Draghi raporu ne anlatıyor?-Anıl Çınar/soL

 

Finans sermayesinin emir kulu olarak dünyaya bakan Draghi bazı doğruları da açık ediyor ve aslında hem AB’ye hem de dünya ekonomisinde devletlerin rolüne dair bazı gerçekleri fark etmemizi sağlıyor.

68 yaşındaki Christine Lagarde, Le Monde’un sorduğu “doların tahtından indirilmesi mümkün mü?” sorusuna,  “Renminbi'nin doların yerini aldığı günü görmeye benim ömrüm yetmez” yanıtını vermiş.1

Avrupa Merkez Bankası Başkanı’nın kendi sağlığına iyi baktığından şüphemiz yok. Ne var ki soru da yanıtı da ironiktir. Çünkü asıl konu ABD’nin gücü veya Çin’in yükselişinden çok Avrupa Birliği’nin arada kalmışlığı ve “Draghi raporu”dur.

Mario Draghi, Lagarde’dan önceki başkandır ve AB’nin ekonomik krizini “çözmesiyle” ünlüdür. Draghi tekellerin çıkarları için “ne gerekiyorsa yapacağız” demiş ve AB’yi daha önce bir kez “kurtarmıştır”. Şimdi Eylül 2024 tarihli raporda da onun imzası vardır.

Rapor, daha yayınlanmadan önce tartışılmaya başlanmış ve yayınlanışından itibaren de bir referans kaynağı olmuştur. Avrupa’nın ekonomik rekabette neden geride kaldığına ve bunun nasıl aşılabileceğine dair sayısal veriler ve önerilerle dolu uzun bir incelemedir bu.

Rapor, içerdiği veriler ve kurtarma planının detaylarına kadar tartışılıyor ve eleştiriliyor. Öte yandan raporda az çok herkesin uzlaştığı doğrultu, AB’nin ABD ve Çin karşısında geriye düşüşünün bir gerçek olduğu, bu devletlerle rekabet etmekte zorlandığı ve bu durumdan çıkmasının öyle kolay olmayacağı yönünde.

Burada en çok tartışılan başlıklardan biri de Draghi’nin öngördüğü yatırım hamlesinin boyutu ve etkisi. Raporda geçen ifadelere göre AB’nin geçmişteki Marshall yardımlarını da aşan bir oranda yatırıma ihtiyacı bulunuyor, yani AB ortak bütçesinden çıkacak bir 800 milyar avroya.

Rakamlar günümüzün gerçekliğine uyarlandığında ne anlam ifade eder, bu iktisatçıların bileceği kısım. Ancak AB ekonomisinin yıllık üretiminin %4,7’si gibi bir orana denk düşen rakamın yine de “çok büyük” sayılacağı açık.

Halbuki Avrupa’yı yeşil teknolojide öne ve ileri teknolojilerde istenilen yere taşıyacağı, üretkenliğini artıracağı ve ABD-Çin ile rekabet edebilir kılacağı düşünülen bu atılım için “çok çok geç” kalındığını düşünenler de var.

Örneğin “benim dediğimi yapsaydınız bu noktada olmazdık” diyen Yanis Varoufakis AB’nin treni 2019-2020 dönemecinde kaçırdığını, ABD ve Çin’in bu dönemeçten itibaren çok öne geçtiğini ve dolayısıyla Draghi raporunun ancak Avrupa’nın düşüşünün kaçınılmazlığını tasdik edebildiğini söylüyor.2

Fakat rapor sadece finansal cambazlıkların fazla iyimser olduğunu hissettirmiyor. Finans sermayesinin emir kulu olarak dünyaya bakan Draghi ister istemez bazı doğruları da açık ediyor ve aslında hem AB’ye hem de dünya ekonomisinde devletlerin rolüne dair bazı gerçekleri fark etmemizi sağlıyor. 

Rapora göre AB’nin zayıf noktalarından biri bizim ifademizle “yeterince tekel olamaması”. Yani rapor özellikle de yeni teknolojiler alanında ABD’deki finansman mekanizmaları ile Çin’in devlet planlaması ve sübvansiyon sistemi düşünüldüğünde AB’deki parçalanmışlığın, regülasyon sisteminin veya moda ifadeyle “kurumsal yapısının” engel teşkil ettiğini anlatıyor.

Bunun sonucunda da Eski Kıtada ortaya çıkan parlak fikirler Yeni Kıtaya göç ediyor, oranın avantajlarından yararlanıyor ve ABD tekellerinin bir parçası oluyor.

Tercüme edecek olursak, AB büyük bir ekonomi ve büyük bir pazar fakat bu avantajları kullanabilecek bir “devlet” değil. Şu doğru: Devlet olmasa da geçmişte AB emperyalist bir merkez olarak ön plana çıkarken bu birlik görüntüsü güçlüdür. Halbuki AB içi gerilimlere baskın çıkan bir uluslararası ortamın varlığı da göz ardı edilmemelidir.

Burada elbette ABD’nin askeri gücünü arkasına alan, 60’ların ve 70’lerin “yükselen” Avrupa ekonomisi akla gelir. Ama unutulmaması gereken şey, Atlantik ittifakının iki yakası arasındaki gerilimlerdir de. AB, iki yakanın “anlaştığı” dönemeçlerde daha bağımsız bir aktör olarak ön plana çıkabilme olanağı da elde etmiştir.

