T-24 "Köşebaşı + Gündem" -4 Ağustos 2025-

Yıllık enflasyon ENAG'a göre yüzde 65,15, TÜİK'e göre yüzde 33,52 oldu

TÜİK temmuz ayı enflasyon verilerini açıkladı; ekonomistler nasıl değerlendirdi?

Türkiye İstatistik Kurumu'na göre, temmuzda aylık enflasyon yüzde 2,06 olarak gerçekleşirken yıllık enflasyon yüzde 33,52 oldu. Bağımsız akademisyenlerin oluşturduğu Enflasyon Araştırma Grubu’na göre (ENAG) enflasyon aylık yüzde 3,75 artarken, yıllık yüzde 65,15 oldu.

Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) temmuz ayı enflasyon verilerini açıkladı. Buna göre temmuz ayında fiyatlar bir önceki aya göre yüzde 2,06 oranında arttı.

Yıllık bazda enflasyon yüzde 33,52 olarak gerçekleşirken, yılbaşından bu yana kümülatif artış yüzde 19,08, 12 aylık ortalamalara göre ise yüzde 41,13 oldu.

Yıllık bazda en yüksek artış konut grubunda yaşandı. Temmuz 2025 itibarıyla konutta yüzde 62,01, gıda ve alkolsüz içeceklerde yüzde 27,95, ulaştırmada yüzde 26,57 artış meydana geldi. 

Bu üç harcama grubunun genel endeks üzerindeki yıllık etkisi sırasıyla yüzde 9,03, yüzde 6,94 ve yüzde 4,35 oldu.

ENAG: Yıllık enflasyon yüzde 65,15

Bağımsız akademisyenlerin oluşturduğu Enflasyon Araştırma Grubu’na göre (ENAG) enflasyon aylık yüzde 3,75 artarken, yıllık yüzde 65,15 oldu.

                                           ***

Kirada tavan zam oranı belli oldu

Yaz geldi, fiyatlar yükseldi: İşte İstanbul’da ilçe ilçe güncel kira ücretleri

Türkiye İstatistik Kurumu'nun (TÜİK) temmuz ayı Tüketici Fiyat Endeksi (TÜFE) verilerini açıklamasıyla ağustos ayı kira artış oranı da belli oldu. Kira artış oranını belirleyen 12 aylık enflasyon ortalaması yüzde 41,13 olarak gerçekleşti.

TÜİK, temmuz ayına dair enflasyon verilerini açıkladı. Böylece 12 aylık enflasyon ortalamasına göre belirlenen kirada tavan zam oranı yüzde 41,13 oldu.

Hem konutlarda hem iş yerlerinde ağustos ayında tavan yüzde 41,13 olarak uygulanabilecek.

2024'ün temmuz ayına kadar 2 yıl boyunca konut kiralarında yüzde 25 zam tavanı uygulanmıştı. Bu uygulamanın kalkmasıyla zam tavanı daha önce olduğu gibi 12 aylık TÜFE ortalaması üzerinden hesaplanmaya başladı.

                                                         ***

5 soruda fahiş emlak vergisi takdirlerine karşı dava süreci -Erdoğan Sağlam-

2026-2029 dönemine ait emlak vergisine esas fahiş arsa ve arazi metrekare birim değerlerine ilişkin takdir kararlarına karşı dava hakkımızı neden kullanmalıyız?

Değerli okurlar, 8 Temmuz 2025 tarihli yazımda 2026-2029 dönemi için geçerli olacak emlak vergisine esas arsa ve arazi metrekare birim değerlerinin bu amaçla özel olarak oluşturulan takdir komisyonlarınca takdir edildiğini, bu kararların mükelleflerce dava konusu edilebileceğini, davaların nasıl ve ne zaman açılacağını ve sonuçta yapılan 10 katı aşan fahiş takdirlerin kanunla sınırlandırılması gerektiğini yazmıştım.

Bu konuda inanılmaz bir tepki doğduğunu, kıyamet koptuğunu söylersem sanırım abartmış olmam.

Çok sayıda mükellef dava açtı veya açmaya hazırlanıyor. Sekiz yıl önce 2017 yılında yapılan takdirlere karşı böyle bir dava furyası yaşanmış ve sonuçta artış oranları kanunla bir önceki yıla göre yüzde 50 ile sınırlandırılmıştı.

Konu vatandaşlarımızı çok ilgilendirdiğinden bugün soru cevaplarla konuya ilişkin gelişmeleri ve bazı bilgileri paylaşmak istiyorum.

Soru 1: Mükellefler ne zamana kadar dava açabilirler?

Cevap 1: Girişte bahsettiğim yazımda emlak vergisi mükelleflerinin takdir kararlarını muhtarlıklara asılan ilan panolarından öğrenmeleri mümkün olduğu için, bu yolla öğrendikleri değerleri öğrendikleri tarihten itibaren 30 gün içinde dava konusu edebilmelerinin mümkün olduğunu belirtmiştim.

Ancak muhtarlıklar bu değerleri mükelleflere tebliğ etmediği için, öğrenme tarihinin saptanmasında yaşanabilecek tartışmaları peşinen önlemek adına, dava açmayı düşünen mükelleflere tavsiyemin; takdir kararlarının muhtarlıklara tebliği işlemlerinin 30 Haziran 2025 gününe kadar yapılmış olması nedeniyle, bu tarihten itibaren 30 gün içinde (30 Temmuz akşamına kadar) davalarını açmaları yönünde olduğunu, ancak bu tarihin adli tatil süresi içinde kalması nedeniyle davaların, adli tatil süresi bittikten sonraki 7 gün içinde) açılabileceğini yazmıştım.

Her ne kadar emlak vergisi hesabına esas takdir komisyonu kararlarına karşı dava açma süresi hakkında bölge idare mahkemesi kararları arasındaki aykırılık, Danıştay Vergi Dava Daireleri Kurulunun 15.02.2023 tarih ve E:2022/14, K:2023/2 sayılı Kararında[1], mükelleflerin emlak vergisine esas asgari ölçüde arsa ve arazi metrekare birim değerlerinin tespitine yönelik takdir komisyonu kararlarına karşı öğrenme tarihinden itibaren (30) günlük genel dava açma süresi içerisinde ve en geç anılan kararın alındığı yılın son gününe kadar dava açılabileceği yönünde giderilmişse de; mükelleflere önerim, takdir komisyonu kararlarının öğrenme tarihi ile ilgili tartışma yaşanmaması bakımından davalarını adli tatilin sona ermesinden itibaren en geç 7 gün içinde (7 Eylül 2025 tarihi Pazar gününe denk geldiğinden en geç 8 Eylül 2025 Pazartesi gününde) açmaları yönündedir.

