SÖZCÜ "Gündem" - 19 Nisan 2025 -

Aile ekmek derdinde, Bakanlık TOGG derdinde! 3 çocuk şartı da var. 

Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı'ndan dikkat çeken bir açıklama geldi. Bakanlık düşük gelirli ve 3 çocuklu ailelere TOGG için uzun vadeli finansman sağlanacağını duyurdu. 

AKP iktidarı 2025'i Aile Yılı ilan edince dar gelirli vatandaşlar gözünü gelecek yardımlara dikmişti. Bakanlıktan yapılan son açıklama ise hayalleri suya düşürdü.(MUTFAK BOŞKEN TOGG ÇAĞRISI) Bakanlık sosyal medya hesabından yapılan duyuruda "Düşük gelirli, 3 ve daha fazla çocuğu olan ailelerimize TOGG alımında uzun vadeli finansman desteği sağlıyoruz." ifadeleri kullanıldı. Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı'nın da duyurduğu ‘İlk Arabam Yerli Otomobil Aile Destek Programı’na destek veren Aile Bakanlığı yaptığı paylaşımı Aile Yılında Ne Yapıyoruz etiketini kullandı.(EN AZ 3 ÇOCUK) Bu destekten yararlanmak isteyen ailelerin en az üç çocuk sahibi olması gerekiyor.
                                      ***

Din kültürü öğretmenlerine bol atama: 'Matematik' ve 'Türkçe'yi yine solladı! 
Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın duyurduğu 25 Bin öğretmen atamasının detayları belli oldu. Milli Eğitim Bakanlığı öğretmen atamalarında branş kontenjanlarını duyurdu. Matematik öğretmenlerine 117, Fen Bilimlerine 267, Din Kültürü öğretmenlerine 1802 kontenjan verildi. Milli Eğitim Bakanlığı'nca, 15 bin sözleşmeli öğretmen alımına ilişkin başvuru duyurusu ile branş bazında kontenjan dağılımları açıklandı. Bakanlıktan yapılan açıklamaya göre, 15 bin yeni öğretmen alımına ilişkin branş ve kontenjan dağılımı yapıldı. Alanlar itibarıyla ülke geneli doluluk oranı dikkate alınarak alan kontenjanları belirlendi. Milli Eğitim Bakanlığı'nca yapılacak 2025 yılı 15 bin sözleşmeli öğretmen ataması için başvurular, 21 Nisan - 5 Mayıs 2025 tarihleri arasında alınacak. Sözlü sınava katılmaya hak kazanan adaylar, 7 Mayıs 2025 tarihinde 'www.meb.gov.tr' adresinden ilan edilecek.(BRANŞ DAĞILIMI BELLİ OLDU) Milli Eğitim Bakanlığı tarafından yapılan duyuruda atamalara dair branş dağılımları da belli oldu. AKP'nin Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli hala tartışılırken atamalardaki branş dağılımları ise dikkat çekti. Yapılan düzenlemelere göre Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi öğretmenliğine 1802 kişi atanırken Matematik branşına sadece 117 öğretmenlik kontenjan açılması dikkat çekti.(Branş kontenjanlarından bazıları şöyle:) Arapça: 51, Beden Eğitimi: 190, Biyoloji: 27, Coğrafya: 32, İngilizce: 757, Sınıf Öğretmenliği: 4378,  Özel Eğitim Öğretmenliği: 3087, Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi: 1802,  Okul Öncesi Öğretmenliği: 1321, Felsefe: 41, Fizik: 61, Fen Bilimleri: 267, Matematik: 117 (İşte branş branş atama kontenjanları...)
                                                   ***

Rasim Ozan Kütahyalı iki gazetecinin evinin basılmasını istemiş: 'Telefon ve bilgisayarlarına el koyun!'

MHP lideri Devlet Bahçeli'nin 22 Ekim yaptığı çağrının ardından sıkça paylaşımlarda bulunan ve yeni iddialar öne süren Rasim Ozan Kütahyalı'nın kendisini eleştiren gazetecilerin evlerinin basılması için suç duyurusunda bulunduğu öne sürüldü.

CHP’ye kayyum atanacak iddialarının ardından gözaltına alınan ve serbest kalan Rasim Ozan Kütahyalı gazetecilerin evlerinin basılmasını istediği öne sürüldü.(TERKOĞLU VE PEHLİVAN İÇİN SUÇ DUYURUSU) Cumhuriyet'te yer alan habere göre; Kütahyalı, gazeteci Barış Terkoğlu ve Barış Pehlivan hakkında ayrı ayrı İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’na suç duyurusunda bulundu. Avukatı aracılığıyla savcılığa geçen günlerde sunulan dilekçede, Pehlivan ve Terkoğlu’nun sosyal medya paylaşımı "alenen hakaret" olarak değerlendirilirken, evinde arama yapılması ve bilgisayar, telefon gibi dijital cihazlarına el konulması istendi. Savcılık bu talep üzerine soruşturma başlattı.(EVLERİNİN BASILMASINI İSTEDİ) CHP’ye kayyum atanacak iddialarının ardından gözaltına alınan ve serbest kalan televizyon yorumcusu Rasim Ozan Kütahyalı gazetecilerin evlerinin basılmasını istedi. Televizyon yorumcusu Rasim Ozan Kütahyalı, gazeteci Barış Terkoğlu ve Barış Pehlivan hakkında ayrı ayrı İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’na suç duyurusunda bulundu.(SORUŞTURMA BAŞLATILDI) Avukatı aracılığıyla savcılığa geçen günlerde sunulan dilekçede, Pehlivan ve Terkoğlu’nun sosyal medya paylaşımı "alenen hakaret" olarak değerlendirilirken, evinde arama yapılması ve bilgisayar, telefon gibi dijital cihazlarına el konulması istendi. Savcılık bu talep üzerine soruşturma başlattı.Şikayete konu olan olay Rasim Ozan Kütahyalı’nın Halk TV’de bir röportaja çıkarılmasına dayanıyor.  Kütahyalı’nın avukatı tarafından verilen dilekçede, “şüphelinin bilgisayarları, cep telefonları ile diğer tüm dijital aletlerine arama yapılarak el konulması” gerektiği ifade edilirken, bu işlemin delil elde etmenin tek yolu olduğu savunuldu. Suç duyurusunda, Pehlivan’ın ve Terkoğlu’nun “bilişim yoluyla hakaret” suçunu işlediği ve kaçma/delil karartma riski bulunduğu iddia edildi. Savcılıktan, şüphelinin tespiti ve ifadesinin alınması için ilgili emniyet birimine müzekkere yazılması talep edildi. Dilekçede, sosyal medya paylaşımı nedeniyle Pehlivan’a ve Terkoğlu’na kamu davası açılması istendi.(NE OLMUŞTU?)   Kütahyalı’nın suç duyurusuna gerekçe gösterdiği paylaşımlar gazeteci Barış Pehlivan ve Barış Terkoğlu’nun; Halk TV’nin YouTube kanalında yayınlanan Kütahyalı röportajına yönelik eleştirisiydi.(Pehlivan o gün yaptığı paylaşımda şu ifadeleri kullandı:)  “Halk TV YouTube kanalının, Rasim Ozan Kütahyalı ile söyleşisini izledim. Görüşlerim özetle şöyle: 1- Gazeteci herkesle görüşür. Hatta teröristle de mafyayla da tetikçiyle de… 2- Ama gazetecilik temas ve mesafe ilişkisidir. 3- Kütahyalı, Türkiye’deki bugünkü çürümüşlüğün medyadaki ayaklarından biridir. 4- 2007 sonrası Türkiye’deki kumpasların gönüllü, bilinçli ve organize destekçilerinden biridir. 5- Eğer o gazeteciyse, bana gazeteci demeyin.” (Barış Terkoğlu ise Pehlivan’ın bu paylaşımını alıntılayarak şu cümleleri yazdı:) “Sevgili @barispehlivan ile hemfikirim. Altına imzamı atarım. Yaşanmışı tarih yapan, insanın aklında biriktirdikleridir. Ne mutlu ki hafızamız yaşam kadar güçlü.” (KÜTAHYALI'NIN VEKİLİ 'AĞIRLAŞTIRILMIŞ CEZA' İSTEDİ) Bu paylaşım, suç duyurusunda “kamuya açık ortamda alenen hakaret” olarak değerlendirildi. Kütahyalı’nın vekili dilekçede, bu sözlerin milyonlarca kişi tarafından görülebileceği belirtilerek müvekkilinin “onur, şeref ve saygınlığının rencide edildiğini” savundu ve cezanın ağırlaştırılmasını talep etti.

                                                     ***

Resul Emrah Şahan durdurdu, kayyum devam ettirdi

Şişli'de Belediye Başkanı Resul Emrah Şahan tarafından durdurularak mühürlenen 72 katlı inşaat projesinin, kayyum yönetiminin göreve gelmesiyle yeniden başladığı ortaya çıktı. 