Belki de Draghi’nin raporundaki şekliyle, bir tür Marshall yardımları momentinin aranması da bu yüzdendir… Nitekim, Ukrayna’daki savaş bir kez daha ABD yakasındaki soru işaretlerinin giderilmesini, ittifakın ağabeyinin kim olduğunun hatırlanmasını sağlamıştır. Şimdi sıra AB’yi yeniden inşa etmeye gelmiştir… Yani Varoufakis’in bahsettiği gecikmenin bir nedeni olmalıdır… Raporun Atlantik’in öteki yanından alkışlanmasının kaynağında bu olsa gerektir…

Halbuki AB, o hayal edilen “Avrupa Birleşik Devletleri” için fazlasıyla çelişki barındırıyor. Raporda bahsedilen ortak bütçeye, aralarına Fransa’nın da katıldığı Güney ülkelerinin hevesle yaklaşması ama Kuzey ülkelerinin burun kıvırması sürpriz olmasa da dikkate değerdir.

Buna, geçtiğimiz günlerde Çinli firmalara uygulanması düşünülen gümrük vergisindeki anlaşmazlıklar da eklenebilir. Öyleki AB içerisinde Çin ile en hacimli ilişkilere sahip olan ülke Almanya’dır ve gümrüğe “hayır” oyu veren birkaç ülkenin başında olması şaşırtıcı değildir. Almanya’yı yönetenler, söz konusu gümrüklerin zaten fabrika kapatmalarla dramatik bir hal alan Alman ekonomik gidişatına hiç de iyi gelmeyeceğini düşünmektedir.

Ama dahası var. Raporun merkezini oluşturan arada kalmışlık özellikle Almanya için yakıcıdır. Bir yandan yeşil enerji ve otomotiv için Çin ile kurulan ilişkideki ucuz mala erişim vazgeçilmez gibidir. Öte yandan, otomotiv ve diğer “geleneksel” sanayi dallarıyla anılan kıtanın bu sektörleri Çin’e kaptırıyor olması sermayenin uzun vadeli çıkarları için büyük soru işaretidir. “Bu bağımlılıktan kurtulunmalıdır”.

Almanya şimdilik pazar hakimiyetine, bu karşılıklı ilişkiden üstün çıkma olasılığına oynuyor gözükmektedir. Ama benzer bir durumun ucuz Rus doğalgazına bağımlılıkta da başlarına geldiğini hatırlıyor olmalılar. Öyleki pandemi ve Ukrayna savaşı AB’nin enerji ve tedarik zincirlerindeki zayıf noktalarını ortaya çıkarmıştır.

Esasında Ukrayna savaşı Avrupa’yı bir yandan bu enerji bağımlılığından kurtarmış gibi gözükmektedir. Halbuki tam da nükleer santrallerin kapatıldığı ve “yeşile” adım atılan bir dönemeçte ortaya çıkan savaş Avrupa’yı daha büyük bir enerji çıkmazına itmiştir. Şimdiyse Avrupa, en büyük zaaflarından biri olarak raporda da dillendirilen enerji başlığında “yeşil” ile “Çin” arasında sıkışmaktadır.

Üstelik Çin’in Avrupa’nın bu zaafına havuç ve sopa ile yaklaşması ve bazı sonuçlar alması da başka bir faktör. Almanya’nın, Çin’in elektrikli otomobilleri için düşünülen AB gümrükleri oylamasında başta çekimser durması ve sonra “hayır” demesi yalnızca Alman otomotiv tekellerinin lobicilik faaliyetleri ile ilgili değildir. Tıpkı İspanya’nın başta “evet” oyu kullanacağını söylemesi ve Pekin ziyareti sonrası oyunu “çekimser”e doğru kaydırmasının sıkı pazarlıktan ibaret olmayışı gibi.

Elektrikli arabaların bütün teknolojik bileşenleriyle birlikte büyük bir güvenlik açığı oluşturduğunu da buraya not etmek gerekir. ABD AB’yi yalnızca Rus ordularıyla değil, Çin’in teknoloji hakimiyetiyle de korkutmaktadır.

Özetle AB, ABD’den farklı olarak, Çin ile kurduğu ilişkide daha “özgür” davranamamaktadır. Ne bunu sağlayabilecek kadar “birlik”tir, ne de dolar gibi bir araca sahiptir; ne teknolojik hakimiyet kurabilmekte, ne enerjide bağımsızlaşabilmekte, ne de ABD olmadan kendini güvende hissedebilmektedir.

AB’nin Çin’e uyguladığı gümrüklerin de Draghi raporunun reçetesinin de ABD tarafından memnuniyetle karşılanmasının nedeni var... Kuşkusuz, Christine Lagarde’ın dolar için sahip olduğu temennilere hapsedilecek ölçüde değil. Ama raporun bir Goldman Sachs bankerinin imzasını taşıması, bu kadroların Yunanistan ve Türkiye dahil her yerde boy göstermesi, NATO’nun aynı zamanda ekonomik bir ittifak olması gerektiğini söyleyenlerin sayısının artması bir yandan sıradan ama başka bir açıdan dikkat çekici gelişmelerdir.

Yine de AB’nin bu sıkışmışlıktan kurtulması zor. Ve son olarak, AB’nin yeniden bir çekim merkezi olamaması, daha açık konuşacak olursak “kendine gelememesi” hem bizim hem de Avrupa’daki emekçiler için iyi bir şeydir. Eski Kıtanın AB ile değil, tarihini parlatan sınıf mücadeleleriyle anılmasına ihtiyacımız var.