Soru 2: Adli tatilden yararlanılmayan yerlerde dava açma süresi ne zaman biter?

Cevap 2: İdari Yargılama Kanunun (İYUK) 61 inci maddesine göre; bölge idare, idare ve vergi mahkemeleri her yıl 1 eylülde başlamak üzere, 20 temmuzdan 31 ağustosa kadar çalışmaya ara verirler. Ancak, yargı çevresine dahil olduğu bölge idare mahkemesinin bulunduğu il merkezi dışında kalan ve sadece bir idare veya bir vergi mahkemesi bulunan yerlerdeki idari yargı mercileri çalışmaya ara vermeden yararlanamazlar.

Bu mahkemeler, 62 nci maddedeki sınırlamaya tabi olmaksızın görevlerine devam ederler.

Çalışmaya ara verme süresi içinde; bölge idare mahkemesi başkanının önerisi üzerine, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunca, birden fazla idari yargı mercii olan yerlerde idare veya vergi mahkemeleri başkan ve üyeleri arasından görevlendirilecek yeteri kadar hâkimin katıldığı bir nöbetçi mahkeme kurulur. Bölge idare mahkemeleri için ise bölge idare mahkemesi başkanının önerisi üzerine, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunca, tüm daire başkan ve üyeleri arasından görevlendirilecek yeterli sayıda nöbetçi daire kurulur.

İYUK’un 62 nci maddesine göre, nöbetçi mahkemeler çalışmaya ara verme süresi içinde esas hakkında karar vermezler, sadece aşağıda yazılı işleri görürler:

a) Yürütmenin durdurulmasına ve delillerin tespitine ait işler,

b) Kanunen belli süre içinde karara bağlanması gereken işler.

Bu nedenlerle, adli tatilden yararlanılamayan yerlerde de emlak vergisine esas takdir kararlarına ilişkin davaların bu yıl 8 Eylül tarihine kadar ve en geç 31 Aralık 2025 tarihinde açılması mümkündür.

Bu nedenle söz konusu yerlerde halen dava açmamış olan mükelleflerin de dava açma hakları vardır.

Soru 3: Dava açmanın maliyeti nedir?

Cevap 3: Dava açma maliyeti çok yüksek değildir. Taşınmazın değerinden bağımsız olarak maktu bir harç ödenmesi söz konusudur. Bu yıl için maktu harç 702,90 TL’dir. Posta masrafı olarak ödenmesi gereken tutar işte bugün itibariyle 2 bin 100 TL’dir.

Ayrıca dava açarken bilirkişi tayin edilmesini isterseniz ve mahkemece bilirkişi tayin edilirse, bilirkişi sayısına göre bir bilirkişi ücret ödenmesi söz konusu olabilecektir. Bilirkişi ücreti mahkemelere göre değişmekle birlikte, bu günlerde bilirkişi başına 5 bin TL bilirkişi ücretine hükmedebileceğini söyleyebiliriz.

Davanın kazanılması halinde ödenen masraflar kararın kesinleşmesinden sonra iade edilecektir.

Davanın sonucuna göre ayrıca belediye avukatı lehine karşı taraf vekalet ücreti ödenmesi söz konusu olabilir.

Dava mükellef lehine sonuçlanırsa mükellef karşı taraf vekalet ücreti ödemez.

Dava belediye lehine sonuçlanırsa mükellef karşı taraf vekalet ücreti ödemek zorunda kalır. Ödenecek tutar davanın karara bağlandığı tarihteki asgari ücret tarifesine göre belirlenir. 2025 yılında karara bağlanan davalar için bu tutar duruşmalı davalarda 38 bin TL, duruşmasız davalarda ise 18 bin TL’dir.

Davanın kısmen kabul, kısmen red yönünde karara bağlanması halinde her iki taraf da karşı taraf vekalet ücreti öder.

Yakın zamanda verilen Danıştay Vergi Dava Daireleri Kurulunun 24/05/2023 tarih ve E:2023/1, 2023/3 sayılı Kararında, bölge idare mahkemelerinin kesin kararları arasında yaşanan aykırılığın; emlak vergisi vergi değerine esas olmak üzere arsa ve arazilerin asgari ölçüde metrekare birim değerinin tespitine ilişkin takdir komisyonu kararına karşı açılan davada, mahkemece takdir komisyonunca tespit edilen asgari ölçüde metrekare birim değerinin yüksek olduğu sonucuna varılması halinde davanın kısmen kabulüne, kısmen reddine karar verilmesi gerektiği yönünde giderilmesine karar verilmiştir.

Bu durumda her iki taraf için de karşı taraf vekalet ücreti ödenmesi gündeme gelecektir.

Mükelleflerin takdir kararını kısmen dava etmeleri halinde, bu kısmın iptal edilmesi, davanın mükellef lehine karara bağlandığı anlamına gelir, bence bu durumda karşı taraf vekalet ücreti ödenmesine hükmedilmesi hatalıdır.

Mükellefler davayı avukat tutmaksızın kendileri açabilirler. Bu durumda vekalet ücreti ödemezler. Ancak avukatla davayı açmaları halinde avukata vekalet ücreti ödemek durumunda kalacaklardır. Dava açma ücretini ilgili yıl asgari ücret tarifesine göre hesaplanacak asgari tutardan az olmamak üzere taraflar serbestçe belirleyebileceklerdir.

Soru 4: Açılacak davalarda ne talep edilmelidir?

Cevap 4: Açılacak davalarda takdir kararlarının iptali yönünde talepte bulunabileceği gibi kararın belli bir kısmının makul olduğu, ancak yüksek olması sebebiyle belli bir kısmının iptal edilmesi gerektiği yönünde de talepte bulunulabilir.

Bu durumda kararın ne kadarlık kısmının makul olduğu yeniden değerleme, yurt içi üretici fiyat endeksi, tüketici fiyat endeksi, döviz kurlarındaki artışlar gibi kriterlerle belirlenebilir.

Mahkemelerin yeni değer takdiri yapma yetkileri bulunmamakla birlikte yapılan takdirlerin fahiş olan kısımlarını iptal etme yetkileri bulunmaktadır.

Açılacak davalarda mükellef lehine verilecek en iyi karar takdir kararının belli bir tutarının iptal edilmesi yönündeki kararlardır. Bu durumda mahkemeler yukarıda belirttiğim karara istinaden kısmen kabul kısmen red kararı vereceklerdir. Bu da, mükelleflerin karşı taraf vekalet ücreti ödemesini gerektirecektir.