İstanbul Şişli'de tartışmalara neden olan 72 katlı inşaatın devam ettirildiği ortaya çıktı. Now Haber'in aktardığı iddiaya göre, Şişli Belediye Başkanı Resul Emrah Şahan'ın başkanlık döneminde, "Şişli'nin Kanal İstanbul'u" şeklinde nitelendirip mühürlediği inşaat, kayyum atamasının ardından yeniden başlatıldı.(KAYYUM DÖNEMİNDE HIZ KAZANDI) Söz konusu inşaatta çalışmalar hız kazanırken devam eden iptal davasına rağmen, proje alanında satış ofisi kurulduğu da ortaya çıktı.('BURADA YAPILAN ŞEY İZİNSİZ') Şişli Kent Konseyi Başkanı Cem Solmaz da, "Belediye başkanımız burayı mühürledi, durdurdu. Burada incelemeler yaptı ama her seferinde bu durdurmalar, Çevre, Şehircilik Bakanlığı'ndan izinli ya da izinsiz devam ediyor. Şu anki hal izinsiz. Burada yapılan şeyin izni yok" ifadelerini kullandı. Ayrıca kamyonların girişi için usulsüz ek kapı açıldığı, çevreye tehlike saçtığı da belirtildi.

                                                           ***

Faiz 24 saat geçmeden ikinci kez dolaylı olarak artırıldı. 

Merkez Bankası dün yapılan para politikaları toplantısında faizlerin 350 baz puan artırılması kararı vermişti ancak bir gelişme daha yaşandı. Merkez Bankası 24 saat içerisinde bir faiz artırımı daha yaptı. 
Ekrem İmamoğlu'nun gözaltına alınması ve sonrasında yaşanan kur dalgalanmalarının piyasaya etkisi Merkez Bankası faiz kararında kendini gösterdi.  Piyasada faizlerinde değişmeyeceği yönünde bir beklenti olmasına rağmen 17 Nisan 2025 tarihli Para Politikaları toplantısında 350 baz puanlık bir faiz artışı yapıldı. Merkez Bankası politika faizini yüzde 42,5'ten yüzde 46'ya çıkardı.Aynı zamanda haftalık repo faizi ve faiz koridorunun üst ve alt bandında da artışa gidildi. Gecelik vadede borç verme faizi yüzde 46'dan yüzde 49'a yükseltildi.(BİR FAİZ ARTIŞI DAHA) Ekonomim'den Şeyda Uyanık'ın haberine göre, Merkez Bankası 24 saatte bir faiz artışı daha yaptı. Sosyal medyada finansal hesaplamalar yapan e507 adlı kullanıcının yaptığı hesa19 Mart öncesinde piyasalardaki dalgalanmadan önce oluşan ve 19 Mart sonrasında da üzerine eklenen likidite açığına dikkat çekilirken, TCMB’nin bugün açtığı haftalık repo ihalesinden kalan açığın gecelik borçlanma ve BİST repo ile karşılanacağına dikkat çekildi. Burada da faiz oranının yüzde 49 olmasıyla fonlamalardaki oranın bu seviyeye çıktığı ve bunun da kredi ile mevduat faizlerine, para piyasası fonlarına ve TLREF tahvillerle carry trade'e etki edeceğini belirtti. “TCMB'den 1 gün arayla 2. faiz artırımı (bu sefer geçici)” başlığıyla e507 faiz artışını şu şekilde açıkladı: 19 Mart öncesi henüz döviz satışları başlamamışken piyasada bolca TL likidite vardı. TCMB bunu depo ekranı ve likidite senediyle 1-2 ay vadeli kendine çekmişti hatırlarsınız. Buradaki 450 milyar TL daha piyasaya geri dönmedi; yerinin doldurulması gerekiyor. Ayrıca döviz satışları sonrası piyasada net likidite açığı (MB'den borçlanma ihtiyacı) da +350 milyar oldu; bankalar MB'den ~800 milyar borçlanıyor bugünlerde (brüt fonlama).  Peki MB bugün taze açtığı %46 faizli haftalık repo ihalelerinde ne kadar para verdi? 450 gelen teklife, sadece 100 milyar. Gerisi? Gecelik borç verme faizi ve BİST repoya mahkum. Yani %49'a... Geçmiş sterilizasyonların MB'den iadesi gelinceye ve/ya MB haftalık ihalelerde biraz bol kepçe borç verinceye kadar; piyasada işler faiz %49'a yakınsayacak. BİST repoda bugün 837 milyar TL gecelik vadeli repo ortalama %48,95'ten geçti... Gecelik borç verdiği her ortamda satış fiyatını %49 belirlemiş olan TCMB, %46'dan haftalık para vermiş olmasına rağmen ortalama borç verme faizi (AOFM) bunun oldukça üstünde çıkacak. TLREF de aynı şekilde.  Özetle: Kredi ve mevduat faizleri biraz daha yukarı gidebilir. PPF'çiler dolara kaçanlara daha nazlı göz kırpabilir. TLREF tahviller talep görebilir, yabancı carry trade'ciler kısmen geri gelebilir.”

                                                     ***
SÖZCÜ



Aydınlanma mücadelesinin özgün bir uğrağı: Köy Enstitüleri - Mehmet Barış / soL

Aydınlanma Dosyası kapsamında 2017'de şair Mehmet Barış'ın hazırladığı yazımızı, Köy Enstitüleri'nin 85'inci kuruluş yıl dönümünde yeniden okurlarımızla paylaşıyoruz.

Köy Enstitülerinin romanı ve öyküsü yazıldı, şiiri söylendi, bu özgün uygulama ile ilgili onlarca araştırma yapıldı ve tez hazırlandı. Elimizde Köy Enstitüleri uygulamasının zengin müktesebatı var.

Bu yazının amacı, Köy Enstitüleri uygulamasıyla insanımızın yaratıcı gücünün ve dar zamanlarda problem çözebilme becerisinin bir kez daha altını çizmektir.

AZİYET VE MANZARA-İ UMUMİYE ŞÖYLEDİR

Cumhuriyetin ilanından on dört yıl sonra, nüfusun yüzde sekseninin yaşadığı köylerde okul sayısı “yok” denilecek kadar azdır. Var olanların hemen hepsi tek sınıflıdır. Bu okullara kentlerden gönderilen az sayıda öğretmen, köylümüzle göz hizasından iletişim kuramamakta ve bu nedenle başarılı olamamaktadır. Köylünün eğitim ihtiyacı sadece okuryazarlıkla da sınırlı değildir. Bulaşıcı hastalıklar özellikle çocukları kırıp geçirmekte, insanlarımız “ne idüğü belirsiz karın ağrıları” yüzünden en üretken olabileceği yaşlarda ölüp gitmektedir. Kuraklık, kıtlık, doğal afetler, haşarat insanımızı ve tarım ürünlerini silip süpürmektedir. Art arda yaşanan savaşlarda erkeklerini cephede bırakan köylerde üretim, ağırlıklı olarak kadın ve çocuk emeğiyle yapılmaktadır. Bu da yetmiyormuş gibi 1938’den sonra sınırlarımıza yaklaşmakta olan İkinci Dünya Savaşı köyde kalan son erkekleri ve zaten çok sıkıntılı olan devlet bütçesini alıp götürecektir. Zaten üretim ilkel yöntemlerle yapılmakta ve üretilenin yarısına da toprak ağaları el koymaktadır.

Cumhuriyetle birlikte başlayan köye hizmet çabaları bütünüyle yetersizdir.

Başarı için köylünün dilinden anlayan yeni bir aydın tipine ihtiyaç vardır. Bu da köyden çıkmalıdır.

Manzara-i umumiye’yi netleştirmek için elimizdeki sınırlı istatiksel bilgiden veriler aktaralım:

1937-38 yıllarında kırk bine yakın köyümüzün yalnız 4792’sinde okul bulunmaktadır (Bu köylerin 32.000’inin nüfusu 400’den az ve bunların da 16.000’inin nüfusu 150’den azdı). Mevcut okulların hemen hepsi tek sınıflıdır ve fiziki yapıları yetersizdir. Aynı yıllarda tüm yurtta toplam 6161 ilkokul bulunmakta, bu okullarda 10.483 erkek ve 5292 kadın öğretmen görev yapmaktadır. Bununla birlikte 509.449 erkek ve 254.742 kız öğrenci eğitim görmektedir. Kısaca, yara olgunlaşmıştır ve kendisine neşter atacak devrimcisini beklemektedir.

HİKÂYEMİZİN KAHRAMANI İSMAİL HAKKI TONGUÇ'TUR

Kahramanları koşullar yaratır ve o kahramanlar daha uygun koşulları yaratır. Hikâyemizin kahramanı İsmail Hakkı Tonguç’tur.

İsmail Hakkı Tonguç 1916 yılında İstanbul Öğretmen Okulu’ndan mezun oldu. 1918 yılında sınav kazanarak Almanya’ya öğrenime gönderildi. Ekim 1918 ile Nisan 1919 tarihleri arasında Karlsruhe-Ettlingen’deki Öğretmen Okulu’nda Türk öğrenciler için düzenlenen özel eğitim programına katıldı.

Yurda döndükten kısa bir süre sonra Eskişehir Öğretmen Okulu Resim-Elişi ve Beden Eğitimi Öğretmenliği’ne atandı. 1921 yılının Haziran ayında Eskişehir’in Yunanlarca işgal edilmesi üzerine Ankara’ya döndü. Daha sonra tekrar Almanya’ya gönderildi. Bu gidişinde Kalsruhe’de Güzel Sanatlar Yüksek Okulu’nda grafik, tahta işleri ve illüstrasyon eğitimine ek olarak Ettlingen Beden Eğitimi Enstitüsü’nde beden eğitimi derslerine devam etti.

