Son iki yıldır sıkı gelir (ücret), para ve maliye politikalarıyla enflasyonu aşağıya çekmeye, yüksek faiz oranları ve baskılanmış döviz kuruyla sıcak parayı ülkeye çekerek döviz rezervi biriktirmeye çalışan ve tüm bu politikaların bedelini de halka ödettiren Mehmet Şimşek’in başını çektiği ekonomi yönetimi, 19 Mart’ta yargının İmamoğlu ve ekibine yaptığı siyasi operasyonlarla, deyim yerindeyse ters köşe oldu. “Kazanımların” önemli bir kısmı çöpe gitti.
Milyarlarca liralık kurtarma paketi
Durumu toparlayabilmek için ekonomi yönetimi, kapsamı onlarca milyar lirayı bulan bir kurtarma paketi uygulamaya başladı.
Emeklilerine sadece 1,000 lira zam yaparak bayram ikramiyesini 4,000 liraya çıkaran ve bunu yaparken de “daha ne yapalım, elimizden ancak bu kadar geliyor” diyen siyasal iktidar, söz konusu olan yerli ve yabancı sermaye sınıfı ve süper zenginlerin menfaatlerinin korunması olduğunda kesenin ağzını açmakta tereddüt etmiyor. Kamu kaynaklarını bu kesime rahatça akıtıyor.
Haksız operasyon kitleleri sokağa döktü
Zaten son derece kırılgan olan finansal sistem, yargı eliyle yapılan sivil darbenin son perdesi olan bu operasyonun şokunu atlatmakta zorlanıyor. Operasyonun ardından, başta üniversiteli gençler olmak üzere neredeyse tüm toplum sokaklara çıkınca, eş zamanlı olarak üniversitelerde boykotlar başlayınca, ekonomideki bu kırılganlığı siyasetteki sorunlar ve istikrarsızlaşma izledi. Ana muhalefet partisi CHP eylemliliğini artırarak erken seçim için iktidarı zorlamaya başladı. Tüm bu gelişmelerin ekonomi üzerindeki etkilerinin son derece yıkıcı olduğu/olacağı kuşkusuz.
Siyasal iktidarın da ekonominin de yumuşak karnını oluşturan bazı sektörlerden ya da alanlardan başlayalım. Bunların başında finans sektörü geliyor.
Borsa çöktü
* Kapitalizmin tarihinde her büyük ekonomik krizin önce menkul kıymetler borsasında başladığı biliniyor. Çünkü borsanın temeli olan spekülasyon ve manipülasyon krizleri tetikliyor. 1929-33 Büyük Depresyonu bunun bilinen en iyi örneklerinden birisi.
Nitekim 20 Mart’ta değeri 9,000’e kadar düşen İstanbul Menkul Kıymetler Borsası’nda (BİST100) bir haftada dört kez devre kesiciler uygulamaya sokulmak durumunda kalındı. Endeks, TL varlıklarda başlayan satış dalgası yüzünden ilk gün yüzde 8,72 kayıpla tarihinin en sert düşüşlerinden birine tanık oldu. Bankacılık endeksi yüzde 8,5’in üzerinde kayıp yaşadı. Borsanın piyasa değerinden sadece 1 günde 31,5 milyar dolar silindi. Borsalarda yaşanan kriz, ardından gelebilecek bir finansal krizin de belirtisi olduğundan ekonomi yönetimi acil müdahaleye başladı.
Yabancı çıkışları arttı!
Merkez Bankası verilerine göre, yabancılar geçen hafta net 443,8 milyon dolarlık hisse senedi ve net 439,5 milyon dolarlık devlet iç borçlanma senedi (DİBS) sattı. Böylece geçen hafta finans piyasalarından yabancıların toplam çıkışı 883,3 milyon dolar oldu. Oysa aynı yabancılar bir önceki hafta yaklaşık 2 milyar dolarlık giriş yapmıştı (7-14 Mart haftasında 480,1 milyon doları hisse senedi için, 1 milyar 465,3 milyon doları da DİBS için olmak üzere toplamda 1 milyar 945,4 milyon dolar getirmişlerdi).
Borsaya can simidi
▪T. Varlık Fonu bünyesindeki kamu bankalarına ait aracı kurumlar büyük çapta (7 milyar TL’yi aşan) hisse alımı yaparak borsaya destek oldular.
▪ Hisse piyasasına (borsa) yönelik bir destek kararı da Sermaye Piyasası Kurulu’ndan geldi. Kurul, şirketler ile bağlı ortaklıkların, genel kurul kararı olmaksızın yönetim kurulu kararıyla geri alım programı yapabileceğini duyurdu. Duyurunun ardından 18 borsa şirketi toplamı 5,5 milyar lirayı bulan tutarda geri alım yapacağını açıkladı.
▪ Ayrıca bankalara hisse geri alımında sermaye esnekliği tanındı. Bu yılın sonuna kadar geri alım yoluyla edindikleri hisselerin çekirdek sermayeden indirilmeyeceği teminatı verildi.
Böylece borsadaki erime durduruldu. Şirketlerin ve bankaların kendi hisselerini geri satın almaları teşvik edilerek endeks değerinin tekrar yukarı çıkması ve gerçekte temeli olmayan yeni kârlar sağlamalarının yolu da açılmış oldu.