Takdir kararlarının tamamen iptal edilmesi halinde takdir komisyonları yeni değer tespit etmek durumundadırlar. Geçmiş deneyimlerimiz bu durumda takdir komisyonlarının aynı değerleri takdir ettiklerini bize hatırlatmaktadır. Bu yaklaşımı etik bulmuyorum!

Soru 5: Kesinleşen takdir kararlarının başka vergilere etkisi olacak mıdır?

Cevap 5: Evet, olacaktır. 2026 yılından itibaren yeni takdir kararlarına istinaden hesaplanacak emlak vergi değerleri tapu harçlarının hesaplanmasını da etkileyecektir. Çünkü harçlar emlak vergi değerleri üzerinden hesaplanmaktadır.

Veraset ve intikal vergisinde taşınmazların vergiye esas değeri işletmeye dahil olsun olmasın emlak vergi değerine göre hesaplanmaktadır.

Emlak vergi değeri değerli konut vergisini de etkilemektedir. Bir konutun değerli konut vergisi kapsamına girip girmediği emlak vergi değerine göre belirlenmektedir. Ayrıca değerli konut vergisine tabi olan konutlarda değerli konut vergisi emlak vergi değerini aşan tutar üzerinden hesaplanmaktadır.

Bu yazı için son sözlerim…

Dava açmak doğrudan vergi mahkemelerinde olumlu sonuç vermese bile, ne kadar çok dava açılırsa o ölçüde bir yasal düzenleme ile artışların belli bir oranla veya belli bir kritere göre hesaplanacak tutarla sınırlandırılmasını sağlayacak yasal düzenleme yapılması yönünde baskı yaratacaktır.

Her ne kadar seçim dönemi olmasa da emlak vergisi vatandaşları en çok etkileyen vergi olduğundan siyasi iktidar bu baskıdan etkilenebilecektir. Zaten çok sıkıntılı bir dönemden geçmekteyiz, belediyelerin gelir artırma kaygısı ile sebep oldukları bu fahiş takdirlere siyasi iradenin tepkisiz kalmayacağını düşünüyorum.

Eğer böyle bir yasal düzenleme yapılmazsa ve beklendiği gibi çok sayıda dava açılırsa, yargı mercilerinin kilitlenmesi söz konusu olabilecektir. Meclis ekimde açılacağına göre bu davaların ekimden önce açılması, belirttiğim amacın sağlanması bakımından çok büyük önem taşımaktadır.

[1] Bu Karar 28 Nisan 2023 tarihli Resmi Gazete yayımlandı.

                                                                    /././

Emlak vergisinde takdir süreci bitti, yapılan takdirlere karşı vatandaşlar nasıl dava açabilir?-Erdoğan Sağlam-(08/07/2025)

Dava açmayanlar yargı kararlarının sonucunu nasıl öğrenebilecek?

Ev sahipleri dikkat: 600 bin "hayalet ev"e ek emlak vergisinde detaylar belli oldu

Değerli okurlar, emlak vergisi, her 4 yılda bir takdir edilen arsa ve arazi metrekare birim değerleri üzerinden hesaplanıyor. İlk yılı izleyen üç yılda ödenecek vergi, yeniden değerleme oranının yarısı kadar artırılıyor.

2025 yılı bina, arsa ve araziler için 2026-2029 yıllarına ait uygulanacak emlak vergi değerlerinin tespitiyle ilgili asgari ölçüde arsa ve arazi metrekare birim değer takdirlerinin yapılacağı yıldır.

Bu takdir işlemleri tamamlanarak karara bağlanmış ve kararların ilgililere tebliği işlemleri 30 Haziran 2025 günü mesai saati bitimine kadar yapılmıştır.

Bugünkü yazımda kimlerin bu takdir kararlarını dava konusu edebileceğini ve dava açma hakkının mükelleflerce nasıl kullanılabileceğini açıklamaya çalışacağım.

Emlak vergisini kimler dava edebilir?

Takdir komisyonları, 2026-2029 yılları arasında emlak vergisi tahakkuku için geçerli olacak takdir işlemlerini tamamladılar ve kararların ilgililere (ticaret odaları, muhtarlıklar vs.) tebliği işlemleri 30 Haziran 2025 günü akşamına kadar yapıldı. Takdir kararlarının mükelleflere tebliğ edilmediğini önemle hatırlatırım.

Vergi Usul Kanunu'nun, "Emlak vergisine ait bedel ve değerlerin tespiti, ilanı ve kesinleşmesi" başlıklı, mükerrer 49'uncu maddesinin (b) fıkrasının üçüncü paragrafı, "Takdir komisyonlarının bu kararlarına karşı kendilerine karar tebliğ edilen daire, kurum, teşekküller ve ilgili mahalle ve köy muhtarlıkları on beş gün içinde ilgili vergi mahkemesi nezdinde dava açabilirler. Vergi mahkemelerince verilecek kararlar aleyhine on beş gün içinde Danıştaya başvurulabilir." şeklindeydi. Bu paragrafın ilk cümlesi, sadece karar tebliğ edilenlere dava açma hakkı veriyor, emlak vergisi mükelleflerine dava açma hakkı tanımıyordu.

Bu cümle, Anayasanın 2'nci maddesinde yer alan "hukuk devleti ilkesi" ile 36'ncı maddesinde yer alan "herkesin dava açma hakkına" aykırı bulunarak Anayasa Mahkemesince iptal edildi. 

Dolayısıyla artık kendilerine takdir kararı tebliğ edilmeyen mükellefler de dava açabiliyorlar.

Kendilerine karar tebliğ edilen kişi ve kurumlar dava haklarını, tebliğ tarihinden itibaren 30 gün içinde kullanabiliyorlar. Ancak bu hakkın söz konusu kişi ve kurumlar tarafından çok istisnai haller dışında maalesef kullanılmadığını görüyoruz.

Nitekim şimdiden basında haberler çıkmaya başladı, yaklaşık 10 kat artış yapılacağı yönünde haberlere rastlıyoruz.

Bu nedenle değer tespit (takdir) işlemleri sağlıklı bir şekilde yargı denetiminden geçirilemiyor. Bunun sonucunu “fahiş takdirler” olarak görüyoruz. Takdir komisyonlarının yetkisi sınırsız olduğundan, takdir yetkisi kanunla veya idari bir mekanizma ile sınırlanmadığı sürece, görmeye de devam edeceğiz.

