İddianamedeki ‘sır’ avukat: Baskı kurdu tehditle ifademi organize etti -Bahadır Özgür-
İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’nın hazırladığı İBB iddianamesinde bir avukatın ilişkileri ve ‘iş yapma tarzı’ dikkat çekici. Avukat Selcen Akar, etkin pişmanlıktan yararlanan bazı kişilerin savunmasını üstlendi. Ancak Akar’ı daha önce hiç tanımadığını söyleyen kimi itirafçılar, onun üzerlerinde baskı kurduğunu, tehditte bulunduğunu ve ifadeleri organize ettiğini ileri sürdüler.
İddianamede ismi bazı yerlerde ‘Selcan’ olarak da yazılan bu avukat niye dikkat çekici?
Başsavcı Akın Gürlek’in 1 Eylül’de gazetecilere yaptığı bir açıklamayı hatırlayalım hemen. Gürlek, “itirafçı olmak isteyen bazı isimlere özellikle İBB avukatlarınca baskı yapıldığını ve söz konusu avukatların tutuklandığını” söylemişti. Dolayısıyla Gürlek’in hazırladığı ve yaklaşık 3 bin 800 sayfalık iddianameye de aynen giren Akar için ileri sürülen ‘baskı, tehdit’ vb. iddiaları için bir soruşturma açılıp açılmadığı merak konusu.
İlginç ilişkilere sahip olduğu anlaşılan bu avukat, bakın iddianamede nasıl geçiyor…
‘BANA BASKI KURUP TEHDİT ETTİ’
Başsavcısı Gürlek, İBB operasyonunu ilk öğrenen kişinin iş insanı Murat Kapki olduğunu kamuoyuna açıklamıştı.
Soruşturma sırasında operasyondan yaklaşık 3 ay önce mal varlıklarını iktidara yakınlığıyla bilinen bir iş insanına geçirdiği tespit edilen Kapki’nin kuzeni Berat Kapki de tutuklandı. Berat Kapki, hazırlık soruşturması sırasında savcılığa yaptığı başvuruyla beraber etkin pişmanlık hükümlerinden yararlanarak tahliye edildi.
İddianamedeki bilgi ve belgelere göre Berat Kapki, 23 Haziran 2025’de tarihinde etkin pişmanlık kapsamında savcılıkta ‘avukatsız’ olarak verdiği ifadesinde, “gözaltındayken kendisine gelen Avukat Selcen Akar’ın emniyetteki ifadesini organize ettiğini” öne sürdü.
Berat Kapki’nin iddianamedeki anlatımı şöyle: “Bana ‘kendisinin Feyza Kapki ve Serkan Balbal tarafından gönderildiğini’ söyledi. Hiçbir şey bilmediğimi, sadece para çektiğimi söyleyebileceğimi söyledi. Bunları söylemem için bana baskı kurdu, hatta tehdit etti. Ferko isimli iş yerine ve Murat Kapki'ye ait Acankent'te bulunan villaya götürdüğüm valizlerin içinde kuru temizlemeden gelen giysiler olduğunu söylememi tembihledi. Halbuki bu valizlerin içleri para doluydu.
Gözaltındayken Şeyhmus Sarıboğa'nın, Güngör Gürman'ın ve benim ifademi Selcen isimli avukat organize etti. Amacı Şeyhmus Sarıboğa'nın serbest bırakılmasını sağlayarak şirketlerdeki işlerinin devam ettirilmesiydi. Bu sebeplerden dolayı avukatlara güvenmediğim için bu ifademi avukatsız olarak vermekteyim.”
Berat Kapki’nin eşi şüpheli Elif Kapki de 26 Haziran’da savcıya verdiği ifadede Avukat Akar hakkında şunları söyledi: “Bizim İBB ile alakamız olmaması sebebiyle gönderilen avukatın yardım talebini kabul etmedik. Bir müddet sonra beni Selcan Akar isimli avukat arayarak ‘Feyza Kapki ve Serkan Balbal'ın kendisini gönderdiğini şu an Vatan Emniyet’e gittiğini, Berat'a güzel bir ifade hazırlayacağını’ söyledi. Eşim tutuklamaya sevk edilince Avukat Akar tekrardan beri arayarak ‘dosyada başka birinin avukatlığının yaptığını çıkar uyuşmazlığı nedeniyle Sulh Ceza'daki duruşmaya kendisini giremeyeceğini bir arkadaşının gireceğini’ bana söyledi.”