Kârlar özelleştirilirken, zarar sosyalleştiriliyor!
Özetle başta T. Varlık Fonu aracılığıyla yapılan hisse alımlarıyla, batmakta olan şirketlerin hisseleri satın alındı ve bu operasyon sonucunda ortaya çıkan zarar böylece sosyalleştirildi yani tüm topluma mal edildi. Gerisini emekçiler düşünsün…
* Bir olumsuzluk da para piyasalarında yaşandı. Para Piyasası Fonları genellikle kısa vadeli devlet tahvilleri, bonolar ve vadeli mevduat gibi düşük riskli araçlardan oluşuyor.
Geçen hafta başlayan ekonomik çalkantıdan sonra devlet tahvillerinin faizinin artması (dolayısıyla fiyatının düşmesi) bünyesinde ağırlıklı olarak tahvil barındıran finansal fonların getirisini düşürdü. Böyle olunca da para piyasası fonlarına olan ilgi azalarak bir anda tersine döndü. Öyle ki Merkez Bankası Para ve Banka İstatistiklerine göre, 14 Mart’ta 1 trilyon 487 milyar lira olan bu fonların büyüklüğü, 21 Mart’ta 1 trilyon 326 milyar liraya geriledi. Yani bu fonlardan 161 milyar liralık çıkış yaşandı.
Dolarizasyona yönelim artıyor!
Bu arada, Merkez Bankası’na göre, aynı haftada yurt içi yerleşiklerin yabancı para mevduatı (parite etkisinden arındırılmış olarak) geçen hafta 5 milyar 862 milyon dolar arttı. (1) Bu da fon piyasasından çıkan paranın büyük ölçüde döviz tevdiat hesaplarına kaydığını ortaya koyuyor.
Bu durum yabancıların tahvil stoku içindeki payını yüzde 10’a kadar geriletti. Aynı zamanda ekonomide bir süredir aşılmaya çalışılan yeni bir dolarizasyon sürecinin başlamakta olduğunu da ortaya koydu.
Kur Korumalı Mevduatların (KKM) hala tasfiye edilemediği bir dönemde para sahiplerinin tekrar Döviz Tevdiat Hesaplarına (DTH) yönelmesi yakın geçmişte yaşanan ekonomik kayıpların ve kamu zararının tekrarlanabileceğinin bir işareti.
Fonlardan çıkışları durdurabilmek amacıyla ekonomi yönetimi çözüm olarak, bu fonların getirilerini artırabilmek için kendi payından vaz geçmeyi planlıyor. Yani bu fonlar aracılığıyla elde edilen gelirler ve TL cinsi mevduatlardan alınan Gelir Vergisinin oranlarının tekrar düşürüleceği açıklandı.
Özetle, bir kez daha “kârlar özelde kalırken, zarar sosyalleştiriliyor”. Üstelik bu son derece adaletsiz bir biçimde yapılıyor: Asgari ücretin biraz üstünde gelir elde eden bir ücretliden net yüzde 15 Gelir Vergisi alan devlet şimdi en zengin para sahibinin milyarlarca liralık gelirinden yüzde 15’in altında bir vergi alacak.
Döviz kuru fırladı, döviz rezervleri sert bir biçimde azaldı!
* Döviz ve altın piyasaları bu operasyonlardan beklendiği gibi en fazla etkilenen diğer finansal araçlar oldular. Öyle ki 1 günde dolar 41 liraya ve Euro 44 liraya fırladı. 1 gram altının fiyatı 1,400 liraya kadar yükseldi.
Bu durum karşısında ekonomi yönetimi hem TCMB hem de kamu bankalarındaki dövizleri güncel değerinin altında fiyatlardan piyasaya satmak durumunda kaldı. Bu müdahaleye rağmen kurdaki artış ortalama yüzde 4 oldu. Yani küçük çapta bir tür devalüasyon yaşandı.
Piyasaya döviz satışı sonucunda sadece birkaç günde, TCMB Başkanına göre döviz rezervlerindeki azalma 25 milyar doları, diğer bazı hesaplamalara göre 27 milyar doları buldu. Yani son iki yıldır büyük çapta bedeller ödenerek (yüksek faiz başta olmak üzere) biriktirilen döviz rezervlerinin yaklaşık yüzde 40’ı üç günde yok edildi.
Pandemiden daha kötü
Covid-19 Pandemisi sırasında ortaya çıkan gelişmelerle (2020 yılı) bir karşılaştırma yapmak sorunun ciddiyetini anlamak açısından önemli olabilir. 2020 yılının ağustos ayında 1 dolar 7,40 lira, risk primi (CDS) 560 ve reel özel sektör döviz açığı 165 milyar dolardı. MB döviz rezervlerinde 6 ayda 30 milyar dolarlık bir azalma olurken, yurt dışına çıkan sermaye 12 milyar dolar oldu.
Bugün itibarıyla dolar 38 lira civarında, CDS 328, reel özel sektör döviz açığı 148 milyar dolar ve sadece üç günde Merkez Bankası döviz rezervlerindeki azalma 27 milyar dolar civarında. Yurt dışına ne kadar sermaye çıktığını görmek için yeni verilerin açıklanmasını beklemek lazım. Ancak girişler bıçak gibi kesildi. Ne de olsa “hız öldürmez ani duruş öldürür!”