Anıl Çınar/soL


Özelleştirme yolunda aile hekimliği ya da sağlık hakkımız + Aile hekimliği sezon finali+Aile hekimleri istifa ediyor

Özelleştirme yolunda aile hekimliği ya da sağlık hakkımız -Zeki Gül/Evrensel

Bir gün uyandığımızda aile hekimliği zincirleri kuran özel şirketlere yasal izin verildiğine rastlarsak sakın şaşırmayalım. Aynen şehir hastaneleri gibi. Geçmişin SSK hastaneleri misali aile hekimliği modeli de binasından olanaklarına, iş yükünden bütçe eksikliğine halkın nezdinde itibarsızlaştırılıyor. Bekleme odası olmayan, yer yer bodrum katlarında binalarda hizmet vermeye zorlanıyor aile hekimleri. 

Bu modelin karşısına içinde şık kafeteryası, ücretli de olsa çocuk oyun alanı, bol neon ışıkları, konforlu bekleme salonu olan zincir aile hekimliği konduğunda sonuç maluma çıkar. Model zaten hazır: Aynen şehir hastanelerinde olduğu gibi Sağlık Bakanlığı arsayı bedava verir, şirketlere en az 25 yıl boyunca kira ve bina bakım parası öder, yetinmeyip yüzde 70 doluluk garantisi verir. Aile hekimlikleri binalarına ayrılmayan bütçenin bu aile hekimliği şirketlerine cömertçe aktarılacağını tahmin etmek zor değil.

Günümüzde aile sağlığı merkezleri fizik yapısı ve çalıştırılan personele göre A-B-C-D- ve sınıfsız olarak beş gruba ayrılmakta, cari giderleri de bu sınıflamaya göre ödenmektedir. Sağlıkta eşitsizlikleri yasal düzlemde meşrulaştıran şu anlayışa bakın hele. Şimdi bunun karşısına şirket zincirlerini koyduklarını düşünün...

Her ne kadar aile hekimliği modeli özelleştirmenin ‘mış gibi' hali olsa da piyasacı anlayış er geç bu ‘mış gibi’ halinden sıyrılmak isteyecektir. Hasılı tam gaz özelleştirme diye de okuyabiliriz bunu. Sağlık Bakanlığının hazırladığı yeni “Performans ve Ödeme Yönetmeliği”ni bu gözle de ele almakta yarar var. 

Birinci basamak sağlık hizmetleri sağlık ocağı modeli ile çok önemli kazanımlar sunmuştu ülke sağlık ortamına. Çiçek hastalığının bu coğrafyada sona ermesinden, kızamık ve diğer çocukluk bulaşıcı hastalıklarının aşı ile azaltılmasına, üreme sağlığından okul sağlığına önemli işler başarılmıştı. Derken tam yirmi yıl önce Düzce'de sonrasında tüm ülkede birer birer kapatılıp aile hekimliği modeline geçilmiş oldu. Gelinen noktada aile hekimliklerinde aşı yok!

Aile sağlığı merkezleri ticari bir kuruluş gibi kurgulanmış, hekimlere işletme görevi verilmişti. Ancak bakanlığın aylık gönderdiği cari gider ödemeleri masrafları karşılamaktan uzak. Hasılı bir özelleştirme modeli aile hekimliği sistemi.

Eğitim ve sağlık bir arada konuşulurken köy enstitüleri ile birlikte anılan bir modeldi sağlık ocakları. Kapatılmaları tesadüf değildi. Elbette eleştirilen yönleri de vardı ama kazanımlarını unutamayız. Şimdi hem eğitim hem sağlık aynı hızda özelleştiriliyor.

Sağlık Bakanlığı tüm itirazlara rağmen 1 Kasım günü "Performans ve Ödeme Yönetmeliği"ni yürürlüğe soktu. Hekim meslek örgütü TTB'nin de içinde yer aldığı birinci basamak sağlık hizmetini sunan hekimlerin ve sağlık çalışanlarının örgütleri bu bağlamda 6-7-8 Kasım günleri  iş bırakma kararı aldılar. Sadece özlük hakları için değil halkın sağlık hakkı için de itiraz ediyorlar. Ortak açıklamalarında son yönetmeliğe dair şu başlıklar dikkat çekiyordu:

* Koruyucu sağlık hizmetlerinin geliştirilmesine yönelik gerekli düzenlemeleri içermemektedir.

* Hastalara ve koruyucu hekimlik uygulamalarına yeterli zaman ayrılabilmesine fırsat vermemektedir.

* Kendi içinde taşıdığı çelişkili uygulamalar ile hekimlerle hastaları karşı karşıya getirerek şiddete zemin hazırlamaktadır.

* Belli ilaç gruplarının reçetelenmesi ve sevkleri sınırlayarak hekim bağımsızlığına müdahale etmektedir.

* Karmaşık hesaplamalar ile ulaşılması mümkün olmayan, ulaşılsa bile halk sağlığı için faydasız performans kriterleri içermektedir.

*Hekimlerin ve aile sağlığı emekçilerinin iş ve gelir güvencesini ortadan kaldırmaktadır.

Hasılı anlatılan bizim sağlık hikayemiz. Aile hekimlerinin talepleri sermayenin değil halkın yararınadır. Her ne kadar kendisi de örtülü ve kısmi bir özelleştirme modeli olsa da 'aile hekimliği zincir işletmelerinin' önündeki en büyük engel aile hekimlerinin örgütlü mücadele dinamikleridir. 