1922 yılında eğitimini tamamladıktan sonra Konya Öğretmen Okulu ve Konya Lisesi’ne atandı. Bir süre Ankara, Adana ve Konya’da öğretmenlik yaptıktan sonra Almanya, İngiltere ve Fransa’da mesleki incelemeler yapmak üzere seminerlere katıldı.

1925 yılında Ankara’da Muallim Mektebi’ne atandıktan sonra 11 Mart 1926’da Maarif Vekaleti Levazım ve Alat-ı Dersiye Müzesi Müdürlüğü’ne getirildi. 10 Temmuz 1926’dan 26 Ağustos 1926’ya kadar ilköğretim müfettişleri ve ilkokul öğretmenleri için Ankara’da açılan “İş İlkesine Dayalı Öğrenim Kursu” başlatarak yabancı eğitimciler ile birlikte Köy Enstitüleri projesinin temelini attı.

Görüldüğü gibi İsmail Hakkı Tonguç, genç Cumhuriyet’in kısıtlı olanaklarıyla yetiştirdiği bir aydındır ve iş eğitimiyle ilgili yeterli donanıma sahiptir. Köy sorunu için şunları söyler:

“Köy meselesi zannettikleri gibi mihaniki surette köy kalkınması değil, manalı ve şuurlu bir şekilde köyün içten canlandırılmasıdır. Köyü öylesine canlandırmalı ve şuurlandırmalı ki, onu hiçbir kuvvet (…) kendi hesabına insafsızca istismar edemesin. Köylüler, şuursuz ve bedava çalışan birer iş hayvanı haline gelmesinler. Onlar da her vatandaş gibi, her zaman haklarına kavuşabilsinler. Köy meselesi bu demektir.” (Altunya, s.34)

SUBJEKTİF KOŞULLAR DA İSMAİL HAKKI TONGUÇ'TAN YANADIR

Mustafa Kemal, Ulusal Kurtuluş Savaşı’nın en sıkıntılı zamanlarında (16 Temmuz 1921’de) Ankara’da Maarif Kongresi’ni (Milli Eğitim Şurası) toplamış ve açış konuşmasında, Milli Eğitim Programı’nın eski devrin boş inançlarından, doğudan ve batıdan gelen ve gelebilecek olan bütün etkilerden tamamen arındırılmış, tarihimizle ve içinde bulunduğumuz koşullarla uyumlu olması gerektiğini belirtmiştir.

1 Mart 1922’de TBMM’yi açarken yapmış olduğu söylevde de Anadolu köylüsünün durumunu açıklamış ve devletin ona karşı olan ödevlerine dikkat çekmiştir.

1 Kasım 1928’de yeni Türk harflerinin kabul edilmesiyle tüm yurtta okuma yazma seferberliğine girişilmiş ve Millet Mektepleri açılmıştır. Cehalete karşı açılan bu savaş 1932’de "Halk Evleri"nin kurulmasıyla yeni bir ivme kazanmıştır. Halk Evleri’nin kuruluş amacında; halkı yalnızca okuryazarlıkta değil, kültürel toplumsal ve güzel sanatlar alanında geliştirmek, ulusal değerleri çağdaş yöntemlerle işleyip zenginleştirmek ve Atatürk devrim ve ilkelerini yaymak ve kökleştirmek olarak açıklanmaktadır.

Cumhuriyet Halk Partisi’nin 1935 yılında gerçekleştirdiği Büyük Kurultayı’nda, devlet eliyle başlatılan planlı endüstrileşme hareketine paralel olarak, köyleri kalkındırma hareketinin de planlı olarak başlatılması kararlaştırılmıştır.

Atatürk, 1935 yılında, yol arkadaşlarından Saffet Arıkan’ı Milli Eğitim Bakanlığı’na atar. Saffet Arıkan, Nafi Atuf Kansu ve Cevat Dursunoğlu gibi eğitimcilerin görüşlerini alarak, İsmail Hakkı Tonguç’u İlköğretim Genel Müdürlüğü’ne atar. Tonguç, sınıfsal kökeni ve birikimleriyle bu iş için görevlendirilebilecek en uygun kişidir. Tonguç çok kısıtlı bir bütçeyle çalışmak durumundadır; ama elinde değerlendirebileceği bazı potansiyel kaynaklar da vardır. Bunlar, az sayıda iyi eğitilmiş vicdanlı aydın, çalışkan köy çocukları ve Anadolu’nun bakir toprağıdır. Tonguç’un özgüveni yüksektir; birikimleriyle bu zor görevin üstesinden gelebileceğine inanmaktadır.

İsmet İnönü de milli eğitimin temel koşulu olan “eğitim birliği” (tevhid-i tedrisat) ve ilköğretimin yaygınlaştırılması konusunda, 1946’ya kadar kararlı davranmıştır.

Görüldüğü gibi, eğitim alanında yapılacak devrim için 1946’dan önceki yıllarda iklim uygundur.

KÖY EĞİTMEN KURSLARININ AÇILIŞI

İsmail Hakkı Tonguç, önce detaylı bir köy incelemesi yapar; problemi tanımlar, eldeki olanakları ve o zamana kadar yapılanları değerlendirir. Bu çalışmalarının sonucunda 20 yıllık bir plan taslağı hazırlar. Bu taslağa göre 1954 yılına kadar öğretmen, tarım teknisyeni ve sağlık hizmeti ulaşmamış köy kalmayacaktır (Aysan, s.271). Tonguç’un planı oldukça çetin bir yolu işaret etmektedir. Belki de en önemli zorluk, açılacak enstitülere okuryazar köy çocuğu bulmaktır. Çünkü büyük ölçüde erkeksiz kalan köylerde üretim kadın ve çocuk emeğine dayanmaktadır ve anneler yardımcılarını vermek konusunda gönülsüzdür.

Tonguç, başlangıç olarak askerliğini çavuş olarak yapmış bir grup yetenekli genci köylerde “geçici öğretmen” olarak görevlendirmek amacıyla, 1936 yılında Eskişehir’in Çifteler Çiftliği’nde dört aylık bir kurs açar. Bu kursları tamamlayan 84 kursiyeri Ankara’nın köylerinde görevlendirir.

Sonuç oldukça başarılıdır. Eğitmen kursları kısa süre içinde ülkenin başka yerlerinde de açılır. Eğitmen adayları, açılacak Köy Enstitüleri’nin ilk binalarını da yapmıştır. Kendi köylerinde görevlendirilen eğitmenler, 1. Yıl, 2. Yıl, 3. Yıl için hazırlanan el kitaplarında maddeler halinde yazılı talimatlara göre eğitim verecektir. Her on eğitmen için bir gezici başöğretmen görevlendirilmiştir. Gezici başöğretmenler eğitmenlere rehberlik edecek ve eğitmenlerin vermekte zorluk çekeceği dersleri bu öğretmenler verecektir. Eğitmenler öğrencilerini üç yıl okutup mezun etmek, köyde çıkan sağlık sorunlarını kaymakamlığa iletmek, köylüye modern tarım tekniklerini öğretmek, akşam okulları ile yetişkinlere okuma-yazma, hesap ve yurttaşlık öğretmekle de yükümlü tutulmuşlardır.

Bu ilk uygulamadan olumlu sonuç alınınca, 11 Haziran 1937’de çıkartılan “Köy Eğitmenleri Kanunu” ile eğitmenliğe yasal işlerlik kazandırılmış ve bu yasaya dayanılarak Çifteler (Eskişehir), Kızılçullu (İzmir) ve Karaağaç’ta (Edirne) birer eğitmen kursu açılmış, ertesi yıl bunlara üç yeni kurs daha eklenmiştir.

KÖY ENSTİTÜLERİNİN AÇILIŞI

Eğitmen kursları ile köylerde ilkokul düzeyinde bir öğretimin sürdürülemeyeceği görülmüştür. Bunun üzerine 7 Temmuz 1939 gün ve 3704 sayılı yasa ile “Köy Öğretmen Okulları”nın açılması kararlaştırılır.

Bu yasaya dayanarak Çifteler, Kızılçullu ve Gölköy Eğitmen Kursları, Köy Öğretmen Okulu’na dönüştürülür.

Köy Öğretmen Okulları’nın kuruluş aşamasında Mustafa Kemal ölmüş ve İsmet İnönü cumhurbaşkanı seçilmiştir. İsmet İnönü de Mustafa Kemal’in başlattığı eğitim seferberliğinin devam edeceğini ve köylerde eğitimin aksatılmayacağını çeşitli konuşmalarında dile getirir.

İsmet İnönü’nün cumhurbaşkanı seçilmesinden 1,5 ay sonra, Milli Eğitim Bakanı Saffet Arıkan’ın sağlık nedenleriyle bakanlıktan ayrılması üzerine, yerine 28 Aralık 1938’de Hasan Âli Yücel atanır. Hasan Âli Yücel de İsmail Hakkı Tonguç’a gerekli desteği sağlar. Bakan Yücel ile Genel Müdür Tonguç, Cumhurbaşkanı İnönü’nün de desteğini alarak başlatılan çalışmaları birlikte yürütür. 17-29 Temmuz 1939 Birinci Maarif Şûrası’nda bu konu ele alınır ve her yönüyle tartışılır. Şûrada, köylünün eğitiminde yalnızca köylüye okuma-yazma öğreten bir öğretmenin yeterli olmayacağı, köy öğretmeni yetiştirecek kurumların çok yönlü eleman yetiştirmesi gerektiğine karar verilerek, yeni açılacak kurumlara “Köy Enstitüsü” adının verilmesi uygun bulunur.

