EVRENSEL "Köşebaşı + Gündem" -18 Nisan 2025 -

Proje okulları neyin projesi  (NuraySancar)

Üniversite eylemlerinin artçı salınımı devam ederken liselilerin eylemleri başladı. Öğrencilerden sınavda yüksek puan, öğretmenlerden yüksek performans talep eden proje okullarından çok sayıda öğretmenin ya atanarak ya da ilişkisi kesilerek tasfiyesi bu güzide lise öğrencilerinin tepkisinin nedeniydi.

Proje okullarına inen tırpan, seküler ve muhalif öğretmenleri uzaklaştırmak suretiyle iktidarın dinselleştirme ve kadrolaşma politikasının yolunu açmakla ilişkilendiriliyor daha çok. AKP kadrolarının liyakatsizliğini önceden test etmiş bir turnusol da eleştirinin odağına yerleşiyor. Oysa durumun kültürel bir zeminde ya da iktidar söylemindeki kodlarla açıklanmaya çalışılması eğitim kurumlarında çoktan başlamış olan yapısal dönüşüm hakkında uzun uzadıya konuşmayı savsaklayan bir kolaycılıktan başka bir şey değil. Kıyımın yaşandığı Anadolu ve fen lisesi ağırlıklı okullara neden proje okullar denildiği, bu okulların neyin projesini yaptıkları ya da neye proje oldukları pek sorgulanmıyor.

2014’te uygulamaya giren proje okulları 652 sayılı Milli Eğitim Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname’nin 37. maddesine yapılan eklemeyle belirlenmişti. Bu okullar yurt içi veya yurt dışında, yerli veya yabancı kurum ve kuruluşlarla veya başka ülkelerle iş birliği anlaşması çerçevesinde kurulan ve ulusal veya uluslararası proje yürüten okul ve kurumlar olacaktı. Yani ‘…Organize sanayi bölgesi, serbest ticaret bölgesi, ilgili alanda büyük ölçekli işletme veya sivil toplum kuruluşları ile eğitim yapılan meslek alanlarına uygun… Kapsamlı çalışmalar içeren konularda protokol yapılmış olması ve bu protokol kapsamında çalışmaları yürütülüyor olması… Bu bağlamda proje okulların bakanlığın kabul ettiği kurum ve kuruluşlarca akredite edilmiş olması’ düşünülmüştü.

Milli Eğitim bakanının açıklamalarından anlaşılıyor ki proje okullarında öğretmenlerle dört yıllık anlaşmalar yapılmış sonra bir dört yıl daha uzatılmış. Günün sonunda, liyakat sözcüğünün AKP’ceye tercüme edilmiş haliyle öyle anlaşılıyor ki bu okullar pek de projelendirilememişler.

Aslında böyle bir projelendirme işi üniversitelerde çoktan başlamış durumda. Üniversiteli emeğin ulusal ve uluslararası şirketler için birer girdi haline getirilmesi ile bilgi ve birikimlerini sermayenin hizmetine sunan öğrenciler ve hocalar; sermayenin hem müşterisi hem pazarlayıcısı hem de işçisi haline getirmiş bulunuyor. Üniversitede hangi tezlerin hazırlanacağını, hangi araştırmaların yapılacağını ve hangi kadrolarla çalışılacağını belirleyen bu ilişki biçimi eğitim kurumlarını birer teknik ortam haline getirdiği gibi kadrolarını da proleterleştirdi.

Orta öğrenimdeki çöküntüyü imam hatip liselerinin orantısız artmasında, MESEM ve ÇEDES uygulamalarında aramak yetmiyor. Çünkü bunlar eğitim sistemindeki genel ‘çöktürme’nin tamamlayıcı parçası sayılır. Proje okullarında kafa ve kol emeği becerisinin OSB’lere, KOBİ’lere, hatta uluslararası sermayenin hizmetine sunulması için epey düzenleme yapan iktidarın bu alandaki tıkanıklığına bir çare olarak gördüğü öğretmen kıyımı lavabo açıcı bir değer taşıyor. Okul öncesinden başlayarak tamamen sanayinin ve elbette iktidarın beklentilerine uygun bir eğitim sistemini birbiriyle uyumlu çalışacak volan kayışlarının pasını alan bir temizlik hamlesi. Bu bir aşırı yorum değil; proje okullarının ne işe yaradığını bizzat Milli Eğitim Bakanlığı söylüyor.