SSK işçilerindi, el konuldu. Kuyrukları mumla arıyor işçiler. Şimdi devlet hastanelerinden randevu almak imkansıza yakın. Mecbur bırakılan SGK anlaşmalı özel hastaneler ise çok yüksek ek fark almakta.

Eğer aile hekimlerinin mücadelesini yalnız bırakırsak bir ihtimal ileride yerine ikame edilecek özel şirket aile hekimliği zincirleri aynen SGK anlaşmalı özel hastaneler gibi her muayene ve işlemden ücret talep edecektir. 

Sağlık tek kişilik bir öykü değildir. Unutmayalım.

Sağlıcakla kalın.                             /././

 Aile hekimliği sezon finali-Osman Öztürk/Birgün-

50'li yıllarda Sirkeci Emniyet Amirliği’nde görevli üç polis memuru emekli olur ve birlikte bir iş kurmaya karar verirler. Hangi işi yapalım diye düşünürken içlerinden birinin aklına bir fikir gelir. Karakol kuralım!

Civardan bir bina kiralar; masaydı, sandalyeydi, daktiloydu donatırlar. En son Büyük Postane civarındaki mühürcülere mühürü de kazıtıp tabelayı asarlar. Küçükpazar Karakolu!

Sonra o günlerde göreve yeni başlayan Sirkeci Emniyet Amiri’ni tebriğe gider, o arada personel eksikliğinden bahsederek karakola üç polisin daha tayin edilmesini sağlarlar. Böylece üç girişimci kafadarın kurduğu özel karakol resmi karakol gibi yıllarca faaliyetini sürdürür.

Yalnız bir kış karakollara kömür dağıtımı sırasında görevli polis memurunun dikkati sayesinde foyaları ortaya çıkar! Hikaye orada son bulur.

∗∗∗

Eskiden kulaktan kulağa anlatılan, şimdilerde internette dolaşan bu hikaye tabii ki hayaliydi ama bir benzeri AKP döneminde gerçek oldu.

“Sağlık Reformu”nun ilk icraatlarından biri olan Aile Hekimliği Türkiye Modeli, AHTM’den bahsediyorum. Binayı doktor buluyor, tefrişatı doktor yapıyor; elektriği, interneti, kirayı, hatta çalışan personelin maaşını doktor ödüyor ama sözde kamu dairesi!

Tayini çıkan ya da emekliye ayrılan hakimin mahkeme kürsüsünü, sanık sandalyesini, bilgisayarları filan söküp beraberinde götürdüğünü ya da yeni gelecek hakime hava parası karşılığı devrettiğini düşünebilir misiniz? AKP’nin AHTM’si işte öyle bir şey. Aynıyla vaki; geçtiğimiz yıllarda Büyükada’da bir aile hekimi, giderken eşyalarını da gemiye yükleyip götürmüştü!

∗∗∗

AKP AHTM’yi kurmak için hem Sağlık Ocağı Modeli, SOM’u, hem de bütün sağ partiler gibi isminden dahi ikrah ettiği Sağlıkta Sosyalleştirmeyi yıktı.

İlk olarak SOM’da bütüncül olan koruyucu hekimlikle tedavi edici hekimliği birbirinden ayırıp birinci basamak sağlık hizmetlerini parçaladı. Koruyucu hekimliği Toplum Sağlığı Merkezleri, TSM’lere; tedavi edici hekimliği Aile Sağlığı Merkezleri, ASM’lere dağıttı.

İkinci olarak SOM bölge tabanlı, yani kendi bölgesinde yaşayan bütün nüfustan sorumlu iken AHTM ile liste tabanlı örgütlenmeye geçildi. Aile hekimleri sadece kendi listelerine bağlı kişilerden sorumlu kılındı.

Son olarak da SOM’da minimum bir hekim, bir hemşire, bir ebe ve bir sağlık memurundan oluşan ekip AHTM’de maksimum bir hekim ve bir “aile sağlığı çalışanı”na daraltıldı.

∗∗∗

TTB ve SES AKP’nin AHTM’sine karşı uzun yıllar mücadele etti. Düzce’de, Denizli’de, İzmir’de, Samsun’da kitlesel direnişler örgütledi. Birçok TTB, SES aktivisti idari baskıları, sürgünleri göze alarak, bedeller ödeyerek aile hekimi olmayı reddettiler.

Aslında hikayenin sonu baştan belliydi. Ancak AKP daha yıllardır itibarsızlaştırılmış pratisyen hekimleri sözde aile hekimi ünvanı ve eskisinden daha yüksek ücretler vererek, havuç-sopa yöntemiyle ikna etti.

Akabinde “vizyon”larını “Ülkemizdeki Aile Hekimliği uygulamasını Dünya’da model alınan bir noktaya getirmek”, “misyon”larını “sadece aile hekimliği sistemindeki aksaklıkları çözmek” olarak tanımlayan dernekler kuruldu.

Böylece aralarında AKP muhaliflerinin de olduğu aile hekimlerinin çoğunluk talebi “Güçlü aile hekimliği” oldu.

∗∗∗

AHTM’nin kurucusu ve yılmaz savunucusu eski Sağlık Bakanı Recep Akdağ’dı. Sonraki Bakanlar aynı performansı göstermedi.

Şimdiki Sağlık Bakanı Kemal Memişoğlu’nun AHTM’ye bakışı ise sade ve net. “Madem ki koruyucu hekimlikle tedavi edici hekimliği ayırdık, madem ki ASM’lerde ağırlıklı olarak poliklinik yapılıyor; hastane hekimlerini de sıkabildiğimiz kadar sıktık, o halde ben de devasa hasta yükünü ASM’lere yıkarım!”