17 Nisan 1940 günü 3803 sayılı Köy Enstitüleri Kanunu kabul edilir ve Köy Öğretmen Okulları, Köy Enstitüleri’ne dönüştürülür. 1940-41 öğretim yılında on enstitü daha açılır. Bu sayı 1945-46 eğitim yılına kadar 20’ye ve 1948-49 eğitim yılında da 21’e çıkar.

1943 yılında çıkarılan 4459 sayılı yasa ile bazı Köy Enstitüleri’nde Sağlık Kolu da açılır. Bu kol, köy ebesi ve köy sağlık memuru yetiştirmektedir. Bunlardan başka "Köye yararlı diğer meslek erbabını yetiştirecek" başka kollar açılamaz.

Yasanın birinci maddesinde “Köy Öğretmeni ve diğer köy meslekleri erbabını yetiştirmek üzere Maarif Vekilliğince Köy Enstitüleri açılacağı” hükme bağlanmaktadır. Yasaya göre, beş sınıflı köy okulunu bitiren sağlıklı ve yetenekli çocuklar seçilecek ve okullara kabul edileceklerdir. Bu okulları bitirip göreve atananların mecburi hizmet yılları yirmi yıldır. Mezunlar altı yıl sürecince 20 TL maaş alacaklar ve bu maaş altıncı yıl sonunda 30 TL ve on beşinci yıl sonunda da 40 TL’ye yükseltilecektir. Öğretmenlere, göreve başladıklarında bir kereye mahsus olmak üzere 60 TL sermaye, tarım araç ve gereçleri ile ailesiyle geçimine yetecek arazinin devletçe verilmesi öngörülmektedir. Bu yasadan da görüleceği üzere, enstitüler adeta birer tarım işletmesi biçiminde donatılmıştır.

Yasa tasarısının TBMM’de görüşülmesi sırasında Kâzım Karabekir, enstitülere yalnızca köy çocuklarının alınmasının ülkede kentli-köylü ayırımını doğuracağını öne sürerek, tasarıyı şiddetle eleştirir.

19 Haziran 1942 gün ve 4274 sayılı Köy Okulları ve Enstitüleri Teşkilat Kanunu çıkarılarak, İlköğretim ve Köy Eğitimi Sistemi ayrıntılı olarak düzenlenir. Bu yasa için, İsmail Hakkı Tonguç’un hazırladığı, 30.11.1943 günü ilgililere duyurulan Köy Okulları ve Enstitüleri Teşkilat Kanunu İzahnamesi ile Köy Enstitüsü sisteminin amacı, felsefesi, örgütlenişi, görevlerinin nitelikleri ve sorumlulukları ayrıntılarıyla belirlenir. Bu İzahname Talim ve Terbiye Kurulu’nun onayına sunulmadan Hasan Âli Yücel’in onayı ile yayımlanmıştır. Çünkü Talim Terbiye Kurulu’nun üyeleri tutucudur ve İzahname’ye onay vermeyecekleri açıkça bilinmektedir.

1942 yılında Ankara-Hasanoğlan Köy Enstitüsü’nde, Köy Enstitüleri’ne öğretmen, yönetici, denetmen ve ülkeye köy araştırmacısı yetiştirmek üzere, Köy Enstitüleri’nin en yetkin öğrencilerini alıp yetiştiren üç yıl süreli Yüksek Köy Enstitüsü açılır.

Hasanoğlan Yüksek Köy Enstitüsü kendine özgü konumu, “iş içinde, iş aracılığıyla, iş için” öğrenme yöntemi; demokratik laik, özgürlükçü, halkçı tutumu; çağdaş, gerçekçi ve ilerici düşünce yaşamıyla geleceğin “Köy Üniversitesi”nin çekirdeğini oluşturuyordu (Özkucur, arka kapak yazısı).

Köy Enstitüleri Eğitim Programı 6 yıllık bir denemeden sonra, 1943 yılında yürürlüğe konulur. 1945 yılında Bakanlar Kurulu kararı ile 1954 yılına kadar sürecek bir plan yapılarak, 10 yıllık bir İlköğretim Seferberliği ilan edilir.

TOPRAK AĞALARI AĞLARINI ÖRÜYOR

Cumhuriyetin ilk yıllarında yeterince etkili olamayan ve bir süre yeraltına çekilen toprak ağaları ile gericiler Köy Enstitüleri’nin kuruluş ve uygulama yıllarında bazen açıkça bazen de alttan alta muhalefetlerini sürdürürler. Ayak bağı olurlar, yalan söyler ve iftira atarlar.

Köy Enstitüleri’nin aleyhine yönelik propaganda ve eleştiriler 1943’te toplanan İkinci Eğitim Şûrası’nda açıkça ortaya çıkar. Kazanılan bütün başarılara karşın, enstitülerdeki eğitim, öğretim ve köy okullarının yaptırılmasında uygulanan devrimci yöntemler gericilerin ve toprak ağalarının eleştirilere yol açar ve bu eleştiriler giderek suçlamalara dönüşür.

Bu eleştiri ve suçlamaları şöyle özetlemek mümkündür:

1. Enstitülere yalnızca köy çocuklarının alınması ve mezunlarının da yine köylerde görevlendirilmesi, toplumda bir köylü-kentli ayrımı, yani sınıf farklılığı doğurmaktadır. Bu bölünme Anayasa’ya da girmiş olan halkçılık ilkesine ve anlayışına da ters düşmektedir.

2. Enstitülerde aşırı solcu, hatta komünist ideolojiyi yansıtan bir eğitim ve öğretim

yapılmaktadır.

3. Öğrencilerin okul yapımlarında, tarım ve teknik uygulamalarında, temizlik ve bakım işlerinde çalıştırılmaları Sovyetler Birliği’ni ve komünist rejimleri andırmaktadır. Bu tür eğitim milliyetçilik ilkesiyle çelişmektedir.

4. Enstitülerin yönetim kadrosu genelde solcu ve Marksist olarak tanınan kişilerce doldurulmuştur.

5. Yatılı olan enstitülerde uygulanan karma öğretim, yani kız-erkek beraberlikleri, Türk aile ve ahlak anlayışına uymamaktadır.

6. Okul, işlik, öğretmen evi yapımında ve çocuklarını okula göndermede köylülere getirilen yükümlülükler, son derece ağır olup özellikle yurdun ulaşımı güç bölgelerinde tek tip okul binası projesinin uygulanması yapım giderlerini daha da artırmaktadır. Bu yükümlülükler Anayasa’nın eşitlik ilkesine de aykırıdır.

MİLLİ ŞEF İSMET İNÖNÜ'NÜN TUTUMU

İsmet İnönü cumhurbaşkanlığının ilk yıllarında Hasan Âli Yücel’e ve İsmail Hakkı Tonguç’a

ikirciksiz destek verir ve onlara yöneltilen eleştirileri göğüsler.

Gericiler ve toprak ağaları da Milli Şef ile açıktan ters düşmemeye özen göstermişlerdir. Köy Enstitüleri’nin 17 Nisan 1940 günü yapılan son oylamada 426 milletvekilinden 148’i oylamaya katılmamış ve tasarı 275 evet, 3 boş oyla kabul edilerek yasalaşmıştır. Oylamaya katılmayan bu 148 kişi yasaya muhaliftir; ama Milli Şef ile açıktan ters düşmemek için oylamaya katılmamıştır. Tasarıya oy vermeyen milletvekilleri arasında Celal Bayar, Adnan Menderes, Fuat Köprülü de vardır.

İsmet İnönü, Köy Enstitüleri’ni Cumhuriyet’in eserleri içinde “en kıymetlisi” olarak tanımlamış ve Köy Enstitüleri’ne sadakat sözü vermiştir. 1946 yılından sonra bu sözünü unutmuş, eleştirilere karşı utangaç bir savunmayı tercih etmiş, çoğu kez “düzelteceğiz” demekle yetinmiş ve “düzeltmiştir”.

Örneğin, Köy Enstitüleri’ne yöneltilen eleştirilerden birisi de uygulanan karma eğitimdi. Oysa enstitüler köy kızları için açılmış biricik kapıydı. Yapılan eleştiriler sonucu kız öğrenciler bir-iki enstitüde toplanmış ve karalama yoluyla beklenen sonuç sağlanmıştır.

1945-46 eğitim yılında 1.747 olan kız öğrenci sayısı bu uygulamanın sonucunda 706’lara kadar düşmüştür.

Köy Enstitüleri dergisi, kitaplıklarda bulunan yabancı dillerden çevrilmiş klasikler ve öğretmenlerin konuşmalarına dayanarak ortaya atılan komünizm propagandası da etkili olmuş sık sık öğrencilerin dolapları aranmaya başlanmıştır.

1945’te çok partili siyasal hayata geçişle birlikte birçok siyasi partinin kurulması, enstitülere yöneltilen suçlamaları da arttırmıştır. Karşıt partiler içinden en çok Demokrat Parti, CHP yönetimini yıpratmak için Köy Enstitüleri’ni manivela olarak kullanmıştır. İşin ilginç yanı, suçlamaların CHP içinden de taraftar bulmasıdır.