Üniversite ve proje okulları öğrencilerinin güvencesizleştirmeye ve geleceksizleştirmeye yönelik son müdahalelere tepkisi ister İmamoğlu’na yönelik diploma sansasyonu ile, ister öğretmen kıyımındaki gibi uç biçimlerde ortaya çıksın başka bir dizi adaletsizlikle de birleşen, eğitimin adım adım çürümesine karşıdır.

Türkiye’de bunlar olurken Trump ABD’de Filistin yanlısı eylemlere katılan öğrenci ve hocaları antisemitizmle suçlayarak bazı üniversitelerin federal fonlarında kısıntı yaptı. Bunların arasında Harvard gibi bir yıldız da var. Harvard bu şantaja boyun eğmese de Kolombiya Üniversitesi eylemlere katılan öğrencileri atmak suretiyle Trump’la hizaya gelmeyi tercih etti.

Aslında üniversitelerin kendi finans kaynaklarını bulmak için sermayenin kapısını aşındırmaya, fon karşılığında kendilerinden beklenen araştırmaları yapmaya mecbur bırakıldıkları, akademik kadronun da proje çalışanı haline getirildiği yapılanma yeni bir şey değil. Yeni olan ‘süreç’e müdahale biçimlerinin keskinliği ve okulun iktidarın tercihine siyasal zorla bağlanması.

Proje okulları için liyakatin yeniden tanımlanması gerektiriyor; çünkü eski çamlardan bardak oymaya girişildi ve eski kadrolar ve eğitim anlayışı yeni projeye uymuyor. “Uygulanacak projelerin niteliğine göre kendi türünde altyapı, donanım ve yeterli insan kaynağına sahip olması ve diğer okullar arasında ön plana çıkması beklenen proje okullarında…” uygun bulunmayan öğretici insan kaynağından binlerce öğretmenin akıbetini büyük harfle iktidarın projesi belirliyor.

                                                      /././

Almanya’daki dual formasyonu doğru okumak: Meslek okulu/ çıraklık olumsuz, iyi eğitim olumlu

(Adnan Gümüş)

Sorun alanlarını kaydırmak ana sorunlardan ve propaganda tekniklerinden birini oluşturmaktadır.

18 yaş altı eğitim yaşındaki çocukların çıraklık veya meslek okuluna gönderilmesi ile her yetişkinin aynı zamanda belli bir işi gücü mesleği olması çok farklı konuları oluşturmaktadır. Esaslı amaç bir şekilde meslek sahibi olmak değil -hiç yoktan iyidir-, iyi bir yetişme, iyi bir kavrayış ve iş güç yeterliliği, insanın ve toplumun kendini çok boyutlu gerçekleştirebilmesidir.

Türkiye’de çıraklık ve meslek lisesi konusu açıldığında hemen model olarak Almanya gösterilmektedir. Almanya çıraklık ve meslek okulunun yaygın olduğu bir ülkedir ama bunu ideal sayan bir ülke midir, bu tümden karıştırılmaktadır. Yedi düzeyde karışıklık yapılmaktadır:

Almanya veya dünyada sosyal ve bilimsel anlamda hiçbir çocuğun çıraklığa gitmesi genel bir ideal veya amaç değildir, 16 ve üstü yaşta ilgi ve yeteneğine göre yönlendirme (rehberlik) yapılması ile bir mesleğe yönlendirme de aynı şey değildir, 16-17 yaş meslek okulu meselesi de çok tartışmalı bir konudur,18 yaş ve üstü, sonuçta yetişkin nüfusun iş meslek sahibi olması ve bununla ilgili öğretim ve formasyon ilk üç maddeden daha ayrı bir konudur.Erken yaşta (18 yaş altında, hatta 22 yaş altında) okul veya yükseköğretimin dışında kalan kişilerin oryantasyonu veya bunlara belli bir meslek becerisi kazandırılması çok daha başka bir konudur.Dual sistem (Genel eğitim ve öğretim ile mesleki formasyon ve deneyimin birlikte yapılması, okul ve iş yerinde öğretim) tartışması da erken yaşta çıraklığa veya erken yaşta meslek okuluna yönlendirme ile ilgili değil, mesleki formasyon veya meslek yüksekokulları sürecinde öğretimin ve deneyimin iş ve iş yerleriyle olan bağı ile ilgilidir. İş yerinin okul yerine geçirilmeye kalkışılması bambaşka bir sorun alanıdır.

