BİRGÜN "Köşebaşı+Gündem" -4 Şubat 2025-

Enflasyon hedefi ilk aydan şaştı -Hayri Kozanoğlu-

TÜİK verilerine göre Ocak 2025’te enflasyon yüzde 5,03 arttı, yıllık enflasyon yüzde 42,12’ye ulaştı. Sağlık ve kiradaki yüksek artışlar emekli ve dar gelirliyi zorlarken Merkez’in yılsonu hedeflerine ulaşması zor. Kontrolsüz fiyat artışları, halkın alım gücünü hızla eritmeye devam ediyor.

Tüketici fiyatları (TÜFE) 2025 Ocak ayında yüzde 5,03, üretici fiyatları (ÜFE) ise yüzde 3.06 arttı. Böylelikle yıllık TÜFE artışı yüzde 42,12 oldu. Bu ilk verilere göre, Merkez Bankası’nın (TCMB) yüzde 21 yıl sonu enflasyon hedefinin tutturulmasının çok zor olacağı görülüyor. Zaten Orta Vadeli Program’da (OVP) yüzde 17,5 olarak belirlenen 2025 TÜFE beklentisi, ilk enflasyon raporunda 3,5 puan yukarı çekilmişti.

Aslında değerlendirmelerin ortalama enflasyon üzerinden yapılması gerektiğinin hep altını çiziyoruz. Enflasyonun göreceli istikrarlı seyrettiği, Türkiye örneğinde diyelim yüzde 10-15 aralığında salındığı, yıldan yıla fazla oynaklık göstermediği bir konjonktürde yıl sonu enflasyonla ortalama enflasyon fazla farklılık göstermez. Ancak enflasyonun oynaklığı yüksekse, bu ayrım önem kazanır. Ocak 2025 itibarıyla ortalama enflasyon yüzde 56,35, yani manşet enflasyonun 14,2 puan üzerinde.

Yurttaşlarımız harcamalarını tüm yıla yaydıklarında, temel gereksinimlerini aylık gelirlerinden karşıladıklarına göre ortalama enflasyona muhatap oluyorlar. O nedenle asgari ücretin, emekli ve kamu çalışanı maaşlarının ortalama enflasyon temel alınarak belirlenmesi gerekiyordu. İnsanlarımızın hayat pahalılığından şikayet etmesinin, açıklanan enflasyonun gerçek fiyat artışlarının yansıtmadığını söylemesinin bir nedeni de bu.

ÜRETİCİ FİYATLARI DA ENFLASYONU BESLİYOR

ÜFE’nin aylık artışı yüzde 3,06. Bu yıllık yüzde 40 civarında bir enflasyon eğilimine işaret ediyor. Döviz kurlarının fiyat artışlarının altında gerçekleştiği bir ortamda bu hayli yüksek bir oran. Bire bir olmasa da ÜFE’nin sonraki ayların TÜFE’sini etkilediğini biliyoruz. ÜFE üzerinden yıl sonu enflasyon hedeflerinin tutturulması da bu verilerle pek olanaklı görünmüyor.

SAĞLIK HARCAMALARI EMEKLİLERİ YAKTI

Ana harcama gruplarına göre 2025 Ocak’ta en yüksek artış yüzde 23,57 ile sağlıkta gözlenmiş. Çünkü muayene ücretleri-muayene katkı payları maliyeti yüzde 89,83 ile sıçramış. Bu durumdan en fazla zarar göreceklerin, kendilerine çok düşük maaş artışları reva görülen emekliler olacağı açık.

Sağlığı yüzde 7,66 ile çeşitli mal ve hizmetler, yüzde 7,63 ile eğitim, yüzde 7.34 ile konut ve yüzde 6.50 ile lokanta ve oteller izliyor. Yıllık bazda en yüksek enflasyon yüzde 99,93’le eğitim ve yüzde 68,90 ile konutta. Konutun bin alt kalemi olan kiradaki aylık artış yüzde 8,66, yıllık artış ise yüzde 100,64.

İsterseniz bu rakamları somut iki örnek üzerinden düşünelim. 2025 yılı başında asgari ücreti yüzde 30 artan, kirada oturan ve çocuk okutan bir çalışan yüzde 100 dolaylarında bir kira ve eğitim maliyeti artışıyla karşılaşmış. Haliyle yaşam standardı daha da düşmüş. Yıl başında yüzde 11,54 ücret artışıyla yetinen bir kamu emeklisi veya geliri ancak yüzde 15,75 artan bir SSK veya Bağ-Kur emeklisi de sağlıkta yüzde 55,02 sırf muayene ücretlerinde yüzde 97,52’lik bir zamla cezalandırılmış.