“Aile Hekimliği Sözleşme ve Ödeme Yönetmeliğinde Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmelik” işte bu zihniyetin ürünü olarak yayınlandı.

Aralarında ne yazık ki daha iki yıl önce TTB’yi savcılıklara ihbar eden sözde hekim sendikaları ve aile hekimi derneklerinin de bulunduğu sağlık örgütleri geçtiğimiz hafta TTB’nin çağrısıyla bir araya geldi ve ASM’lerde eylem kararı aldı. Yayınlanan ortak talepler hala AHTM’nin özünün doğru okunamadığını gösterse de eylem iyidir.

Dahası, ASM başına düşen nüfusun iki bine indirilmesini isterken “Koruyucu sağlık hizmetlerinin öncelendiği ve ekip anlayışını gözeten bir sistem inşa edilinceye kadar” diyerek şerh düşülmesi kıymetli.

Şurası açık ki AKP’nin AHTM’sinin içinde kalarak hekimlerin, sağlık çalışanlarının haklarını savunmak mümkün değil. Çıkış için tek yol AHTM’yi toptan geri dönüşüm kutusuna göndermek.

Aile hekimliğinde sezon finaline gelindi.

                                                        /././

Aile hekimleri istifa ediyor-Sibel Bahçetepe/Birgün-

Aile hekimleri, ebe ve hemşireleri, Aile Hekimleri Sözleşme ve Ödeme Yönetmeliğini protesto etmek için yarından itibaren 3 gün iş bırakacak. Çalışma koşullarının zorlaştığını belirten ve istifa etmeye başlayan aile hekimleri "Sağlık sistemine dinamit konuldu" dedi.

Aile hekimlerinin ve meslek örgütlerinin "eziyet yönetmeliği" olarak nitelendirdiği ve 1 Kasım'da yürürlüğe giren "Aile Hekimliği Sözleşme ve Ödeme Yönetmeliğinde Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmelik" sonrası aile hekimlerinden istifa haberleri de gelmeye başladı.

Aydın'da 20 aile hekiminin istifa ettiği, diğer illerden de önümüzdeki günlerde benzer haberlerin geleceği belirtildi. Yönetmeliğe tepki gösteren aile hekimleri ve çalışanları yarından itibaren 3 gün (5-6-7 Kasım) iş bırakma eylemi yapacak.

Aile hekimlerinin görüşü alınmadan Sağlık Bakanlığı tarafından hazırlanan yeni “Aile Hekimliği Yönetmeliği” sahada büyük bir tepki dalgası yarattı. Türkiye genelinde, 5-7 Kasım tarihlerinde iş bırakma eylemi yapacak olan aile hekimleri ve aile sağlığı çalışanlarının yanı sıra, çeşitli illerden art arda istifa haberleri de geliyor. Bu gelişme, yönetmeliğin yol açtığı huzursuzluğun boyutlarını gözler önüne seriyor.

Aile Hekimleri Çalışanları Sendikası (AHESEN) Genel Başkanı Dr. Ahmet Kandemir, özellikle entegre aile hekimliği birimlerinde istifa dalgalarının başladığını belirterek “Sadece Aydın’da 20 aile sağlığı çalışanı istifa etti. Bu istifaların diğer illerde de artarak süreceğini öngörüyoruz” dedi. Aile hekimlerini ve çalışanlarını "hiçe sayan" yönetmeliğin bir an önce geri çekilmesi gerektiğini söyledi.

SİSTEME DİNAMİT

Dr. Kandemir, yönetmeliğin sahada derin bir yara açtığını ve bunun halk sağlığını doğrudan etkileyebileceğini ifade etti ve “Bu yönetmelikle bakanlık, sahanın görüşünü yok saymıştır. Hem vatandaşlarımız hem de meslektaşlarımız büyük bir zarar görecek. Bu şartlar altında, sahada çalışan arkadaşlarımız meslekten ayrılmak zorunda kalacaklar. Halkımız, aile hekimine ve sağlık çalışanına ulaşmakta ciddi zorluklar yaşayacak" uyarısında bulundu.

Aile hekimleri ve sağlık çalışanları, taleplerini duyurmak için illerde basın açıklamaları yaparak miting düzenlemeye ve iş bırakma eylemlerine devam edecek. Dr. Kandemir, bu sürecin sorumluluğunun Sağlık Bakanlığı’nda olduğunu ve taleplerinin yerine getirilmemesi halinde daha fazla sağlık çalışanının sistemden ayrılacağını kaydetti.

"BİLİM VE TIPLA İLGİSİ YOK"

Birlik ve Dayanışma Sendikası Genel Başkanı Dr. Derya Mengücük de Sağlık Bakanlığının bu tavrıyla adeta kendilerine “hodri meydan” dediğini belirterek, “Bu çağrıya kayıtsız kalmamız mümkün değildi, biz de meydanlardayız, iş bırakıyoruz” dedi. Mengücük, bu yönetmelikte yer alan ve meslek onurunu zedeleyen tarafların kabul edilemez olduğuna dikkat çekerek, yönetmeliğin toplum sağlığına, koruyucu sağlığa ve insan sağlığına hiçbir katkısı olmadığını söyledi. Mengücük, şöyle devam etti:

