BİRGÜN "Köşebaşı+Gündem" -4 Şubat 2025-

Enflasyon hedefi ilk aydan şaştı -Hayri Kozanoğlu-

TÜİK verilerine göre Ocak 2025’te enflasyon yüzde 5,03 arttı, yıllık enflasyon yüzde 42,12’ye ulaştı. Sağlık ve kiradaki yüksek artışlar emekli ve dar gelirliyi zorlarken Merkez’in yılsonu hedeflerine ulaşması zor. Kontrolsüz fiyat artışları, halkın alım gücünü hızla eritmeye devam ediyor.

Tüketici fiyatları (TÜFE) 2025 Ocak ayında yüzde 5,03, üretici fiyatları (ÜFE) ise yüzde 3.06 arttı. Böylelikle yıllık TÜFE artışı yüzde 42,12 oldu. Bu ilk verilere göre, Merkez Bankası’nın (TCMB) yüzde 21 yıl sonu enflasyon hedefinin tutturulmasının çok zor olacağı görülüyor. Zaten Orta Vadeli Program’da (OVP) yüzde 17,5 olarak belirlenen 2025 TÜFE beklentisi, ilk enflasyon raporunda 3,5 puan yukarı çekilmişti.

Aslında değerlendirmelerin ortalama enflasyon üzerinden yapılması gerektiğinin hep altını çiziyoruz. Enflasyonun göreceli istikrarlı seyrettiği, Türkiye örneğinde diyelim yüzde 10-15 aralığında salındığı, yıldan yıla fazla oynaklık göstermediği bir konjonktürde yıl sonu enflasyonla ortalama enflasyon fazla farklılık göstermez. Ancak enflasyonun oynaklığı yüksekse, bu ayrım önem kazanır. Ocak 2025 itibarıyla ortalama enflasyon yüzde 56,35, yani manşet enflasyonun 14,2 puan üzerinde.

Yurttaşlarımız harcamalarını tüm yıla yaydıklarında, temel gereksinimlerini aylık gelirlerinden karşıladıklarına göre ortalama enflasyona muhatap oluyorlar. O nedenle asgari ücretin, emekli ve kamu çalışanı maaşlarının ortalama enflasyon temel alınarak belirlenmesi gerekiyordu. İnsanlarımızın hayat pahalılığından şikayet etmesinin, açıklanan enflasyonun gerçek fiyat artışlarının yansıtmadığını söylemesinin bir nedeni de bu.

ÜRETİCİ FİYATLARI DA ENFLASYONU BESLİYOR

ÜFE’nin aylık artışı yüzde 3,06. Bu yıllık yüzde 40 civarında bir enflasyon eğilimine işaret ediyor. Döviz kurlarının fiyat artışlarının altında gerçekleştiği bir ortamda bu hayli yüksek bir oran. Bire bir olmasa da ÜFE’nin sonraki ayların TÜFE’sini etkilediğini biliyoruz. ÜFE üzerinden yıl sonu enflasyon hedeflerinin tutturulması da bu verilerle pek olanaklı görünmüyor.

SAĞLIK HARCAMALARI EMEKLİLERİ YAKTI

Ana harcama gruplarına göre 2025 Ocak’ta en yüksek artış yüzde 23,57 ile sağlıkta gözlenmiş. Çünkü muayene ücretleri-muayene katkı payları maliyeti yüzde 89,83 ile sıçramış. Bu durumdan en fazla zarar göreceklerin, kendilerine çok düşük maaş artışları reva görülen emekliler olacağı açık.

Sağlığı yüzde 7,66 ile çeşitli mal ve hizmetler, yüzde 7,63 ile eğitim, yüzde 7.34 ile konut ve yüzde 6.50 ile lokanta ve oteller izliyor. Yıllık bazda en yüksek enflasyon yüzde 99,93’le eğitim ve yüzde 68,90 ile konutta. Konutun bin alt kalemi olan kiradaki aylık artış yüzde 8,66, yıllık artış ise yüzde 100,64.

İsterseniz bu rakamları somut iki örnek üzerinden düşünelim. 2025 yılı başında asgari ücreti yüzde 30 artan, kirada oturan ve çocuk okutan bir çalışan yüzde 100 dolaylarında bir kira ve eğitim maliyeti artışıyla karşılaşmış. Haliyle yaşam standardı daha da düşmüş. Yıl başında yüzde 11,54 ücret artışıyla yetinen bir kamu emeklisi veya geliri ancak yüzde 15,75 artan bir SSK veya Bağ-Kur emeklisi de sağlıkta yüzde 55,02 sırf muayene ücretlerinde yüzde 97,52’lik bir zamla cezalandırılmış.

MAL VE HİZMETTE MAKAS KAPANMIYOR

Enflasyon verilerinde dikkat çeken bir olgu da mal ve hizmet enflasyonu arasındaki bir türlü kapanmayan makas. Mallardaki yıllık artış oranı yüzde 33,65 iken, hizmetlerde yüzde 62,95, aradaki fark 29,3 puan. Çünkü mal fiyatları görece düşük seyreden döviz kuru değişimleri nedeniyle göreceli az artıyor, ithalat yoluyla aşırı fiyatlanmalar dizginlenebiliyor. Buna karşın hizmetler neredeyse dış ticarete açık değil. Kiralar, okul ve okul servis ücretleri, yurt fiyatları, haberleşme hizmetleri gibi giderek ekonomideki ağırlığı artan kalemler piyasa güçlerine terkedilince, enflasyonun önü alınamıyor. Fiyat düzenleme, kontrol ve denetimleri olmadan hizmetler çekişli enflasyonun dizginlenmesi olanaklı görünmüyor.

ENFLASYON BEKLENTİLERİ HÂLÂ YÜKSEK

Enflasyonu etkileyen bir unsur da TCMB’nin Sektörel Enflasyon Beklentileri Anketi’yle izlediği farklı kesimlerin enflasyon öngörüleri. 2025 Ocak itibarıyla piyasa katılımcıları yüzde 25,4, reel sektör yüzde 43,8, hanehalkı yüzde 58,8 12 ay sonrası enflasyon beklentisine sahipti. Özellikle reel sektörün ve hanehalkının gelecek 12 aya bakışları harcama ve borçlanma kararlarını belirliyor. Ocak sonunda ticari kredilere yüzde 54,4 ihtiyaç kredilerine yüzde 67,1 faiz uygulanmaktaydı.

Bu oranlar yüzde 21 yıl sonu enflasyonuna ikna olsanız çok yüksek, kendi öngörülerinize göre ise borçlandırmayı caydırmayacak düzeydeydi. Aynı şekilde yüksek enflasyon beklentisi harcamalarınızı öne çekmeyi de teşvik ediyordu. Bu nedenlerle kredilerdeki artış hızı TCMB’nin koyduğu limitler dahilinde sürmekteydi.

Bir an için yüzde 21 enflasyon tahmininin gerçekleştiğini düşünelim. Bu ödenecek reel faizlerin çok daha yüksek olması, zaten tüketici kredilerinde yüzde 3,0’a, bireysel kredi kartlarında yüzde 3,3’e yükselen takibe giren alacak oranlarının çift hanelere sıçramasını getirebilirdi.

DEZENFLASYON PROGRAMI ÇALIŞMIYOR

Dezenflasyon programının birinci ayağı, faizleri yüksek tutarak yabancı girişini sağlamak, bu sayede TL’nin reel değerlenmesi ve yerel aktörlerin harcamak yerine tasarrufa yönelmesi beklentisi, yani para politikasıdır. İkinci ayağı da, emek kesiminin reel ücretlerini aşağı çekerek talebi soğutma çabası, diğer bir deyişle ücretler politikasıdır. Öncelikle dar gelirli kesimlerin tasarruf etmek gibi bir lüksü yok. Bu politikalar satın alma güçleri düşerek yoksullaşmalarına ve yaşam standartlarını korumak için borçlanmalarına, zamanla borç batağına saplanmalarına yol açabiliyor.

Dünyada da kabul edilen, “satıcılar enflasyonu” olarak adlandırılan, firmaların yüksek enflasyon ortamını ve belirsizliği fırsat bilerek aşırı fiyat artırmalarına yönelik ekonomi yönetiminin caydırıcı bir önlemi yok. Sadece Erdoğan’ın topu yurttaşa atan, “fahiş fiyatları boykot edin” şeklinde beyhudeliği kanıtlanmış bir çağrı söz konusu.

Ayrıca yüksek faizler, kısa sürede enflasyon dinamiklerini zayıflatan şok bir etki yaratabiliyor. Ancak Türkiye’deki gibi süre uzayınca faiz bir maliyet kalemi olarak enflasyonu besleyebiliyor. Firmaların yüksek faiz maliyeti nedeniyle yatırımlarını ertelemesi ve/veya borçlanarak çalışma sermayesini takviye etmekten vazgeçmesi, hatta üretim yerine paradan para kazanması, arzı olumsuz etkileyip, enflasyonun düşmesini engelleyebiliyor. Arz yetersizliği de enflasyonu besleyen bir neden olarak devreye girebiliyor.

Biraz evvel irdelediğimiz gibi enflasyon beklentilerinin kırılamaması da göz önüne alınırsa sınırlı bir durulma dışında enflasyon hedeflerine ulaşmak söz konusu olmuyor. Yüksek enflasyon ortamında servetine servet katan, harcama iştahlarının hız kesmediği tüketim malları ithalatının yıllık yüzde 27 artışıyla gözlemlenen varlıklı kesimler vergilendirilerek bütçe açıkları törpülenmeden enflasyonun düşmesini beklemek zaten ham hayalden öteye gitmiyor.

∗∗

DİSK-AR: FİYAT ARTIŞLARINDA TÜRKİYE DÜNYANIN EN KÖTÜ 6’NCI ÜLKESİ OLDU

Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu Araştırma Merkezi (DİSK-AR), Türkiye’nin aylık ve yıllık enflasyonunda dünyadaki sıralamasını paylaştı. Raporda, "Türkiye dünyanın en kötü enflasyonuna sahip 6’ncı ülkesi" ifadelerine yer verildi.