MAL VE HİZMETTE MAKAS KAPANMIYOR

Enflasyon verilerinde dikkat çeken bir olgu da mal ve hizmet enflasyonu arasındaki bir türlü kapanmayan makas. Mallardaki yıllık artış oranı yüzde 33,65 iken, hizmetlerde yüzde 62,95, aradaki fark 29,3 puan. Çünkü mal fiyatları görece düşük seyreden döviz kuru değişimleri nedeniyle göreceli az artıyor, ithalat yoluyla aşırı fiyatlanmalar dizginlenebiliyor. Buna karşın hizmetler neredeyse dış ticarete açık değil. Kiralar, okul ve okul servis ücretleri, yurt fiyatları, haberleşme hizmetleri gibi giderek ekonomideki ağırlığı artan kalemler piyasa güçlerine terkedilince, enflasyonun önü alınamıyor. Fiyat düzenleme, kontrol ve denetimleri olmadan hizmetler çekişli enflasyonun dizginlenmesi olanaklı görünmüyor.

ENFLASYON BEKLENTİLERİ HÂLÂ YÜKSEK

Enflasyonu etkileyen bir unsur da TCMB’nin Sektörel Enflasyon Beklentileri Anketi’yle izlediği farklı kesimlerin enflasyon öngörüleri. 2025 Ocak itibarıyla piyasa katılımcıları yüzde 25,4, reel sektör yüzde 43,8, hanehalkı yüzde 58,8 12 ay sonrası enflasyon beklentisine sahipti. Özellikle reel sektörün ve hanehalkının gelecek 12 aya bakışları harcama ve borçlanma kararlarını belirliyor. Ocak sonunda ticari kredilere yüzde 54,4 ihtiyaç kredilerine yüzde 67,1 faiz uygulanmaktaydı.

Bu oranlar yüzde 21 yıl sonu enflasyonuna ikna olsanız çok yüksek, kendi öngörülerinize göre ise borçlandırmayı caydırmayacak düzeydeydi. Aynı şekilde yüksek enflasyon beklentisi harcamalarınızı öne çekmeyi de teşvik ediyordu. Bu nedenlerle kredilerdeki artış hızı TCMB’nin koyduğu limitler dahilinde sürmekteydi.

Bir an için yüzde 21 enflasyon tahmininin gerçekleştiğini düşünelim. Bu ödenecek reel faizlerin çok daha yüksek olması, zaten tüketici kredilerinde yüzde 3,0’a, bireysel kredi kartlarında yüzde 3,3’e yükselen takibe giren alacak oranlarının çift hanelere sıçramasını getirebilirdi.

DEZENFLASYON PROGRAMI ÇALIŞMIYOR

Dezenflasyon programının birinci ayağı, faizleri yüksek tutarak yabancı girişini sağlamak, bu sayede TL’nin reel değerlenmesi ve yerel aktörlerin harcamak yerine tasarrufa yönelmesi beklentisi, yani para politikasıdır. İkinci ayağı da, emek kesiminin reel ücretlerini aşağı çekerek talebi soğutma çabası, diğer bir deyişle ücretler politikasıdır. Öncelikle dar gelirli kesimlerin tasarruf etmek gibi bir lüksü yok. Bu politikalar satın alma güçleri düşerek yoksullaşmalarına ve yaşam standartlarını korumak için borçlanmalarına, zamanla borç batağına saplanmalarına yol açabiliyor.

Dünyada da kabul edilen, “satıcılar enflasyonu” olarak adlandırılan, firmaların yüksek enflasyon ortamını ve belirsizliği fırsat bilerek aşırı fiyat artırmalarına yönelik ekonomi yönetiminin caydırıcı bir önlemi yok. Sadece Erdoğan’ın topu yurttaşa atan, “fahiş fiyatları boykot edin” şeklinde beyhudeliği kanıtlanmış bir çağrı söz konusu.

Ayrıca yüksek faizler, kısa sürede enflasyon dinamiklerini zayıflatan şok bir etki yaratabiliyor. Ancak Türkiye’deki gibi süre uzayınca faiz bir maliyet kalemi olarak enflasyonu besleyebiliyor. Firmaların yüksek faiz maliyeti nedeniyle yatırımlarını ertelemesi ve/veya borçlanarak çalışma sermayesini takviye etmekten vazgeçmesi, hatta üretim yerine paradan para kazanması, arzı olumsuz etkileyip, enflasyonun düşmesini engelleyebiliyor. Arz yetersizliği de enflasyonu besleyen bir neden olarak devreye girebiliyor.

Biraz evvel irdelediğimiz gibi enflasyon beklentilerinin kırılamaması da göz önüne alınırsa sınırlı bir durulma dışında enflasyon hedeflerine ulaşmak söz konusu olmuyor. Yüksek enflasyon ortamında servetine servet katan, harcama iştahlarının hız kesmediği tüketim malları ithalatının yıllık yüzde 27 artışıyla gözlemlenen varlıklı kesimler vergilendirilerek bütçe açıkları törpülenmeden enflasyonun düşmesini beklemek zaten ham hayalden öteye gitmiyor.