“Söz konusu yönetmelikte yer alan değerlendirme ve ücretlendirme kriterlerinin bilim ve tıpla bir ilgisi yok. Bu ölçüler hem meslek onurumuzu zedeleyici, hem de hekim, ebe ve hemşirelerin istek ve iradesi dışındaki koşulları dayatarak ücretlendirme öngörüyor. Örneğin 6 ay süre ile hastanın aile sağlık merkezine başvurmaması halinde ücrette kesintiye gidiliyor. Dünya literatüründe asla böyle bir şart söz konusu değil. Yine bizim isteğimiz dışında gerçekleşen başka bir durumda daha kesinti öngörülüyor. Hastaların aile sağlık merkezi dışındaki sağlık tesislerine başvuruların sayısı 7 ile sınırlandırılıyor. Oysa her sağlık sorununu bizim çözmemiz mümkün değil. Mecburen çözemediğimiz durumlarda hastayı hastaneye branş uzmanlarına yönlendirmek durumundayız. Buna sayı kısıtlaması getirilmesi hastalar için de sakıncalı. Hekim kanaatine ve tedavi hürriyetine müdahale söz konusu ve biz mesleğimizin ilkelerine sahip çıkmakta ısrarlıyız…”

İSTİFALAR ARTAR

Sağlık Bakanı'nın yönetmelik hazırlanırken uzun bir hazırlık süreci geçirildiğini ve iki aile hekiminden görüş alındığını söylediğini anımsatan Mengücük, 60 bin çalışanı bulunan bir sahayı yakından ilgilendiren bir konuda sadece iki aile hekiminden ya da iki bürokrattan görüş alınmasının sağlıklı ve doğru olmadığını açıkladı.

Mengücük “Tüm meslek örgütleri ve sahada çalışanlar olarak hazırlanacak yönetmelikte söz sahibi olmak ve görüş bildirmek istiyoruz. Bölgeye, nüfusa ve nüfus yapısına göre ortaya çıkan sorunlar ve gereklilikler üzerinden yeni yönetmeliğin hazırlanmasını istiyoruz” diye konuştu.

Bu tür yönetmeliklerle sorunların çözülmediğini, aksine yeni sorunlar eklediğini anlatan Dr. Derya Mengücük, bu yönetmelik nedeniyle işten ayrılacak birçok hekim, hemşire ve ebe bulunduğuna dikkat çekti.



Erenköy Cemaati vergi ödemeyecek -İsmail Arı /BİRGÜN

 

                                                   Osman Nuri Topbaş (Fotoğraf: ANKA)

İktidar, Erenköy Cemaati’ne bağlı Altın Nesil Vakfı’nı da vergiden muaf tuttu. Vakfın faaliyetleri “Medrese eğitimi ve tebliğ çalışmaları” olarak açıklanırken vergiden muaf tutulan vakıfların sayısı ise 331’e yükseldi.

Halk, her geçen gün daha da derinleşen ekonomik krizin etkisiyle geçim mücadelesi verirken yandaşlar vergiden muaf tutulmaya devam ediyor.

AKP’li Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın kararıyla Erenköy Cemaati'ne bağlı Altın Nesil Vakfı vergiden muaf tutuldu. Hazine ve Maliye Bakanlığı’na bağlı Gelir İdaresi Başkanlığı'nın yayımladığı “Vergi Muafiyeti Tanınan Vakıfların Listesi’ne” 9 Ekim’de Altın Nesil Vakfı’nın (ANEV) da eklendiği açıklandı.

‘MEDRESE EĞİTİMİ VE TEBLİĞ’

Vakfın internet sitesinde ise vakfın amacı şöyle açıklanıyor: “ANEV, medrese eğitimi ve tebliğ çalışmaları olmak üzere iki temel alan üzerine kurulu faaliyetleriyle ilim çemberlerini geliştiriyor. İslami eğitim seferberliğiyle dünya genelinde eğitim eksikliği yaşayan milyonlarca Müslüman'a el uzatıyoruz. ANEV, ilim tahsili yapmak isteyen binlerce erkek ve kadın talebe için medreseler inşa ediyor.”

Liderliğini Osman Nuri Topbaş’ın yaptığı cemaat, daha çok Aziz Mahmut Hüdayî Vakfı ile bilinirken cemaat Ankara’daki yapılanmasını ise Muradiye Vakfı ile yürütüyor.

BİM MARKET DE CEMAATİN

BİM Yönetim Kurulu Başkanı Latif Topbaş, uzun yıllar Cumhurbaşkanı Erdoğan’a oldukça yakın iş insanlarından biri olarak tanındı. 2018'deki açıklamasında AKP lideriyle dostluklarının 35 yıl öncesine gittiğini söylemişti. Gazeteci Barış Terkoğlu, daha önce BİM ile Erenköy cemaati arasındaki bağı şöyle özetlemişti:

“Mahmut Sami Ramazanoğlu, 1950’lerde, Erenköy tren istasyonunun oradaki Zihni Paşa Camii’nde cemaatini toplamaya başlamış. 70’lerin sonunda Suudi Arabistan’a giderken, Musa Topbaş’ı vekil bırakmış. Cemaatin liderliği, onun ardından, oğlu Osman Nuri Topbaş’a geçmiş. İşte yıllardır dilimizde olan Topbaş ailesi, bu Topbaş ailesi. Hem Erenköy’de başlayan cemaat faaliyetini sürdürüyorlar hem de ticaret işlerini devam ettiriyorlar. Gündemdeki BİM de onların markası.”