Raporda, şunlar kaydedildi: “Türkiye’nin aylık resmi enflasyonu dünyanın 110 ülkenin yıllık enflasyonundan daha yüksek! 185 ülkenin enflasyonu Türkiye’den daha düşük. Türkiye, dünyanın en kötü enflasyonuna sahip 6'ncı ülkesi. Türkiye’nin enflasyonu bütün coğrafi ve ekonomik bölgelerin ortalamasından çok daha yüksek. TÜİK’e göre 2003’ten bu yana ortalama fiyatlar 24 kat, gıda fiyatları ise 35 kat arttı! Türkiye enflasyon verileri açısından açık ara dünyanın en kötü ilkelerinden biridir. TÜİK, DİSK tarafından açılan ve kazanılan davaya rağmen yargı kararını uygulamıyor ve madde fiyat listesini açıklamıyor. TÜİK, şaibeli verileriyle milyonların ekmeğiyle oynuyor."

                                                            /././

Etki ajanı -Ayça Söylemez-

Memlekette çoğu gelişmeye “Bu bir ilk” denir, genelde de değildir. Ama bu sefer gerçekten bir ilki yaşıyoruz: Kanunda olmayan bir suç, tutuklanan şüpheliyle ilgili tutanaklara geçti.

Menajer Ayşe Barım’ın tutuklanmasından bahsediyorum. 

Anadolu ajansının haberine göre, Ayşe Barım hakkındaki nöbetçi sulh ceza hakimliğine yazılan savcılığın tutuklamaya sevk yazısında “etki ajanlığı” ifadesi yer aldı: Barım'ın menajerlik şirketine bağlı oyuncuların 2021'de Türkiye'de yaşanan orman yangını ve depremlerden sonra Türkiye'yi uluslararası arenada yetersiz gösterme adına sosyal medyadaki "#HelpTurkey" kampanyasına eş zamanlı olarak katıldıkları tespitinin soruşturmaya dahil edildiği kaydedilen yazıda, “şüpheliye ait şirketin faaliyetlerinin amacının dışına çıkarak etki ajanlığına yöneldiği, iş yerinde yapılan aramada ise #Occupygezi - solidariedade com o poyo Turco (Gezi işgali - Türk halkıyla dayanışma) ibareli dokümanlar bulunduğu” kaydedildi.

Neden “etki ajanlığı” lafına takıldık?

İçeriği muğlak “etki ajanlığı” kavramı aylardır yasalaştırılmaya çalışılmasa, bir sevk yazısında yer alması dikkatimizi çekmeyecekti ve “Bu ilk kez oluyor” demeyecektik. Çünkü bu yazılarda daha önce de gayet öznel değerlendirmelere ve ifadelere çokça rastladık. Ancak “etki ajanlığı”, ceza kanunumuzda potansiyel bir suç maddesi.

Etki ajanlığı denilen düzenleme ilk kez geçen yıl Mayıs ayında açıklandı, kanun maddesi 9. Yargı Paketi’ne eklendi, ardından çıkarıldı. Yeni yasama yılında bu kez torbaya dahil edildi, yine çıkarıldı. Sonuç olarak, komisyondan geçen kanun maddesi halen Meclis’te kabul edilmiş ve yasalaşmış değil.

Komisyondan geçen “Devletin güvenliği veya siyasal yararları aleyhine suç işleme” başlıklı 339/A sayılı maddenin birinci fıkrası şöyle: “Devletin güvenliği veya iç veya dış siyasal yararları aleyhine yabancı bir devlet veya organizasyonun stratejik çıkarları veya talimatı doğrultusunda suç işleyenler hakkında üç yıldan yedi yıla kadar hapis cezası verilir. Fail hakkında hem bu suçtan hem de işlediği ilgili suçtan dolayı ayrı ayrı cezaya hükmolunur.” (Biz sıradan vatandaşlar olarak, Milli Güvenlik Konseyi olmadığımızdan devletin o dönemdeki siyasal yararlarının ne olacağını bilemeyeceğimizden, her an suçlu konumuna düşmemiz olası.)

KANUNSUZ SUÇ OLMAZ

Konumuza dönersek, bize her gün yeni bir ilki yaşatan memleketimizde her şeye rağmen halen “kanunsuz suç olmaz” ilkesi yürürlükte.

Anayasa madde 38’de belirtildiği gibi, “Kimse, işlendiği zaman yürürlükte bulunan kanunun suç saymadığı bir fiilden dolayı cezalandırılamaz; kimseye suçu işlediği zaman kanunda o suç için konulmuş olan cezadan daha ağır bir ceza verilemez.”

Ya da Türk Ceza Kanunu’nun 2. maddesinde yer aldığı üzere, “Kanunun açıkça suç saymadığı bir fiil için kimseye ceza verilemez ve güvenlik tedbiri uygulanamaz. Kanunda yazılı cezalardan ve güvenlik tedbirlerinden başka bir ceza ve güvenlik tedbirine hükmolunamaz.”

Prof. Dr. Adem Sözüer de sosyal medya hesabından şunları yazdı: “Deprem için yardım çağrısı etki ajanlığı sayılmış ve Ayşe Barım için tutuklama sebebi olmuş. Halbuki etki ajanlığı diye bir suç yok! Bu "fail" ceza hukukudur yani kişi düşüncesi, hayat tarzı vb nedenlerle iktidarca tehlikeli görüldüğü için cezalandırılıyor. Halbuki Anayasada ve TCK'da öngörülen fiil ceza hukukudur. Ceza yaptırımları sadece Kanunda "açıkça" suç olarak tanımlanan bir fiil nedeniyle uygulanabilir.”

Gayet açık. Bu ilke, zaten ceza hukukunun, yargılamasının en temel, evrensel ilkelerinden biri.

İkinci konu da, kanunu sadece yasamanın yapabileceği gerçeği. Yani, Avukat Baran Doğan’ın internet sitesindeki makalede açıkladığı üzere, “Kanun yapma yetkisi yasama organına ait bir yetki olduğundan, suç ve ceza içeren kurallar ancak yasama organı tarafından meydana getirilebilir. Kanunsuz suç ve ceza olmaz ilkesinin doğal bir sonucu olarak idarenin düzenleyici işlemlerle suç ve ceza içeren kural koyma yetkisi yoktur.”

Dolayısıyla, savcılık veya hakimlik kendi kendine suç maddesi üretemez.

Her şeyi geçtim, bizzat Adalet Bakanlığının sitesinde, avukatlara bilgi sağlamak amacıyla yayımlanan rehberin başlığı şöyle: “Kanunsuz ceza olmaz: Suçun sadece kanun ile tanımlanabilme ve cezanın sadece kanun ile öngörülebilme ilkesi”

Yani, işin ABC’si…

Evet, çok basit (temel) ve mevzuata ilişkin konular bunlar. Yani, olmazsa olmazlardan bahsediyorum. Tam da bu yüzden, temelin bu kadar derinden sarsılması, sadece Ayşe Barım’ı değil hepimizi enkaz altında bırakabilir.

                                                              /././

Tarımsal örgütlerin yüzde 99’u destekten mahrûm -Özge Güneş-

Üretimin her kolu gibi tarımda da örgütlenme üreticilerin insanca yaşam şartlarına kavuşması için kritik. Son yıllarda çıkan yönetmelikler de doğrudan bu alanı hedef alıyor; belirli yapıları öne çıkararak üreticinin kendi iradesiyle örgütlenme hakkını sınırlıyor. Kamu otoritesi, yönetmelikler aracılığıyla tarımsal örgütlenmenin sınırlarını sermaye lehine çizerken, üreticileri de bu doğrultuda şekillenmeye zorluyor.

Geçtiğimiz hafta Tarım ve Orman Bakanlığı’nın ilk sonuçlarını duyurduğu “Tarımsal Amaçlı Örgütlerin Derecelendirilmesine İlişkin Yönetmelik” bu anlamda önemli. Bakanlığın derecelendirme başvuru duyurusuna Türkiye’deki 11 bin tarımsal örgütten yalnızca 249’u başvuru yapmış. Bunlardan, 51’i Islah Amaçlı Birlik, 20’si Üretici Birliği ve 34’ü Kooperatif olmak üzere sadece 105’i “1. derece tarımsal örgüt” statüsü alabilmiş. Bu da, Türkiye’deki toplam tarımsal örgütlerin binde birinden daha azının sisteme dahil edilebildiğini gösteriyor.

∗∗

Peki bu derecelendirme ne anlama geliyor derseniz, Bakanlık “1. Derece tarımsal örgütler”in devlet desteklerinde öncelikli olacağını, kredi ve projelere daha kolay erişeceğini belirtiyor. 2025 Uluslararası Kooperatifler Yılı Açılış Töreni’nde yaptığı konuşmada Bakan Yumaklı da finansal ve kurumsal yapıları “sağlam” olan kooperatiflere “ilave, ekstra destekler vereceğiz” diyerek açıklıyor.

Öyle bir sistem ki tarımsal örgütlerin yüzde 99’unu destek mekanizmalarının dışına itiyor.

Binlerce örgüt böylece eşitsiz koşullara mahkum ediliyor. Bakanlık onları unutmamış. Çözüm olarak küçük ölçekli kooperatifleri “birinci derece kooperatifler”in altında birleşmeye çağırıyor… Bu süreç akla ‘makul muhalefet’ kavramını getiriyor. Devlet, destekleri belirlediği kıstaslara göre dağıtarak üreticileri belirli bir modele uygun örgütlenmeye zorluyor; bağımsız örgütlenme girişimleri giderek marjinalleştiriliyor.

Aslında sadece desteklerin değil “Tarımsal amaçlı örgüt” kavramının kendisinin giderek daraltılarak piyasa için “makul” olana doğru sıkıştırıldığı bir süreçle karşı karşıyayız. Üreticinin kendi örgütlenme iradesi yalnızca bu yönetmelikle değil, sistemli bir şekilde kısıtlanıyor. Bunun en kritik adımlarından biri Sözleşmeli Üretim Yönetmeliği’ydi. Burada da yalnızca devletin tanımladığı örgütler sözleşmelere taraf olabiliyordu. Bağımsız üretici örgütleri devre dışı bırakıldı ve şimdi benzer bir süreç derecelendirme mekanizması ile sürdürülüyor.

∗∗

Finansal kapasite, üye sayısı ve pazarlama gücü gibi kriterlerle devlet desteği alan yapılar, büyük şirketlerle daha entegre olmuş ve piyasa koşullarına daha uygun örgütlerdir. Küçük üreticiler için dayanışma temelinde kurulan kooperatifler, büyük ölçekli ve piyasa odaklı örgütler karşısında bile isteye zayıflatılıyor. Kooperatifçiliğin esası olan kolektif dayanışma ve üreticinin söz hakkı ise hepten rafa kalkıyor.