Bu nedenle emlak vergisi mükelleflerine bu konuda büyük bir sorumluluk ve iş düşüyor. Eğer bu konuyu takip etmezler ve muhtarların dava açmasını sağlayamaz veya kendileri dava açmazlarsa, fahiş takdirler üzerinden hesaplanacak emlak vergilerini ödeme zorunda kalacaklar!

Diğer taraftan, Büyükşehir belediyesi bulunan illerde takdir komisyonu kararlarını denetlemek/değerlendirmek üzere ihdas edilen merkez komisyonları da sisteme katkı sağlayamıyor.

Çünkü merkez komisyonları[1] kendilerine tebliğ edilen kararları 15 gün içinde inceleyip inceleme sonucu belirlenen değerleri ilgili takdir komisyonuna geri gönderiyorlar. Merkez komisyonunca farklı değer belirlenmesi halinde bu değerler ilgili takdir komisyonlarınca yeniden takdir yapılmak suretiyle dikkate alınıyor. Ancak takdir komisyonları merkez komisyonu kararlarına uymak zorunda olmadıklarından uygulamada istisnai haller dışında merkez komisyonları etkili olamıyor. Özellikle komisyonun sekreterya işlemlerini yürüten Maliye personeli boşuna uğraşıyor. Emlak vergisi sistemi değiştirileceği zaman komisyon kararlarının bağlayıcılığı mutlaka sağlanmalıdır. Yoksa “tavsiye” niteliğindeki kararlarla fahiş takdirler engellenemez! 

Mükellefler dava açma hakkını nasıl kullanacaklar?  

Mükelleflere takdir kararları tebliğ edilmediğine göre dava açma hakkını nasıl kullanacaklarını değerlendirmeye başlayalım.

Öncelikle belirtmek isterim ki, Anayasa Mahkemesinin iptal kararından sonra emlak vergisine esas takdir kararlarının nasıl dava konusu edileceğine ilişkin özel bir düzenleme yapılmadığından genel hükümler geçerli olacak.

Yani mükellefler genel hükümlere göre dava açılabilecekler.

Emlak vergisi mükelleflerinin takdir kararlarını muhtarlıklara asılan ilan panolarından öğrenmeleri mümkün olduğu için, bu yolla öğrendikleri değerleri öğrendikleri tarihten itibaren 30 gün içinde dava konusu edebilmeleri mümkün.

Ancak öğrenme tarihinin saptanmasında yaşanabilecek tartışmaları peşinen önlemek bakımından, dava açmayı düşünen mükelleflere tavsiyem; takdir kararlarının muhtarlıklara tebliği işlemlerinin 30 Haziran 2025 gününe kadar yapılmış olması nedeniyle, bu tarihten itibaren 30 gün içinde (30 Temmuz akşamına kadar) davalarını açmaları yönündedir.

30 Temmuz tarihi adli tatil süresi içinde kaldığından davalar, adli tatil süresi bittikten sonraki 7 gün içinde de açılabilir. İdari Yargılama Usulü Kanununa göre adli tatil 20 Temmuz ila 31 Ağustos arasında uygulanıyor ve son günü adli tatile rastlayan davalar, 31 Ağustos'tan itibaren 7 gün içinde (yani en geç 7 Eylül’de) açılabiliyor. Gördüğünüz gibi dava açmak için acele etmeye gerek yok!

Açılacak davada ne istenecek?

Davanın takdir kararının iptal talebi ile açılacağı malûm. Bu durumda mahkeme, takdir kararını iptal ederse takdir komisyonu derhal toplanacak ve yeni bir değer tespiti yapacak. Bu değerlerin de dava konusu edilmesi tabii ki olanaklı. Ancak vergi mahkemesi kararları üzerine yeniden takdir edilen değerlerin Danıştay'dan nihai karar alınıncaya kadar uygulanmasına devam ediliyor.

Mükelleflere tavsiyem, sadece iptal istemi ile yetinmemeleri, değerin mahkemece belirlenmesine yönelik taleplerde de bulunmaları yönünde. Böylece değer tespitini sadece takdir komisyonuna bırakmamış olurlar ve değer tespit sürecine mahkemeler üzerinden aktif bir şekilde iştirak ederler.

Vergi mahkemesince verilen kararlar, takdir komisyonunca belirlenen değerlerin belli bir oranda artırılması veya azaltılması veyahut yeni bir değer belirlenmesi şeklinde olursa, takdir komisyonlarının yeni bir değer belirlemesine gerek kalmaz, dolayısıyla emlak vergileri vergi mahkemesi kararları esas alınarak hesaplanır.

Açılacak davalarda sadece takdir kararlarının iptal istemi ile yetinilmeyip, olması gereken makul değere mahkeme kararında yer verilmesinin talep edilmesi bu açıdan çok önemli.

14/3/2025 tarihli ve 2025/1 seri no.lu Emlak Vergisi Kanunu İş Genelgesinden öğrendiğimize göre, önceki dönemde yapılan takdirlerde alınan komisyon kararlarına karşı açılan davalar üzerine Danıştay'ca takdir komisyonu kararlarının gerekçeli olmadığı, en düşük değerli arsa veya arsaların değerinin dikkate alınmadan karar verildiği, bilirkişi incelemesi yaptırılmadığı veya yaptırılan bilirkişi incelemelerinin yetersiz olduğu, takdirler sırasında “Emlak Vergisine Matrah Olacak Vergi Değerlerinin Takdirine İlişkin Tüzük” hükümlerinin dikkate alınmadığı belirtilerek, bu durumdaki takdir komisyonu kararları ya iptal edilmiş ya da bu kararları iptal eden vergi mahkemesi kararları tasdik edilmiş bulunuyor.

İç Genelgede, belirtilen bu durumların yeniden meydana gelmemesi için takdirlerin yapılmasında gereken titizliğin gösterilmesi gerektiği hatırlatılıyor.

Pek sanmıyorum ama umarım bu titizlik gösterilmiştir!

Yargı kararları üzerine takdir komisyonlarınca yeniden verilen kararlar ile daha evvel verilen kararlardan kesinleşenler, belediye ve muhtarlıklarda ilana mahsus yerlere asılmak suretiyle 2026 yılının Mayıs ayı sonuna kadar mükelleflere duyurulacaktır.

Dava açmayanlar yargı kararlarının sonucunu nasıl öğrenebilecek?