* Merkez Bankası ayrıca, dövizdeki aşırı yükseliş ve oynaklığı azaltmak amacıyla TL uzlaşmalı vadeli döviz satımı işlemini başlattığını açıkladı. Söz konusu adımla, yurtiçi yerleşiklerin olası döviz talebinin, rezerv kaybı yaşamadan karşılanması (kur riski zararının önlenmesi) ve böylelikle kur baskısının azaltılması amaçlanıyor. Sermayenin kur zararı kimin üzerine yıkılacak bir düşünün!
Faizlerin yükseltilmesi kaçınılmaz hale geliyor!
▪ Liranın değer kaybını azaltmak ve dolarizasyonu yavaşlatmak amacıyla Para Piyasası Kurulu (PPK), bir ara kararıyla, gecelik borç verme faiz oranını 200 baz puan artırarak yüzde 44’ten yüzde 46’ya çıkardı. Politika faizi yüzde 42,5’te, gecelik borçlanma faizi de yüzde 41’de sabit tutuldu.
Bu gelişmenin ardından ticari kredi faizleri kamu bankalarında yüzde 50’ye, özel bankalarda ise yüzde 59’a kadar yükseldi. Mevduata verilen faizler de yüzde 47’ye kadar çıktı. Faizlerdeki bu artışın kredi borcu olan bireyleri de şirketleri de bilançoları bozulacak olan bankaları da olumsuz etkileyeceği açık.
Faiz oranlarının yükselmesinin halihazırda en yüksek konkordato oranına sahip, başta inşaat (453 adet) ve tekstil (258 adet) olmak üzere, tüm ekonomi üzerinde daraltıcı ve işsizliği artırıcı etki yaratması da kaçınılmaz. Burada da zararın bir kez daha sosyalleştirilmesine tanık oluyoruz.
Bazı iş insanları da durumdan rahatsız olsalar gerek ki “bankaların kredi tahsislerini yavaşlattığını, para çekme işlemlerinde sorunlar yaşandığını yani kendi paralarına ulaşamayarak likidite sorunu yaşadıklarını” ileri sürüyorlar.
Özcesi bir tür “ekonosit” yaşanıyor. Yani yurttaşların, iktidarın bilerek ve isteyerek uyguladığı politikalar yüzünden, ekonomik olarak hayatta kalamayacak bir duruma getirilmesi hali.
Bu operasyonların kısa vadede somut şu sonuçları olacaktır:
* Hâlihazırda yetersiz olan döviz rezervleri daha da azalacak, bunu telafi edebilmek için kamu daha yüksek faizlerden döviz cinsinden dışarıdan ve içeriden borçlanmak durumunda kalacak. CDS’in daha da yükselmesi borçlanma maliyetlerini artacak.
* Kurdaki artış sürecek ve bu durum, yüzde 30-40 geçişkenlik oranıyla, enflasyonu yükseltecek. Hayat, özellikle de emekçiler için çok daha pahalı ve zor bir hale gelecek. Nitekim Bank of Amerika yıl sonu enflasyon tahminini yüzde 28,1’e, politika faizini ise yüzde 32,5 yükseltti.
* Bir yandan enflasyon artarken diğer yandan ekonominin bazı temel sektörlerinde durgunluk yaşanacak, bu da iflasları ve işsizliği artıracak. Yani ülke ekonomisi yeni bir stagflasyonist sürece girecek.
* Döviz kurundaki ve enflasyondaki yükseliş reel ücretlerin düşmesiyle sonuçlanacak. Bu yılın sonuna kadar asgari ücret artırılmayacağı için emekçilerin ve emeklilerin yoksulluğu daha da artacak.
* Son olarak, eğer siyasal iktidar toplumun demokratikleşme, hak hukuk ve adaletin sağlanması ve barış gibi temel taleplerine olumlu yanıt vermeyip daha da sertleşirse, ekonomideki bu göstergelerin daha da kötüleşeceğini tahmin etmek için kâhin olmaya gerek yok.
Kıssadan hisse
Zamanın birinde köyün birinde bir gelin ineğin sütünü sağmak için ahıra gidiyor. İnek yeni buzağılamış, buzağısı da gelip sütü emmesin diye gelin o buzağıyı bir ağaca bir iple bağlıyor. Şeytan da orada duruyor, buzağıya şöyle bir bakıyor ve şu ipi biraz gevşeteyim diyor. İpi gevşetince buzağı da geliyor anasından tam sütünü emecek, gelin bunu önlemek için şöyle elinin tersiyle buzağıya vurunca, bunu gören inek “vay sen benim yavruma nasıl vurursun” diye geline bir tepik atıyor. Gelin kanlar içinde yere yuvarlanıyor. O sırada gürültüyü duyan kayınbaba ahıra geliyor, bir bakıyor gelin kanlar içinde yerde yatıyor. “İnek benim gelinimi öldürdü" diyor ve eve gidip tüfeği alıyor ve ineği vuruyor. O sırada ahıra gelinin kocası geliyor. Bir bakıyor inek kanlar içinde yerde, gelin kanlar içinde yerde, buzağı yerde. Babasının elinde ise tüfek. “Sen benim karımı, ineğimi nasıl vurursun” diyor ve o da babasını vuruyor, sonra da “ben bu acıya dayanamam” deyip kendini vuruyor. Her şeyi bir köşede sessiz sedasız izleyen Şeytan: "Yahu şu işe bak, tüm olan biteni de benden bilecekler, oysa ben sadece ipi bir parça gevşettim…”
Dip notlar:
(1) TCMB, Haftalık Para ve Banka İstatistikleri, Yabancı Para Mevduatlarda Haftalık Değişim ve Parite Etkisi (Yurt İçi Şubeler, Milyon ABD Doları), 21 Mart 2025.