Halbuki tarımda örgütlenme özgürlüğü söz konusu olduğunda kooperatiflerin gerçekten üreticiyi koruyacak yapılar mı olacağı yoksa üreticinin iradesini sınırlandıran bürokratik araçlar mı haline geleceği sorusu elzem. Bakanlığın yanıtı ortada; tarımsal üretimde kooperatiflerin ve üretici birliklerinin güçlendirilmesi söylemi altında, aslında belirli bir yapı lehine merkeziyetçi bir sistem kuruluyor. Bu, küçük ve bağımsız üretici örgütleri için destek alamadığından ya faaliyetlerini durdurma ya da daha büyük yapılarla birleşmeye zorlanma anlamı taşıyor.

Tarımsal üretim giderek artan şekilde sermaye ile daha iç içe geçmiş örgütler tarafından yönetilir hale geliyor. Üretenler kendileri adına yapılan sözleşmelerinin tarafı da olamıyor, yeterli devlet desteğine de ulaşamıyor. Gerçekten üreticiyi destekleyen bir sistem, üreticilerin kendi ihtiyaçlarına göre örgütlenmesini sağlamalı. Öte yandan, tarımsal üretimin büyük sermayeli, anti-demokratik az sayıda örgütün kontrolüne geçmesine bugünkü gıda enflasyonu vb sorunları daha da derinleştirmekten başka bir sonuç doğurmayacaktır.

                                                                /././

12 yıl önceki görüntülere bakacaklar: Gezi korkuları bitmek bilmiyor

Yargı sopasıyla topluma gözdağı vermeye çalışan iktidar bu kez bağımsız medyayı hedef tahtasına koydu. Savcılık, RTÜK’ten “2013’ten bu yana Gezi’yi legal gösteren” medyayı tespit etmesini istedi, karar tepki çekti.(https://www.birgun.net/haber/12-yil-onceki-goruntulere-bakacaklar-gezi-korkulari-bitmek-bilmiyor-596541)

                                                                ***

7 soruda Ege Denizi’nde deprem fırtınası

Hem Türkiye'de hem de Yunanistan'da paniğe sebep olan Ege'deki deprem fırtınası bölgede etkisini sürdürüyor. Sarsıntılar sebebiyle, Santorini Adası'ndan çok sayıda kişi tahliye edildi. Bölgede henüz volkanik bir hareketlilik olmasa da uzmanlar bu durumun ihtimal dışında olmadığını belirtiyor.

Ege Denizi'ndeki Santorini Adası çevresinde ardı ardına gelen sarsıntılar hem Yunanistan’da hem de Türkiye’de panik haline sebep oldu.

AFAD buradaki sismik faaliyetleri "deprem fırtınası" olarak tarif ederek, 28 Ocak'tan bu yana bölgede yaklaşık 600 deprem kaydedildi.

Santorini Adası yakınlarında gerçekleşen depremlerin derinlikleri 5 ila 25 kilometre arasında değişiyor.

Yunanistan İklim Krizi ve Sivil Koruma Bakanı Vassilis Kikilias, 2 Şubat'ta sosyal medyadan yaptığı açıklamada peş peşe depremlerin ardından bölgede güvenlik önlemleri aldıklarını açıkladı.

Bakan, mevcut veriler ışığında bunların su altı fay hatlarından kaynaklandığı ve volkanik faaliyetlere bağlı olmadığını vurguladı.

Santorini halkının bir bölümü ise adayı Pazartesi günü kalkan feribotla terk etti.

Adada okullar Salı günü de kapalı olacak.

DEPREM FIRTINASI NE DEMEK?

Kısa bir zaman içerisinde binlerce depremin aynı anda oluşması deprem fırtınası olarak adlandırılıyor.

Kocaeli Üniversitesi (KOÜ) Mühendislik Fakültesi Jeofizik Mühendisliği Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Serkan Irmak, "Tabii sismoloji merkezleri belli bir büyüklüğün üzerindeki depremi anons ediyor fakat mikro deprem boyutunda çok daha fazla deprem olduğuna eminim. Muhtemelen son birkaç günde binlerce deprem kayıt edilmiştir veya oluşmuştur" ifadelerini kullandı.

EGE'DEKİ DEPREM FIRTINASI NE ZAMAN BAŞLADI?

Bölgede sismik hareketlilik 28 Ocak'tan bu yana etkisini artırmış durumda. O tarihten bugüne (4 Şubat Salı) yaklaşık 600 sarsıntı kaydedildi.

Ancak uzmanlar, buradaki sismik faaliyetlerin kendisini Ocak ayının başında başladığına dikkat çekiyor.

DHA'ya konuşan Prof. Dr. Serkan Irmak, "Sismik aktiviteye baktığınız zaman aslında ocak ayının başından beri başlayan bir hareket var. Fakat son günlerde çok artan bir hareketle karşı karşıyayız" dedi.

Ege adalarında artan sismik hareketlilikle birlikte alınan tedbirler sonrası Yunan adası Santorini'den tahliye edilen vatandaşlar feribot ile Pire Limanı'na ulaştı./ Fotoğraf: AA

TÜRKİYE'YE EN YAKIN DEPREM NE KADAR UZAKTA GERÇEKLEŞTİ?

Santorini Adası, Yunanistan ile Türkiye'nin hemen hemen orta noktasında bulunuyor.

AFAD, Ege Denizi'nde Türkiye'ye en yakın depremin 140 kilometre mesafede gerçekleştiğini açıkladı.

VOLKANİK PATLAMANIN GERÇEKLEŞMESİ MÜMKÜN MÜ?

Santorini, Helen Yayı olarak bilinen volkanik adalar zincirinin bir parçası.

Bu bölgede 1956'da gerçekleşen bir volkan patlamasında 53 kişi hayatını kaybetmişti.

Ancak hem AFAD hem de Yunanistan’daki kurumlar şu an için herhangi bir volkanik aktivitenin bulunmadığını açıkladı.

Ayrıca uzmanlar da depremlerin yeni bir volkanik aktivite başlangıcını gösterdiğine işaret ediyor.

Görsel: DHA

SANTORİNİ BİR SÜPER YANARDAĞ MI?

Dünya'da bilinen 20 süper yanardağ var ve ortalama her 100 bin yılda dev bir patlama oluyor.

BBC Türkçe'nin aktardığına göre ABD'deki Yellowstone Milli Parkı'nın altında bulunan dev magma ocağı ile İtalya'nın Napoli kenti açıklarındaki Capri Filegri süper yanardağ olarak değerlendiriliyor.

BÖLGEDE TSUNAMİ RİSKİ BULUNUYOR MU?

İzmir Dokuz Eylül Üniversitesi'nden Prof. Dr. Hasan Sözbilir DHA’ya yaptığı açıklamada depremlerin "yeni bir volkanik aktivite başlangıcını gösterdiği kabul edilebilir" ifadesini kullandı.

Sözbilir, bölgedeki fay sistemlerinin "yakın gelecekte yıkıcı deprem üretme ihtimali yüksek görünmektedir" dedi.

Bölgenin uzaklığından dolayı Türkiye kıyılarına yönelik riskin düşük olduğunu kaydeden Sözbilir, şunları söyledi:

"Yediden büyük deprem üretmesi durumunda Kuşadası-Bodrum-Datça kıyılarının tsunami tehlikesi açısından modellenmesi ve buna göre önlem alınması gerekir.”

Yer Bilimci Naci Görür de 7 şiddetinin üzerindeki depremlerde bölgede tsunamiden söz edilebileceğini dile getirdi.

EGE DENİZİ'NDEKİ DEPREMLER HANGİ İLLERİ ETKİLER?

Görür, Ege Denizi'ndeki depremler Muğla ve İzmir kentlerinde yaşayanları uyardı.

Depremlerin yoğunlaştığı Santorini Adası, İzmir ve Muğla’ya yakınlığıyla dikkat çekiyor.

Uzmanlar Aydın'ın Kuşadası ilçesinin de risk altında olabileceğine dikkat çekiyor.

Görür’e göre 7 şiddetinin üzerindeki bir deprem tıpkı tsunami riskinde olduğu gibi Türkiye kıyılarında da yıkıcı bir etki oluşturabilir.

30 Ekim 2020’de Yunanistan’ın Sisam Adası’nda meydana gelen 6.9 büyüklüğündeki depremde İzmir’de 117 kişi yaşamını yitirmişti. Deprem sonrasında kente bağlı Seferihisar ilçesinde ise tsunami meydana gelmişti.

                                                                 ***

6 Şubat depremlerinin ikinci yılı: 19 sanık hâlâ aranıyor!

6 Şubat depremlerinin üzerinden 2 yıl geçerken, depremde yakınlarını kaybeden ailelerin adalet arayışı sürüyor. Depremde yıkılan ve yüzlerce vatandaşın hayatını kaybetmesine neden olan binalarda sorumluluğu olan ve yakalanamayan 19 sanık hâlâ aranıyor.

Kahramanmaraş merkezli 6 Şubat depremlerinin üzerinden 2 yıl geçti.

Depremde en az 53 bin 725 kişi hayatını kaybetti, 107 bin 213 kişi yaralandı. Depremler sırasında 11 ilde binlerce konut yıkıldı. Depremde yakınlarını kaybeden aileler, adalet arayışlarını sürdürüyor.

Yıkılan binaların yapımında ve yıkımında sorumluluğu bulunanlar hakkında  soruşturma ve dava süreçleri hala devam ediyor. Depremde yakınlarını kaybeden aileler de adalet arayışlarını sürdürüyor.

Depremde yıkılan ve yüzlerce kişinin ölümüne neden olan binaların yapımında sorumluluğu olan ama aradan 2 yıl geçmesine rağmen yakalanamayan sanıklar hâlâ aranıyor. Depremde yıkılan binalar ve aranan sanıklar şöyle:

19 SANIK FİRAR!

Ebrar Sitesi: Kahramanmaraş'ın Onikişubat ilçesi Şazibey Mahallesi'ndeki Ebrar Sitesi'nde 18 blok yıkılmış en az bin 400 kişi yaşamını yitirmişti. Ebrar Sitesi'nin davaları ayrı ayrı görülüyor. 76 kişinin yaşamını yitirdiği Ebrar Sitesi K Blok’un, Kahramanmaraş 3. Ağır Ceza Mahkemesi'nde 9 Ocak 2025'te görülen duruşmada sanık Ahmet Doğan hakkında tutuklamaya yönelik yakalama emri çıkarılmasına karar verildi. Sanık Ahmet Doğan hakkında açılan dosyalardan tutuksuz olarak yargılanıyordu. Öte yandan Ebrar Sitesi'nin sanıklarından Mustafa Timurbanga'nın, FETÖ üyesi olduğu, 2016'da yurt dışına kaçtığı ve halen firari olduğu tespit edildi.