Yargı kararları üzerine takdir komisyonlarınca yeniden verilen kararlar ile daha evvel verilen kararlardan kesinleşenler, belediye ve muhtarlıklarda ilana mahsus yerlere asılmak suretiyle 2026 yılının Mayıs ayı sonuna kadar mükelleflere duyurulacak. Mükellefler bu konuyu belediye veya muhtarlıklardan takip edebilirler.

Emlak sahiplerinden biri tarafından açılan dava sonucunda değişen değerler, dava açmayan diğer emlak sahipleri için de geçerli olacak.

Dava süreci yeniden düzenlenmelidir! 

Mükelleflerin dava hakkı açma hakkı kazanmasından sonra, yukarıda belirtiğim gibi henüz takdir kararlarına karşı dava açma sürecine ilişkin bir düzenleme yapılmış değil. Genel dava açma süreci emlak vergisinin yapısına uygun değil ve karmaşa yaratıyor, bu nedenle sürecin acilen düzenlenmesi gerekiyor. 

Bence takdirlerin yapıldığı yılı izleyen yıla (takdirlerin geçerli olduğu ilk yıla) ilişkin emlak vergilerinin daha geç tahakkuk ettirilmesi ve bu sayede kazanılacak sürede emlak sahiplerinin de dava açma hakkını kullanabilecekleri, ancak daha hızlı işleyen bir yargı süreci kurgulanabilir. Böylece hem süreç kolaylaştırılır hem de takdir edilen değerlerin kesinleşmesi daha erken sağlanır. 

Emlak vergisinde takdir yetkisi kanunla sınırlandırılmalı!

Önceki takdir dönemlerinde belediyelerin etkilediği takdir komisyonları çok yüksek takdirler yaptılar. Bu durum mükelleflerin dava açma hakkını kazandığı ilk döneme rastladı ve pek çok kişinin dava açmasına neden oldu. 

Bu gelişmeler karşısında 7061 sayılı Kanunla Emlak Vergisi Kanunu'na eklenen geçici 23 üncü madde ile yapılan takdirler sınırlanmak zorunda kalındı.

Söz konusu geçici madde, takdir komisyonlarınca 2017 yılında 2018 yılı için takdir edilen birim değerlerinin, 2017 yılı için uygulanan birim değerlerinin yüzde 50'sini aşması durumunda, 2018 yılına ilişkin bina ve arazi vergi değerlerinin hesabında, 2017 yılı için uygulanan birim değerlerinin yüzde 50 fazlasının esas alınmasını düzenlemişti.

Bu artış bile çok yüksekti, ancak bu düzenleme bile yararlı oldu. Sonraki takdir döneminde böyle bir düzenleme yapılmadı.

Benzeri bir fahiş takdir sürecinin bu dönemde de yaşanacağı anlaşılıyor. Bu nedenle makul ölçütler esas alınarak sınırlandırmanın kalıcı düzenleme olarak yapılması gerektiğini düşünüyorum.

Çünkü emlak vergisi en yaygın vergilerden biri ve mevcut sistem mükellefler açısından öngörülebilir ve güvenilir değil.

Diğer taraftan bence her 4 yılda bir takdir uygulamasının da gözden geçirilmesinde yarar var. 

Son olarak, emlak vergisini değerleme yoluyla tespit edilecek güncel değerlere bağlamanın ülkemizde uygulanamayacağını düşündüğümü belirtmek isterim. Eğer güncel değerler esas alınacak olursa vergi oranlarının düşürülmesi, istisna ve muaflıkların gözden geçirilmesi gerekir.

Vatandaşlarımızı en çok etkileyen vergilerden biri olan emlak vergisinde bir değişiklik yapmak kolay değildir. Çok dikkatli olmak gerekir.

[1] Merkez komisyonları, vali veya vekalet vereceği memurun başkanlığında, defterdar veya vekalet vereceği memur, vali tarafından görevlendirilecek tapu sicil müdürü ile ticaret odası, serbest muhasebeci mali müşavirler odası ve esnaf ve sanatkârlar odaları birliğince görevlendirilecek birer üyeden oluşuyor.

                                                                /././

T-24 "Köşebaşı + Gündem" -3 Ağustos 2025-

Adrese teslim garantili tez hizmeti ve sahte diploma tsunamisi -Güneç Kıyak-

Kaç üniversitenin bilim üretecek uluslararası ölçekte laboratuvarı var, kaç bilim insanı yetişmiş, kaç patent alınmış? Teknolojide sınıfta kaldık, çünkü bilim üretemiyoruz. Bilim üretemiyoruz, çünkü eğitim sistemimizde sorun var.

Adrese teslim garantili tez hizmeti ve sahte diploma tsunamisi

Aşağıdaki yazı, 1 Aralık 2019'da yayınlanmış olup nasıl bir girdabın içine sürükleniyor olduğumuzun habercisi gibi. Bu nedenle yazının bir cümlesine bile dokunmadan tümünü ilginize sunuyorum.

Türkiye'nin küresel ölçekte rekabet edebilecek, katma değeri yüksek teknik ürün oluşturma, yeni ürün ve süreç tasarımı ile teknoloji geliştirme alanlarında hedeflediği başarıya ulaşamaması büyük hayal kırıklığı yaratıyor.

Tartışmalar, "nasıl yüksek teknolojiye sahip olabiliriz?" sorusuna odaklanmış durumda.

Popüler deyimiyle, nasıl milli marka yaratabiliriz?

Çeşitli çözümler mümkün: Satın alır ve onun üzerinden ilerlersiniz; yap-işlet-devret modeli başka bir seçenek. Ya da  kendiniz üretirsiniz. Bu yaklaşımlar geçmişte de uzun uzadıya tartışıldı, görüldü ki ilk iki seçenek sorunu çözmüyor.

Küresel anlamda teknoloji üretmenin yolu Ar-Ge'den geçmekte; adı üzerinde "Araştırma ve Geliştirme".

İşin en zor tarafı ise "araştırma"; burada  araştırma ile kastedilen bilimsel araştırmalar. 

Günümüzde Ar-Ge, küresel rekabet ve pazar gereksinimleri tarafından tetiklense de, onun lokomotif gücü ve temel besin kaynağı tartışmasız bilimsel çalışmalardır. Bu çalışmaların çıktısı da bilimsel yayınlar.

Dünya genelinde, teknolojik olarak önde olan ülkelerin bilimsel yayınlarda da aynı sıralamayı koruduğu görülüyor. Bu alanda Çin, 426 bin ve ABD, 409 bin makale ile açık ara önde iki ülke. Sırasıyla Almanya, Japonya, Güney Kore gibi Ar-Ge üretimine büyük yatırımlar yapan ülkeler, bilimsel ve teknik makale sayısında da ilk 10’da yer alıyorlar.