/././
Hadi bakalım, kolay gelsin -Hasan Göğüş-
ABD dış politikasının parlayan harika çocuğu Witkoff, ya Türkiye’de 19 Mart’tan bu yana olup bitenlerden bihaber ya da işine gelmediği için görmezden geliyor. Ayrıca iyi bir iş çıkarttığını belirttiği yeni Ankara Büyükelçisi de henüz görevine başlamadı, bildiğim kadarıyla kongre onayını bekliyor. Witkoff bu zekâyla Ukrayna-Rusya Savaşını sona erdirecek, Filistin sorununu çözecek. Ne diyelim? Allah akıl fikir versin

Başkan Biden döneminde, sorunların buzdolabına konulmasıyla dört yıl boyunca bir durgunluk yaşayan Türk-Amerikan ilişkileri, önümüzdeki günlerde önemli gelişmelere gebe. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Trump’la telefon görüşmesinin üzerinden bir hafta ya geçti ya geçmedi, Dışişleri Bakanı Hakan Fidan soluğu Vaşington’da aldı. Hakan Fidan’ı, önümüzdeki günlerde MİT Başkanı İbrahim Kalın’ın izlemesi bekleniyor. Daha sonrasında da Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ABD’yi ziyaretinin gündemde olduğu anlaşılıyor.
Esrarengiz bir telefon görüşmesi
Cumhurbaşkanı Erdoğan, iki aylık icraatıyla herkesi şaşkına çeviren ABD’nin çiçeği burnunda Başkanı Trump ile 16 Mart’ta esrarengiz bir telefon görüşmesi yaptı. Esrarengiz dememin sebebi, kimsenin ne konuşulduğunu bilmemesi. Kim kimi aramış,o da belli değil. Görüşmeyle ilgili tek resmi açıklama, İletişim Başkanlığı’ndan geldi. Görüşmenin ardından internet sitesine konulan altı paragraflık açıklamada, görüşmede Türkiye ile ABD arasındaki ikili ilişkilerin, bölgesel ve küresel konuların ele alındığı belirtiliyor. Açıklamada devamla, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, Rusya-Ukrayna savaşının sona erdirilmesi ve Suriye’de istikrarın yeniden sağlanmasına ilişkin Türkiye’nin görüşlerini Trump’a ilettiği ve CAATSA yaptırımlarının kaldırılması, terörle mücadelede işbirliği ve F-16 sürecinde ABD’den beklentilerini dile getirdiği kaydediliyor. Trump’ın söylediklerine ilişkin açıklamada tek bir cümle yok.
Özel Temsilci Witkoff’un Türkiye’ye ilişkin beyanları
Bakmayın siz Trump’ın zaman zaman golf sahasından telefonla konuştuğunun söylenmesine. Bu tür görüşmeler öyle birilerinin telefona sarılmasıyla bir anda gerçekleşmez. Önceden özel kalemler arasında dakikası dakikasına belirli bir saat üzerinde mutabık kalınır, hangi konuların ele alınacağı konusunda karşılıklı bilgilendirme yapılır, ona göre konuşma notları hazırlanır, görüşmenin kayda alınması için gerekli tertibat alınır.
Amerikan Dışişleri Bakanlığı’ndan veya Beyaz Saray’dan telefon görüşmesine ilişkin herhangi bir açıklama yapılmadı. Daha da garibi Amerikan medyasında görüşmenin izine rastlamak da pek mümkün olmadı, taa ki “Gölge Dışişleri Bakanı” Steve Witkoff, ABD’li gazeteci Tucker Carlson’ın internet üzerinden yayınlanan televizyon programına konuk olana kadar. Carlson’ın Türkiye konusundaki görüşlerini sorması üzerine Witkoff, 16 Mart’taki telefon görüşmesini “muhteşem” ve “dönüşümsel” olarak nitelendirdikten sonra gündemdeki Husiler, Rusya-Ukrayna Savaşı ve İsrail’de yaşananlar nedeniyle medyada yeterince yankı bulamadığını, ABD’nin yeni Ankara Büyükelçisi Barrack’ın iyi bir iş çıkardığını, aralarında kişisel ilişkiler bulunan iki liderin görüşmesinden sonra Türkiye’den iyi ve olumlu haberler geldiğini ve bunun neticelerinin önümüzdeki günlerde görüleceğini belirtiyor.
Türkiye’den iyi ve olumlu haberler geldiğini okuduğumda gözlerime inanamadım. Bir kez de “YouTube” üzerinden kendim dinledim. Gerçekten Witkoff, Türkiye’den gelen haberlerle ilgili olarak “good and positive news” kelimelerini kullanmış. Mülakat 22 Mart’ta yapılmış. ABD dış politikasının parlayan harika çocuğu Witkoff, ya Türkiye’de 19 Mart’tan bu yana olup bitenlerden bihaber, ya da işine gelmediği için görmezden geliyor. Ayrıca iyi bir iş çıkarttığını belirttiği yeni Ankara Büyükelçisi de henüz görevine başlamadı, bildiğim kadarıyla kongre onayını bekliyor. Witkoff bu zekâyla Ukrayna-Rusya Savaşını sona erdirecek, Filistin sorununu çözecek. Ne diyelim? Allah akıl fikir versin.