1946 genel seçimlerinden sonra partideki sağ kesim hem parti içinde kalır hem de partiye ve çevreye karşı yeni bir tavır içine girer. Sağ kesim, DP’ye karşı olmak gerekçesiyle partiyi sağa kaydırmada birleşmişlerdir.

YIKIM VE SON

1945’ten sonra iktidarı kaybetme korkusuna kapılan CHP, Cumhuriyet devrimlerinden büyük tavizler verdi. Ürken fil züccaciye dükkânına girmişti bir kez. Kırıp dökecekti. Din derslerini müfredata yeniden koyacak, İmam Hatip Kursları’nı başlatacak, İlahiyat Fakültesi’ni yeniden açacaktı. İnönü liderliğindeki CHP, 1946’da Hasan Âli Yücel’i kabine dışında bırakacak, onun yerine başlangıçtan beri enstitülere muhalif olan Reşat Şemsettin Sirer’i getirecekti. Sirer, Tonguç ve onun kadrosunu tasfiye edecek ve kendisinin “ıslahat” dediği geri sayımı başlatacaktı. Bundan sonra o büyük yıkım şöyle gerçekleştirilecekti:

* 1947 yılında Köy Enstitüleri’nin program ve yönetmelikleri değiştirilerek önemli ölçüde eski “İlköğretmen Okulu” geleneğine dönülecekti.

* Enstitülerde eğitim anlayışı yönünden gericilik ve milliyetçilik egemen olacaktı.

* Tarım ve teknik alanda verilen ek branşlar kaldırılacak, daha önce bu amaçla köy öğretmenlerine verilen tarla ve üretim araçları geri alınacaktı.

* Eğitim sürecinde öğrencilerin de katıldığı demokratik yönetim yerine geleneksel emir-kumanda anlayışına dönülecekti.

* Hafta sonunda yapılan eleştirili toplantıları ve serbest okuma etkinlikleri sıkı denetime alınacak, giderek kaldırılacaktı.

* Yükseköğrenimleri sırasında milliyetçi eylemlere karışmış kişiler enstitülere yönetici ve öğretmen olarak atanacaklar ve çok sayıda öğrenci solcu oldukları için enstitülerden kovulacaktı.

* Bu kurumlarda dayak ve baskı bir eğitim yöntemi olarak benimsenecekti.

* Sudan gerekçelerle yapılan soruşturmalar sonucunda enstitülere yönelik karalamalar sürdürülecekti.

* Bu okullarda “komünistlik eğitimi” yapıldığı, karma eğitim nedeniyle öğrencilerin ahlaka aykırı ilişkiler içinde olduğu, milli duyguları köreltici eğitim uygulandığı, yolsuzluk yapıldığı gibi iftiralar ve karalamalar yapılacaktı.

* Sirer’in Yüksek Öğretim Genel Müdürü olduğu zamanlarda gerekli öğretmen atamaları yapılmayarak kolu kanadı kırılmış olan Yüksek Köy Enstitüsü, 27 Kasım 1947 tarihli müdürler encümeni kararıyla kapatılacak, üçüncü sınıfa başlayanlar dahil, tüm öğrencileri öğretmen yetiştiren diğer okulların birinci ya da hazırlık sınıflarına dağıtılacaktı.

* 1946-47 eğitim yılında Yüksek Köy Enstitüsü çıkışlılar özel bir emirle askere sevkedilerek 45’inin yedeksubaylık hakları ellerinden alınarak “çavuş” çıkarılacaktı.

* Bazı Yüksek Köy Enstitüsü mezunlarının; köy enstitüsü öğretmenliği, denetmenlik, gezici başöğretmenlik hakları ellerinden alınacak ve bunlar ilkokul öğretmeni olarak atanacaklardı.

* 1945 yılında hükümetçe yürürlüğe konulan ve 1946-56 arasını kapsayan On Yıllık İlköğretim Planı, 1947’den itibaren durdurularak köylerde okul yapımı yavaşlatılacaktı.

* 1948’de Eğitmen Kursları’na ve birçok eğitmenin görevine son verilecek, eğitmenli köy okullarının birçoğunun kapanmasına ve binalarının harap olmasına göz yumulacaktı.

* 1947’den itibaren Köy Enstitülerinde öğrenci azaltılması yoluna gidilecekti. Özellikle kız öğrenci sayısında trajik düşüşler olacaktı.

* Bunların hepsi Cumhuriyet Halk Partisi’nin iktidarında ve İsmet İnönü’nün cumhurbaşkanlığı sırasında yapılacaktı.

* Yıkım bununla sınırlı kalmayacak ve 1950’den sonra Demokrat Parti iktidarında Köy Enstitülerine son darbe vurulacaktı.

* 1950’den sonra devlet bütçesinden umudu kesen köylüler, yıkılan okullarını yeniden yapmak zorunda kalacaklar ve eski eğitmenlerini bulamayınca vekil öğretmen istemeye başlayacaklardı.

* 1950’den sonra tasfiye süreci daha da hızlanacaktı. Örneğin, 1950 yılında tüm enstitülerdeki kız öğrenciler ayrılarak “Kız Köy Enstitüsü”ne dönüştürülen Kızılçullu’da toplanacaktı. Ertesi yıl bu enstitünün yeri NATO’ya verildiğinden, Kız Köy Enstitüsü Bolu kent merkezine nakledilecekti.

* 1943’ten başlanarak yedi enstitüde açılan “Sağlık Kolu” önce Hasanoğlan ve Kızılçullu’da toplanacak ve 1951’de de kapatılacaktı.

* 1953’te Köy Enstitüsü Programı, ilköğretmen okullarındaki program ile birleştirilerek sistem tümden çökertilecekti.

* 27 Ocak 1954 tarihinde çıkarılan 6234 sayılı kanunla Köy Enstitüleri, “İlköğretmen Okulları”na dönüştürülecekti.

KÖY ENSTİTÜLERİ DENEYİMİNİN SONUÇLARI

Tevhid-i Tedrisat Kanunu’nun kabulü (3 Mart 1924), Yeni Türk Alfabesi’nin kabulü (1 Kasım 1928), Millet Mektepleri’nin açılışı (1 Ocak 1929), Halk Evleri’nin açılışı (19 Şubat 1932) ve Köy Enstitüleri’nin açılışı (17 Nisan 1940) Anadolu rönesansının önemli kilometre taşlarıdır.

Köy Enstitüleri aydınlanma devrimini köylere ulaştırmanın biricik aracıdır. Enstitülerden yaklaşık 15.000 civarında öğretmen yetişmiş ve o gençler çorak topraklara yağmur olmuştur. Köy Enstitüleri’nden bilim insanı, yazar, ozan, ressam olarak yetişen 180 kişinin adı bulunmaktadır.

Bu kişilerin yanında enstitülerin topluma kazandırdığı birtakım altyapı imkânları da bulunmaktadır. Çetin Yetkin’in raporlarına göre, 1940-1946 arası dönemde Köy Enstitüleri tarafından 15.000 tarla tarıma elverişli hale getirildi, 750.000 yeni fidan dikildi. Ayrıca 36 ambar, 48 ahır, 12 elektrik santrali, 16 su deposu, 12 tarım deposu, 3 balıkhane ve 100 km. yol halka kazandırıldı.

Köy Enstitüleri köyü aydınıyla buluşturmuş ve köylünün yaşam kalitesini artırmıştır. Köy incelemeleriyle köyün sosyolojik yapısının fotoğrafını çekmişler; masallarımızı, manilerimizi, ağıtlarımızı, türkülerimizi, horonlarımızı, zeybeklerimizi, oyun havalarımızı derlemişlerdir.

Bunların hepsinden önemlisi; okuyan, soran, sorgulayan, düşünen ve tartışan bu gençler, kahrolası sömürü düzeninin farkına varmış ve sistemi sorgulamaya başlamıştır. Mahmut Makal, Fakir Baykurt, Talip Apaydın, Mehmet Başaran, Dursun Akçam, Behzat Ay, Yusuf Ziya Bahadınlı, Ümit Kaftancıoğlu, Hasan Kıyafet, Ali Yüce, Abdullah Özkucur, Haydar Işık gibi yazarlarıyla seslerini köylerinin dışına ulaştırmışlardır.

İsmail Hakkı Tonguç ve onun öğrencileri yeni bir aydın tanımı yapmıştır. 68 ve 71 kuşaklarının ilk öğretmenidir o aydınlar. Bu toprakların sol ve sosyalizmle buluşmasında onların emeğini yadsıyamayız.

SONUÇ

Bozkırda yitip giden bir ince suyun hüzünlü hikâyesidir bu. Önce o güzelim okullarını kaybetti Cumhuriyet ve aydınlarının canını yaktı. Emperyalizme ve işbirlikçilerine karşı kendini savunamadı. İki önemli kırılma noktası vardı bu yolculuğun; birincisi, daha yola çıkmadan seçilen yol haritası (İzmir İktisat Kongresi, 17 Şubat-4 Mart 1923) ve ikincisi, 1946 yılındaki sapma.

O güzel insanlar ömürlerini soruşturmalar, sürgünler, bakanlık emrine alınmalar, yargılamalar ve hapislerle tamamladılar. İçimizden şanslı olanlar o öğretmenlerin öğrencileri oldular ve onların ışığıyla aydınlandılar. Onlardan aldığı ışığı çocuklarına ve öğrencilerine aktardılar.