Peki, bizde durum nedir? Bilimsel faaliyetler ve bilimsel çıktılarımız ne durumda?

Önce bilimin adresini belirlemeliyiz. Yanıt belli "üniversiteler".

Türkiye'de 200'ü aşkın üniversite bulunuyor, bunların 73'ü Vakıf Üniversitesi.

Birkaç üniversite (ama kesinlikle yüzde 5'in üzerine değil) dışında bilime katkı yapmayı ilk sıraya koyan bir üniversite bulursak kendimizi mutlu ve bahtiyar hissetmeliyiz. Bütçelerinden araştırmaya ne kadar para ayırmışlar, altyapıları ne durumda, araştırma laboratuvarları var mı?

İşte size ülkenin "bilim politikası", gerisini konuşmaya gerek yok sanırım.

Geçtiğimiz hafta bir araştırma-haber yayınlandı gazetelerde. Bilimsel araştırmaların temel kaynağı olan tezlerin özel bürolarda, içlerinde akademisyenlerin de olduğu ekipler tarafından  intihalsiz ve geçme garantili olarak para karşılığı yazıldığı iddia ediliyordu. Bir büro, 300 ile 15,000 TL arasında bir para karşılığında yılda 300-400 tez yazdığını belirtiyor. Ortalama 5000 TL olsa, senede 2-3 milyon TL; görülüyor ki bir tez yazma sektörü oluşmuş durumda. Yalnızca tezler de değil, bilimsel makaleler ve hatta sıradan ödevler bile bu bürolarda yaptırılır olmuş.

Daha fazlasını aşağıdaki linkten okuyabilirsiniz.

Sözkonusu tezler, üniversitelerin araştırma alt yapısını oluşturan lisansüstü tezleri kapsıyor, içinde doktora tezleri de var. Bu fabrikasyon üretimi sahte tezlerle doktora derecesi alan, hemen anında bir öğretim üyesi oluveriyor.

Ve o da tez yaptırmaya başlıyor. Nerede ve nasıl diye artık sormayın!

Dahası YÖK, son bilgilendirme ile bir öğretim üyesinin tez danışmanlığı sayısını 14, proje danışmanlığını 16 olmak üzere 30'a çıkarmış. Sanayi işbirliği çerçevesinde bu sayı %50 artırılabilirmiş. Yani öğretim üyesi lisansta beş derse girecek, bu sayının içinde olarak ayrıca lisansüstü derslerini sürdürecek ve 10'larca tez yaptıracak ve dbilimsel makale üretecek. Ek ders olayını ise tümüyle geçiyorum.

Akademik kadroların oluşmasında bilimsel yetkinlikler temel kriterdi ama o da zamanla aşındı. Zamanı dolanlar, akademik ünvanlarına otomatik bir düzenle kavuştuğu bir düzlemde, üniversite hocalarının bilim üretmelerini isteyen bir sistem de pek kalmadı.

Bu arada hakkını verelim, YÖK zaman zaman üniversiteleri bilime katkı anlamında zorluyor. Ama sonuç yok.

CV'leri boş, ama akademik yönetime bir o kadar hevesli yöneticiler grubu ile ancak bu kadar oluyor diyebilirsiniz. Bu kadrolar bilimsel bir vizyona sahip olmadıkları alanlarda nasıl strateji üretir, nasıl karar verirler diye de sormayın, zaten veremiyorlar. Sonuç ortada.

Bir de "araştırma üniversitesi" olmamak gibi bir vizyon geliştirildi. "Bilim üretemeyen üniversitelerde, bilim üretemeyen kadroların yetiştirdiği mezunlar nasıl araştırma- geliştirme süreçlerinde yer alır" sorusu da genel resmin bir özeti gibi.

Kaç üniversitenin bilim üretecek uluslararası ölçekte laboratuvarı var, kaç bilim insanı yetişmiş, kaç patent alınmış?

Onlar da topu "temel eğitim"e atacaklardır: "Ne yapalım öğrenci bize bilgisiz, heyecansız, tüm merak duyguları törpülenmiş olarak geliyor".

Aslında haksız da değiller.

Temel eğitime gittiğinizde ise başka bir dünya karşılaşıyor sizi; yaz, yaz bitmez.

Eğitim sisteminin "sistem" kısmını zaten göremiyorsunuz. Sistem dediğimiz şey, tüm bileşenleri ile birlikte, bir amaca yönelik, birarada uyum içinde çalışır.

Bu sistemsiz sistemin tam merkezinden gelen birisi olarak, daha fazlasını yazmak içimden gelmiyor: Şimdilik!

Bu noktada sözü Barış Soydan'a bırakıyorum: 4 Ekim 2019 tarihli yazısında diyor ki:

"Türkiye teknolojide, katmadeğerde neden başarısız? Çünkü rezil bir eğitim sistemimiz var. Çünkü özgür düşüncenin olmadığı yerde yaratıcı fikirler zor çıkar. Biraz kafası çalışan yazılımcıların hepsi neden yurtdışına göç ediyor sanıyorsunuz? Sadece daha yüksek maaş için mi? Güldürmeyin."

Sonuç olarak teknolojide sınıfta kaldık, çünkü bilim üretemiyoruz.

Bilim üretemiyoruz, çünkü eğitim sistemimizde sorun var.

Eğitim sistemimizde sorun var ve herkes bunda hemfikir: Ne diyelim; en azından sorunun kaynağı konusunda hemfikiriz!

                                                      /././

E-imza soruşturmasında sanık sayısı 199’a yükseldi; kamu sistemlerine usulsüz erişim detayları ortaya çıktı

E-imza soruşturmasında sanık sayısı 199’a yükseldi; kamu sistemlerine usulsüz erişim detayları ortaya çıktı

Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından yürütülen sahte e-imza soruşturmasında sanık sayısı 199'a ulaştı. Şüphelilerin ZATR ve TÜRKTRUST gibi elektronik sertifika sağlayıcılar üzerinden aldığı e-imzaların çoğunda "yüz yüze kimlik tespiti yapılmıştır" onayı bulunduğu belirlendi. Soruşturma, kamu kurumlarına yönelik organize dijital sızmaları ortaya çıkardı.