Türk-Amerikan ilişkilerinin farklı bir ivme kazanması mümkün mü?
Cumhurbaşkanı Erdoğan hafta başındaki Kabine toplantısından sonra yaptığı açıklamada, Başkan Trump’ın ikinci döneminde Türk-Amerikan ilişkilerinin farklı bir ivme yakalamasının mümkün olduğunu ifade etti. Trump da yeni Ankara Büyükelçileri Tom Barrack’ı kabulünde, “Türkiye güzel ülke, lideri de iyi lider” demiş.
Türk-Amerikan ilişkilerinin sorunlar yumağı hayli kabarık. “FETÖ Terör Örgütü” elebaşısı Fethullah Gülen’in iadesi meselesi, kendiliğinden halloldu. Suriye’nin geçici devlet başkanı Ahmet Şara ile YPG başkomutanı Mazlum Abdi arasında imzalanan protokole, gerek ABD’nin, gerek Türkiye’nin en azından zimni onay verdiği dikkate alındığında Suriye’nin geleceği konusunda ana hatlarıyla da olsa bir uzlaşı sağlanmış gibi görünüyor. Trump’ın esas mesleği tüccarlık. Türkiye’ye F-16 ve F-35 satışlarının sırf ticari mülahazalarla önünü açması kuvvetli bir ihtimal.S-400’ler ve CAATSA yaptırımlarının kaldırılması konularındaki görüşmelerde belirli bir mesafe alındığı anlaşılıyor. Savunma ile ilgili sorunlarda paket çözüme de gidilebilir. Ama ikili ilişkilerde farklı bir ivme yakalanmasının önünde öyle bir engel var ki, aşılması kolay kolay mümkün değil. Türkiye’nin Hamas’la arasına mesafe koyması, Filistin konusunda söylemini yumuşatması ve Gazze’de vahşice saldırılarına yeniden başladığı bir dönemde İsrail ile ilişkilerin düzeltilmesi. Savunma Bakanı Pete Hegseth koltuğuna oturmadan, “Amerika’yı seviyorsan, İsrail’i de seveceksin” demişti. Bu mesajın Başkan Trump tarafından Cumhurbaşkanı Erdoğan’a, Marco Rubio tarafından da Hakan Fidan’a bu kere daha güçlü ifadelerle iletilmiş olması kuvvetle muhtemel.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın zor tercihi
Bu kez Türkiye’nin işi daha zor. Cumhurbaşkanı Erdoğan, Orta-Doğu’daki hanedanların pek hoşuna gitmese de Arap sokaklarında karşılığı olan bir lider. Türkiye’de oy tabanı muhafazakâr kesimlere dayanıyor. Trump’ın talepleri, Erdoğan’a Arap sokaklarını, içeride de oylarının düşme eğiliminde olduğu bir dönemde milli görüşten gelen oyları kaybettirebilir. Trump’ın Beyaz Saray’da kendisinin hoşuna gitmeyen sözler sarf edenleri nasıl payladığına birkaç kez şahit olduk.
Bu şartlar altında Vaşington’a gitmek mi zor? Kalmak mı zor?
/././
İdari izin nedeniyle beyanname verme ve vergi ödeme süreleri uzayacak mı?-Murat Batı-
2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun sürelerle ilgili genel esaslar başlıklı 8’inci maddesi dava açma süresinin son günü tatil gününe rastlarsa, süre tatil gününü izleyen çalışma gününün bitimine kadar uzar demektedir.
Cumhurbaşkanı Erdoğan 26 Mart Çarşamba akşamı basına ve halka açık yaptığı konuşmada Ramazan Bayramının bitiş/son günü olan 1 Nisan Salı gününden sonra gelen 2 Nisan Çarşamba, 3 Nisan Perşembe ve 4 Nisan Cuma günlerini idari izin/tatil ilan etti. Böylece bayram tatili dokuz güne çıktı.
Ancak 31 Mart’a kadar verilmesi gereken beyannameler ile vergi ödemeleri 31 Mart’ın Bayram tatiline rastlaması nedeniyle 2 Nisan Çarşamba gününe uzamıştı. Şimdi 2 Nisan da idari izin/tatil sayıldığından beyanname verme ve vergileri ödeme süresi uzayacak mı?
Normal koşullarda; hayır. Ama…
Bayram dolayısıyla beyanname verme ve ödeme süreleri uzadı. Çünkü Vergi Usul Kanunu’nun 18’inci maddesi sürenin son günü resmî tatile rastlarsa tatili takip eden ilk iş gününün tatil saatinde biter demektedir. Bu nedenle kira gelirinize ilişkin ya da diğer gelirlerinize ilişkin beyanname verme ve/veya ödeme süresinin son günü resmi tatile denk gelirse, bu süre, takip eden ilk iş gününe uzar. Bu sene, 31 Mart günü Ramazan Bayramının ikinci gününe denk geldiğinden beyanname verme ve ödeme süresi Bayramın bitimini takip eden ilk iş günü olan 2 Nisan Çarşamba gününe uzadı. 2 Nisan Çarşamba günü de resmi tatil olmadığından beyanname verme ve ödeme süresi 2 Nisan günü sona erecektir.