Bu karıştırmacalar veya kasıtlı kaydırmacalar ilk akla gelenlerdir. Daha pek çok kaydırmaca karıştırmaca da bulunmaktadır.

Almanya örneği: Meslek çıraklık ve meslek  lisesinden dolayı değil iyi eğitimin sonucu ediniliyor

Dünyada da Almanya’da da ciddi bir sorun nüfusun nitelikli eğitimi ve yetişkin yaşamında belli bir nitelikli iş güç yapabilme potansiyelidir. Bunun temel ölçütü, ülkenin/toplumun genel eğitim düzeyi ve eğitimin kalite düzeyidir.

Yetişkin nüfusun durumu ile ilgili bir gösterge nitelikli bir mesleki yeterliliğinin, resmi anlamda bir meslek formasyonunun olup olmadığıdır. Bununla ilgili bir ölçü veya hesaplama 20-34 yaş grubunda herhangi bir mesleki eğitim tamamlamamışların o yaş grubundaki oranıdır. Bu gösterge genç yetişkin grupta bir mesleki eğitim sertifikası olmayan veya yüksekokul öğrenimi olmayanlara karşılık gelmektedir.

Almanya’da mesleki eğitim enstitüsü mesleki eğitim raporu 2024’e (Bildungsinstitut Berufsbildung Berufsbildungsbericht 2024) göre “Mesleki yeterliliği olmayan 20-34 yaş arası genç yetişkinlerin oranı 2021’de yaklaşık 2.64 milyon kişi (yüzde 17.8) iken, bu sayı 2022’de 2.86 milyona (yüzde 19.1) yükselmiş bulunmaktadır.

Almanya için dört sosyodemografik gösterge öne çıkmaktadır. 1-Genel eğitim diploma oranı (ortaokul ve üstü diploması olma durumu arttıkça iyileşiyor), 2-Uyruk, 3-Göç Tarihi ve 4-Göç Geçmişi.

Mesleki yetersizliğin ana sebebi eğitimin dışında, altta ve dışta kalma

Almanya örneğinde ortaokul ve üstü bir diplomaya sahip olma durumu genç yetişkinlerin nitelikli iş güç meslek sahibi olmasını iyileştiriyor: Diplomasızlar için oran yüzde 75, ortaokul diplomalılar için yüzde 34.4, genel lise diplomalılar için yüzde 18.0, yüksek öğrenimliler için yüzde 8.1’dir (Bu oranlar göçmenler dahil tüm Almanya içindir).

Yani ana sorun ortaokula gidememe temel kırılma noktası olmak üzere ortaokul ve üstü kademeleri tamamlayamama sorunudur. Eğitim düzeyi arttıkça yetişkinlikte nitelikli bir iş güç formasyonu da artmaktadır.

O halde eğitimden ve nitelikli eğitimden kopma veya mahrum kalmanın sebepler nelerdir, bunlara bakmak gerekiyor.

Şekil: Vatandaşlık (Alman, AB, AB dışı) durumuna göre Almanya’da 2022’de mesleki sertifikası olmayan 20 ila 34 yaş genç yetişkinler

Alman uyruğunda olmayan yabancıların bir mesleki eğitimi olmayanların oranı yüzde 38.2’dir ve bu Almanlarınkinden (yüzde 12.7) tam üç kat daha yüksektir.

Kaldı ki Alman yurttaşı sayılanların içinde çift yurttaşlığı (yani göçmen kökenli) olanlar da yer almaktadır.

Ayrıntılarına bakıldığında Almanya’daki Suriyeli, Afgan, Romen, Bulgar, Türk vb. arasında mesleki formasyona sahip olmayanların oranı çok yüksek bulunmaktadır.