Cumhuriyet ve Köy Enstitüleri, insanımızdaki yaratıcı gücü ve problem çözebilme becerisini kanıtlıyor. Yaptık, şimdi daha iyisini yapacağız. Özgür ve eşit yurttaşların yaşadığı Sosyalist Cumhuriyet’in kuruluş yıllarında gereksinmelerimizi karşılayacak okulları kurarken, Köy Enstitüleri deneyiminden dersler çıkaracağız.

Başta İsmail Hakkı Tonguç olmak üzere, o güzel insanların anıları önünde saygıyla eğiliyoruz.

Mehmet Barış / soL

Kaynakça

1. Altunya, Niyazi, “Köy Enstitüsü Sisteminin Düşünsel Temelleri”, Ankara, Eğitim-İş, 2013.

2. Aysal, Necdet, “Anadolu'da Aydınlanma Hareketinin Doğuşu: Köy Enstitüleri”, Ankara Üniversitesi Türk İnkılâp Tarihi Enstitüsü Atatürk Yolu Dergisi, Sayı: 35-36, Mayıs-Kasım 2005, s. 267-282.

3. Dündar, Ali, “Şeriata Karşı Laik Eğitim ve Özgür Toplum”, Ankara, Ardıç Yayınları, 1995.

4. Özkucur, Abdullah, “Hasanoğlan Tüksek Köy Enstitüsü”, Ankara, Köy Enstitüleri ve Çağdaş Eğitim Vakfı Yayınları, 2013.

5. Yetkin, Çetin, “Karşı Devrim 1945-1950”, İstanbul, Otopsi Yayınları, 2002.

6. Kuruluşunun 36. Yılında Köy Enstitüleri Özel Sayısı, Yeni Toplum, TÖB-DER Aylık

Eğitim Bilim ve Sanat Dergisi, 1976.

7. Kuruluşunun 70. Yılında Bir Toplumsal Değişim Projesi Olarak Köy Enstitüleri Sempozyumu, İstanbul, 2010.

Ekler

I.

Eğitmenin El Kitabı’ndan,

(Öğrencilere azlık-çokluk kavramını, doğal sayılarda büyüklük-küçüklük kavramını kazandırmak ve çıkarma işlemini pekiştirmek amacıyla eğitmene önerilen etkinlikler)

ÜÇÜNCÜ DERS

1.Çocukları köydeki bir sürünün olduğu yere götür.

2.Sürüdeki koyun veya keçilerin sayısını her çocuğa göz kararı ile tahmin ettir.

3.Sonra bütün çocuklara sürüyü saydır (Sayma usulünü bilmezlerse çoban onlara öğretsin).

4.Koyunları ayrı kuzuları ayrı (veyahut keçileri ayrı oğlakları ayrı) saydır.

5.Koyunlar mı çok, kuzular mı (veyahut keçiler mi çok oğlaklar mı?) saydır. Ne kadar fazla? Sor ve söylet.

(Kaynak: Kuruluşunun 70. Yılında Bir Toplumsal Değişim Projesi Olarak Köy Enstitüleri Sempozyumu, s.1005).

II.



EVRENSEL "Köşebaşı + Gündem" -18 Nisan 2025 -

Proje okulları neyin projesi  (NuraySancar)

Üniversite eylemlerinin artçı salınımı devam ederken liselilerin eylemleri başladı. Öğrencilerden sınavda yüksek puan, öğretmenlerden yüksek performans talep eden proje okullarından çok sayıda öğretmenin ya atanarak ya da ilişkisi kesilerek tasfiyesi bu güzide lise öğrencilerinin tepkisinin nedeniydi.

Proje okullarına inen tırpan, seküler ve muhalif öğretmenleri uzaklaştırmak suretiyle iktidarın dinselleştirme ve kadrolaşma politikasının yolunu açmakla ilişkilendiriliyor daha çok. AKP kadrolarının liyakatsizliğini önceden test etmiş bir turnusol da eleştirinin odağına yerleşiyor. Oysa durumun kültürel bir zeminde ya da iktidar söylemindeki kodlarla açıklanmaya çalışılması eğitim kurumlarında çoktan başlamış olan yapısal dönüşüm hakkında uzun uzadıya konuşmayı savsaklayan bir kolaycılıktan başka bir şey değil. Kıyımın yaşandığı Anadolu ve fen lisesi ağırlıklı okullara neden proje okullar denildiği, bu okulların neyin projesini yaptıkları ya da neye proje oldukları pek sorgulanmıyor.

2014’te uygulamaya giren proje okulları 652 sayılı Milli Eğitim Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname’nin 37. maddesine yapılan eklemeyle belirlenmişti. Bu okullar yurt içi veya yurt dışında, yerli veya yabancı kurum ve kuruluşlarla veya başka ülkelerle iş birliği anlaşması çerçevesinde kurulan ve ulusal veya uluslararası proje yürüten okul ve kurumlar olacaktı. Yani ‘…Organize sanayi bölgesi, serbest ticaret bölgesi, ilgili alanda büyük ölçekli işletme veya sivil toplum kuruluşları ile eğitim yapılan meslek alanlarına uygun… Kapsamlı çalışmalar içeren konularda protokol yapılmış olması ve bu protokol kapsamında çalışmaları yürütülüyor olması… Bu bağlamda proje okulların bakanlığın kabul ettiği kurum ve kuruluşlarca akredite edilmiş olması’ düşünülmüştü.

Milli Eğitim bakanının açıklamalarından anlaşılıyor ki proje okullarında öğretmenlerle dört yıllık anlaşmalar yapılmış sonra bir dört yıl daha uzatılmış. Günün sonunda, liyakat sözcüğünün AKP’ceye tercüme edilmiş haliyle öyle anlaşılıyor ki bu okullar pek de projelendirilememişler.

Aslında böyle bir projelendirme işi üniversitelerde çoktan başlamış durumda. Üniversiteli emeğin ulusal ve uluslararası şirketler için birer girdi haline getirilmesi ile bilgi ve birikimlerini sermayenin hizmetine sunan öğrenciler ve hocalar; sermayenin hem müşterisi hem pazarlayıcısı hem de işçisi haline getirmiş bulunuyor. Üniversitede hangi tezlerin hazırlanacağını, hangi araştırmaların yapılacağını ve hangi kadrolarla çalışılacağını belirleyen bu ilişki biçimi eğitim kurumlarını birer teknik ortam haline getirdiği gibi kadrolarını da proleterleştirdi.

Orta öğrenimdeki çöküntüyü imam hatip liselerinin orantısız artmasında, MESEM ve ÇEDES uygulamalarında aramak yetmiyor. Çünkü bunlar eğitim sistemindeki genel ‘çöktürme’nin tamamlayıcı parçası sayılır. Proje okullarında kafa ve kol emeği becerisinin OSB’lere, KOBİ’lere, hatta uluslararası sermayenin hizmetine sunulması için epey düzenleme yapan iktidarın bu alandaki tıkanıklığına bir çare olarak gördüğü öğretmen kıyımı lavabo açıcı bir değer taşıyor. Okul öncesinden başlayarak tamamen sanayinin ve elbette iktidarın beklentilerine uygun bir eğitim sistemini birbiriyle uyumlu çalışacak volan kayışlarının pasını alan bir temizlik hamlesi. Bu bir aşırı yorum değil; proje okullarının ne işe yaradığını bizzat Milli Eğitim Bakanlığı söylüyor.

Üniversite ve proje okulları öğrencilerinin güvencesizleştirmeye ve geleceksizleştirmeye yönelik son müdahalelere tepkisi ister İmamoğlu’na yönelik diploma sansasyonu ile, ister öğretmen kıyımındaki gibi uç biçimlerde ortaya çıksın başka bir dizi adaletsizlikle de birleşen, eğitimin adım adım çürümesine karşıdır.

Türkiye’de bunlar olurken Trump ABD’de Filistin yanlısı eylemlere katılan öğrenci ve hocaları antisemitizmle suçlayarak bazı üniversitelerin federal fonlarında kısıntı yaptı. Bunların arasında Harvard gibi bir yıldız da var. Harvard bu şantaja boyun eğmese de Kolombiya Üniversitesi eylemlere katılan öğrencileri atmak suretiyle Trump’la hizaya gelmeyi tercih etti.

Aslında üniversitelerin kendi finans kaynaklarını bulmak için sermayenin kapısını aşındırmaya, fon karşılığında kendilerinden beklenen araştırmaları yapmaya mecbur bırakıldıkları, akademik kadronun da proje çalışanı haline getirildiği yapılanma yeni bir şey değil. Yeni olan ‘süreç’e müdahale biçimlerinin keskinliği ve okulun iktidarın tercihine siyasal zorla bağlanması.

Proje okulları için liyakatin yeniden tanımlanması gerektiriyor; çünkü eski çamlardan bardak oymaya girişildi ve eski kadrolar ve eğitim anlayışı yeni projeye uymuyor. “Uygulanacak projelerin niteliğine göre kendi türünde altyapı, donanım ve yeterli insan kaynağına sahip olması ve diğer okullar arasında ön plana çıkması beklenen proje okullarında…” uygun bulunmayan öğretici insan kaynağından binlerce öğretmenin akıbetini büyük harfle iktidarın projesi belirliyor.