Millî Eğitim Bakanlığı (MEB), YÖK, BTK, Göç İdaresi ve üniversite sistemlerine sızmalar olduğu ve sahte mezuniyet kayıtları, not değişiklikleri, sınav sonucu manipülasyonları ile kişisel veri ihlalleri gerçekleştirildiği belirtiliyor. Habertürk'te yer alan habere göre, sahte mezuniyet kayıtları Atatürk, Gazi, İnönü, Ege ve Yıldız Teknik üniversiteleri üzerinden oluşturuldu. Diploma numarası, not ortalaması ve mezuniyet tarihi eklenen kayıtların bir kısmı tek şablondan çoğaltıldı. Örneğin A.D.’nin düzenlediği belgede üç farklı şahsın adı yer aldı.

Aktarılan detaylara göre, usulsüz lise diplomaları da düzenlendi. A.S. adına çıkarılan sahte e-imza ile MEB sistemine girilerek A.Ş. (Hınıs Mesleki ve Teknik Anadolu Lisesi), S.A. (Açık Öğretim Lisesi), İ.C.(Cumhuriyet Anadolu Lisesi) ve M.Y. (Anafartalar Anadolu Lisesi) adına kayıt oluşturuldu. Kayıtlar 5 Kasım 2024’te silindi.

Bir diğer iddia da MEB sistemine yetkisiz erişimle Motorlu Taşıt Sürücü Kursiyerleri E-Sınav sonuçlarında başarısız notların başarılıya çevrilmesi. Bu şekilde 100’den fazla kişinin notunun değiştirildiği belirtiliyor.

Haberde aktarılana göre, “Nizam-ı Cedid Derneği” Genel Başkanı ve siyasetçi N.P., Atatürk Üniversitesi mezunuymuş gibi sisteme kaydedildi. Ancak yükseköğretim kaydı bulunmadı. Mezuniyet kaydı, Atatürk Üniversitesi Öğrenci İşleri Başkanı adına sahte e-imzayla oluşturuldu. YÖK, Perk’in sistemlerinde hiçbir kaydın olmadığını yazılı olarak bildirdi. Sorgulamalar, Nizam-ı Cedid Derneği’ne ait internet hattından yapıldı.

Belgelerin fiyatlarının 250 bin TL ile 2,5 milyon TL arasında değiştiği, bazı ödemelerin kripto para ile yapıldığı öğrenilirken, yazışmalarda “Hocam sistem aktif”, “Sorguda çıkıyor” ifadelerinin kullanıldığı görüldü.

Eylemlerin şahısların kendi GSM hatları üzerinden sisteme yaptıkları girişler, kamera kayıtları ve para transferleriyle delillendirildiği belirtiliyor. O şüphelilerden bazılarının iddia edilen eylemleri şöyle:

Z.K.: 38 farklı IP üzerinden kamu sistemlerine sızdı. Sahte diploma, not değişikliği ve kişisel veri temini eylemlerinde yer aldı.

G.C.G.: TUZEM Akademi üzerinden sahte e-imza ve diploma ağı kurdu, koordinasyon ve finans süreçlerinde rol aldı.

Z.K.: TUZEM Akademi’nin resmi sahibi. Sahte belgeler, kamera kayıtlarının silinmesi ve savunma hazırlıklarıyla bağlantılı.

H.E.: TÜRKTRUST Adana bayisinde 16 sahte e-imza başvurusuna onay verdi, ödemeleri şahsi hesaplarından yaptı.

M.Y.: 6 farklı sahte kimlik bilgisiyle e-imza başvurusu yaptı, TUZEM Akademi’de aktif rol aldı.

Y.Ö.: Üç farklı kamu görevlisi adına çıkarılan sahte e-imzaların ödemesini yaptı, 8 GSM hattı üzerinden örgütsel irtibat sağladı.

Y.B.: Sahte mezuniyet belgelerinde kendi vesikalık fotoğrafını kullandı, E-TUĞRA firmasıyla doğrudan temas kurdu.

İ.C.E.: Göç İdaresi’ne ait bir kamu görevlisinin adıyla sahte e-imza oluşturdu.

                                                  ***

Amerikalı Yarbay Aguilar'dan Filistin ifşaatı: Hamas propagandası değil, bizzat benim şahitliğim; Gazze’deki yardım dağıtımı Açlık Oyunları filmi gibi!

"Filistinlilerin yardıma ulaşma şekli, Açlık Oyunları filmini andırıyor. Hayatta kalma mücadelesi. Kim daha hızlı koşarsa, kim daha erken varırsa yardım alıyor. Bu yüzden çoğu zaman yardım alamayanlar çocuklar, kadınlar ve engelliler oluyor"

Utan insanlık: İsrail saldırıları sürerken açlıkla da mücadele eden Filistinli çocuklar!

Gazze'de görev yaptığını söyleyen emekli Yarbay Tony Aguilar, yardım dağıtımında yaşananlardan dolayı 45 gün sonra istifa ettiğini açıkladı. Tanıkğına ilişkin olarak ifşaatta bulunan Aguilar, "Hamas propagandası değil, bizzat benim şahitliğim. Gazze’deki yardım dağıtımı Açlık Oyunları filmi gibi. İki ayrı olayda, birinde bir erkek birinde bir kadın, kucaklarında ölü çocuklarını taşıyordu. Bu çocuklar silahla vurularak ya da hastalıkla değil, açlıktan ölmüştü. Bunu kendi gözlerimle gördüm. Gazze’de bizzat şahit oldum” dedi.

Amerikalı Yarbay Aguilar, Gazze'de gördüklerinden sonra bir video çekerek neden istifa ettiğini anlattı. Serbesiyet'tin aktardığına göre, Aguilar, başta yaptığı işi 'asil bir görev' olarak gördüğünü bu yüzden kabul ettiğini ve Gazze'de açlıkla mücadele insanlara yardım edeceğini zannettiğini söyledi.

Aguilar, Filistinliler için yardıma ulaşmak için 'Açlık Oyunları'ndaki gibi mücadele vermek zorunda olduğunu söylerken, "Dağıtım noktalarındaki kalabalığı dağıtma yöntemi ise insanlara ateş etmek, biber gazı ve göz yaşartıcı gaz sıkmak, onlara kauçuk mermi atmak şeklinde. Bu sadece bir ya da iki kere olan bir şey değil. Her gün, her dağıtımda, her noktada oldu. Abartmıyorum. Bu Hamas propagandası değil, Gazze Sağlık Bakanlığı’nın söylediği bir şey değil. Benim gördüğüm şey" dedi.