∗∗

DİSK-AR: FİYAT ARTIŞLARINDA TÜRKİYE DÜNYANIN EN KÖTÜ 6’NCI ÜLKESİ OLDU

Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu Araştırma Merkezi (DİSK-AR), Türkiye’nin aylık ve yıllık enflasyonunda dünyadaki sıralamasını paylaştı. Raporda, "Türkiye dünyanın en kötü enflasyonuna sahip 6’ncı ülkesi" ifadelerine yer verildi.

Raporda, şunlar kaydedildi: “Türkiye’nin aylık resmi enflasyonu dünyanın 110 ülkenin yıllık enflasyonundan daha yüksek! 185 ülkenin enflasyonu Türkiye’den daha düşük. Türkiye, dünyanın en kötü enflasyonuna sahip 6'ncı ülkesi. Türkiye’nin enflasyonu bütün coğrafi ve ekonomik bölgelerin ortalamasından çok daha yüksek. TÜİK’e göre 2003’ten bu yana ortalama fiyatlar 24 kat, gıda fiyatları ise 35 kat arttı! Türkiye enflasyon verileri açısından açık ara dünyanın en kötü ilkelerinden biridir. TÜİK, DİSK tarafından açılan ve kazanılan davaya rağmen yargı kararını uygulamıyor ve madde fiyat listesini açıklamıyor. TÜİK, şaibeli verileriyle milyonların ekmeğiyle oynuyor."

                                                            /././

Etki ajanı -Ayça Söylemez-

Memlekette çoğu gelişmeye “Bu bir ilk” denir, genelde de değildir. Ama bu sefer gerçekten bir ilki yaşıyoruz: Kanunda olmayan bir suç, tutuklanan şüpheliyle ilgili tutanaklara geçti.

Menajer Ayşe Barım’ın tutuklanmasından bahsediyorum. 

Anadolu ajansının haberine göre, Ayşe Barım hakkındaki nöbetçi sulh ceza hakimliğine yazılan savcılığın tutuklamaya sevk yazısında “etki ajanlığı” ifadesi yer aldı: Barım'ın menajerlik şirketine bağlı oyuncuların 2021'de Türkiye'de yaşanan orman yangını ve depremlerden sonra Türkiye'yi uluslararası arenada yetersiz gösterme adına sosyal medyadaki "#HelpTurkey" kampanyasına eş zamanlı olarak katıldıkları tespitinin soruşturmaya dahil edildiği kaydedilen yazıda, “şüpheliye ait şirketin faaliyetlerinin amacının dışına çıkarak etki ajanlığına yöneldiği, iş yerinde yapılan aramada ise #Occupygezi - solidariedade com o poyo Turco (Gezi işgali - Türk halkıyla dayanışma) ibareli dokümanlar bulunduğu” kaydedildi.

Neden “etki ajanlığı” lafına takıldık?

İçeriği muğlak “etki ajanlığı” kavramı aylardır yasalaştırılmaya çalışılmasa, bir sevk yazısında yer alması dikkatimizi çekmeyecekti ve “Bu ilk kez oluyor” demeyecektik. Çünkü bu yazılarda daha önce de gayet öznel değerlendirmelere ve ifadelere çokça rastladık. Ancak “etki ajanlığı”, ceza kanunumuzda potansiyel bir suç maddesi.

Etki ajanlığı denilen düzenleme ilk kez geçen yıl Mayıs ayında açıklandı, kanun maddesi 9. Yargı Paketi’ne eklendi, ardından çıkarıldı. Yeni yasama yılında bu kez torbaya dahil edildi, yine çıkarıldı. Sonuç olarak, komisyondan geçen kanun maddesi halen Meclis’te kabul edilmiş ve yasalaşmış değil.

Komisyondan geçen “Devletin güvenliği veya siyasal yararları aleyhine suç işleme” başlıklı 339/A sayılı maddenin birinci fıkrası şöyle: “Devletin güvenliği veya iç veya dış siyasal yararları aleyhine yabancı bir devlet veya organizasyonun stratejik çıkarları veya talimatı doğrultusunda suç işleyenler hakkında üç yıldan yedi yıla kadar hapis cezası verilir. Fail hakkında hem bu suçtan hem de işlediği ilgili suçtan dolayı ayrı ayrı cezaya hükmolunur.” (Biz sıradan vatandaşlar olarak, Milli Güvenlik Konseyi olmadığımızdan devletin o dönemdeki siyasal yararlarının ne olacağını bilemeyeceğimizden, her an suçlu konumuna düşmemiz olası.)

KANUNSUZ SUÇ OLMAZ

Konumuza dönersek, bize her gün yeni bir ilki yaşatan memleketimizde her şeye rağmen halen “kanunsuz suç olmaz” ilkesi yürürlükte.