Şekil: Almanya’da bazı ülke yurttaşlıklarına göre 2022’de mesleki sertifikası olmayan 20 ila 34 yaş genç yetişkinler

Yani ana sorun köken ve uyruk ile eşleşen göç durumu ve tarihi, daha genel olarak yoksulluk ve dışlanma durumudur, altta ve dışta kalanların nitelikli eğitime ulaşma sorunlarıdır, okuldan kopuşlarıdır.

Ana sorun: 18 yaş altı çıraklık ve meslek okulu ile nitelikli mesleki formasyonun karıştırılması

Burada ana sorun yetişkin yaşamda mesleği olma ve nitelikli iş üretim yapma yoluyla hayatını idame ettirme, kendini üretim ile de gerçekleştirme, topluma somut katkıda bulunma ile erken yaşta (18 yaş altında) bir an önce çıraklığa veya bir meslek okuluna yönlendirme arasındaki büyük farkın, hatta uzlaşmazlığın dikkatten kaçırılmasıdır.

Almanya örneğinde de çıraklık veya erken yaşta mesleğe yönlendirme amaç değildir, çıraklık ve pek çok meslek okulu istenmedik durumdadır. Eğitimde erken yaşta mesleki yönlendirmeye yönelik de çeşitli eleştiriler bulunmaktadır, bunun ideal olduğunu söyleyen çok daha azınlıktadır. Çıraklık ve meslek okullarının sonuçta ciddi bir ayrımcılık oluşturduğu tüm istatistiklere yansımaktadır.

Almanya’daki dual sistem tartışması daha farklı bir tartışmadır, çocukların erken yaşta çıraklık veya mesleğe yönlendirmesi ile doğrudan ilgili değildir, dolaylı ilgilidir. Dual sistemle ilgili daha uygun bir tartışma iş yerlerinin meslek sertifikaları ve yüksekokulların iş deneyimi ve işte öğrenmeleri ile ilgili rollerinin ne olması gerektiğine yöneliktir. Bu konu da ayrıca tartışmalıdır.

Dual sistemin resmi eğitimin özelleştirilmesi ile, kamunun eğitim öğretim sorumluluğunu özel işletmelere devri ile de doğrudan değil dolaylı bir ilgisi bulunmaktadır. Eğitimin özelleştirme konusu ve dual sistemin bundaki yeri de ayrı bir tartışma konusudur.

Ana amaç: Erken yaşta çıraklık ve meslek okulu değil kaliteli genel eğitimin ve yükseköğretimin herkese ulaştırılması

Almanya için de herkes için de ana amaç nitelikli genel eğitim ve dahası yükseköğrenimin mümkünse tüm nüfusa sağlanması, her yetişkinin yükseköğrenimini da tamamlayarak bu süreç sonunda bilgili, duyarlı, becerikli, üretken olmasıdır. Nitelikli genel eğitim kişi için de toplum için de kalifiye iş güç için de ön şartı oluşturmaktadır. Doğru düzgün bir yükseköğrenim ise zaten beceri, sanat, felsefe ve bilimde daha yüksek kazanımlar, iş güç üretimde daha rafine beceriler anlamına gelmektedir.

İlgili raporun sonuç vurgusu da şu şekildedir: “Bu raporda, 2024 veri raporunun A11 bölümünü desteklemek amacıyla 2022 mikro nüfus sayımına ilişkin ek analizler sunulmuştur. Elde edilen bulgular, daha yüksek bir öğrenim seviyesinin, mesleki nitelik kazanma şansını olumlu yönde etkilediğini ortaya koymaktadır. Bu nedenle, genç yetişkinlerin mesleki yeterlilik elde etme olasılıklarını artırmak için genel eğitimlerini tamamlamalarını sağlamaya yönelik çabaların artırılması gerekmektedir.”

İş piyasasında durum bu sürecin bir çıktısı olarak devreye girmektedir. “İstihdam oranının ve iş türünün büyük ölçüde mesleki bir yeterlilik belgesine sahip olup olmamaya bağlı olduğunu gösteriyor. Resmi bir nitelik belgesi bulunmayan genç yetişkinler, işsizlik (özellikle uzun süreli işsizlik) riskini daha fazla taşımakta ve mesleki eğitimini tamamlamış çalışanlara kıyasla ortalama olarak önemli ölçüde daha az kazanmaktadır." (Michael Kalinowski, Junge Erwachsene ohne abgeschlossene Berufsausbildung Ergänzende Auswertungen zum Kapitel A11 des Datenreports 2024, (https://res.bibb.de/vet-repository_782415 ).