331 VAKIF VERGİDEN MUAF

Türkiye'de yaklaşık olarak 5 bin 500 civarında olan vakıflardan bugüne kadar 331’ine vergi muafiyeti hakkı tanındı.

Bu vakıflar arasında oğlu Bilal Erdoğan'ın yöneticisi olduğu Türkiye Gençlik Vakfı (TÜGVA), Prof. Dr. Fuat Sezgin İslam Bilim Tarihi Araştırmaları Vakfı, Yeni Türkiye Eğitim Vakfı (YETEV) ve Okmeydanı Spor ve Eğitim Vakfı (Okçular Vakfı) ile kızı Sümeyye Erdoğan Bayraktar’ın yöneticisi olduğu Kadın ve Demokrasi Vakfı (KADEM) da yer alıyor. Erdoğan, damadı Berat Albayrak'ın yöneticisi olduğu Nun Eğitim ve Kültür Vakfı ile diğer damadı Selçuk Bayraktar’ın yöneticisi olduğu Türkiye Teknoloji Takımı Vakfı’nın da vergi muafiyetinden yararlanmasını sağladı.

İsmail Arı /BİRGÜN

VERGİ MUAFİYETİ TANINAN VAKIFLARIN LİSTESİ:

https://www.gib.gov.tr/yardim-ve-kaynaklar/yararli-bilgiler/vergi-muafiyeti-taninan-vakiflarin-listesi

Tüketici Fiyat Endeksi, Ekim 2024 + E-TÜFE ENAGrup Tüketici Fiyat Endeksi Ekim 2024

 

              https://data.tuik.gov.tr/Bulten/Index?p=Tuketici-Fiyat-Endeksi-Ekim-2024-53619

                                                 
                                       https://enagrup.org/bulten/24oct.pdf?v=1

AKP’li ismin lüks konut projesi onay aldı: Kartal’a 15 bloklu site -Şeyda Öztürk / Cumhuriyet


Yatay mimari çağrılarına karşın Ümraniye’nin eski AKP’li meclis üyesinin şirketi, Kartal’ı betona boğacak. Lüks proje Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı’ndan onay aldı. Şirket proje için 8 milyar 80 milyon TL harcayacak.

Beklenen Marmara depreminin büyük zararlar vereceği düşünülen İstanbul’da, dikey mimari ısrarı sürüyor. Eski AKP’li meclis üyesinin Kartal’daki lüks konut projesine onay çıktı.

AKP’den 2005-2019 yılları arasında İstanbul Ümraniye Belediyesi’nde meclis üyeliği ve imar komisyon başkanlığı yapan Nimetullah Kaya’nın 1992’de kurduğu Şua İnşaat, Kartal için kolları sıvadı. Lüks konut projeleriyle adını duyuran şirket, Çavuşoğlu mahallesinde yapacağı “Elite İstanbul” projesine Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı’ndan onay aldı. Uzmanların ısrarlı yatay mimari çağrılarına karşın İstanbul’a yapılacak olan bu proje de en az 14 katlı olacak.

MİLYARLAR HARCAYACAK

Proje kapsamında 90 bin 754 metrekarelik araziye 2 bin 282 konut ve 132 ticari alan inşa edilecek. Bölgede hali hazırda bulunan 14 binanın yıkımının tamamlanmasının ardından alana 15 bloktan oluşan site kurulacak. Hepsi en az 14 katlı olacak olan binalarla birlikte bölgede havuz, kreş, spor salonu ve otopark gibi birimler de yapılacak. Şirket bu projesi için 8 milyar 80 milyon 699 bin TL harcayacak.

Şeyda Öztürk / Cumhuriyet

SÖZCÜ "GÜNDEM" -4 Kasım 2024-

Öfkeli mağdurlar, Kral'a çamur yağdırdı

İspanyol Kralı Felipe VI ve Kraliçe Letizia, 50 yılın en büyük sel felaketini yaşayan Valensiya bölgesini ziyaret etti. Öfkeli halk, Kral'a çamur fırlattı ve sövdü.(https://www.sozcu.com.tr/ofkeli-magdurlar-kral-a-sovdu-ve-camur-firlatti-p101162)                                          ***

Araç muayenesinde adrese telsim ihale-Tarık Işık-

Araç muayene istasyonları için açılan ihalede ‘adrese teslim’ tartışmaları başlarken, ilk 9 ayda sektörde ağırlığı bulunan TÜVTÜRK’ün kasasına 15 milyar TL’lik bir gelir bırakıldı.(https://www.sozcu.com.tr/arac-muayenesinde-adrese-telsim-ihale-p101241)           

                                                            ***

AKP’den aday olamadı ama ihale zengini oldu-Deniz Ayhan-

Bedrettin Binbay 2018 seçimlerinde Siirt’ten AKP aday adayıydı. Binbay’ın şirketleri 2023 yılının başından bu yana özellikle depremi vuran şehirlerde yaklaşık 17 milyar TL’lik ihale aldı.(https://www.sozcu.com.tr/akp-den-aday-olamadi-ama-ihale-zengini-oldu-p101239)

                                                                   ***

Şimşek, Maliye’nin iflasını açıkladı-Nedim Türkmen-

https://www.sozcu.com.tr/simsek-maliye-nin-iflasini-acikladi-p101236

                                                             ***

Türkiye’yi çürüten 6 yıl!-Necati Doğru-
https://www.sozcu.com.tr/turkiye-yi-curuten-6-yil-p101213


                                                      ***

Şimşek geldi, komiser döndü-Tolga Uğur-

Mehmet Şimşek liderliğindeki ekonomi yönetimi, IMF’nin önerdiği ortodoks politikaları uyguluyor.(https://www.sozcu.com.tr/simsek-geldi-komiser-dondu-p101244)                                            ***

Devlet böyle soyuluyor para yabancıya akıyor

Tıbbi cihazların alımında büyük paralar dönüyor. 1000 TL’lik ürünler 100 katı fiyatla 100 bin TL’nin üstüne satın alınıyor, tasarruf peşindeki Maliye uyuyor.(https://www.sozcu.com.tr/devlet-boyle-soyuluyor-para-yabanciya-akiyor-p101242)

                                                               ***

AKP’li başkan, halkla el ele Cengiz madenine direniyor.