Anayasa madde 38’de belirtildiği gibi, “Kimse, işlendiği zaman yürürlükte bulunan kanunun suç saymadığı bir fiilden dolayı cezalandırılamaz; kimseye suçu işlediği zaman kanunda o suç için konulmuş olan cezadan daha ağır bir ceza verilemez.”

Ya da Türk Ceza Kanunu’nun 2. maddesinde yer aldığı üzere, “Kanunun açıkça suç saymadığı bir fiil için kimseye ceza verilemez ve güvenlik tedbiri uygulanamaz. Kanunda yazılı cezalardan ve güvenlik tedbirlerinden başka bir ceza ve güvenlik tedbirine hükmolunamaz.”

Prof. Dr. Adem Sözüer de sosyal medya hesabından şunları yazdı: “Deprem için yardım çağrısı etki ajanlığı sayılmış ve Ayşe Barım için tutuklama sebebi olmuş. Halbuki etki ajanlığı diye bir suç yok! Bu "fail" ceza hukukudur yani kişi düşüncesi, hayat tarzı vb nedenlerle iktidarca tehlikeli görüldüğü için cezalandırılıyor. Halbuki Anayasada ve TCK'da öngörülen fiil ceza hukukudur. Ceza yaptırımları sadece Kanunda "açıkça" suç olarak tanımlanan bir fiil nedeniyle uygulanabilir.”

Gayet açık. Bu ilke, zaten ceza hukukunun, yargılamasının en temel, evrensel ilkelerinden biri.

İkinci konu da, kanunu sadece yasamanın yapabileceği gerçeği. Yani, Avukat Baran Doğan’ın internet sitesindeki makalede açıkladığı üzere, “Kanun yapma yetkisi yasama organına ait bir yetki olduğundan, suç ve ceza içeren kurallar ancak yasama organı tarafından meydana getirilebilir. Kanunsuz suç ve ceza olmaz ilkesinin doğal bir sonucu olarak idarenin düzenleyici işlemlerle suç ve ceza içeren kural koyma yetkisi yoktur.”

Dolayısıyla, savcılık veya hakimlik kendi kendine suç maddesi üretemez.

Her şeyi geçtim, bizzat Adalet Bakanlığının sitesinde, avukatlara bilgi sağlamak amacıyla yayımlanan rehberin başlığı şöyle: “Kanunsuz ceza olmaz: Suçun sadece kanun ile tanımlanabilme ve cezanın sadece kanun ile öngörülebilme ilkesi”

Yani, işin ABC’si…

Evet, çok basit (temel) ve mevzuata ilişkin konular bunlar. Yani, olmazsa olmazlardan bahsediyorum. Tam da bu yüzden, temelin bu kadar derinden sarsılması, sadece Ayşe Barım’ı değil hepimizi enkaz altında bırakabilir.

                                                              /././

Tarımsal örgütlerin yüzde 99’u destekten mahrûm -Özge Güneş-

Üretimin her kolu gibi tarımda da örgütlenme üreticilerin insanca yaşam şartlarına kavuşması için kritik. Son yıllarda çıkan yönetmelikler de doğrudan bu alanı hedef alıyor; belirli yapıları öne çıkararak üreticinin kendi iradesiyle örgütlenme hakkını sınırlıyor. Kamu otoritesi, yönetmelikler aracılığıyla tarımsal örgütlenmenin sınırlarını sermaye lehine çizerken, üreticileri de bu doğrultuda şekillenmeye zorluyor.

Geçtiğimiz hafta Tarım ve Orman Bakanlığı’nın ilk sonuçlarını duyurduğu “Tarımsal Amaçlı Örgütlerin Derecelendirilmesine İlişkin Yönetmelik” bu anlamda önemli. Bakanlığın derecelendirme başvuru duyurusuna Türkiye’deki 11 bin tarımsal örgütten yalnızca 249’u başvuru yapmış. Bunlardan, 51’i Islah Amaçlı Birlik, 20’si Üretici Birliği ve 34’ü Kooperatif olmak üzere sadece 105’i “1. derece tarımsal örgüt” statüsü alabilmiş. Bu da, Türkiye’deki toplam tarımsal örgütlerin binde birinden daha azının sisteme dahil edilebildiğini gösteriyor.

∗∗

Peki bu derecelendirme ne anlama geliyor derseniz, Bakanlık “1. Derece tarımsal örgütler”in devlet desteklerinde öncelikli olacağını, kredi ve projelere daha kolay erişeceğini belirtiyor. 2025 Uluslararası Kooperatifler Yılı Açılış Töreni’nde yaptığı konuşmada Bakan Yumaklı da finansal ve kurumsal yapıları “sağlam” olan kooperatiflere “ilave, ekstra destekler vereceğiz” diyerek açıklıyor.

Öyle bir sistem ki tarımsal örgütlerin yüzde 99’unu destek mekanizmalarının dışına itiyor.