‘YANLIŞ İFADE VERMEME SEBEP OLDU’
Savcılık ifadesinde etkin pişmanlık kapsamında ifade verenlerden birisi de Murat Kapki’nin çalışanı Güngör Gürman.
Gürman’ın İBB soruşturması çerçevesinde iddianameye yansıyan ifadesinde de yine Avukat Akar’ın yer alması dikkati çekti. Gürman vereceği ifadeyi Avukat Akar’ın organize ettiğini ileri sürdü.
Gürman’ın “Benim yanlış ifadeler vermeme neden oldu” dediği ve iddianamede yer alan ifadesi şöyle: “Avukat Selcen Akar yanıma gelerek bana ‘Kapki ailesinin avukatı olduğunu’ söyledi. Berat Çağrı Kapki, Şeyhmus Sarıboğa ve benim avukatlığımızı yapacağını söyledi. Ayrıca Murat Kapki'nin eşi olan Feyza Kapki'nin ifadelerde ‘Güngör Bey, Şeyhmus'u öne çıkarmasın, Şeyhmus'u para ve çanta ilişkilerine sokmasın, Berat Kapki hakkında da bankaya gidip geliyordu desin’ dediğini söyledi. Ben de ‘Neden Şeyhmus'u koruyorsunuz?’ diye sorduğumda bana ‘Şeyhmus'un BFK Şirketi'nin yarı ortağı olduğu için işleri yürütmesi adına onun serbest kalması gerektiğini’ söyledi. Avukat Selcen Akar, bahsetmiş olduğum ben dahil üç şüphelinin vereceği beyanı tamamen kendisi kurgulayarak organize etti. Bu suretle benim aslına uygun olmayan yanlış ifadeler vermeme sebep oldu.”
AVUKATI İTİRAFÇI BALBAL ÖNERMİŞ
İddianameye göre Avukat Akar, aynı zamanda etkin pişmanlık kapsamında ifade veren oyuncu Serkan Balbal’ın da avukatı. Balbal iddianameye giren savcılık sorgusunda Akar ile ilgili şunları söyledi: "Selcen Akar benim şu an devam etmekte olan boşanma dava avukatımdır. Şeyhmus Sarıboğa, Güngör Gürman ve Berat Kapki'ni gözaltına alındıkları gün Murat Kapki'nin eşi Feyza Kapki beni arayarak dosya kapsamında menfaat çatışması olmaması için farklı avukatlar görevlendirilmesi gerektiğinden benden bir tanıdığım avukat olup olmadığını sordu. Ben de Selcen Akar'ın adını verdim."
ADEM SOYTEKİN’İN DE AVUKATI ÇIKTI
İddianamede, mayıs ve haziran aylarında alınan şüpheli ifadelerinde hakkında “baskı” ve “ifade yönlendirme” gibi iddialar ortaya atılan avukat Selcen Akar’ın, aynı zamanda itirafçı konumundaki Adem Soytekin’in kasım ayında savcılığa verdiği son ifade de hazır bulunduğu ortaya çıktı.
Daha önce etkin pişmanlık hükümlerinden faydalanarak tahliye edilen ancak ifadeleri “tutarsız” olduğu gerekçesiyle kasımda savcılık talebi doğrultusunda mahkemece yeniden tutuklanan Adem Soytekin’in, 4 Kasım’da verdiği ve iddianamede yer alan ifadesinde şu cümle yer aldı:
“Etkin pişmanlık yolunda tekrar tutuklanmama sebep olduğunu düşündüğüm eksik hususları huzurunuzda bulunan Avukat Selcen Akar eşliğinde anlatmak istiyorum.”
“SÖYLENMEMESİ GEREKENLER VAR”
Öte yandan, itirafçı iş insanı Adem Soytekin’e bağlı hareket ettiği ve Soytekin’e ait şirketlere gelen paraların kontrolünü sağladığı öne sürülen şüpheli Serpil Altıntaş’ın materyal inceleme raporunda da Avukat Akar’ın mesajları İBB iddianamesinde yer aldı.