Cengiz Holding, Arhavi’deki bakır sahasını da büyüttü. AKP’li Başkan Turgay Ataselim, doğa katliamını durdurmak için dava açtı...(https://www.sozcu.com.tr/akp-li-baskan-halkla-el-ele-cengiz-madenine-direniyor-p101248)                                            ***

933 bin liraya Kâbe manzaralı hac-Tarık Işık-

Parası olan hacı adayları, Diyanet’in organizasyonu ile ibadetini kutsal yerlere yakın lüks otellerde yapabilecek. Beş yıldızlı ibadetin bedeli yaklaşık 1 milyon lira.(https://www.sozcu.com.tr/933-bin-liraya-kabe-manzarali-hac-p101243)

                                                                       ***
(SÖZCÜ)

Mardin, Batman ve Halfeti belediyelerine kayyım atandı -duvaR

Mardin Büyükşehir Belediyesi, Batman Belediyesi ve Urfa'ya bağlı Halfeti Belediyesi'ne kayyım atandı. Ahmet Türk, "Halk iradesinin gaspına geçit vermeyeceğiz. Bu böyle bilinsin" dedi.

Mardin Büyükşehir Belediyesi, Batman Belediyesi ve Halfeti Belediyesi'ne kayyım atandı. 

İçişleri Belediyesi tarafından yapılan açıklamada her üç başkanın 'silahlı terör örgütüne üye olma' suçunda aldığı cezalar ve süren davalar kayyım kararına gerekçe gösterildi. 

DEM Parti yönetimindeki Mardin Büyükşehir Belediyesi'ne kayyım atandığının açıklanmasının ardından sabah saatlerinde belediye binası polis tarafından ablukaya alındı.

Kayyım olarak Mardin Valisi Tuncay Akkoyun atanırken kayyım kararı, Mardin Büyükşehir Belediyesi Eşbaşkanı Ahmet Türk'e bildirildi.

AHMET TÜRK: ASLA PES ETMEK YOK 

Kararın ardından sosyal medya hesabından ilk açıklamayı yapan Ahmet Türk, şu ifadelere yer verdi:

"Asla pes etmek yok. Demokrasi, Barış ve Özgürlük mücadelesinden geri adım atmayacağız. Halk iradesinin gaspına geçit vermeyeceğiz. Bu böyle bilinsin!"

DEM Parti Mardin Milletvekili Saliha Aydeniz de X hesabından yaptığı açıklama şöyle:

"Onlarca yolsuzluğun ve 8 yıllık hukuksuzluğun ardından halkın iradesiyle geri alınan Mardin Büyükşehir Belediyesi’ne kayyum atandı. Halk tarafından seçilenlerin yerine atama yapmak hukuka, demokrasiye ve ahlaka aykırıdır. Bu iktidarın yıllardır halkın iradesini tanımadığı gerçeği, faşist kayyum politikasında somutlaşmıştır. Kayyumunuzu kabul etmiyoruz. Gaspa izin vermeyeceğiz. Mardin Büyükşehir Belediyesi halkındır ve öyle de kalacaktır."

KAYYIM ATANAN VALİ CANALP BELEDİYEDE  

İHA'da yer alan habere göre, Batman Belediyesine de Eşbaşkan Gülistan Sönük'ün yerine Vali Ekrem Canalp kayyum olarak atandı.

Canalp, sabahın ilk saatlerinde belediye binasına giriş yaptı, çevrede güvenlik önlemleri alındı.

Fotoğraf: İHA

Batman Belediyesine, 31 Mart Yerel Seçimlerinde DEM Parti adayı Gülistan Sönük seçilmişti.

HALFETİ BELEDİYESİ ABLUKAYA ALINDI

Urfa'ya bağlı Halfeti ilçe belediyesine de kayyım atandı.

MA'nın aktardığına göre, sabah erken saatlerde belediye binası ablukaya alındı. Belediye Eşbaşkanı Mehmet Karayılan da gözaltına alındı. Karayılan'ın yerine Halfeti Kaymakamı Hakan Başoğlu kayyım olarak atandı. Ablukaya alınan belediye binasına halk yaklaştırılmıyor. 

MARDİN'DE EYLEM VE ETKİNLİKLER YASAKLANDI

Öte yandan Mardin Valiliği, kentte açık ve kapalı yer toplantıları, yürüyüş, basın açıklaması, oturma eylemi gibi etkinliklerin 10 gün yasaklandığını duyurdu.

(duvaR)

Öne Çıkan Yayın

T-24 "Köşebaşı + Gündem" -5 Haziran 2025-

  KRT’de neler oluyor; görünen ve görünmeyenler…-Candan Yıldız- CHP’ye yakınlığı ile bilinen kanalın yayın çizgisi zaman içerisinde değişti,...