Binlerce örgüt böylece eşitsiz koşullara mahkum ediliyor. Bakanlık onları unutmamış. Çözüm olarak küçük ölçekli kooperatifleri “birinci derece kooperatifler”in altında birleşmeye çağırıyor… Bu süreç akla ‘makul muhalefet’ kavramını getiriyor. Devlet, destekleri belirlediği kıstaslara göre dağıtarak üreticileri belirli bir modele uygun örgütlenmeye zorluyor; bağımsız örgütlenme girişimleri giderek marjinalleştiriliyor.

Aslında sadece desteklerin değil “Tarımsal amaçlı örgüt” kavramının kendisinin giderek daraltılarak piyasa için “makul” olana doğru sıkıştırıldığı bir süreçle karşı karşıyayız. Üreticinin kendi örgütlenme iradesi yalnızca bu yönetmelikle değil, sistemli bir şekilde kısıtlanıyor. Bunun en kritik adımlarından biri Sözleşmeli Üretim Yönetmeliği’ydi. Burada da yalnızca devletin tanımladığı örgütler sözleşmelere taraf olabiliyordu. Bağımsız üretici örgütleri devre dışı bırakıldı ve şimdi benzer bir süreç derecelendirme mekanizması ile sürdürülüyor.

∗∗

Finansal kapasite, üye sayısı ve pazarlama gücü gibi kriterlerle devlet desteği alan yapılar, büyük şirketlerle daha entegre olmuş ve piyasa koşullarına daha uygun örgütlerdir. Küçük üreticiler için dayanışma temelinde kurulan kooperatifler, büyük ölçekli ve piyasa odaklı örgütler karşısında bile isteye zayıflatılıyor. Kooperatifçiliğin esası olan kolektif dayanışma ve üreticinin söz hakkı ise hepten rafa kalkıyor.

Halbuki tarımda örgütlenme özgürlüğü söz konusu olduğunda kooperatiflerin gerçekten üreticiyi koruyacak yapılar mı olacağı yoksa üreticinin iradesini sınırlandıran bürokratik araçlar mı haline geleceği sorusu elzem. Bakanlığın yanıtı ortada; tarımsal üretimde kooperatiflerin ve üretici birliklerinin güçlendirilmesi söylemi altında, aslında belirli bir yapı lehine merkeziyetçi bir sistem kuruluyor. Bu, küçük ve bağımsız üretici örgütleri için destek alamadığından ya faaliyetlerini durdurma ya da daha büyük yapılarla birleşmeye zorlanma anlamı taşıyor.

Tarımsal üretim giderek artan şekilde sermaye ile daha iç içe geçmiş örgütler tarafından yönetilir hale geliyor. Üretenler kendileri adına yapılan sözleşmelerinin tarafı da olamıyor, yeterli devlet desteğine de ulaşamıyor. Gerçekten üreticiyi destekleyen bir sistem, üreticilerin kendi ihtiyaçlarına göre örgütlenmesini sağlamalı. Öte yandan, tarımsal üretimin büyük sermayeli, anti-demokratik az sayıda örgütün kontrolüne geçmesine bugünkü gıda enflasyonu vb sorunları daha da derinleştirmekten başka bir sonuç doğurmayacaktır.

                                                                /././

12 yıl önceki görüntülere bakacaklar: Gezi korkuları bitmek bilmiyor

Yargı sopasıyla topluma gözdağı vermeye çalışan iktidar bu kez bağımsız medyayı hedef tahtasına koydu. Savcılık, RTÜK’ten “2013’ten bu yana Gezi’yi legal gösteren” medyayı tespit etmesini istedi, karar tepki çekti.(https://www.birgun.net/haber/12-yil-onceki-goruntulere-bakacaklar-gezi-korkulari-bitmek-bilmiyor-596541)

                                                                ***

7 soruda Ege Denizi’nde deprem fırtınası

Hem Türkiye'de hem de Yunanistan'da paniğe sebep olan Ege'deki deprem fırtınası bölgede etkisini sürdürüyor. Sarsıntılar sebebiyle, Santorini Adası'ndan çok sayıda kişi tahliye edildi. Bölgede henüz volkanik bir hareketlilik olmasa da uzmanlar bu durumun ihtimal dışında olmadığını belirtiyor.

Ege Denizi'ndeki Santorini Adası çevresinde ardı ardına gelen sarsıntılar hem Yunanistan’da hem de Türkiye’de panik haline sebep oldu.

AFAD buradaki sismik faaliyetleri "deprem fırtınası" olarak tarif ederek, 28 Ocak'tan bu yana bölgede yaklaşık 600 deprem kaydedildi.

Santorini Adası yakınlarında gerçekleşen depremlerin derinlikleri 5 ila 25 kilometre arasında değişiyor.

Yunanistan İklim Krizi ve Sivil Koruma Bakanı Vassilis Kikilias, 2 Şubat'ta sosyal medyadan yaptığı açıklamada peş peşe depremlerin ardından bölgede güvenlik önlemleri aldıklarını açıkladı.