Ancak Gelir İdaresi Başkanlığı bir sirküler (https://www.gib.gov.tr/node/183022 ) yayımlayarak 2 Nisan Çarşamba günü sona erecek beyanname verme ve ödeme sürelerini 7 Nisan Pazartesi gününe kadar uzattı. Yani 2 Nisan 2025 günü sonuna kadar verilmesi gereken 2024 takvim yılına ilişkin Yıllık Gelir Vergisi beyannamelerinin verilme süreleri ile bu beyannameler üzerine tahakkuk eden vergilerin ödeme süreleri 7 Nisan 2025 Pazartesi günü sonuna kadar uzatılmıştır.
2 Nisan günü vergi daireleri kapalı mı olacak?
İdari izin/tatil şöyle işlemektedir; bu sene olduğu gibi bayramların diğer günlerle birleştirilmesi ya da kar yağışı gibi hava muhalefeti nedeniyle ya da pandemi gibi nedenlerle hükümet kamu çalışanlarına bir ayrıcalık sunmakta ve izinli saymaktadır. Ancak Devlet daireleri, idari izin/tatil günlerinde tamamen kapalı değildir. Yurttaşı mağdur etmeyecek kadar personel bırakıp kalanlarını izinli saymaktadır.
Örneğin muhtemelen Gelir İdaresi Başkanlığı vergi dairelerine “2 Nisan Çarşamba, 3 Nisan Perşembe ve 4 Nisan Cuma günleri yurttaşı mağdur etmeyecek kadar personel vergi dairesine gelecek ve çalışacaktır. Diğerlerine izin kullandırabilirsiniz” şeklinde bir yazı gönderecektir.
Bu nedenle idari izin/tatil günlerinde Devlet daireleri resmi tatillerde olduğu gibi tamamen kapalı olmayacak ve Kanunlarımızda da idari izin dolayısıyla bu sürelerin uzayacağına ilişkin bir hüküm de olmadığından beyanname verme, vergi borcunu ödeme, cezada indirime başvuru, uzlaşmaya başvuru gibi süreler uzamayacaktır.
Ancak Gelir İdaresi Başkanlığı, sirküler (https://www.gib.gov.tr/node/183022 ) ile sadece beyanname verme ve ödeme sürelerini 7 Nisan Pazartesi gününe kadar uzattı.
Cezada indirim ve uzlaşma başvuru süreleri ile alakalı bir uzama söz konusu değil. Örneğin uzlaşma ya da cezada indirim başvuru süresinin son günü 2 Nisan, 3 Nisan ya da 4 Nisan Cuma günü sona erecekse o gün sona erecek ve herhangi bir uzama söz konusu olmayacaktır. Amman dikkat!
Anlayacağınız 2024 yılına ilişkin yıllık gelir vergisi beyanname verme süresi ile buna istinaden ödeyeceğiniz vergilerin ödeme süresi uzadı. Bunun dışındaki vergilerin ödeme süreleri ile uzlaşma ve cezada indirim başvuru süreleri uzamadı. Amman dikkat!
Vergi davası açma süresi uzamadı
Olur da vergiyle alakalı -vergi/ceza ihbarnamesine, ödeme emrine vs- bir dava açma durumunuz var ve bu dava açma süresinin son günü de 29 Mart Cumartesi, 30 Mart Pazar, 31 Mart Pazartesi ya da 1 Nisan Salı günü ise bu süre 2 Nisan Çarşamba gününe uzayacaktır. Buraya kadar bir sorun yok ve hemfikiriz.
Ancak 2 Nisan Çarşamba, 3 Nisan Perşembe ve 4 Nisan Cuma günü idari izin/tatil olduğundan dava açma süresi 7 Nisan Pazartesi gününe mi uzayacak? Bu soruya hemen cevap vereyim; HAYIR.
Çünkü vergi davaları, vergi mahkemelerinde görülmesi münasebetiyle dava açma sürelerine ilişkin 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun ilgili hükümleri vergi hukuku açısından önemlidir. 2577 sayılı İYUK m.7 dava açma süresini düzenlemiştir. İYUK’ta düzenlenen süreler vergi yargısı için uygulanacağı için vergi hukuku açısından önem arz etmektedir.
2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun sürelerle ilgili genel esaslar başlıklı 8’inci maddesi dava açma süresinin son günü tatil gününe rastlarsa, süre tatil gününü izleyen çalışma gününün bitimine kadar uzar demektedir.
Böylece İdari Yargılama Usulü Kanunu da idari izinlerin dava açma süresini uzatacağına ilişkin bir hüküm belirtmediğinden dava açma süresinin son günü 29 Mart Cumartesi, 30 Mart Pazar, 31 Mart Pazartesi ya da 1 Nisan Salı günü ise dava açma süresinin son günü 2 Nisan Çarşamba günü olacaktır.
Ancak dava açma süresinin son günü 2 Nisan Çarşamba, 3 Nisan Perşembe ya da 4 Nisan Cuma günü ise o gün süre sona erecek, idari izin/tatil dolayısıyla uzamayacaktır. Aynı husus istinaf ve temyiz başvuruları için de geçerlidir.