Rönesans Rezidans: Hatay'da "Cennetten bir köşe" sloganıyla satılan ve depremde yıkılarak 269 kişiye mezar olan, 59 kişinin ise hala cenazesi bulunamayan Rönesans Rezidans'ın statik proje sorumlusu inşaat mühendisi, şantiye şefi ve şirket ortağı Hüseyin Yalçın Coşkun aranıyor. Coşkun için kırmızı bülten çıkarıldı ancak hala yakalanamadı.

Emlakbank Konutları: Hatay'ın Antakya ilçesinde 169 kişinin hayatını kaybettiği Emlakbank 1. Etap Konutları'nın sanıklarından Aytaç Kınay halen aranıyor. Kınay hakkında yakalama kararı çıkarıldı, ancak şu ana kadar bulunamadı.

Palmiye Sitesi: Kahramanmaraş'ın Onikişubat ilçesindeki Palmiye Sitesi'nin üç blokunun yıkılması sonucu 151 kişi yaşamını yitirirken, 17 kişi yaralandı. Kahramanmaraş 3. Ağır Ceza Mahkemesi'nde 26 Aralık 2024'te görülen ikinci duruşmada, AK Parti Kahramanmaraş İl Başkan Yardımcısı Eray Ersoy'un da babası olan müteahhit Hacı Mehmet Ersoy tutuklandı ancak 17 Ocak'ta "kocama hali" nedeniyle Ersoy'un tahliyesine karar verildi. Kahramanmaraş 4. Ağır Ceza Mahkemesi, 29 Ocak'ta ailelerin itirazı üzerine müteahhit Ersoy'u tutuklamak üzere yakalama kararı çıkardı.

Farklı Yaşam Rende Sitesi: Hatay'ın Antakya ilçesinde 121 kişinin yaşamını yitirdiği Farklı Yaşam Rende Sitesi'nin müteahhidi Fevzi Yılmaz ve yapı sahibi Hülya Rende hakkında yakalama kararı çıkarıldı, ancak ikisi de halen yakalanamadı.

Buket Apartmanı: Hatay'ın Antakya ilçesindeki Buket Apartmanı'nda 94 kişinin hayatını kaybetmesinin ardından, şantiye şefi Egemen Yiğit hakkında yakalama kararı çıkarıldı, ancak yakalanamadı.

Üzümkent Sitesi: Adıyaman'ın Besni ilçesindeki 83 kişinin yaşamını yitirdiği Üzümkent Sitesi davasında sanıklarından Ahmet İşitmen aranıyor. İngiltere'de olduğu tespit edilen İşitmen hakkında yakalama kararı çıkarıldı.

Yukarı Şehir Kooperatif Evleri: Adıyaman'ın Besni ilçesinde 80 kişinin yaşamını yitirdiği Yukarı Şehir Kooperatif Evleri davasından müteahhit Şükrü İşitmen, "samimi beyanları" nedeniyle adli kontrol kararıyla tahliye edildi. Ancak itirazlar sonucu 22 Ekim'de yeniden tutuklanmasına karar verildi. İşitmen kayıplara karıştı ve hakkında yakalama kararı çıkarıldı. Adıyaman 1. Ağır Ceza Mahkemesi'nde 26 Ocak 2025'te görülen ikinci duruşmada müşteki avukatları eski AK Parti Besni İlçe Yönetim Kurulu üyesi müteahhit Şükrü İşitmen hakkında kırmızı bülten talebinde bulundu, heyet talebi reddetti.

Sueda Kent Sitesi: Adıyaman'ın Merkez ilçesinde 65 kişinin hayatını kaybettiği Sueda Kent Sitesi davasında şantiye şefi ve statik proje sorumlusu Ömer Yılmaz hakkında yakalama kararı çıkarıldı, ancak hala bulunamadı.

Furkan Apartmanı: Gaziantep'in Nizip ilçesinde 51 kişinin hayatını kaybettiği Furkan Apartmanı davasında müteahhitler Hasan Hüseyin Sever ve Abdullah Devrim Sever halen aranıyor. Sever kardeşler için kırmızı bülten çıkarıldı, ancak yakalanamadılar. Abdullah Devrim Sever, 2018'de AK Parti'den Gaziantep milletvekilliği, 2019'da ise Nizip Belediye Başkanlığı için aday adayı olmuştu.

Sami Bey Apartmanı: Adana'nın Çukurova ilçesinde 40 kişinin hayatını kaybettiği Sami Bey Apartmanı davasında müteahhitler Abdullah Aybaba ve kızı Eda Aybaba Çelik bulunamadı. Baba-kızın yurt dışına kaçtığı tespit edildi, ancak yakalanamadılar. Adana 4. Ağır Ceza Mahkemesi, Eda Aybaba Çelik'in Türkiye'ye iade edilmesi için İngiltere'deki yetkili adli makamlara yazı gönderdi, ancak henüz bir gelişme yaşanmadı.

Ezgi Apartmanı: Kahramanmaraş'ın Onikişubat ilçesindeki Ezgi Apartmanı'nın yıkılması sonucu 35 kişi hayatını kaybetti. Kervan Pastanesi'nin sahipleri Sami Kervancıoğlu ve Mustafa Pekel hakkında "Olası kastla kasten öldürme ve yaralama" suçlarından 876 yıl 6'şar aya kadar hapis istemiyle iddianame düzenlendi. Ancak 514 gündür bulunamayan Kervancıoğlu ve Pekel hala yakalanamadı.

                                                            ***

CHP’nin projesi külliye oldu!-Kayhan Ayhan-

Esenyurt'ta ‘eğitim külliyesi’nin açılışı yapıldı. Dönemin CHP'li Esenyurt Belediye Başkanı Kemal Deniz Bozkurt tarafından hukuk mücadelesi sonucu ‘kampus lise’ olarak hazırlanan projenin ‘külliye’ye dönüşmesi tepki çekti.(https://www.birgun.net/haber/chpnin-projesi-kulliye-oldu-596548)

                                                           ***

Kapalıçarşı'ya "kara para" operasyonu: 37 gözaltı

Kapalıçarşı’da kurulan paravan şirketler üzerinden kara para aklandığı iddialarıyla ilgili operasyon yapıldı. İstanbul merkezli 12 ilde düzenlenen operasyonlarda 37 şüpheli gözaltına alındı. Operasyonda, Kapalıçarşı Yönetim Kurulu Başkan Yardımcısı F.Ö. de yakalandı.(https://www.birgun.net/haber/kapalicarsi-ya-kara-para-operasyonu-37-gozalti-596660)

                                      ***

(Birgün)


T-24 "Köşebaşı + Gündem" -4 Şubat 2025-

İhraç teğmenler soruşturması: Kara Harp Okulu’ndaki bahçıvanın bile ifadesi alındı!-Tolga Şardan-

Suç delili bulabilmek için eski ve yeni Kara Harp Okulu komutanları ve diğer yöneticilerden alınan ifadeler yeterli olmamış ki, okulun bahçıvanının vereceği bilgilerin önemli olacağını düşünmüş soruşturma heyeti.

Kara Kuvvetleri Komutanlığı (KKK) Yüksek Disiplin Kurulu (YDK), haklarında soruşturma başlatılıp rapor düzenlenen 5 teğmen ile 3 sicil amirini Türk Silahlı Kuvvetleri’nden (TSK) ihraç etti.

Milli Savunma Bakanlığı’nca (MSB) YDK kararının kamuoyuna duyurulmasıyla birlikte farklı kesimlerden karara destek ve eleştiri açıklamaları geldi.

İktidar tarafı, “teğmenlerin, emre itaatsizlik ve disiplinsizlik yaptıkları” gerekçesiyle ihraç edilmesinde MSB’nin kararına tam destek veriyor.

Muhalefet ve Atatürkçü çevreler ise, iktidar ile Bakan Yaşar Güler başta olmak üzere MSB yönetimine ağır eleştirilerle yükleniyor.

İhraç edilen teğmenlerin önünde yasal süreç var kuşkusuz. Avukatlarının açıklamasına göre, teğmenler suç işlemedikleri için ceza almaları hukuksuz.

Bu sebeple, YDK’nın gerekçeli kararının teğmenlere ve avukatlarına ulaşmasıyla birlikte idare mahkemesi nezdinde davalar açılacak.

Soruşturma raporundaki isim

Kara Harp Okulu’nda (KHO) yaşananlarla ilgili hazırlanan KKK idari soruşturma raporunun iki hafta önce Büyüteç’te konu ettim.

Teğmenleri ve sicil amirlerini ihraç sürecine götüren ve “yedi kişilik isimleri gizli tutulan” Milli Savunma Üniversitesi’nce hazırlanan idari soruşturma raporunda ilginç ve dikkat çekici detayları görmek mümkün.

Linkini bıraktığım Büyüteç’te olduğu gibi şimdi okuyacaklarınız da ilginç detaylardan.

Teğmenler Ebru Eroğluİzzet Talip AkarsuSerhat GündarDeniz Demirtaş ve Batuhan Gazi Kılıç ile sicil amirleri Albay Alper TopsakalYarbay Halit Türkoğlu ve Binbaşı Murat Öztürk’ün TSK’yla ilişiklerinin kesilmesini sağlayan soruşturmada; heyet, 42 TSK personelinin ifadesine başvurdu.
İhraç edilen sicil amirlerinin yanı sıra, KHO yönetiminden ifadesi alınan 39 kişi arasında dikkat çeken bir isim var:

KHO Bahçıvanı R.K. !

Soruşturma raporunda ifadesi alınan en üst rütbeli isim, 2024 yılı TSK atamalarıyla KHO Komutanlığı’ndan Diyarbakır’a 7. Kolordu Komutanı olarak görevlendirilen Korgeneral Gültekin Yaralı. Son sırasında ise Bahçıvan R.K. olarak kayıtlara girdi.

KHO’da görevli isimlerinin en üstten en alta kadar ifadeye çağrılmasını, “muntazam ve dört dörtlük soruşturma yürütmek” olarak değerlendirmek elbette mümkün.