Bakan, mevcut veriler ışığında bunların su altı fay hatlarından kaynaklandığı ve volkanik faaliyetlere bağlı olmadığını vurguladı.

Santorini halkının bir bölümü ise adayı Pazartesi günü kalkan feribotla terk etti.

Adada okullar Salı günü de kapalı olacak.

DEPREM FIRTINASI NE DEMEK?

Kısa bir zaman içerisinde binlerce depremin aynı anda oluşması deprem fırtınası olarak adlandırılıyor.

Kocaeli Üniversitesi (KOÜ) Mühendislik Fakültesi Jeofizik Mühendisliği Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Serkan Irmak, "Tabii sismoloji merkezleri belli bir büyüklüğün üzerindeki depremi anons ediyor fakat mikro deprem boyutunda çok daha fazla deprem olduğuna eminim. Muhtemelen son birkaç günde binlerce deprem kayıt edilmiştir veya oluşmuştur" ifadelerini kullandı.

EGE'DEKİ DEPREM FIRTINASI NE ZAMAN BAŞLADI?

Bölgede sismik hareketlilik 28 Ocak'tan bu yana etkisini artırmış durumda. O tarihten bugüne (4 Şubat Salı) yaklaşık 600 sarsıntı kaydedildi.

Ancak uzmanlar, buradaki sismik faaliyetlerin kendisini Ocak ayının başında başladığına dikkat çekiyor.

DHA'ya konuşan Prof. Dr. Serkan Irmak, "Sismik aktiviteye baktığınız zaman aslında ocak ayının başından beri başlayan bir hareket var. Fakat son günlerde çok artan bir hareketle karşı karşıyayız" dedi.

Ege adalarında artan sismik hareketlilikle birlikte alınan tedbirler sonrası Yunan adası Santorini'den tahliye edilen vatandaşlar feribot ile Pire Limanı'na ulaştı./ Fotoğraf: AA

TÜRKİYE'YE EN YAKIN DEPREM NE KADAR UZAKTA GERÇEKLEŞTİ?

Santorini Adası, Yunanistan ile Türkiye'nin hemen hemen orta noktasında bulunuyor.

AFAD, Ege Denizi'nde Türkiye'ye en yakın depremin 140 kilometre mesafede gerçekleştiğini açıkladı.

VOLKANİK PATLAMANIN GERÇEKLEŞMESİ MÜMKÜN MÜ?

Santorini, Helen Yayı olarak bilinen volkanik adalar zincirinin bir parçası.

Bu bölgede 1956'da gerçekleşen bir volkan patlamasında 53 kişi hayatını kaybetmişti.

Ancak hem AFAD hem de Yunanistan’daki kurumlar şu an için herhangi bir volkanik aktivitenin bulunmadığını açıkladı.

Ayrıca uzmanlar da depremlerin yeni bir volkanik aktivite başlangıcını gösterdiğine işaret ediyor.

Görsel: DHA

SANTORİNİ BİR SÜPER YANARDAĞ MI?

Dünya'da bilinen 20 süper yanardağ var ve ortalama her 100 bin yılda dev bir patlama oluyor.

BBC Türkçe'nin aktardığına göre ABD'deki Yellowstone Milli Parkı'nın altında bulunan dev magma ocağı ile İtalya'nın Napoli kenti açıklarındaki Capri Filegri süper yanardağ olarak değerlendiriliyor.

BÖLGEDE TSUNAMİ RİSKİ BULUNUYOR MU?

İzmir Dokuz Eylül Üniversitesi'nden Prof. Dr. Hasan Sözbilir DHA’ya yaptığı açıklamada depremlerin "yeni bir volkanik aktivite başlangıcını gösterdiği kabul edilebilir" ifadesini kullandı.

Sözbilir, bölgedeki fay sistemlerinin "yakın gelecekte yıkıcı deprem üretme ihtimali yüksek görünmektedir" dedi.

Bölgenin uzaklığından dolayı Türkiye kıyılarına yönelik riskin düşük olduğunu kaydeden Sözbilir, şunları söyledi:

"Yediden büyük deprem üretmesi durumunda Kuşadası-Bodrum-Datça kıyılarının tsunami tehlikesi açısından modellenmesi ve buna göre önlem alınması gerekir.”

Yer Bilimci Naci Görür de 7 şiddetinin üzerindeki depremlerde bölgede tsunamiden söz edilebileceğini dile getirdi.

EGE DENİZİ'NDEKİ DEPREMLER HANGİ İLLERİ ETKİLER?

Görür, Ege Denizi'ndeki depremler Muğla ve İzmir kentlerinde yaşayanları uyardı.

Depremlerin yoğunlaştığı Santorini Adası, İzmir ve Muğla’ya yakınlığıyla dikkat çekiyor.

Uzmanlar Aydın'ın Kuşadası ilçesinin de risk altında olabileceğine dikkat çekiyor.