Söz konusu rapora göre, Avukat Akar, şüpheli Altıntaş’a gönderdiği mesajlarda “Sende bir görüş Adem beyle (Adem Soytekin) Bülent beyin söylemesi ya da söylememesi gereken neler var” ve “Genel müdür adam onu zorlayacaklardır” dediği anlaşıldı.
Savcılık iddianamede bu raporu da göz önünde bulundurarak şu değerlendirmeyi yapıyor: “Söz konusu mesajlardan anlaşılacağı üzere soruşturma dosyası kapsamında ifadesine başvurulacak ya da gözaltına alınacak şahısların beyanlarında söylemesi ya da söylememesi gerekenleri konuştuklarına dair görüşmelerin olduğu, devam eden incelemede materyalin resimler kısmında ASOY GROUP unvanlı firmanın ajanda kağıdına yazılı soruşturma dosyası kapsamında yapılacak olan operasyonlar ya da işlemlere yönelik ne tür tedbirlerin uygulanması yönünde yazıların olduğu değerlendirilmiştir.
“Israrlılar”, “vazgeçmiyorlar”… Saraçhane Dayanışması’nda bir gün -Mustafa K.Erdemol-
İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) soruşturması kapsamında tutuklu belediye başkanları ile bürokratlarının aileleri tarafından kurulan Aile Dayanışma Ağı’nın 21 Kasım Cumartesi günü gerçekleştirilen 14’üncü buluşmasında, davetli olarak, “nöbetçi gazeteci”ydim, üç meslektaşımla birlikte. Etkinliğe tutuklu yakınlarının yanısıra CHP İstanbul İl Başkanı Özgür Çelik, İBB Başkanvekili Nuri Aslan ile bazı milletvekilleri de katıldı.
Aileler hem birbirileriyle dayanışmak hem de yakınlarının karşılaştıkları hukuksuzlukları gündemde tutmak için uzun zamandır bu buluşmalarda bir araya geliyorlar. Öncekiler de olduğu gibi Dilek Kaya İmamoğlu 14’üncü buluşmada da açılış konuşmasını yaptı. Elbette konu, yaklaşık 4 bin sayfalık iddianameydi. İmamoğlu iddianamenin taraflı olduğunu savunarak bunun “masumiyet karinesi ve aklanma reçetesi” niteliği taşıdığını belirtip, “Bizi aslında bilmeden aklıyorlar” dedi.
Buluşmanın en duygulu konuşmasını Bayrampaşa Belediye Başkanı Hasan Mutlu’nun eşi Safiye Mutlu yaptı. Yıllar boyunca onbinlerce öğrenci yetiştirdiğini belirttiği öğretmen eşinin belediye sosyal tesislerinde 3 TL’ye çay sattırdığı için ‘kamu zararı’ iddiasıyla tutuklanmasının adaletsiz olduğuna dikkat çekti, yürek yakan cümlelerle.
Benim için hayli öğretici bir buluşma oldu bu. Kimi gözlemlerimi paylaşmak isterim. Sadece bana özgü bir öngörü olmadığına eminim, Dilek İmamoğlu’nun bir “doğal lider” olarak öne çıktığına tanık oluyoruz sanki. Son derece zarif, sakin biri olmasına ragmen aynı derecede, hem de gittikçe kararlı olduğunu görmek mümkün. Modernitenin temsilcisi olarak ortaya çıkmasına şaşıracak kimse olacağını da sanmam.
Benzetme aşırı bulunabilir, ama söylemeliyim; Filipinler’de, suikast sonucu ortadan kaldırılan muhalefet lideri eşinin mücadelesini bıraktığı yerden sürdürerek cumhurbaşkanı olmayı başaran Corazan Aqino’yla benzer tarafları var Dilek hanımın. Benzerlik ürkütücü, farkındayım. Dilek hanım da Aqino da (onunki daha trajik bir engellemeydi elbette) eşleri siyaset yapma olanaklarından mahrum bırakılan kadınlar olarak bir benzerlik taşıyorlar sadece. Ekrem İmamoğlu’nun “siyaset dışı” kalmasının kalıcılaşması durumunda Dilek hanımın bir Aqino’a dönüşmesi sürpriz olmaz. Benzerlikten kastım bu.