                                                      /././

Almanya’daki dual formasyonu doğru okumak: Meslek okulu/ çıraklık olumsuz, iyi eğitim olumlu

(Adnan Gümüş)

Sorun alanlarını kaydırmak ana sorunlardan ve propaganda tekniklerinden birini oluşturmaktadır.

18 yaş altı eğitim yaşındaki çocukların çıraklık veya meslek okuluna gönderilmesi ile her yetişkinin aynı zamanda belli bir işi gücü mesleği olması çok farklı konuları oluşturmaktadır. Esaslı amaç bir şekilde meslek sahibi olmak değil -hiç yoktan iyidir-, iyi bir yetişme, iyi bir kavrayış ve iş güç yeterliliği, insanın ve toplumun kendini çok boyutlu gerçekleştirebilmesidir.

Türkiye’de çıraklık ve meslek lisesi konusu açıldığında hemen model olarak Almanya gösterilmektedir. Almanya çıraklık ve meslek okulunun yaygın olduğu bir ülkedir ama bunu ideal sayan bir ülke midir, bu tümden karıştırılmaktadır. Yedi düzeyde karışıklık yapılmaktadır:

Almanya veya dünyada sosyal ve bilimsel anlamda hiçbir çocuğun çıraklığa gitmesi genel bir ideal veya amaç değildir, 16 ve üstü yaşta ilgi ve yeteneğine göre yönlendirme (rehberlik) yapılması ile bir mesleğe yönlendirme de aynı şey değildir, 16-17 yaş meslek okulu meselesi de çok tartışmalı bir konudur,18 yaş ve üstü, sonuçta yetişkin nüfusun iş meslek sahibi olması ve bununla ilgili öğretim ve formasyon ilk üç maddeden daha ayrı bir konudur.Erken yaşta (18 yaş altında, hatta 22 yaş altında) okul veya yükseköğretimin dışında kalan kişilerin oryantasyonu veya bunlara belli bir meslek becerisi kazandırılması çok daha başka bir konudur.Dual sistem (Genel eğitim ve öğretim ile mesleki formasyon ve deneyimin birlikte yapılması, okul ve iş yerinde öğretim) tartışması da erken yaşta çıraklığa veya erken yaşta meslek okuluna yönlendirme ile ilgili değil, mesleki formasyon veya meslek yüksekokulları sürecinde öğretimin ve deneyimin iş ve iş yerleriyle olan bağı ile ilgilidir. İş yerinin okul yerine geçirilmeye kalkışılması bambaşka bir sorun alanıdır.

Bu karıştırmacalar veya kasıtlı kaydırmacalar ilk akla gelenlerdir. Daha pek çok kaydırmaca karıştırmaca da bulunmaktadır.

Almanya örneği: Meslek çıraklık ve meslek  lisesinden dolayı değil iyi eğitimin sonucu ediniliyor

Dünyada da Almanya’da da ciddi bir sorun nüfusun nitelikli eğitimi ve yetişkin yaşamında belli bir nitelikli iş güç yapabilme potansiyelidir. Bunun temel ölçütü, ülkenin/toplumun genel eğitim düzeyi ve eğitimin kalite düzeyidir.

Yetişkin nüfusun durumu ile ilgili bir gösterge nitelikli bir mesleki yeterliliğinin, resmi anlamda bir meslek formasyonunun olup olmadığıdır. Bununla ilgili bir ölçü veya hesaplama 20-34 yaş grubunda herhangi bir mesleki eğitim tamamlamamışların o yaş grubundaki oranıdır. Bu gösterge genç yetişkin grupta bir mesleki eğitim sertifikası olmayan veya yüksekokul öğrenimi olmayanlara karşılık gelmektedir.

Almanya’da mesleki eğitim enstitüsü mesleki eğitim raporu 2024’e (Bildungsinstitut Berufsbildung Berufsbildungsbericht 2024) göre “Mesleki yeterliliği olmayan 20-34 yaş arası genç yetişkinlerin oranı 2021’de yaklaşık 2.64 milyon kişi (yüzde 17.8) iken, bu sayı 2022’de 2.86 milyona (yüzde 19.1) yükselmiş bulunmaktadır.

Almanya için dört sosyodemografik gösterge öne çıkmaktadır. 1-Genel eğitim diploma oranı (ortaokul ve üstü diploması olma durumu arttıkça iyileşiyor), 2-Uyruk, 3-Göç Tarihi ve 4-Göç Geçmişi.

Mesleki yetersizliğin ana sebebi eğitimin dışında, altta ve dışta kalma

Almanya örneğinde ortaokul ve üstü bir diplomaya sahip olma durumu genç yetişkinlerin nitelikli iş güç meslek sahibi olmasını iyileştiriyor: Diplomasızlar için oran yüzde 75, ortaokul diplomalılar için yüzde 34.4, genel lise diplomalılar için yüzde 18.0, yüksek öğrenimliler için yüzde 8.1’dir (Bu oranlar göçmenler dahil tüm Almanya içindir).

Yani ana sorun ortaokula gidememe temel kırılma noktası olmak üzere ortaokul ve üstü kademeleri tamamlayamama sorunudur. Eğitim düzeyi arttıkça yetişkinlikte nitelikli bir iş güç formasyonu da artmaktadır.

O halde eğitimden ve nitelikli eğitimden kopma veya mahrum kalmanın sebepler nelerdir, bunlara bakmak gerekiyor.

Şekil: Vatandaşlık (Alman, AB, AB dışı) durumuna göre Almanya’da 2022’de mesleki sertifikası olmayan 20 ila 34 yaş genç yetişkinler

Alman uyruğunda olmayan yabancıların bir mesleki eğitimi olmayanların oranı yüzde 38.2’dir ve bu Almanlarınkinden (yüzde 12.7) tam üç kat daha yüksektir.

Kaldı ki Alman yurttaşı sayılanların içinde çift yurttaşlığı (yani göçmen kökenli) olanlar da yer almaktadır.

Ayrıntılarına bakıldığında Almanya’daki Suriyeli, Afgan, Romen, Bulgar, Türk vb. arasında mesleki formasyona sahip olmayanların oranı çok yüksek bulunmaktadır.

Şekil: Almanya’da bazı ülke yurttaşlıklarına göre 2022’de mesleki sertifikası olmayan 20 ila 34 yaş genç yetişkinler

Yani ana sorun köken ve uyruk ile eşleşen göç durumu ve tarihi, daha genel olarak yoksulluk ve dışlanma durumudur, altta ve dışta kalanların nitelikli eğitime ulaşma sorunlarıdır, okuldan kopuşlarıdır.

Ana sorun: 18 yaş altı çıraklık ve meslek okulu ile nitelikli mesleki formasyonun karıştırılması

Burada ana sorun yetişkin yaşamda mesleği olma ve nitelikli iş üretim yapma yoluyla hayatını idame ettirme, kendini üretim ile de gerçekleştirme, topluma somut katkıda bulunma ile erken yaşta (18 yaş altında) bir an önce çıraklığa veya bir meslek okuluna yönlendirme arasındaki büyük farkın, hatta uzlaşmazlığın dikkatten kaçırılmasıdır.

Almanya örneğinde de çıraklık veya erken yaşta mesleğe yönlendirme amaç değildir, çıraklık ve pek çok meslek okulu istenmedik durumdadır. Eğitimde erken yaşta mesleki yönlendirmeye yönelik de çeşitli eleştiriler bulunmaktadır, bunun ideal olduğunu söyleyen çok daha azınlıktadır. Çıraklık ve meslek okullarının sonuçta ciddi bir ayrımcılık oluşturduğu tüm istatistiklere yansımaktadır.

Almanya’daki dual sistem tartışması daha farklı bir tartışmadır, çocukların erken yaşta çıraklık veya mesleğe yönlendirmesi ile doğrudan ilgili değildir, dolaylı ilgilidir. Dual sistemle ilgili daha uygun bir tartışma iş yerlerinin meslek sertifikaları ve yüksekokulların iş deneyimi ve işte öğrenmeleri ile ilgili rollerinin ne olması gerektiğine yöneliktir. Bu konu da ayrıca tartışmalıdır.

Dual sistemin resmi eğitimin özelleştirilmesi ile, kamunun eğitim öğretim sorumluluğunu özel işletmelere devri ile de doğrudan değil dolaylı bir ilgisi bulunmaktadır. Eğitimin özelleştirme konusu ve dual sistemin bundaki yeri de ayrı bir tartışma konusudur.

Ana amaç: Erken yaşta çıraklık ve meslek okulu değil kaliteli genel eğitimin ve yükseköğretimin herkese ulaştırılması

Almanya için de herkes için de ana amaç nitelikli genel eğitim ve dahası yükseköğrenimin mümkünse tüm nüfusa sağlanması, her yetişkinin yükseköğrenimini da tamamlayarak bu süreç sonunda bilgili, duyarlı, becerikli, üretken olmasıdır. Nitelikli genel eğitim kişi için de toplum için de kalifiye iş güç için de ön şartı oluşturmaktadır. Doğru düzgün bir yükseköğrenim ise zaten beceri, sanat, felsefe ve bilimde daha yüksek kazanımlar, iş güç üretimde daha rafine beceriler anlamına gelmektedir.