Görür’e göre 7 şiddetinin üzerindeki bir deprem tıpkı tsunami riskinde olduğu gibi Türkiye kıyılarında da yıkıcı bir etki oluşturabilir.

30 Ekim 2020’de Yunanistan’ın Sisam Adası’nda meydana gelen 6.9 büyüklüğündeki depremde İzmir’de 117 kişi yaşamını yitirmişti. Deprem sonrasında kente bağlı Seferihisar ilçesinde ise tsunami meydana gelmişti.

                                                                 ***

6 Şubat depremlerinin ikinci yılı: 19 sanık hâlâ aranıyor!

6 Şubat depremlerinin üzerinden 2 yıl geçerken, depremde yakınlarını kaybeden ailelerin adalet arayışı sürüyor. Depremde yıkılan ve yüzlerce vatandaşın hayatını kaybetmesine neden olan binalarda sorumluluğu olan ve yakalanamayan 19 sanık hâlâ aranıyor.

Kahramanmaraş merkezli 6 Şubat depremlerinin üzerinden 2 yıl geçti.

Depremde en az 53 bin 725 kişi hayatını kaybetti, 107 bin 213 kişi yaralandı. Depremler sırasında 11 ilde binlerce konut yıkıldı. Depremde yakınlarını kaybeden aileler, adalet arayışlarını sürdürüyor.

Yıkılan binaların yapımında ve yıkımında sorumluluğu bulunanlar hakkında  soruşturma ve dava süreçleri hala devam ediyor. Depremde yakınlarını kaybeden aileler de adalet arayışlarını sürdürüyor.

Depremde yıkılan ve yüzlerce kişinin ölümüne neden olan binaların yapımında sorumluluğu olan ama aradan 2 yıl geçmesine rağmen yakalanamayan sanıklar hâlâ aranıyor. Depremde yıkılan binalar ve aranan sanıklar şöyle:

19 SANIK FİRAR!

Ebrar Sitesi: Kahramanmaraş'ın Onikişubat ilçesi Şazibey Mahallesi'ndeki Ebrar Sitesi'nde 18 blok yıkılmış en az bin 400 kişi yaşamını yitirmişti. Ebrar Sitesi'nin davaları ayrı ayrı görülüyor. 76 kişinin yaşamını yitirdiği Ebrar Sitesi K Blok’un, Kahramanmaraş 3. Ağır Ceza Mahkemesi'nde 9 Ocak 2025'te görülen duruşmada sanık Ahmet Doğan hakkında tutuklamaya yönelik yakalama emri çıkarılmasına karar verildi. Sanık Ahmet Doğan hakkında açılan dosyalardan tutuksuz olarak yargılanıyordu. Öte yandan Ebrar Sitesi'nin sanıklarından Mustafa Timurbanga'nın, FETÖ üyesi olduğu, 2016'da yurt dışına kaçtığı ve halen firari olduğu tespit edildi.

Rönesans Rezidans: Hatay'da "Cennetten bir köşe" sloganıyla satılan ve depremde yıkılarak 269 kişiye mezar olan, 59 kişinin ise hala cenazesi bulunamayan Rönesans Rezidans'ın statik proje sorumlusu inşaat mühendisi, şantiye şefi ve şirket ortağı Hüseyin Yalçın Coşkun aranıyor. Coşkun için kırmızı bülten çıkarıldı ancak hala yakalanamadı.

Emlakbank Konutları: Hatay'ın Antakya ilçesinde 169 kişinin hayatını kaybettiği Emlakbank 1. Etap Konutları'nın sanıklarından Aytaç Kınay halen aranıyor. Kınay hakkında yakalama kararı çıkarıldı, ancak şu ana kadar bulunamadı.

Palmiye Sitesi: Kahramanmaraş'ın Onikişubat ilçesindeki Palmiye Sitesi'nin üç blokunun yıkılması sonucu 151 kişi yaşamını yitirirken, 17 kişi yaralandı. Kahramanmaraş 3. Ağır Ceza Mahkemesi'nde 26 Aralık 2024'te görülen ikinci duruşmada, AK Parti Kahramanmaraş İl Başkan Yardımcısı Eray Ersoy'un da babası olan müteahhit Hacı Mehmet Ersoy tutuklandı ancak 17 Ocak'ta "kocama hali" nedeniyle Ersoy'un tahliyesine karar verildi. Kahramanmaraş 4. Ağır Ceza Mahkemesi, 29 Ocak'ta ailelerin itirazı üzerine müteahhit Ersoy'u tutuklamak üzere yakalama kararı çıkardı.

Farklı Yaşam Rende Sitesi: Hatay'ın Antakya ilçesinde 121 kişinin yaşamını yitirdiği Farklı Yaşam Rende Sitesi'nin müteahhidi Fevzi Yılmaz ve yapı sahibi Hülya Rende hakkında yakalama kararı çıkarıldı, ancak ikisi de halen yakalanamadı.

