göre şekilleniyor. Bu tablonun kaynağı rejimin kendisi. Normalleşme politikası kendiliğinden yıkılacak hale gelen rejimi meşrulaştırmanın ötesinde bir anlam ifade etmiyor.

Bugünden tam 120 gün önce, yani 31 Mart yerel seçiminde AKP, tarihinin en büyük yenilgisini aldı. İlk kez ikinci parti durumuna düştü. CHP ise tarihi bir başarı yakaladı. Erdoğan, sadece 10 ay önce seçim kazanmış bir lider olmasına rağmen deyim yerindeyse paspasa döndü. Cumhur İttifakı içinde çatlak derinleşmeye başladı. AKP içinde “biz de değişmeliyiz” sesleri yükseliyordu. Toplum ilk kez bu kadar güçlü şekilde iktidarın yenileceği duygusuna ulaştı. Rüzgar tüm gücüyle karşıdan esiyor, iktidarın surlarını yıkacak yüksek dalgalar yaratıyordu. Ama ne olduysa bir anda muhalefetin aklına, 22 yıldır ülkeyi yöneten ve son 7 yılda neredeyse faşizme dönüşen bu rejimle normalleşilebileceği geldi. Ve o “normalleşme” sürecinin muhalefet için bugün nasıl bir dalga kırana dönüştüğünü görmeye başladık.

Çok sınırlı bir zamanda geride bıraktığımız 120 günü taradık ve karşımıza aşağıdaki gibi bir manzara çıktı. İktidar cephesinde bırakın normalleşme belirtisini, devletin iyiden iyiye sermaye, tarikat ve mafyaya teslim olduğunu görürsünüz. Çaptan düşmüş bir iktidara koltuğunu koruması için müthiş bir nefeslenme fırsatı verildi. Bahçeli ve Erdoğan ikilisi de bu ikramı geri çevirmedi.

KISA BİR KRONOLOJİ:

• 5 Nisan: %55 oyla Van Büyükşehir Belediye Başkanı seçilen, ardından memnu hakları alınıp tepkiler üzerine geri verilen Abdullah Zeydan mazbatasını teslim aldı.

• 17 Nisan: Çalışma Bakanı Işıkhan, Temmuz ayında asgari ücret zammı tartışmalarına “gündemde öyle bir şey yok” yanıtı verdi. Sonuç, Işıkhan’ın dediği gibi oldu ve asgari ücrete zam gelmedi.

• 23 Nisan: Meclis’te gerçekleşen 23 Nisan resepsiyonunda Özel ve Erdoğan bir araya geldi.

• 25 Nisan: CHP lideri Özel ve Cumhurbaşkanı Erdoğan, AKP genel merkezinde görüştü. Görüşme sonrası en çok boş sandalye konuşuldu.

• 28 Nisan: Milli Eğitim Bakanı, eğitimde müfredat değişikliği öngören taslağı kamuoyuyla paylaştı.

• 1 Mayıs: Taksim’de 1 Mayıs kutlaması yapmak isteyen emek ve demokrasi güçlerine polis müdahale etti. 217 kişi gözaltına alındı. Daha sonraki günlerde 1 Mayıs gösterileri gerekçesiyle 3 operasyon yapıldı ve 50’nin üzerinde gösterici tutuklandı.

• 7 Mayıs: Sinan Ateş iddianamesi kabul edildi. İddianamenin MHP ve Ülkü Ocakları’nı davanın dışında tutma gayreti mahkeme tarafından sürdürüldü.

• 16 Mayıs: 2024 Kobane davasında, Demirtaş’ın da aralarında bulunduğu Kürt siyasetçilere yüzlerce yıl ceza verildi.

• 3 Haziran: TÜİK’e göre Mayıs ayı enflasyonu %75.5 olarak açıklandı. Bu, son yılların en yüksek rakamı oldu.

• 4 Haziran: 2024 Hakkari Belediyesine kayyum atandı.

• 5 Haziran: Hakkari Belediye Başkanı Mehmet Sadık Akış, ceza aldı.

• 10 Haziran: Erdoğan, CHP genel merkezini ziyaret ederek Özgür Özel’le görüştü.