Köy enstitüleri başka, çıraklık ve meslek lisesi bambaşka: Toplumsal güç ilişkilerini dönüştürmeye karşı ona mahkum olma

Dün köy enstitülerinin kuruluş yıl dönümüydü (17 Nisan 1940). Türkiye’de iyi okul modelleri çoktur da kırdakini/ en alttakini alıp bir okul sürecinde bu kadar farklı düzeye taşıyabilmenin ve bu kadar büyük toplumsal sonuçlar yaratabilmenin örneği tüm dünyada çok sınırlı sayıdadır.

Bu örneklerden, bu modellerden günümüze dersler çıkarmak gerekmektedir. Köy enstitüleri; halkı ve toplumsal güç ilişkilerini dönüştürme amacını da taşıyan bilgi, teknik, sanat, üretimin birlikte buluştuğu bir model olarak okunsa yanlış bir okuma olmayacaktır

Köy enstitüleri eksikliklerine ve farklı ideolojik kritikleriyle birlikte bir toplumdaki her tür yoksulluk, yoksunluk, eşitsizlik, ayrımcılığı azaltma, aydınlanmayı ve özgürleşimi artırma yolu olurken; çıraklık ve meslek okulları bizzat ayrımcılığın, sömürünün, metalaşmanın, özelleştirmenin aracı haline getirilmiş bulunuluyor.

                                                          /././

Paskalya’da barış dileği ve silah sanayisi

(Yücel Özdemir)

Bugün Hristiyanlık aleminin kutsal günlerinden biri olan Paskalya’nın ilk günü. İsa’nın çarmıha gerildiği bugünden “Paskalya Pazartesi”sine kadar süren etkinlikler ve kilise ayinlerinde barış, dostluk ve kardeşlik temenni edilir.

Kökleri Yahudilerin “Pasha” (Fısıh) Bayramı’na kadar uzanan, İsa’nın ölümünün ardından takipçileri tarafından birinci yüzyılda, Pasha Bayramı’na denk gelen günlerde “yeniden diriliş”e inancı pekiştirmek için Paskalya Bayramı kutlamaya başlamışlar.

Yüzyıllardır dünyanın dört bir yanında Paskalya’da asıl olarak İsa’ya bağlılık ve inanç temelinde dile getirilen barış ve kardeşlik temennilerine, Avrupa’da 1960’tan bu yana bir sosyal hareket olarak “Paskalya gösterileri” eklendi. 65 yıldır Paskalya’yı dini içerikle kutlamayı tercih etmeyenler ya da “barış duası” ile yetinmeyenler, sokakta düzenledikleri gösteri ve yürüyüşlerle savaşa ve silahlanmaya karşı mücadele çağrılar yapıyorlar. ’70’li, 80’li yıllarda on binlerce insanın katıldığı bu eylemlere katılım eskisi gibi olmamakla birlikte, kilise temsilcileri de katılarak konuşmalar yapıyorlar.

Denilebilir ki; bu nedenle özellikle Almanya’da kiliseler geçmişten günümüzde barış hareketinin önemli bileşenleri, müttefiklerinden biri oldu.

Bu Paskalya’da da Almanya’nın 100’den fazla kentinde barış yanlıları bir kez daha savaşa ve silahlanmaya karşı seslerini duyurmaya çalışacaklar. Ana konu elbette yeni hükümetin dış politikası ve devasa askeri harcamalar.

Ukrayna savaşı Almanya’nın silahlanması için tam anlamıyla bir “milat” oldu. Savaşın başlamasından üç gün sonra askeri harcamalar için 100 milyar avroluk özel fon kuran Almanya, 18 Mart’ta ise Anayasa’da yaptığı değişiklikle, askeri harcamalarda üst sınırı da kaldırdı. Emperyalist çıkarlara bağlı olarak silahlanma kapasitesi ve askeri gücü arttırılacak.