Haftalardır bir araya gelen Saraçhane dayanışmacıları iki konuda, yani “Israr” ile “vazgeçmeme” konusunda topluma örnek oldular bence. Malum, “ısrar etmeyen”, “kolay vazgeçen” bir toplum özelliği gösteriyoruz. Bu nedenle bu iki konuda geri atmamaları hayli öğretici.
Bir konuda önemli bir iş daha yapıyorlar. Uzun bir “sahte mağduriyetler” dönemi yaşadık bilindiği gibi. Şiir okuduğu için atıldığı hapishanede geçirdiği dört ayı siyasi ranta çevirip iktidar olanlardan haberdarız. Bunlardan biri iyice uçup, “yukarı kattaki laik komşum eşim tesettürlü diye balkondan halkı silkeliyor” diyerek “sahte mağduriyet”te çığır da açmıştı. Saraçhane dayanışmacıları, yakınlarının uğradığı açık haksızlıklar yüzünden “mağdur olmakla, sahtesiyle oyalandığımız “mağduriyeti gerçek/soylu anlamına kavuşturmuş oldular. Anlamak isteyen bu toplantılara gelmeli. Duyulan acının, öfkenin plastik olmadığını görecekler.
“Sahte mağduriyet”, “boynu eğik” tipler de üretti, biliniyor. Vıcık vıcık bir “acındırma hali”ne büründüler o tipler. Saraçhane dayanışmacıları ise mağdur olmanın “boynu eğik” olmak anlamına gelmediğini de gösterdiler. “Dik” durduklarına tüm ülke tanıktır.
Şu da söylenmeli. En azından toplantıda konuştuklarımın büyük bir bölümünün “sistemle” bir sorunları yok. Başlarına bu hukuksuzluk gelmeseydi, belki çoğu hallerinden memnun da olabilirlerdi. Ama artık “rejim”e dönüşmüş iktidarın kurbanı olarak son derece politikleşmiş bireylere döndüler, bu kesin. Rütbeli asker eşini hapishanede kalp krizinden kaybeden hanımefendinin “artık daha da solcu olmam gerekiyor” demesi örnek sayılabilir buna. “Solculuktan” belki de sadece daha kararlı olmayı anlıyordur. Olsun.
Biz beceremedik ama “sistem” hepsini solcu yapacak. Öyle görünüyor.
Uzun soluklu bir dayanışma örneği olarak Saraçhane Dayanışmacıları ısrarın, vazgeçmemenin yerleşik bir tutum haline gelmesinde büyük pay sahibi olacak gibi görünüyorlar.
Dayanışmanın zamanla mağduriyet kaynaklı olmaktan çıkıp dönüştürücü bir hale gelmesi durumunda sistemde ciddi bir gedik açılmayacağını da kimse söyleyemez.
“Dayanışma yaşatır” diyenleri haklı çıkardıkları için hepsine teşekkür borçluyuz.
Bu kadarı da fazla ama Devlet Bey!-Ayşenur Arslan-
Ben yazımın başlığını genellikle yazı bittikten sonra atarım.
Bu kez önce başlığı yazdım. Zira düşünce ve duygularımı yeterince ifade ediyordu.
Ancak yine de -başa dönerek- yazmam gerektiğini hissettim.
Başa döndüm.
***
Anlı şanlı gazeteciler, Kürt sorunu ile üniversite yıllarında tanıştığını anlatır ya.. Benim miladım Van Atatürk Lisesi birinci sınıftır.
Harp Okulu mezunu babam, doktorların neredeyse umut kestiği kanser vakası nedeniyle “çürüğe çıkmamak” için TSK’dan istifa etmiş.. Sümerbank, Çimento fabrikası derken 1960’ların ikinci yarısında MİT’e girmiş.. Kurumdaki ilk görev yeri de Van olmuştu.
Okumaya, öğrenmeye aç zihnimle Kürt sorununa balıklama atlamıştım. Aynı ülkede yaşıyorduk ama birbirimizi anlayamıyor, sanki paralel evrenlerde salınıp duruyorduk.
Üç yılın sonunda Ankara’ya döndük. Babam MİT Okulu diyebileceğim birime atandı.