• 1 Temmuz: Sinan Ateş davası başladı. Mahkeme heyeti davayı MHP ve Ülkü Ocakları’nı koruma davasına dönüştürdü.

• 15 Temmuz: Özel Harekat Başkanı Süleyman Karadeniz, MHP lideri Devlet Bahçeli’nin elini öptü.

• 16 Temmuz: AKP Meclis Grubu Başkanı Abdullah Güler, en düşük emekli aylığının 10 bin liradan 12 bin 500 liraya yükseltileceğini açıkladı.

• 22 Temmuz: Sinan Ateş davasını takip eden MHP avukatlarının, aralarında siyasetçi, gazeteci ve akademisyenlerin de olduğu 154 kişiye suç duyurusunda bulunduğu ortaya çıktı. MHP lideri Bahçeli, konuyu bir aşama daha ileriye götürerek tehdite vardırdı.

MECLİSTE NELER OLDU:

• Vergi Kanunları ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi: İktidar, bu kanun teklifi ile tarafını belli etti. Yurttaşın vergi yükünü artıracak düzenlemeler kanunlaştı.

• Hayvanları Koruma Kanunu’nda Değişiklik Yapılmasına Yönelik Kanun Teklifi: Yurttaşların tepkisine karşın TBMM’ye getirilen düzenleme ile sokakta yaşayan köpeklerin öldürülmesinin önü açıldı. Öte yandan, belediyelerin mali yükünü artıracak düzenlemeler de yapıldı.

• Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi: İktidarın, “Kamu kaynaklarının etkin şekilde kullanılması” gerekçesiyle Meclis’e getirdiği düzenleme ile Cumhurbaşkanı’nın yetkileri artırıldı. ÖTV oranının belirlenme yetkisi de Cumhurbaşkanı’na verildi.

• Dışişleri Teşkilatını Güçlendirme Vakfı Kanunu Teklifi: Teklif, muhalefet tarafından iktidara yeni arpalık oluşturulduğu gerekçesiyle eleştirildi.

• Öğretmenlik Meslek Kanunu: İlk bölümü TBMM Genel Kurulu’nda görüşülen teklifin ikinci bölümünün görüşmeleri yeni yasama yılına bırakıldı. Öğretmenlik mesleğine darbe olarak nitelendirilen teklifin Ekim ayında yasalaşması bekleniyor.

KÖTÜLÜKLER REJİMİN İÇİNDE KÖKLEŞTİ

Sadece 120 günlük tablo bile, rejim değişmediği sürece ülkede pozitif anlamda bir gelişmenin olamayacağını net biçimde gösteriyor. Anayasanın, Meclis’in ve tüm kurumların devre dışı bırakıldığı; mafyanın, tarikatların ve Bahçeli’ye bağlı kolluk kuvvetlerinin hakim olduğu bir yapı egemen. İktidar ve etrafındaki hiç kimsenin eleştirilemez olduğu bir dönemden geçiyoruz. Binlerce kişi Erdoğan’a hakaretten yargılanırken, MHP de kendisine uzanan her türlü eleştiriyi “suç” haline dönüştürüp listeler yapıyor. Özgür Özel’in Sabah gazetesinde Erdoğan’la ilgili hakaret davalarıyla ilgili söyleminin gerçeği yansıtmadığını belirtmek lazım. Hakaretten yargılanan binlerce kişi, küfrettiği ya da kötü söz söylediği için değil, eleştirdiği için yargılanıyor. Ya da gazeteciler, kendisi ve yakınlarının icraatlarını haberleştirdiği için yargılanıyor. Özel’in tüm bunlardan sonra bile Erdoğan’la normal bir sürecin yaşanabileceğine dair alttan alta mesaj verme gayreti de anlaşılır değil.

ANKETLER BİZE NE SÖYLÜYOR?