Öte yandan, suç delili bulabilmek için eski ve yeni KHO Komutanları ve diğer yöneticilerden alınan ifadeler yeterli olmamış ki, okulun bahçıvanının vereceği bilgilerin önemli olacağını ve tespitleri güçlendireceğini düşünmüş soruşturma heyeti.

Bahçıvan R.K., anlatıyor

Peki, soruşturma heyetinin Bahçıvan R.K.’dan yaşananlarla ilgili aldığı bilgiler rapora nasıl yansıdı?

Teğmenlerin yargılandığı YDK’ya gönderilen soruşturma raporundan olduğu gibi aktarıyorum:

“(…) Soruldu 1: Milli Savunma Üniversitesi Kara Harp Okulu 30 Ağustos 2024 tarihli Diploma Alma ve Sancak Devir Teslim Töreninde ve provalarında görev aldınız mı? Göreviniz neydi?

Cevaben 1: Hayır herhangi bir görevim yoktu.

Soruldu 2: Kara Harp Okulu’nda görev bölgen neresidir?

Cevaben 2: Ben yardımcı hizmetler sınıfında genellikle bahçıvan olarak çalışmaktayım. Tören öncesi caminin açılışı yapılacak olması nedeniyle 3 prova yapıldı. Ben provalarda oradaydım. Provalar sırasında ya da prova dışında herhangi bir saatte Harbiyelilerin herhangi bir and okuduklarını görmedim. Bahsettiğim prova caminin açılış provasıdır.

Soruldu 3: Eklemek istediğiniz başka bir husus var mı?

Cevaben 3: İlave edeceğim bir husus yoktur. (…)”

Sorular ve yanıtlara bakıldığında, soruşturma heyeti Bahçıvan R.K.’dan da somut bilgiye ulaşamamış. Ancak, aynı ifadeden aynı tören günü KHO’da bir caminin de faaliyete geçtiği anlaşılıyor.

Önceki KHO Komutanı Yaralı: “Hiçbir duyum almadım”

Soruşturma raporunu incelerken, ilk ifade ilgimi çekti. Bu ifade, bilgi sahibi ile yüz yüze görüşmeden elde edilen bilgi değildi. Telefonda alınan bilginin, soruşturma heyeti üyelerince imzalandığı tutanakla oluşturulmuş bir ifadeydi.

Listenin en tepesindeki isim Korgeneral Gültekin Yaralı’nın ifadesiydi bu.

Soruşturma heyetinin, böylesi önemli bir dosyada Diyarbakır’a gitmek ya da ifade sahibini Ankara’ya çağırmak yerine telefonla görüşüp sorduğu sorulara aldığı yanıtları yedi kişilik heyet imzasıyla tutanak haline getirmeyi tercih etmesinin bir anlamı olması gerekir zannımca.

Soruşturma heyeti; 4 Eylül’de MSB Personel Başkanlığı’ndan, 6 Eylül’de ise Milli Savunma Üniversitesi Rektörlüğü’nden aldığı görev onayı sonrasında 16 Eylül’de Korgeneral Yaralı ile telefon bağlantısı kurdu.

Mezuniyette sadece 11 gün önce görevini devreden Korgeneral Yaralı’nın verdiği bilgiler tutanağa şöyle yansıdı:

“(…) Soruldu 1: Görevi hangi tarihte teslim ettiniz? Görevi teslim ettiğiniz tarihe kadar tören çalışmaları ve provalarında mezun olacak Harbiyelilerin programda olmayan bir andı okuma istediklerine ilişkin sizden doğrudan bir talepleri oldu mu, astlarınızdan herhangi biri size iletti mi ya da herhangi bir duyum aldınız mı?

Cevaben 1: 19 Ağustos 2024 tarihinde görev teslim ettim. Herhangi bir tören provasına katılmadım ve izlemedim ancak idari hazırlıkları yerinde görmek maksadıyla zaman zaman tören prova alanının yapıldığı yerde kaldığım oldu. Ben hiçbir durum almadım, öncelikle bunu söylemek istiyorum. Ne Harbiyeliler, ne takım komutanı, ne bölük komutanı, ne tabur komutanı, ne de alay komutan yardımcısı Harbiyelilerin bu isteğinden bana bahsetmedi. Hiçbir duyum almadım. Ben tören sonrası televizyonda videolar çıktıktan sonra Diyarbakır’dayken gördüm.

Soruldu 2: 30 Ağustos tören programında veya provalarda mevzuattan çıkarılan ve tören sonrası bir kısım mezun teğmenler tarafından okunan programda olmayan and var mıydı?

Cevaben 2: Hayır yoktu.

Soruldu 3: Eklemek istediğiniz başka husus var mı?

Cevaben 3: İlave edeceğim başka husus yoktur. (…)”

Önceki Alay Komutanı Arafat: “Teğmenlerden bana talep gelmedi”

Korgeneral Yaralı’dan bir gün önce soruşturma heyeti, yine kısa süre öncesine kadar KHO Öğrenci Alay Komutanlığı’nı yürüten Tuğgeneral Kutluhan Arafat’ın ifadesine başvurdu.

Yaralı gibi “bilgi sahibi” konumunda ifade veren Arafat’ın, yeni görevinin İstanbul’da olmasına karşın soruşturma heyetine Ankara’da, Milli Savunma Üniversitesi Yerleşkesi içinde kendilerine ayrılan özel çalışma odasında bildiklerini anlattığının altını çizmekte fayda var.

Tuğgeneral Arafat, kendisine yöneltilen sorulara şu yanıtları verdi:

“(…) Soruldu 1: Milli Savunma Üniversitesi Kara Harp Okulu 30 Ağustos 2024 tarihli Diploma Ama ve Sancak Devir Teslim Töreni’nde ve provalarında görev aldınız mı, göreviniz neydi?

Cevaben 1: Alay komutanlığı görevini devretmiş olmam münasebetiyle provalarda ve törende herhangi bir görevim yoktu.

Soruldu 2: Milli Savunma Üniversitesi Kara Harp Okulu 30 Ağustos 2024 tarihli Diploma Alma ve Sancak Devir Teslim Töreni programını biliyor musunuz?

Cevaben 2: Hayır, tören hazırlıkları için koordinasyon toplantısı yapıldığında ben Menteş’de görevde bulunduğum için bu toplantıya katılamadım. Toplantıya Alper Albay ve törende diğer görev alacak personel katıldı.

Soruldu 3: Tören öncesinde, provalar sırasında ya da herhangi bir zamanda mezun olacak Harbiyelilerin bu andı okumak istediklerine ilişkin sizden bir talepleri oldu mu ya da herhangi bir duyum aldınız mı?

Cevaben 3: Bu yönde bana herhangi bir talep gelmedi. Herhangi bir duyum da almadım. 30 Ağustos 2024 tarihindeki töreni tribünden izledim. Tören geçişi tamamlandıktan sonra protokol çıkış yaptı. Biz bekliyorduk. Tribünde misafirlerle sohbet etmekteyken Ebru Teğmen’in mikrofondan ‘Malazgirt taburu toplansın’ gibi anons sesini duydum. Teğmenler saha içerisinde toplanmıştı. Sonrasında ‘Mustafa Kemal'in askerleriyiz’ şeklinde sesler duydum ve ardından and okunmaya başlandı.
Sonrasında grup dağıldı. Biz de bulunduğumuz yerden alayın karargah binasına doğru yürümekte iken yanımda bulunan Alper Albay ve Halit Türkoğlu Yarbay ile bu konuyu konuşuyorduk. Halit Yarbay, Ebru Teğmen’in daha önceden bölük komutanı ile kendisinin yanına gelerek, Ebru Teğmen’in konuşma metninde değişiklik yapmak istediğini ve bu andı okumak istediğini söylediğini, kendisinin de bunun mevcut mevzuatta olmaması nedeniyle uygun olmadığını söylediğini, bununla da yetinmeyerek bu durumu provaların bir tanesinde tüm tabura hitap edecek şekilde söylediğini ifade etmiştir.

Soruldu 4: Eklemek istediğiniz başka bir husus var mı?

Cevaben 4: İlave edeceğim bir husus yoktur. (…)”

* * *

Yazının girişinde aktardığım üzere, raporda 42 kişinin ifadesi var. Hepsini aynı yazıya sığdırmak mümkün değil.


Yarın devam edeceğim.

                                                                /././

Şaşırtıcı enflasyonlar -Ercan Uygur-

Enflasyon yükseldikten sonra hangi ülkelerde ne ölçüde düştü? Hangi ülkelerde hızla veya daha yavaş düştü? Bu sorulara yanıt vermek için enflasyonu görece yüksek ülkeleri ve Türkiye’yi karşılaştırmak gerek.

Bu yazıda enflasyon ve para ile ilgili bazı verileri şaşırtıcı yönleriyle ele almak istiyorum. Bu veriler Türkiye ile ilgili olduğu kadar başka ülkelerle de ilgili olabilir. Önce Türkiye’de bu ay başında yayınlanan enflasyon verilerine bakalım.

Türkiye’de yaşadığımız fiyat artışlarını enflasyon verileri de yansıttı. Ancak verilerde yine önemli ve şaşırtıcı farklar var. 2025 Ocak’ta yıllık enflasyon TÜİK’in tüketici fiyat endeksinde yüzde 42,12; İTO’nun geçinme endeksinde yüzde 53,67; ENAG’ın tüketici fiyat endeksinde yüzde 81,01 idi.

TÜİK enflasyonunun diğerlerinden düşük çıkması belki şaşırtıcı değil, beklenen bir sonuç. Ancak şaşırtıcı olan şudur: ENAG’da en düşük aylık enflasyon yüzde 1,8 ile sağlık kesiminde. TÜİK’te ise en yüksek aylık enflasyon yüzde 23,57 ile sağlık kesiminde.

Bu kadar da fark olur mu derken daha da şaşırtıcı farklarla karşılaşıyoruz. ENAG’da en yüksek aylık enflasyon yüzde 20,06 ile giyim ve ayakkabı grubunda. TÜİK’de ise giyim ve ayakkabı sektöründe Ocak’ta fiyatlar düşmüş görünüyor, düşüş oranı da --5,17. İşaretler de farklı, olacak şey değil.