Dışarıdaki çıkarlar için yüz milyarlarda avro ayrılırken, içeride ekonomideki gidişat her geçen gün kötüleşiyor. Otomobil sektöründen başlayarak büyük firmaların önemli kısmı pazarın daralmasıyla işçi sayısını azaltmayı, fabrikaları kapatmayı gündemine aldı. ABD’nin ilan ettiği gümrük vergilerinin hayata geçirilmesi halinde mevcut tablonun çok daha kötüleşeceği pek çok ekonomist tarafından dile getiriliyor.

Ekonomistlerin bir bölümü otomobil sektörü ve tedarik zincirlerinde yaşanan daralmanın askeri harcamalar ve silah üretimiyle aşılabileceğini ileri sürüyor. Başka bir değişle “Araba yerine silah/tank üreterek” durgunluğun aşılması çağrısında bulunuyorlar. Bazı otomobil fabrikalarının silah üretimine dönüştürülmesi de buna örnek gösteriliyor. Özetle ekonomideki “konjonktürel durgunluğu” silah üretimiyle aşılacağını iddia ediyorlar.

Bunun somut propagandasının merkezi Münih’te bulunan Ifo Enstitüsü. Enstitü, kuzey Almanya’daki eyaletlerdeki ekonomik büyümenin “savunma sanayisinin yükselişi” sayesinde olduğunu açıkladı.

Sermayenin azımsanmayacak bir kesimi, artan silahlanma isteği, buna bağlı olarak devletin ayırdığı devasa bütçe hesaba katarak adeta “savunma sanayisi ekonomisi” inşa etmenin hesaplarını yapıyor. Devletlerin askeri harcamalar için ayırdığı ya da ayırmayı öngördüğü yüksek bütçeler, silah tekellerinin iştahını kabartıyor.

Kiel Ekonomi Enstitüsü, AB ülkelerinin askeri harcamalarını NATO hedefi olan GSYH’nin yüzde 2’sinden yüzde 3.5’ine çıkarması, ABD menşeli yüksek teknolojili silahlardan Avrupa malı silahlara geçmesi halinde AB’nin gayrisafi yurt içi hasılasının yılda yüzde 0.9 ila 1.5 oranında artabileceğini ileri sürüyor.

Askeri bütçelere paralel savaş tehlikesi artarken, silah tekelleri şirketleri üretim kapasitelerini arttırmak için daha önce otomobil ve parçaları üreten fabrikaları dönüştürmenin çabası içerisinde. Alman Rheinmetall tekeli, NATO’nın askeri harcamalar kriterini yüzde 2.5 ila 3.5’e çıkarması durumunda 2030 yılına kadar “300 ila 400 milyarlık avroluk” potansiyel sipariş alabileceğini hesapladı. Bu da üretim kapasitesinin artması anlamına geliyor. Bu nedenle otomobil fabrikalarının dönüştürülmesi ve yeni silah fabrikalarının inşası söz konusu.

Bir başka araştırmada ise NATO’nun askeri harcamalar kriterini yüzde 3’e çıkarılması durumunda Avrupa’da 660 bin yeni istihdam yaratabileceği ileri sürülüyor. Sendikalardan başlayarak pek çok kesim de silah üretiminin artması durumunda yok olan iş yerlerinin korunacağı propagandası yapıyor. Silah tekellerinin işten atılan işçileri işe almak için yaptığı açıklamalar da bunu güçlendiriyor.

Bu Paskalya’da bir tarafta barışa duyulan ihtiyacın acil olduğu, bu nedenle silahların susması, askeri harcamaların durması çağrısı yapılırken diğer tarafta daha fazla silah üretimi ve askeri harcamalar için daha fazla bütçeden söz edilecek. Birbirine zıt bu iki taraftan hangisinin galip geleceğini ise bugün sessiz kalan çoğunluk belirleyecek.

Savaş cephesine karşı barış cephesinin güçlenmesi için mutlaka herkesin yapabileceği bir şey var.

                                                                  /././

(EVRENSEL)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Öne Çıkan Yayın

soL "Köşebaşı + Gündem" -6 Mayıs 2025-

Toprak reformsuz Köy Enstitüleri -Oğuz Oyan- Cumhuriyet kurucuları, kırsaldaki egemenlerin gücünü kırmaya cesaret edememenin bedelini sadece...