Normalleşme sürecine laf söyleyen herkesin önüne anket sonuçları fırlatılıyor. Anketlerde görünen tek bir gerçek var: Cumhur İttifakı eriyor. Özellikle de AKP ve onunla birlikte Erdoğan’ın zayıfladığı gerçeği görülüyor. Bunun kaynağını bulmak çok zor da değil. Geniş halk kitlelerinin içine sürüklendiği büyük ekonomik çöküş, gericiliğin ve mafyanın kol gezmesi, adalet duygusunun kaybedilmesi, gençlerin ve kadınların yaşadığı büyük umutsuzluk toplanınca hedefin Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi olması kaçınılmaz oluyor. Her “mahalleden” yükselen büyük bir isyan var. Bu isyanı bastırmak yerine desteklemek lazım. Rejimi herhangi bir iktidar gibi görüp “onlar gider biz geliriz” kolaycılığı, Erdoğan’ı olmasa bile fikrini yönetimde tutmaktan başka işe yaramaz. 31 Mart seçim sonucu, iktidarın değil rejimin değişmesi gerektiğini ifade ediyor. Bu iradenin tüm muhalefet içinde hala canlı olduğu açık. Belki de anketlerde sorulanları biraz değiştirmek lazım.

                                          Birgün - GÜNDEM

AYM'nin Can Atalay'ın kararı Resmi Gazete'de yayımlandı: "Atalay'ın milletvekiliğinin düşmesi yok hükmünde" 
AYM, Gezi Davası kapsamında hapis cezası verilen TİP Hatay Milletvekili Can Atalay’ın TBMM Genel Kurulu’nda Yargıtay 3. Ceza Dairesi’nin kararı okunarak milletvekilliğinin düşürülmesinin yok hükmünde olduğuna karar verdi. Resmi Gazete'nin bugünkü sayısında yayımlanan kararın gerekçesinde, "Hukuken var olmayan işlem ile ilgili söz konusu talebin incelenebilmesine imkan bulunmadığı" ifade edildi.(https://www.birgun.net/haber/aym-nin-can-atalay-in-karari-resmi-gazete-de-yayimlandi-atalay-in-milletvekiliginin-dusmesi-yok-hukmunde-548829)                                                    ***

Erbaş’ın eşi haccı beşledi -Mustafa Bildircin-
Toplam 2,5 milyon kişi hac sırası beklerken Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş, eşi Seher Erbaş’a ayrıcalık sağlandı. Seher Erbaş’ın, kimi zaman koruma polisini de yanına alarak beş kere kurasız hacca gittiği öğrenildi.(https://www.birgun.net/haber/erbasin-esi-hacci-besledi-548843)

                                                                    ***

Siyonist rejim ve emperyalistler Ortadoğu’yu ateşe atıyor: 12 saat içerisinde 2 suikast
Sırtını emperyalist güçlere dayayan İsrail 12 saat arayla önce Beyrut'ta Hizbullah liderlerinden Shukr’u hedef aldı, ardından Tahran'da Hamas lideri Haniye'yi öldürdü. İsrail Tahran saldırısı ile eş zamanlı olarak Şam’da da İran güçlerini bombalarken suç ortağı ABD ise Irak’ta Şii milis gücü Haşdi Şabi’yi hava saldırısıyla vurdu.(https://www.birgun.net/haber/siyonist-rejim-ve-emperyalistler-ortadoguyu-atese-atiyor-12-saat-icerisinde-2-suikast-548855)

                                                                      ***

Hamas lideri Haniye için Tahran'da cenaze töreni düzenlendi
Suikast sonucu öldürülen Haniye için Tahran'da cenaze töreni düzenlendi. Haniye, törenin ardından yarın Katar'ın başkenti Doha'da defnedilecek. Cenaze namazı öncesinde konuşan İran Meclis Başkanı Kalibaf, Haniye'ye düzenlenen suikastın ABD koordinasyonuyla gerçekleştirildiğini söyledi.(https://www.birgun.net/haber/hamas-lideri-haniye-icin-tahran-da-cenaze-toreni-duzenlendi-548876)                                 ***

Venezuela'da seçim protestoları: Gözaltı sayısı 1200'e çıktı
Venezuela'da devlet başkanı seçiminin sonuçlarını protesto edenlerle güvenlik güçleri arasında çıkan olaylarda gözaltına alınanların sayısı 1200'e yükseldi. Protestolara ilişkin konuşan Devlet Başkanı Maduro, bir iç savaşın çıkartılmasına müsaade etmeyeceklerini belirterek, protestoların ülke ekonomisini hedef aldığını belirtti.(https://www.birgun.net/haber/venezuela-da-secim-protestolari-gozalti-sayisi-1200-e-cikti-548912)