Bu sonuçları İTO’nun Ocak verileri ile de karşılaştırmak istedim ama gruplar ayrıntısında İTO verileri henüz yayınlanmamış anlaşılan. Bu arada İTO’nun ayrı bir tüketici fiyat endeksi oluşturduğu açıklandı. Ancak ayrıntısına henüz erişilemiyor. 

TÜİK tüketici endeksinde giyim ve ayakkabı sektöründeki görece düşük kalan, hatta bazı alt sektörlerde düşen fiyatlar uzun süredir var ve çok şaşırtıcı. Bu konu da TÜİK’ten açıklama bekliyor.

2023 ortasında şöyle demiştim. “Bu konuyu daha önce de belirttim, yine yazmak zorundayım. Giyim ve ayakkabıda TÜİK ve İTO ayrışması öyle ki, ... 2023 yılında ters yönde seyrediyorlar. 2023 yılında, son 6 aydır, İTO’nun giyim-ayakkabı enflasyonu TÜİK enflasyonunun dört katı dolayındadır. Bunun bir açıklaması var mıdır?” Uygur (6 Temmuz 2023).

Bazen şöyle yorumlar okuyoruz: “Sağlık grubunda yüksek fiyat artışı olmasaydı, TÜİK tüketici enflasyonu daha düşük olacaktı.” Şöyle diyeni duymadım ama: “Giyim - ayakkabı grubunda eksi enflasyon olmasaydı, TÜİK enflasyonu daha yüksek olacaktı.”

Bunlar enflasyon dinamiğini aklımıza getiren ifadeler. Enflasyonist ortamda her sektör veya grup genellikle aynı anda fiyat intibakı (uyumu) yapmaz. Farklı zamanlarda yapılan uyumlar da enflasyon için bir atalet, bir süreklilik sağlar. Enflasyon dinamiğini ortaya çıkaran bir unsur budur.

Covid-19 küresel salgınının zayıflaması ve bitişiyle enflasyon tüm dünyada yükseldi. Türkiye’de enflasyonun yükselmesi, ünlü “Nas” faiz indirimleri ile daha erken, 2021 ikinci yarısında oldu. Dünyada ise enflasyonun yükselişi genellikle 2022’nin ilk yarısında gerçekleşti. Bu gelişmeler Şekil 1’de görülüyor.  

Enflasyonda düşme hızı

Enflasyon yükseldikten sonra hangi ülkelerde ne ölçüde düştü? Hangi ülkelerde hızla veya daha yavaş düştü? Bu sorulara yanıt vermek için enflasyonu görece yüksek ülkeleri ve Türkiye’yi karşılaştırmaya çalıştım.

Şekil 1’de Türkiye ile birlikte enflasyonu yüzde 10’u aşan ülkelerin enflasyon oranlarının 2019’dan başlayarak nasıl geliştiği yer alıyor. 2021 ve sonrasında enflasyonu yüksek, yani yüzde 10’u aşan ülkeler Şekil 1’in altında sıralanmıştır.

Enflasyonu yüksek ülkeler içinde elbette Türkiye var, en üstteki lacivert çizgi ile temsil ediliyor. Baltık ülkeleri Estonya, Latvia, Litvanya bulunuyor. Bu üç Baltık ülkesi Euro bölgesindedirler, Euro kullanırlar. Buna karşılık enflasyonlarının yüksek olması şaşırtıcıdır.

Euro bölgesinde yıllık tüketici enflasyonu tek hanede kalırken, bu üç ülkede yüzde 25’i aşacak kadar yükselmiştir. Demek ki “Euro’ya geçelim, tek hane enflasyona ulaşalım” demek geçerli olmayabiliyor. Bu durum, resmi para ikamesini (dolarlaşmayı) savunanlara şaşırtıcı gelebilir.

Baltık ülkelerindeki enflasyonun ana nedeni Covid-19 sırasında verdikleri çok yüksek bütçe açıklarıdır. Bu açıkları 2023 başından başlayarak kapatmaya başlamışlardır ve enflasyonları 2023 ortalarından başlayarak düşmüştür. Yüksek enflasyon yaklaşık bir yıl sürmüştür.

Euro bölgesinde olmayan Macaristan ve Bulgaristan ile AB üyesi olmasa da AB ile çok yakın ilişkileri olan İzlanda da şekilde yer alıyor. Bulgaristan’ın asıl sorunu siyasi olmuştur ve enflasyon sorununa sahip çıkacak hükümet kurulamamıştır. Siyaset düzelince enflasyon düşmeye başlamıştır.

Macaristan Covid-19 sırasında ve sonrasında hem faizi düşük tutmuş, hem de seçim dönemine raslayan zamanda yüksek subvansiyonlarla önemli bütçe açıkları vermiştir. Böylece enflasyon bakımından AB ülkelerinden ayrışmıştır.

Macaristan, son yıllarda AB bölgesinde en uzun süreli en yüksek enflasyonu yaşamıştır. Şekil 1’de  

Türkiye’nin hemen altında kırmızı çizgi ile temsil edilmiştir. Bu ülkede enflasyon faizler ve bütçe açıkları düzene girince düşmüştür.

Rusya’nın sorunu Ukrayna savaşıdır ve yüksek faizlere karşılık bütçe açıkları sürüyor. Enflasyonu da uzun süredir yüzde 10 dolayında devam ediyor. Hindistan, Meksika ve Güney Afrika Cumhuriyetinde enflasyon aslında yüzde 10’un üstüne çıkmamıştır. ABD’de de bu durum geçerlidir. Bu ülkeler şekilde karşılaştırma amacıyla yer almışlardır.

Brezilya’nın enflasyonu çok kısa süre yüzde 10 üstünde kalmıştır. Çünkü enflasyonun yükseleceğini görerek, yükselmesini beklemeden para ve maliye politikalarını sıkılaştırmıştır. Buna karşılık ücretlere müdahale etmemiştir.

Şekilden görüldüğü gibi, Türkiye’de enflasyon yükselmiştir, evet. Ama asıl sorun “enflasyonu düşürme programları”na karşılık enflasyonun yüksek seyretmesidir. Son enflasyonu düşürme girişiminin üzerinden neredyse 21 ay geçmiştir. Hala düşecek enflasyonu bekliyoruz.

Gecikmenin, katılaşmanın nedeni bellidir. Ülkede vatandaşlarına kapsayıcı, koruyucu, anlayışla davranamayan bir iktidar vardır. Farklı düşüncede olanlara ve hele eleştiride bulunanlara karşı taraf, hatta düşman olarak bakan bir anlayışın iktidarı vardır.

Vatandaşlar, böyle bir iktidarın enflasyonu tek hanelere düşüreceğine inanmaz. Kapsayıcı olmayanların enflasyonu düşürmesi çok zordur, çünkü enflasyonun düşmei için bir toplumsal mutabakat gerekir. Bu konuda yapılmış birçok çalışma vardır.

Bakınız enflasyon beklentilerine ve algılanan enflasyona. Tüketicilerin bir yıl sonrası için bekledikleri enflasyon hala yüzde 59 dolayındadır. Algıladıkları enflasyon hala yüzde 80’ler dolayındadır.

Genç teğmenlerin mezuniyet sonrası sevinçlerine ve kutlamalarına “siz bu kutlamayı kime karşı yapıyorsunuz” diyebilen, bir başka genç gruba, imam-hatip grubuna onları “karşı taraf” olarak tanıtan bir yaklaşımın kapsayıcı olamayacağı bellidir.  

Önemli bir gerçek de şudur; bu ortamda gerekli mali denetlemeler yapılamaz, denetlemenin olmadığı yerde hep açıklar vardır. Haliyle enflasyon vardır. Denetlemenin olmadığı yerde her türlü yolsuzluk, ususüzlük vardır.

Bu nedenle bütçeler açık verir. Bu açıkları bir ölçüde kapatmak için sürekli vergi getirilir. Her yerden, her işlemden vergi almak istenir. Bakınız son iki yılda getirilen vergilere. “Her yerden, her işlemden vergi fışkırıyor.”

Halbuki, ekonomik etkinlik bakımından yapılması gereken, açıkların, harcamaları kısarak kapatılmasıdır. Yapılan ise tersine itibar harcamaları yapmak oluyor. Yanlış verilmiş kararları ve yolsuzlukları düzeltmenin yolu harcamaları kısmaktır.

Nelson Mandela’nın bir sözüyle bitirelim: “Kinlenen ve intikam peşinde olanlar devlet yıkarlar; uzlaşma arayışında olanlar ise devlet kurarlar.”


Kaynaklar

Uygur, Ercan (6 Temmuz 2023) “Merakla beklediğimiz enflasyon verileri: Türkiye Arjantin’in izinde mi?” T24.

                                                             /././

Ocak enflasyonu beklentileri aştı -Binhan Elif Yılmaz-

Henüz yılın ilk ayındayız ve açlık sınırı asgari ücreti geçmiş oldu. Ücretler baskılanınca enflasyon da düşmedi görüldüğü gibi.

TÜİK, bu yılın ilk enflasyon verisini aylık yüzde 5,03 ve yıllık yüzde 42,12 olarak açıkladı. Piyasa beklentileri Ocak ayında yüzde 4-4,5 aralığında olacağı yönündeydi. Neden beklentileri aştı? TCMB faiz indirimlerine ara verir mi? İnceleyelim:

Oysa iki gün önce TÜFE’nin öncü verisi kabul edilen İTO tüketici fiyat endeksi aylık yüzde 5,16 ve yıllık yüzde 48,4 olarak açıklanmıştı. Her ne kadar bu veri “İstanbul pahalılığı” olarak yorumlansa da bugün açıklanan aylık TÜİK TÜFE İstanbul pahalılığına yaklaşırken, beklentilerin oldukça üzerinde gerçekleşti. Bu arada ENAG’a göre Ocak E-TÜFE aylık yüzde 8,22 ve yıllık yüzde 81 düzeyinde.

ÜFE ise Ocak ayında yüzde 3,06 oranında artış gösterdi. ÜFE’ye girdi maliyetlerinin göstergelerinden biri olarak bakarsak, girdi maliyeti sınırlı artmış görünüyor. Diğer yandan kurun yatay seyri, ithal girdi maliyetini sınırlayıcı düzeydeydi. Maliyet tarafındaki bu gelişmeler yüzde 5’lik aylık enflasyonu tam açıklamıyor.