Özetle
2024 yılına ilişkin yıllık gelir vergisi beyanname verme süresi ile buna istinaden ödeyeceğiniz vergilerin ödeme süresi Gelir İdaresi Başkanlığının yayımladığı sirküler (https://www.gib.gov.tr/node/183022 ) ile 7 Nisan Pazartesi gününe uzatıldı. Bunun dışındaki ödeme süreleri ile uzlaşma ve cezada indirim başvuru süreleri uzamadı.
Ayrıca dava açma süreleri ile alakalı bir uzama söz konusu değildir.
/././
Bu isyan kimin isyanı?-Tuğçe Tatari-
Değişen rejimin bu düzeni kabul etmeyenlere, itirazı olanlara ya da değişmesi gerektiğine inananlara nefes alma şansı bırakmaması ülkeyi yine bir yol ayrımına getirdi.
Bu süreçte muhalefete karşı eleştirel olmamaya özen göstermek gerektiği görüşündeyim. Birlik olmayı önemsiyorum.
Tek bir ses olabilme hâlinin dönüp dolaşıp yaşamsal bir noktaya dayandığını düşünüyorum. Yoksa elbette hepimizin gözü ve kulağı var, eleştirebilecek veya üzerine analizler kurabilecek verilere vakıf olabiliyoruz.
Olası karanlık senaryoları sıralama, yapılabilecek hataları, yaşanabilecek bozgunları ardı ardına dizebilme yetisi çok şükür hepimizde mevcut.
Şahsen, ülkede yaşanan bu barışçıl -anayasal haklarla da koruma altına alınmış- isyan etme hâlinin sadece ortak ses, dağılmamak, ayrışmamak, farklılaşmamak ile beden bulabileceği ve ancak o durumda elle tutulur, sürdürülebilir hâle gelebileceğini düşünüyorum.
Açıkçası alanlara, sokaklara sirayet eden ‘ayrıştırıcı dil’de de organize bir el olduğunu düşünüyorum. Bozkurt işaretlerinin, faşizan söylemlerin, Kürtlere yönelik hakaretlerin, ayrımcılıkların, cinsiyetçi küfürlerin, demokratik protestoya şiddet bulaştırma çabalarının kendiliğinden yükseldiğine inanmıyorum!
Muhalefeti bölmek, ayrıştırmak bu iktidarın belki de en iyi bildiği işlerden biri. O yüzden de bir miktar uyanık olmak gerekiyor, diyorum.
Ekranlarda da ‘doğruyu bilen’ çok fazla kişinin konuştuğunu, yorumlarla meselenin özünün boğulduğunu, oysa yıllardır ortaya attıkları tek bir öngörünün bile doğru çıkmadığını görüyorum.
Hatta kendimi de o konuda frenlemeye çalışıyorum, özeleştirimizi vermekten hiç geri durmayalım, toplumsal okumalarımız yetersiz kaldı çoğu zaman.
Artık kimseden ses çıkamaz dediğimizde seslerin yükseldiğine, bu toplum sandıklardan vazgeçti dediğimizde de tam tersi sonuçlar yaşandığına tanıklık ettik.
Şu anda belki de İmamoğlu’nun kendisinin dahi beklediğinden büyük bir toplumsal isyan yaşandığını düşünüyorum.
Tıpkı Gezi Parkı zamanı gibi; onlarca olumsuz, onlarca hatalı, onlarca insanlıktan uzak, hak ve hukukun çiğnendiği uygulamanın üst üste gelmesi sonucu İmamoğlu ile patlak vermiş ama çok daha büyük, derin ve uzun soluklu sorunlar sebebiyle sokaklara dökülmüş milyonlarca insandan söz ediyoruz.
Hangi kesimden, hangi görüşten olursa olsun bu barışçıl isyan ortak bir halk hareketidir.
Bu isyanın adı kimi için İmamoğlu’na destektir, kimi için geleceksizlik, kimi için demokrasi, kimi için değer kaybeden ülke vatandaşlığı, kimi için hak hukuk mücadelesi, kimi için kimlik meselesi, kimi için eşit eğitim hakkı, kimi için barınma imkânı, kimi için kadın cinayetleri, kimi için güvenliksiz, güvencesiz yaşam şartları…
Ama hepsinin tek bir ortak noktası vardır, o da kaybettiğimiz yaşam haklarımıza ayağa kalkarak, yüksek sesle sahip çıkmaktır.
Değişen rejimin bu düzeni kabul etmeyenlere, itirazı olanlara ya da değişmesi gerektiğine inananlara nefes alma şansı bırakmaması, ülkeyi yine bir yol ayrımına getirdi. Rejim -bir nebze de olsa- ya demokratik bir düzleme doğru meyledecek ya da daha da otoriterleşecek.
Şu an bulunduğumuz bu kritik noktada itişi kakışı, ‘o olur, bu olur’culuğu, ‘onu sevmiyorum, bunu beğenmiyorum, ondan farklı düşünüyorum’culuğu bir kenara bırakıp hep beraber mücadele etmeliyiz diyorum.
Çünkü yaşamakta olduklarımız asla İmamoğlu ve CHP ile sınırlı değil, tamamen her birimizin geleceği ile alakalıdır!