Van izlenimlerini de işte o sırada hazırlayıp müsteşarlığa sundu. Aydın Çineli Hüseyin, “Kürtlere düşman gibi yaklaşılıyor. Özellikle görevlilerin kötü muamelesine maruz kalıyor” diye yazmıştı raporunda.
Önce rapor yüzünden mimlendi. Sonra MİT Okulu’nun başına bir MHP’linin getirilmesine itiraz ederek! Elbette bu tavrı “cezasız” kalmadı. Doğu’ya sürgün gibi zamansız bir tayinle gönderildi. Danıştay’a başvurdu. Avukatları Uğur Mumcu ve Uğur Alacakaptan’ın muhteşem savunmalarıyla tayin durduruldu.
Bu kez resen emekli edildi.
Bir süre sonra Ecevit seçimi kazanıp Başbakan olunca MİT’e döneceğini umuyordu. Olmadı. Ecevit yıllar sonra Can Dündar ve Rıdvan Akar’a konuşurken, -babamın ismini sadece baş harfleriyle zikrederek- “Gladio’yu aşamadım” diye itiraf etmişti.
***
Benim MHP ile temasım ise, 12 Eylül öncesi TRT’de Milliyetçi Cephe iktidarı sırasında olmuştu.
Haber Merkezi’nin bulunduğu kattaki koridorda sık sık ülkücü tosunlarla karşılaşırdık. Her seferinde de kim kenara çekilecek oyunu oynardık. Bir kez bile kenara çekilmedim. Saçma ama o günlerin koşullarında insana gurur duygusu veren bir “zafer” olurdu.
Birkaç kez de başta “7 TİP’li gencin katlinde” adını duyduğum ama o sıralarda savcı Doğan Öz’ü öldürmekten yargılanan ülkücü İbrahim Çiftçi’nin duruşmasında tattım zaferi!!
Mahkeme salonu çıkışında ülkücüler kovaladı.. Ben Olimpiyat seçmelerinde derece almaya yakın bir koşuyla TRT arabasına binip uzaklaşabildim.
***
Devlet Bey’i ise, TRT’den gönderildikten sonra ve O da henüz bir akademisyen iken tanıdım. Annemlerle aynı sitede evi vardı.
Datça’da bebek oğlumla hayatımın en sakin tatilini yaparken tanıştık. Siyaset konuşup tartıştık. O döneme dair aklımda kalan, insanlara mesafeli oluşu, hatta sevmeyişiydi! Doğrusu ben de cahil ve aptallara tahammül edemediğim için pek insan sever sayılmam.
Yine de MHP’nin başına geçtiğinde en azından “mış gibi” yapar zannediyordum.
Üç beş kişi dışında yapmadı.
O kadar ki, 6 Şubat deprem faciasında Osmaniye’deki “DEVLET BEY KONAĞI” depremzedelere açılmadı. O günlerde bile “mış gibi” yapamadı.
***
Bir yanda cezaevinden kurtardığı katiller.. Bir yanda fotoğraf albümünde eksik olmayan mafya babaları.. Kürt düşmanlığı.. Öcalan için kürsüden fırlatılan ip.. Nasıl olduysa Devlet Bey birden bire “BİLGE İNSAN” oluverdi.
Olur mu olur! Hatta iyi olur..
“Terörsüz Türkiye” projesiyle de alkış alır mı alır!
Nelere tanık olmadık ki bu süreçte, değil mi!
Öcalan “PKK’nın kurucu önderi” oldu. DEM milletvekilleriyle el ele samimi fotoğraflar çekildi. Selahattin Demirtaş’ın tahliyesi için, neredeyse DEM’den daha fazla çaba harcandı..
Bu arada, hatırlatmama bile gerek yok aslında, CHP’ye her fırsatta hücum edildi.
Doğrusu ben bunları siyasetin cilveleri diye niteledim: Terörsüz Türkiye projesiyle iktidarın büyük ortağına ayar veriliyor.. CHP’ye yönelik tutumla da MHP seçmenine “ben aslında hep aynı yerdeyim” mesajı veriliyordu.