Manşet enflasyonun yüksekliğinde; fiyatlama davranışlarında süregelen bozulmalar, enflasyon beklentilerindeki çok yavaş gerileme, yönetilen yönlendirilen fiyatlar, verimliliğin artmaması ve yüksek gelirlilerin canlı iç ve dış talebi oldukça etkili.

Manşet enflasyon yüksek ama onun da üzerinde fiyat artışları var. Özellikle sağlık hizmetlerinde fiyatların geldiği nokta herkesi ürkütüyor. Ocak ayında aylık bazda Sağlık TÜFE yüzde 23,57 artış ile rekor kırdı. Konut ve Eğitim TÜFE de aylık bazda yüzde 7’nin üzerindeydi. Bu iki kalemin yıllık enflasyonları da endişe verici. Yıllık bazda Konut TÜFE yüzde 68,9 ve Eğitim TÜFE yüzde 99,93 artış gösterdi.

Diğer yandan kırılamayan bir hizmet enflasyonu var ki, hizmet enflasyonunda bir önceki aya göre değişim yüzde 10,3 oldu. Hatta sağlık kalemini de eklersek diğer hizmetler enflasyonu yüzde 16,7’ye yükseldi.

Ocak ayı enflasyonunun geldiği nokta, 6 Mart günü alınacak Merkez Bankası faiz kararını doğrudan etkileyecek. İndirim konusunda fazla rahat davranılacak bir enflasyon oranıyla karşı karşıya değiliz. Kasım ve Aralık aylarındaki yüzde 1-2’lik enflasyon oranlarıyla faiz indirimine başlayan Merkez Bankasının önünde şimdi bugün açıklanan yüzde 5’lik enflasyon duruyor.

Enflasyon sabit ve dar gelirliyi ezmeye devam ediyor. Aralık ayı sonunda asgari ücret yüzde 30 arttırılıp net 22.104 TL olduğunda TÜRK-İŞ’in açıkladığı Aralık ayı açlık sınırı 21.083 TL idi. TÜRK-İŞ Ocak ayı açlık sınırını iki gün önce 22.131 TL olarak açıkladı. Henüz yılın ilk ayındayız ve açlık sınırı asgari ücreti geçmiş oldu. Ücretler baskılanınca enflasyon da düşmedi görüldüğü gibi.

Diğer yandan ABD ile Kanada, Çin, Meksika arasında uzun yıllar sürecek olan tarife savaşları başladı. ABD gümrük tarifelerini yükseltirken diğer ülkeler de aynı şekilde cevap verdiği sürece ve bu tarife savaşlarına Avrupa ülkeleri de katıldıkça, küresel enflasyon yükselecek. Merkez Bankası'nın 6 Mart günü faiz indirimi konusunda rahat olmaması için bir başka neden daha var, çünkü biz de o küresel enflasyonu ithal eden bir ülke konumundayız.

                                                                /././

64 yıl önce kurulan “USAID”in kapatılmasının dünyaya ve Türkiye'ye etkileri ne olur?-Füsun Sarp Nebil-

Azalan iş birliği, ABD-Türkiye ilişkilerini etkileyebilir ve güvenlik (örneğin NATO) ve ticaret konularında iş birliğini karmaşıklaştırabilir. Türkiye'nin Orta Doğu krizlerini yönetmedeki rolü zayıflayabilir, bu da Avrupa'ya göç akışını ve Suriye çatışma dinamiklerini etkileyebilir.

Trump yönetiminin ABD Uluslararası Kalkınma Ajansı'nı (USAID) feshetme kararının, özellikle ABD dış yardımının büyük alıcıları olan ülkeleri etkileyecek önemli küresel yankıları olması bekleniyor. ABD'nin USAID'i durdurmasının jeopolitik ittifakları değiştireceği ve ABD'nin yumuşak gücünü zayıflatacağı da düşünülüyor.

USAID günümüzde 100'den fazla ülkede faaliyet göstermekte ve dünya çapında afet yardımı, sağlık programları ile demokrasi inşa çabaları başlıkları altında destek sağlamaktaydı. 50 milyar doları aşan bir bütçeyle faaliyet gösteren USAID, küresel olarak en büyük resmi yardım ajanslarından biridir. 

Türkiye açısından bakarsak, USAID 2024 Mali Yılı'nda deprem yardımı için tahsis edilen 6,2 milyon dolara ek olarak Türkiye'ye başka yardım biçimleri de sağladı. Örneğin, ABD Mart 2023'te Türkiye ve Suriye'deki depremden etkilenen toplulukları desteklemek için ek 50 milyon dolarlık insani yardım duyurmuştu.

USAID'in sonlandırılmasının, özellikle ABD yardımlarından yararlanan Türkiye gibi ülkelerde uluslararası yardım ve kalkınma çabaları için çeşitli etkileri olması bekleniyor. USAID'in desteğinin kesilmesi, devam eden projelerde önemli zorluklara yol açabilir.

USAID Kennedy tarafından 1961'de başlatılmıştı

Amerika Birleşik Devletleri Uluslararası Kalkınma Ajansı (USAID), Sovyet etkisine karşı konulmaya çalışılan Soğuk Savaş döneminde, "gelişmekte olan ülkelerde ekonomik büyümeyi ve siyasi istikrarı teşvik etmek" başlığıyla dünya çapında ekonomik kalkınmayı, insani yardımı ve demokratik yönetimi teşvik etmek amacı ileri sürülerek kuruldu. 3 Kasım 1961'de Başkan John F. Kennedy tarafından Dış Yardım Yasası aracılığıyla başlatılmıştı. Avrupa'yı yeniden inşa etmeye ve gelişmekte olan ülkelere teknik yardım sağlamaya odaklanan Marshall Planı (1948) ve Nokta Dört Programı (1950) gibi önceki yardım programları üzerine inşa edildi.

USAID'in amaçları şöyle sıralanıyor:

İnsani Yardım: Doğal afetlere, çatışmalara ve gıda kıtlıklarına yanıt vermek. Etkilenen nüfusa tıbbi yardım, barınak ve gıda yardımı sağlamak.

Küresel Sağlık Programları: Bulaşıcı hastalıklarla (HIV/AIDS, sıtma, tüberküloz) mücadele etmek. Anne ve çocuk sağlığı girişimlerini desteklemek. Sanitasyonu ve temiz suya erişimi iyileştirmek.

Ekonomik Kalkınma: Sürdürülebilir tarımı ve gıda güvenliğini teşvik etmek. Gelişmekte olan ülkelerde küçük işletmeleri ve ticareti teşvik etmek. Altyapı geliştirme konusunda ülkelere yardımcı olmak.

Demokrasi ve Yönetim: Yargı ve seçim sistemlerini güçlendirmek. İnsan haklarını ve özgür basını desteklemek. Yolsuzlukla mücadele çabalarına yardımcı olmak.

Eğitim ve Yenilik: Gelişmekte olan ülkelerde ilköğretim ve yükseköğretime erişimi artırmak. STEM programlarını ve işgücü eğitimini desteklemek.

Çevre ve İklim Değişikliği GirişimleriÜlkelerin iklim değişikliğine uyum sağlamasına yardımcı olmak. Yenilenebilir enerji ve koruma çabalarını teşvik etmek.

DOGE lideri Elon Musk, ajansı "suç örgütü" olarak değerlendirdi

Başkan Donald Trump'ın yönetimi altında Hükümet Verimliliği Bakanlığı'na (DOGE) liderlik eden Elon Musk, ABD Uluslararası Kalkınma Ajansı'nı (USAID) açıkça eleştirdi. Ajansı "suç örgütü" olarak nitelendirdi ve tamamen kapatılmasını savundu.

Musk'ın değerlendirmesi, USAID'in genel merkezinin kapatılması ve DOGE'nin müdahalelerine direnen kilit yetkililerin görevden alınması gibi önemli eylemlere yol açtı. Musk Başkan Trump'ın da kendi değerlendirmesine katıldığını ve "Onarılamaz" dediğini duyurdu. 

Musk'ın eleştirileri, iki kıdemli USAID güvenlik görevlisinin DOGE personelinin USAID merkezindeki kısıtlı alanlara erişimini engellemeye çalıştığı bir olayın ardından yoğunlaştı. Bu çatışma görevlilerin idari izne çıkarılmasına ve DOGE ile USAID personeli arasındaki gerginliğin artmasına yol açtı.

Musk, USAID'i alenen kınasa da ajansı "suç örgütü" olarak nitelendirmesini destekleyen belirli ayrıntılar sunulmadı. Trump yönetiminin USAID'i yeniden yapılandırma veya potansiyel olarak ortadan kaldırma ve işlevlerini Dışişleri Bakanlığı'na entegre etme planları var.

Yine de bu gelişmeler, yasa koyucular ve uluslararası ortaklar arasında ABD dış yardımının geleceği ve küresel insani yardım çabaları üzerindeki potansiyel etkileri konusunda endişelere yol açtı.

Ajansın kapanmasının Türkiye'ye etkileri ne olur?

USAID'in 64 yıl sonra sona ermesi, küresel ve bölgesel etkileri yanında çeşitli ülkeler ve özellikle Türkiye için önemli bir gelişme olarak değerlendiriliyor. Şubat 2023 depremi sonrasında, 2024 Mali Yılı'nda USAID'in İnsani Yardım Bürosu (BHA), Türkiye'deki depremden etkilenen nüfusa destek olmak için yaklaşık 6,2 milyon dolar katkıda bulundu.

Afet yardımının ötesinde, USAID Türkiye'de mültecilere ve kalkınma projelerine destek de dahil olmak üzere çeşitli insani girişimlerde yer aldı. Ajansın kapanması bu programları aksatabilir. USAID'in durdurulması, Türkiye'nin 3,6 milyon mülteciyi destekleme kapasitesini zorlayabilir, yaşam koşullarını kötüleştirebilir ve kamu hizmetleri üzerindeki baskıyı artırabilir.

USAID'in Türkiye'de demokrasi ve insan hakları başlığı altındaki destekleri alan medya ve diğer kuruluşlarla, desteklediği girişimcilik, cinsiyet eşitliği ve iklim dayanıklılığı projeler kritik fonları kaybedeceği için kaynak sıkıntısıyla karşı karşıya kalacak.

Azalan iş birliği, ABD-Türkiye ilişkilerini etkileyebilir ve güvenlik (örneğin NATO) ve ticaret konularında iş birliğini karmaşıklaştırabilir. Türkiye'nin Orta Doğu krizlerini yönetmedeki rolü zayıflayabilir, bu da Avrupa'ya göç akışını ve Suriye çatışma dinamiklerini etkileyebilir.