Buket Apartmanı: Hatay'ın Antakya ilçesindeki Buket Apartmanı'nda 94 kişinin hayatını kaybetmesinin ardından, şantiye şefi Egemen Yiğit hakkında yakalama kararı çıkarıldı, ancak yakalanamadı.

Üzümkent Sitesi: Adıyaman'ın Besni ilçesindeki 83 kişinin yaşamını yitirdiği Üzümkent Sitesi davasında sanıklarından Ahmet İşitmen aranıyor. İngiltere'de olduğu tespit edilen İşitmen hakkında yakalama kararı çıkarıldı.

Yukarı Şehir Kooperatif Evleri: Adıyaman'ın Besni ilçesinde 80 kişinin yaşamını yitirdiği Yukarı Şehir Kooperatif Evleri davasından müteahhit Şükrü İşitmen, "samimi beyanları" nedeniyle adli kontrol kararıyla tahliye edildi. Ancak itirazlar sonucu 22 Ekim'de yeniden tutuklanmasına karar verildi. İşitmen kayıplara karıştı ve hakkında yakalama kararı çıkarıldı. Adıyaman 1. Ağır Ceza Mahkemesi'nde 26 Ocak 2025'te görülen ikinci duruşmada müşteki avukatları eski AK Parti Besni İlçe Yönetim Kurulu üyesi müteahhit Şükrü İşitmen hakkında kırmızı bülten talebinde bulundu, heyet talebi reddetti.

Sueda Kent Sitesi: Adıyaman'ın Merkez ilçesinde 65 kişinin hayatını kaybettiği Sueda Kent Sitesi davasında şantiye şefi ve statik proje sorumlusu Ömer Yılmaz hakkında yakalama kararı çıkarıldı, ancak hala bulunamadı.

Furkan Apartmanı: Gaziantep'in Nizip ilçesinde 51 kişinin hayatını kaybettiği Furkan Apartmanı davasında müteahhitler Hasan Hüseyin Sever ve Abdullah Devrim Sever halen aranıyor. Sever kardeşler için kırmızı bülten çıkarıldı, ancak yakalanamadılar. Abdullah Devrim Sever, 2018'de AK Parti'den Gaziantep milletvekilliği, 2019'da ise Nizip Belediye Başkanlığı için aday adayı olmuştu.

Sami Bey Apartmanı: Adana'nın Çukurova ilçesinde 40 kişinin hayatını kaybettiği Sami Bey Apartmanı davasında müteahhitler Abdullah Aybaba ve kızı Eda Aybaba Çelik bulunamadı. Baba-kızın yurt dışına kaçtığı tespit edildi, ancak yakalanamadılar. Adana 4. Ağır Ceza Mahkemesi, Eda Aybaba Çelik'in Türkiye'ye iade edilmesi için İngiltere'deki yetkili adli makamlara yazı gönderdi, ancak henüz bir gelişme yaşanmadı.

Ezgi Apartmanı: Kahramanmaraş'ın Onikişubat ilçesindeki Ezgi Apartmanı'nın yıkılması sonucu 35 kişi hayatını kaybetti. Kervan Pastanesi'nin sahipleri Sami Kervancıoğlu ve Mustafa Pekel hakkında "Olası kastla kasten öldürme ve yaralama" suçlarından 876 yıl 6'şar aya kadar hapis istemiyle iddianame düzenlendi. Ancak 514 gündür bulunamayan Kervancıoğlu ve Pekel hala yakalanamadı.

                                                            ***

CHP’nin projesi külliye oldu!-Kayhan Ayhan-

Esenyurt'ta ‘eğitim külliyesi’nin açılışı yapıldı. Dönemin CHP'li Esenyurt Belediye Başkanı Kemal Deniz Bozkurt tarafından hukuk mücadelesi sonucu ‘kampus lise’ olarak hazırlanan projenin ‘külliye’ye dönüşmesi tepki çekti.(https://www.birgun.net/haber/chpnin-projesi-kulliye-oldu-596548)

                                                           ***

Kapalıçarşı'ya "kara para" operasyonu: 37 gözaltı

Kapalıçarşı’da kurulan paravan şirketler üzerinden kara para aklandığı iddialarıyla ilgili operasyon yapıldı. İstanbul merkezli 12 ilde düzenlenen operasyonlarda 37 şüpheli gözaltına alındı. Operasyonda, Kapalıçarşı Yönetim Kurulu Başkan Yardımcısı F.Ö. de yakalandı.(https://www.birgun.net/haber/kapalicarsi-ya-kara-para-operasyonu-37-gozalti-596660)

                                      ***

(Birgün)


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Öne Çıkan Yayın

"Gündem" -21 Haziran 2025-

Ankara'da lityum fabrikasında gaz sızıntısı: 2 işçi öldü, 3 işçi yaralandı!-Birgün- Ankara'nın Polatlı ilçesinde bir fabrikada boru ...