/././
Örgütsüz itaatsizlik -Mine Söğüt-
Sizden bekleneni yapmadığınız zaman olacakları hayal ettiğinizde içinize bir coşku değil de hep korku doluyorsa… O zaman zalime zalim diyememeye ve yeni nesilleri düzene taammüden kurban etmeye devam bu hayatta.

Vahşete vahşet, hukuksuzluğa hukuksuzluk, ahlaksızlığa ahlaksızlık, yalana yalan, zalime zalim diyemediğiniz tehditkâr bir iklimde…
En azılı muhalif de suya sabuna dokunmayan da, işinin başındaki gazeteci de sokaktaki herhangi bir insan da, inançlısı inançsızı, öfkelisi sakini, kendini ifade edebileni, edemeyeni… Herkes iktidarın hedefinde ve iktidar gayet net bir şekilde sistemi demokrasi aleyhine iyice dizayn etmekte.
Birileri sokaktaki hareketliliğin ve boykot fikrinin coşkusuyla geleceğe dair hayaller kurmaya devam ederken o kendi planlarını adım adım uyguluyor.
İşin tuhafı herkesi heyecanla sokağa ve boykota çağıran muhalefetin özlenen cüreti insanları şaşırtırken iktidar olan bitene hiç şaşırmıyor.
Gazetecisinden öğrencisine, televizyoncusundan menajerine, parti başkanından belediye başkanına ensesinden tutulup hukuksuzca içeri alınan herkes aslında size bir mektup.
O mektup korkularınızı ve sınırlarınızı belirliyor. Dolayısıyla iktidarın yolunu açmaya devam ediyor.
Bu ülkenin insanları nesiller boyunca gözlerini hayata hayaller kurarak açtılar. Aynı insanlar bir ömür hayal kırıklıkları içinde ölmeye yattılar. Oysa başkanlık sistemine geçildiği taktirde yasama ve yargının başına gelebilecekler konusunda fazlasıyla uyarılmışlardı.
“Parlamenter sistemin ne hayrını gördük, bir de bunu deneyelim” diyerek şuursuzca maceraya açılan bu halk, başkanlık sisteminin hayırsızlığına ziyadesiyle şahit oldu ama bunun ne kadarına vakıf oldu orası hâlâ muamma.
Şu anda ülke her yerinden yanıyor ve o alevlerden nasibini en çok gençler alıyor.
O çocukların çoğu, fırsatını bulup çoktan ülkeyi terk edebilen şanslı yaşıtlarının geride kalanları. Gidemeyenler. Cehenneme terk edilenler. Kaybedecek bir şeyleri olmadığı gibi kazanacak bir şeyleri olmadığını bilenler.
Onların tek bir sorusu var. O soruyu hepinize soruyorlar.
“Bize bunu neden yaptınız?” diyorlar.
İktidarın cevabı belli. Peki sizin bu soruya bir cevabınız var mı?
Güvendiğiniz dağlara karlar yağdığı için mi?
Tehlikenin farkına zamanında varamadığınız için mi?
Siyasal islamı demokrasiye bir tehdit olarak görmeyi demokrasi ahlakına yediremediğiniz için mi?
Cumhuriyetin ve laikliğin yıkılmaz gücüne fazla güvendiğiniz için mi?
Karşınızdakilerin niyetine değil beyanına itibar etme gafletine düştüğünüz için mi?
İslami referanslarla iktidara gelenlerin askeri vesayeti kaldırma, cuntacıları yargılama vaatleri gözünüzü kamaştırdığı, kalbinizi ferahlattığı için mi?
Muhalefeti de iktidarın biçimlendirdiğini görmekte geciktiğiniz için mi?
Korkmakla kayıtsızlık arasına kurulan salıncakta sallanıp, usul usul kendi kabuğunuza çeklimeyi daha güvenli bulduğunuz için mi?
Yılanın eninde sonunda size de dokunacağını ve böylelikle iki bin yıl daha yaşayacağını hesaplayamadığınız için mi?
* * *
İktidar farkında; hiçbir şeyden ders almayan ve devamlı birbirine ders veren bir kalabalığı alaşağı etmek için çok akıllı olmak gerekmiyor. Onları zaaflarından tutup kaba güçle yere çalmak yetiyor.
Ve siz başınıza geleni hala umutlanmakla umudu kaybetmek arasındaki bir boşlukta, coşkudan endişeye, endişeden, kızgınlığa ve muhtemelen kızgınlıktan da yılgınlığa evrilecek bir ruh haliyle izliyorsunuz.
Neyin nereye varacağını, neyin ne işe yarayacağını ve bu kâbusun nasıl sonlanacağını hayal edemiyorsunuz. Ama bunu telaffuz da edemiyorsunuz.
Bugüne kadar hep aynı hatayı yaptınız. Bundan sonra artık başka şeyler yapmayı dener misiniz? Mesela bir kurtarıcı beklemekten vazgeçip kendiniz kurtuluş üzerine düşünebilir misiniz? Örgütlü itaatsizlik nihayetinde yine bir itaat içerir ve öngörülebilirdir. Arada sırada örgütsüz itaatsizliklere ne dersiniz?
Sizden bekleneni yapmadığınız zaman olacakları hayal ettiğinizde içinize bir coşku değil de hep korku doluyorsa…
O zaman zalime zalim diyememeye ve yeni nesilleri düzene taammüden kurban etmeye devam bu hayatta.
/././
(T-24)