Ancak bu tersine bir etkiye yol açabilir. Türkiye için, acil etkiler arasında artan mülteci yükü, ekonomik gerginlik ve ABD ile diplomatik soğuma yer alacaktır, ancak uzun vadeli özgüven ortaya çıkabilir. Türkiye yerel çözümlere yatırım yapabilir.

Ajansın kapanmasının küresel etkileri ne olur?

USAID, 100'den fazla ülkede programları destekliyordu. Feshedilmesi, afet yardımı, sağlık hizmetleri ve ekonomik kalkınma projeleri de dahil olmak üzere kritik girişimlerin askıya alınmasına veya sonlandırılmasına yol açabilir. Bu hamle, HIV/AIDS tedavilerinden temiz suya erişime kadar hayat kurtaran küresel insani yardım programlarını tehdit ediyor.

Gerçi ajansın kapanması sonrasında, ABD Dışişleri Bakanlığı altında bazı yaklaşımların olması da şimdiden konuşuluyor. Çünkü ABD yardımının azaltılması veya ortadan kaldırılması, Çin veya Rusya gibi diğer ülkelerin doldurabileceği bir boşluk yaratabilir, potansiyel olarak küresel ittifakları yeniden şekillendirebilir ve stratejik bölgelerdeki ABD etkisini azaltabilir.   Ülkeler yardım için Çin'e veya Rusya'ya yönelebilir ve ittifakları değiştirebilir. Çin'in Kuşak ve Yol Girişimi, farklı koşullarla boşluğu doldurabilir.

Özetle, USAID'i durdurmak jeopolitik ittifakları değiştirecek ve ABD'nin yumuşak gücünü zayıflatacaktır.  Hem küresel hem de bölgesel olarak, USAID'in bıraktığı boşluk muhtemelen diğer aktörler tarafından doldurulacak ve uluslararası kalkınma dinamiklerini yeniden şekillendirecektir.

                                                                  /././

Gazeteci Murat Ağırel, bu kez eşi ve kızı üzerinden tehdit edildi: Tecavüz edip 'Narin gibi katledeceğini' söylüyor!

Cumhuriyet yazarı Murat Ağırel, bu kez ailesinin öldürülmesi ile tehdit edildi. Daha önce videolu ölüm tehdidi alan Ağırel, kendisine atılan tehdit mesajlarını paylaşarak, "Bir kişi, isim de vererek 'şayet o kişi ile röportaj yaparsam' 13 yaşındaki kızıma, eşime, kız kardeşlerime tecavüz edip; onları 'Narin gibi katledeceğini' söylüyor" dedi. " Bu sefer, milyonlarca yurttaş gibi benim ve tüm ailemin kimlik bilgilerini ele geçiren, yapay zekâ ile porno fotoğraf / video üretip şantaj yapan bir çetenin tehditleri ile uğraşıyorum" diyen Ağırel, tüm aile fertlerine tehdit mesajı gönderildiğini duyurdu. 

Cumhuriyet yazarı, gazeteci Murat Ağırel, bu kez ailesindeki kadınlar üzerinden tehdit mesajları aldı. Yapacağı bir röportaj üzerinden tehdit edilen Ağırel, daha önce de maskeli olarak kamera karşısına geçen bir şahıs tarafından, öldürülmesi için ihale açıldığı ve infaz emrinin verildiği şeklinde tehidt edilmişti.

Murat Ağırel'e video ile ölüm tehdidi: "Öldürülmem için ihale açıldığı ve infaz emrimin verildiği açıkça belirtiliyor"

Ağırel bu kez, yapay zekâ ile porno fotoğraf/video üretip şantaj yapan bir çetenin tehditleri altında olduğunu duyurdu. X hesabından mesajları paylaşan Ağırel, şunları yazdı:

"Maalesef yine bir tehdidi ifşa edeceğim. Bu kez sadece ben değil, tüm ailem hedefte. Bir kişi, isim de vererek “şayet o kişi ile röportaj yaparsam” 13 yaşındaki kızıma, eşime, kız kardeşlerime tecavüz edip; onları “Narin gibi katledeceğini” söylüyor. Bu sefer, milyonlarca yurttaş gibi benim ve tüm ailemin kimlik bilgilerini ele geçiren, yapay zekâ ile porno fotoğraf / video üretip şantaj yapan bir çetenin tehditleri ile uğraşıyorum. Adreslerimize kadar mahrem olması gereken tüm kişisel bilgilerimizin ellerinde olduğunu anladığım bu çete, ailemin tüm fertlerinin telefonlarına tehdit mesajları gönderiyor. Mesajlarının bir kısmını paylaşıyorum… Emniyet Siber Suçlar bu kişilere hemen ulaşır isterse… Kayda geçsin diye paylaşıyorum. Biz gazetecilerin nasıl yaşadığını görün istiyorum."

                                                   ***

Rehine anlaşması kapsamında serbest kalmışlardı: İsrail'in sürgün ettiği 15 Filistinli tutuklu Türkiye'ye gelecek

İsrail ile Hamas arasındaki ateşkes anlaşması uyarınca ülkesinden uzaklaştırılan 15 Filistinli, Türkiye tarafından kabul edilecek.

Güvenlik kaynaklarından edinilen bilgiye göre, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın talimatı doğrultusunda ateşkes anlaşmasına destek vermek amacıyla, cezaevinden çıktıktan sonra Filistin'den uzaklaştırılmalarına karar verilen Filistinlilerin bir kısmına diğer bazı ülkeler ile Türkiye de ev sahipliği yapacak.

Milli İstihbarat Teşkilatı (MİT) Başkanlığı, ilk aşamada ülkelerinden uzaklaştırılan 15 Filistinlinin Mısır üzerinden Türkiye'ye gelebilmesi için girişimde bulundu. AA haberinde, söz konusu Filistinlilerin Türkiye'de "huzurlu ve güvenli bir hayat kurması için gerekli düzenlemelerin yapıldığı" bilgisine yer verildi.

İsrail ile Hamas arasında varılan ateşkes ve rehine anlaşması kapsamında İsrail tarafından müebbet hapis cezası verilmiş olan hükümlülerin bir kısmının, serbest bırakılmalarının ardından geri dönmemek üzere Filistin'den uzaklaştırılmaları şart koşulmuştu.

                                                     ***

Çin'den, Trump'ın tarife artışına yanıt: ABD ürünlerine ek gümrük vergileri açıklandı, Google soruşturulacak!


Çin, ABD Başkanı Donald Trump'ın Çin'den ithal tüm ürünlere yüzde 10 ilave gümrük vergisi getirme kararına karşı, bu ülkeden ithal bazı ürünlere ek gümrük vergisi getireceğini bildirdi. Çin Ticaret Bakanlığı, ABD'ye karşı birçok üründe gümrük vergisi uygulayacağını duyurdu. Bakanlığın, ABD Başkanı Donald Trump'ın yüksek gümrük tarifeleri adımına karşı açıkladığı önlemlerden biri de Google'a yönelik bir soruşturma başlatmak oldu. 

Çin Ticaret Bakanlığı kömür ve sıvılaştırılmış doğalgaz ürünlerine yüzde 15; ham petrol, tarım makineleri ve büyük deplasmanlı araçlara yüzde 10 gümrük vergisi uygulayacağını açıkladı.

“ABD'nin tek taraflı tarife artışı Dünya Ticaret Örgütü kurallarını ciddi şekilde ihlal ediyor” denilen açıklamada, “Sadece kendi sorunlarını çözmede yardımcı olmamakla kalmıyor, aynı zamanda Çin ve ABD arasındaki normal ekonomik ve ticarî iş birliğine de zarar veriyor.” ifadeleri kullanıldı. 

Maliye Bakanlığından yapılan açıklamada, ABD'den, aralarında ham petrol, tarım ekipmanları, yüksek emisyonlu taşıtlar ve kamyonetlerin olduğu ürünlere yüzde 10, kömür ve doğal gaz ithalatına yüzde 15 ek gümrük vergisi getirileceği belirtildi.

ABD Başkanı Trump'ın Çin'den gelen ürünlere uygulanmasını emrettiği yüzde 10'luk gümrük vergisinin bugün yürürlüğe girmesi bekleniyor. Ancak Trump, önümüzdeki birkaç gün içinde Çin Devlet Başkanı Şi Cinping ile görüşmeyi planlıyor. 

Google da soruşturulacak 

Çin Devlet Piyasa Düzenleme İdaresi, bugün yaptığı açıklamada Google'ı antitröst yasalarını ihlal ettiği şüphesiyle soruşturduğunu duyurdu.

Duyuruda herhangi bir gümrük vergisinden özellikle bahsedilmese de bu adım Trump'ın yüzde 10'luk gümrük vergisinin yürürlüğe girmesinden sadece birkaç dakika sonra geldi.

ABD, Çin'e yüzde 10 ek gümrük vergisi getirmişti

ABD Başkanı Trump, 1 Şubat'ta imzaladığı kararnameyle Kanada ve Meksika'dan yapılan ithalata yüzde 25, Çin'den yapılan ithalata ise yüzde 10 ek gümrük vergisi getirmişti.

Beyaz Saray'dan yapılan açıklamada, Çin'e yönelik gümrük vergisi artışının gerekçesi olarak, Çinli yetkililerin, sentetik afyonun hammaddesi fentanil ve öncü kimyasallarının ABD'ye akışını kontrol etmekte başarısız olması gösterilmişti.

Açıklamada ayrıca Çin'in, "fikri mülkiyet hırsızlığı, zorla teknoloji transferi ve diğer makul dışı davranışlarının" yanı sıra "terör izleme listesindeki kişiler dahil Çin'den düzensiz göçün artması" da ilave verginin sebepleri arasında sayılmıştı.

Trump, Kanada ve Meksika'ya getirilen vergilerin yürürlüğe girmesini, bu ülkelerin sınır kontrollerini sıkılaştırılması karşılığında 1 ay ertelediğini duyurmuş, ancak Çin'e yönelik bir erteleme yapılmamıştı.

                                                         ***

(T-24)


Öne Çıkan Yayın

EVRENSEL "Köşebaşı + Gündem" -21 Haziran 2025-

Emperyalistler mengeneyi sıkıyor: ‘İran halkının iradesine evet, siyonizmin istismarına hayır’ -Ela Ava- İsrail’in İran’a karşı başlattığı s...