İlgili raporun sonuç vurgusu da şu şekildedir: “Bu raporda, 2024 veri raporunun A11 bölümünü desteklemek amacıyla 2022 mikro nüfus sayımına ilişkin ek analizler sunulmuştur. Elde edilen bulgular, daha yüksek bir öğrenim seviyesinin, mesleki nitelik kazanma şansını olumlu yönde etkilediğini ortaya koymaktadır. Bu nedenle, genç yetişkinlerin mesleki yeterlilik elde etme olasılıklarını artırmak için genel eğitimlerini tamamlamalarını sağlamaya yönelik çabaların artırılması gerekmektedir.”

İş piyasasında durum bu sürecin bir çıktısı olarak devreye girmektedir. “İstihdam oranının ve iş türünün büyük ölçüde mesleki bir yeterlilik belgesine sahip olup olmamaya bağlı olduğunu gösteriyor. Resmi bir nitelik belgesi bulunmayan genç yetişkinler, işsizlik (özellikle uzun süreli işsizlik) riskini daha fazla taşımakta ve mesleki eğitimini tamamlamış çalışanlara kıyasla ortalama olarak önemli ölçüde daha az kazanmaktadır." (Michael Kalinowski, Junge Erwachsene ohne abgeschlossene Berufsausbildung Ergänzende Auswertungen zum Kapitel A11 des Datenreports 2024, (https://res.bibb.de/vet-repository_782415 ).

Köy enstitüleri başka, çıraklık ve meslek lisesi bambaşka: Toplumsal güç ilişkilerini dönüştürmeye karşı ona mahkum olma

Dün köy enstitülerinin kuruluş yıl dönümüydü (17 Nisan 1940). Türkiye’de iyi okul modelleri çoktur da kırdakini/ en alttakini alıp bir okul sürecinde bu kadar farklı düzeye taşıyabilmenin ve bu kadar büyük toplumsal sonuçlar yaratabilmenin örneği tüm dünyada çok sınırlı sayıdadır.

Bu örneklerden, bu modellerden günümüze dersler çıkarmak gerekmektedir. Köy enstitüleri; halkı ve toplumsal güç ilişkilerini dönüştürme amacını da taşıyan bilgi, teknik, sanat, üretimin birlikte buluştuğu bir model olarak okunsa yanlış bir okuma olmayacaktır

Köy enstitüleri eksikliklerine ve farklı ideolojik kritikleriyle birlikte bir toplumdaki her tür yoksulluk, yoksunluk, eşitsizlik, ayrımcılığı azaltma, aydınlanmayı ve özgürleşimi artırma yolu olurken; çıraklık ve meslek okulları bizzat ayrımcılığın, sömürünün, metalaşmanın, özelleştirmenin aracı haline getirilmiş bulunuluyor.

                                                          /././

Paskalya’da barış dileği ve silah sanayisi

(Yücel Özdemir)

Bugün Hristiyanlık aleminin kutsal günlerinden biri olan Paskalya’nın ilk günü. İsa’nın çarmıha gerildiği bugünden “Paskalya Pazartesi”sine kadar süren etkinlikler ve kilise ayinlerinde barış, dostluk ve kardeşlik temenni edilir.

Kökleri Yahudilerin “Pasha” (Fısıh) Bayramı’na kadar uzanan, İsa’nın ölümünün ardından takipçileri tarafından birinci yüzyılda, Pasha Bayramı’na denk gelen günlerde “yeniden diriliş”e inancı pekiştirmek için Paskalya Bayramı kutlamaya başlamışlar.

Yüzyıllardır dünyanın dört bir yanında Paskalya’da asıl olarak İsa’ya bağlılık ve inanç temelinde dile getirilen barış ve kardeşlik temennilerine, Avrupa’da 1960’tan bu yana bir sosyal hareket olarak “Paskalya gösterileri” eklendi. 65 yıldır Paskalya’yı dini içerikle kutlamayı tercih etmeyenler ya da “barış duası” ile yetinmeyenler, sokakta düzenledikleri gösteri ve yürüyüşlerle savaşa ve silahlanmaya karşı mücadele çağrılar yapıyorlar. ’70’li, 80’li yıllarda on binlerce insanın katıldığı bu eylemlere katılım eskisi gibi olmamakla birlikte, kilise temsilcileri de katılarak konuşmalar yapıyorlar.

Denilebilir ki; bu nedenle özellikle Almanya’da kiliseler geçmişten günümüzde barış hareketinin önemli bileşenleri, müttefiklerinden biri oldu.

Bu Paskalya’da da Almanya’nın 100’den fazla kentinde barış yanlıları bir kez daha savaşa ve silahlanmaya karşı seslerini duyurmaya çalışacaklar. Ana konu elbette yeni hükümetin dış politikası ve devasa askeri harcamalar.

Ukrayna savaşı Almanya’nın silahlanması için tam anlamıyla bir “milat” oldu. Savaşın başlamasından üç gün sonra askeri harcamalar için 100 milyar avroluk özel fon kuran Almanya, 18 Mart’ta ise Anayasa’da yaptığı değişiklikle, askeri harcamalarda üst sınırı da kaldırdı. Emperyalist çıkarlara bağlı olarak silahlanma kapasitesi ve askeri gücü arttırılacak.

Dışarıdaki çıkarlar için yüz milyarlarda avro ayrılırken, içeride ekonomideki gidişat her geçen gün kötüleşiyor. Otomobil sektöründen başlayarak büyük firmaların önemli kısmı pazarın daralmasıyla işçi sayısını azaltmayı, fabrikaları kapatmayı gündemine aldı. ABD’nin ilan ettiği gümrük vergilerinin hayata geçirilmesi halinde mevcut tablonun çok daha kötüleşeceği pek çok ekonomist tarafından dile getiriliyor.

Ekonomistlerin bir bölümü otomobil sektörü ve tedarik zincirlerinde yaşanan daralmanın askeri harcamalar ve silah üretimiyle aşılabileceğini ileri sürüyor. Başka bir değişle “Araba yerine silah/tank üreterek” durgunluğun aşılması çağrısında bulunuyorlar. Bazı otomobil fabrikalarının silah üretimine dönüştürülmesi de buna örnek gösteriliyor. Özetle ekonomideki “konjonktürel durgunluğu” silah üretimiyle aşılacağını iddia ediyorlar.

Bunun somut propagandasının merkezi Münih’te bulunan Ifo Enstitüsü. Enstitü, kuzey Almanya’daki eyaletlerdeki ekonomik büyümenin “savunma sanayisinin yükselişi” sayesinde olduğunu açıkladı.

Sermayenin azımsanmayacak bir kesimi, artan silahlanma isteği, buna bağlı olarak devletin ayırdığı devasa bütçe hesaba katarak adeta “savunma sanayisi ekonomisi” inşa etmenin hesaplarını yapıyor. Devletlerin askeri harcamalar için ayırdığı ya da ayırmayı öngördüğü yüksek bütçeler, silah tekellerinin iştahını kabartıyor.

Kiel Ekonomi Enstitüsü, AB ülkelerinin askeri harcamalarını NATO hedefi olan GSYH’nin yüzde 2’sinden yüzde 3.5’ine çıkarması, ABD menşeli yüksek teknolojili silahlardan Avrupa malı silahlara geçmesi halinde AB’nin gayrisafi yurt içi hasılasının yılda yüzde 0.9 ila 1.5 oranında artabileceğini ileri sürüyor.

Askeri bütçelere paralel savaş tehlikesi artarken, silah tekelleri şirketleri üretim kapasitelerini arttırmak için daha önce otomobil ve parçaları üreten fabrikaları dönüştürmenin çabası içerisinde. Alman Rheinmetall tekeli, NATO’nın askeri harcamalar kriterini yüzde 2.5 ila 3.5’e çıkarması durumunda 2030 yılına kadar “300 ila 400 milyarlık avroluk” potansiyel sipariş alabileceğini hesapladı. Bu da üretim kapasitesinin artması anlamına geliyor. Bu nedenle otomobil fabrikalarının dönüştürülmesi ve yeni silah fabrikalarının inşası söz konusu.

Bir başka araştırmada ise NATO’nun askeri harcamalar kriterini yüzde 3’e çıkarılması durumunda Avrupa’da 660 bin yeni istihdam yaratabileceği ileri sürülüyor. Sendikalardan başlayarak pek çok kesim de silah üretiminin artması durumunda yok olan iş yerlerinin korunacağı propagandası yapıyor. Silah tekellerinin işten atılan işçileri işe almak için yaptığı açıklamalar da bunu güçlendiriyor.

Bu Paskalya’da bir tarafta barışa duyulan ihtiyacın acil olduğu, bu nedenle silahların susması, askeri harcamaların durması çağrısı yapılırken diğer tarafta daha fazla silah üretimi ve askeri harcamalar için daha fazla bütçeden söz edilecek. Birbirine zıt bu iki taraftan hangisinin galip geleceğini ise bugün sessiz kalan çoğunluk belirleyecek.

Savaş cephesine karşı barış cephesinin güçlenmesi için mutlaka herkesin yapabileceği bir şey var.

                                                                  /././

(EVRENSEL)

Öne Çıkan Yayın

halkTV "Köşebaşı" -23 Kasım 2025-

 İddianamedeki ‘sır’ avukat: Baskı kurdu tehditle ifademi organize etti -Bahadır Özgür-  İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’nın hazırladığı İB...