Amaaaaa…
Meclis Komisyonu’nun İmralı ziyaretiyle ilgili olarak söyledikleri ile bu sefer daha da şaşırttı:
“İmralı’ya gidişi savunmamı eleştiriyorlar. Önünüze bir Türkiye haritası açın. Parmağınızı Silivri’nin üstüne koyun. Bakın Türkiye Cumhuriyeti sınırları içinde. Sonra parmağınızı İmralı Adası’nın üstüne koyun. O da Türkiye Cumhuriyeti sınırları içinde. Silivri’ye gidişle İmralı Cezaevi’ne gidiş arasında ne fark var? Yok. Silivri’ye gidiliyorsa İmralı’ya da gidilir. Bu mesele emperyalist-siyonist saldırgan politikalardan bağımsız düşünülemez.”
Bu, tipik bir Bahçeli retoriği deyip geçilebilecek bir şey değil. Zira:
* Silivri’de tutsak alınanların henüz yargılanmaları bitmiş değil. Mahkeme bitinceye.. Hatta hukuki süreç tamamlanıncaya kadar hepsi masumiyet karinesinden yararlanmalıdır. Bakın, Demirtaş için bile AİHM tarafından ‘hak ihlali’ hükmü veriliyor. Siz ve kurmaylarınız da buna dayanarak ‘hemen tahliye’ talep ediyorsunuz. “
* Öcalan ise ağırlaştırılmış müebbetle mahkum.”
* Kaldı ki, İBB operasyonundan Merdan Yanardağ’ı tutuklanan absürt -ve delilden yoksun- casusluk öyküsüne.. Fatih Altaylı’nın Erdoğan’ı ölümle tehdit ettiği saçmalığına kadar Silivri’de neyin ne olduğunu biliyorsunuz.
* Eğer bildiğiniz halde İmralı ile eşitliyorsanız ayıp! Bilmiyorsanız çok ayıp!
***
Gelelim konunun en hassas yerine.. Belki de Bahçeli’nin ifadesiyle emperyalist politikalardan bağımsız düşünülemeyecek İmralı ziyaretiyle ilgili “bomba habere”..
Halk TV internet sitesinde okumuşsunuzdur: “Komisyonun bir önceki toplantısına ilişkin tutanaklar Meclis'in web sitesinde yer aldı. 18 Kasım salı günü yapılan 17. toplantıda MİT Başkanı İbrahim Kalın’ın kapalı oturumda yaptığı sunum dikkat çekti. Kalın’ın, komisyonun İmralı’ya giderek Abdullah Öcalan’ı dinlemesinin "gerekli" olduğuna dair ifadeler kullandığı CHP'li komisyon üyesi Sezgin Tanrıkulu tarafından yapılan konuşma ile ortaya çıktı.”
Neymiş?
MİT Başkanı “Komisyonun İmralı’ya giderek Öcalan’ı dinlemesi GEREKLİ” buyurmuş.
Şimdi gel de yazma!
2005 yılında MİT müsteşarlığından emekli olan Şenkal Atasagun’un Bahçeli’nin danışmanı olduğu Ankara’da herkesin bildiği sırlardan. MHP’nin gizli gücü diye tanımlanıyor. Hatta hakkında, “MİT’ten emekli olunca sıkılmasın diye MHP’ye perde arkasındaki lider olarak atandı” esprileri bile yapılıyor.
Günün birinde gerçeğe ulaşabilir miyiz bilmiyorum.. Öcalan idam edilmesin diye Bahçeli’yi yasa değişikliğine ikna edenin de yine Atasagun olduğu tarihin müsvedde defterinde bir yerde duruyor.
Doğrusu, çocuklara tecavüz edip öldürenler dışında idam cezasına karşıyım. Öcalan idam edilseydi çatışmanın boyutunun nerelere varacağının da farkındayım.
Ama öyle bir ihtimalden İmralı’ya zıplamak. Hele hele “Silivri’ye gidiliyorsa İmralı’ya da gidilir” demek..
MİT’in geçmişteki ve bugünkü ısrar ve katkılarını.. Erdoğan’ın gerçek tutumunu henüz bilmiyoruz..
Sanki demokrasi fazlamız varmış gibi İmralı ziyaretini “olağan” gösterip Silivri ile aynı kefeye koymak..
Bu kadarı gerçekten fazla Devlet Bey!!!
halkTV

Hiç yorum yok:
Yorum Gönder