"Bu yardımlar, açlığa çare değil; örgütlü bir ceza düzeninin sahaya indirgenmiş hâli"

Gazeteci Nihal Bengisu Karaca da HaberTürk'teki yazısındaAguilar'in ifşasının sosyal medyada yankı bulmamasını eleştirirken, şu ifadeleri kullandı:

"Birleşmiş Milletler’in raporları, Dünya Gıda Programı’nın acil çağrıları ve yardım bölgelerinde oluşan mezar sessizliği bu tanıklığın arkasında birleşti. 900 bin çocuk akut açlıkla boğuşuyor; 70 bini ölüm çizgisinde. Fakat yardım araçları, koliler ya da çadırlar değil; hedefleme sistemleriyle donatılmış militer senaryolar sahaya iniyor. Kurşun paketleniyor, dağıtılıyor, kimi zaman babalarının omzuna oturmuş minik çocuk kafalarına atılıyor.

Ve hâlâ çocuklar, ellerinde tencerelerle yardım noktalarına gidiyor. Umdukları şey bir öğün sıcak yemek. Karşılaştıkları ise soğuk mermiler. Bu yardımlar, açlığa çare değil; örgütlü bir ceza düzeninin sahaya indirgenmiş hâli."

Yarbay'ın itirafları

Gazze’deki yardım dağıtımında 45 gün güvenlik görevlisi olarak çalışan ve şahit oldukları yüzünden istifa eden emekli Amerikalı Yarbay Tony Aguilari, Serbestiyet'tin aktardığına göre, açıklamasının tamamında şu ifadeleri kullandı:

“Bu hikâyeyi anlatmak ve ortaya çıkmak istememin sebebi siyasi değil. Sorun, yardımın dağıtılma şekli. Yardımın dağıtımı, Amerikan değerleriyle bağdaşır bir şekilde yapılmıyor.

Benim adım Tony Aguilar. Amerika Birleşik Devletleri Ordusu’nda görev yapmış emekli bir Yeşil Bereli Yarbayım. 25 yıl süren kariyerim boyunca Irak ve Afganistan’da muharebe görevlerinde ve birçok farklı operasyonel görevlendirmede bulundum. İsrail’de kaldığım 45 gün boyunca Gazze’de ciddi bir süre geçirdim. UG Solutions adlı şirketin, Gazze İnsani Yardım Vakfı’na bağlı güvenlik biriminin kontratı altında çalışıyordum. Bu işi asil bir amaç olarak gördüm. Gazze halkına yiyecek ulaştırmak iyi bir görev diye düşündüm. Bu yüzden kabul ettim ve göreve gittim.(https://www.dailymotion.com/video/x9o3es0)

"Filistinlilerin yardıma ulaşma şekli, Açlık Oyunları filmini andırıyor"

IDF (İsrail Savunma Kuvvetleri) bize, yani SRS ve UG’ye, hangi noktalardan yardım dağıtacağımızı, ne zaman dağıtacağımızı, ne kadar dağıtacağımızı, alanda ne kadar süre kalacağımızı, hangi tür yardımı vereceğimizi söyledi. Yardımın her aşamasını IDF yönetti ve kontrol etti.

İlk günden itibaren 1 Numaralı Dağıtım Noktası’nda tam bir kaos ve kargaşa hakimdi. Filistinlilerin yardıma ulaşma şekli, Açlık Oyunları filmini andırıyor. Hayatta kalma mücadelesi. Kim daha hızlı koşarsa, kim daha erken varırsa yardım alıyor. Bu yüzden çoğu zaman yardım alamayanlar çocuklar, kadınlar ve engelliler oluyor.

Dağıtım noktalarındaki kalabalığı dağıtma yöntemi ise insanlara ateş etmek, biber gazı ve göz yaşartıcı gaz sıkmak, onlara kauçuk mermi atmak şeklinde. Bu sadece bir ya da iki kere olan bir şey değil. Her gün, her dağıtımda, her noktada oldu. Abartmıyorum. Bu Hamas propagandası değil, Gazze Sağlık Bakanlığı’nın söylediği bir şey değil. Benim gördüğüm şey.

"Sanırım birini vurdun"

29 Mayıs’ta, 4 Numaralı Dağıtım Noktası’nda, bir sözleşmeli görevli kendi silahıyla kalabalığa ateş açtı. Ayaklarının dibine, kafalarının üzerinden ve doğrudan kalabalığın içine ateş etti. Bunu yaparken yaptığı şeyin eğlencesini çıkardı ve ‘Vuhuu!’ diye bağırdı. Yanımda duran başka bir görevli ‘Sanırım birini vurdun’ dedi. Ateş eden görevli ise ‘Aynen öyle, dostum’ diye karşılık verdi. Ben videoya çektim. Oradaydım, gördüm. Ateş edenin ‘Sanırım birini vurdun’ diye bahsettiği kişi, yere düşüp bir daha kalkmayan bir Filistinliydi. Benim tahminime göre o kişi öldü.

2 Haziran’da, güneydeki Refah’ta bulunan 1 Numaralı Dağıtım Noktası’nda, bir UG sözleşmelisi kalabalığın içine bir ses bombası attı. Ses bombasının metal parçası bir Filistinli kadının kafasına çarptı, kadın anında yere yığıldı, hareketsiz kaldı. Alanın liderliği talimat vererek kadının bir eşek arabasına yüklenip oradan uzaklaştırılmasını sağladı. Kadın ölmüştü. Bu olay o noktada yaşandı.

"O ölümler bizim üzerimizdedir Amerikalılar olarak, biz de bu işe ortak olduk"

28 Mayıs’ta UGS ve Safe Reach Solutions liderliğine 3 Numaralı Dağıtım Noktası’yla ilgili bir rapor sunduk. ‘Bu alan tehlikeli, önlem alınmazsa insanlar ölecek’ dedik. Ancak hiçbir değişiklik yapılmadı. Ve 16 Temmuz’da 20 kişi öldü. Çarşamba sabahı Han Yunus’taki gıda dağıtım alanında 20 Filistinli hayatını kaybetti. İnsanlar, yani insan canları, çiğnenerek öldü. Bu, bizim önleyebileceğimiz bir ölümdü. O ölümler bizim üzerimizdedir Amerikalılar olarak. Biz de bu işe ortak olduk.

Görev aldığım onlarca dağıtımda, hiçbir zaman tehdit hissetmedim, tehdit görmedim, bir silah görmedim. Tek gördüğümüz ateş, zaman zaman IDF’in bulunduğumuz konumlara açtığı ateşti.

Refah şehri tamamen yerle bir edilmiş durumda. Dağıtım alanlarının çevresinde sivil nüfus yok. İnsanlar 8 ila 12 kilometreyi tek yön yürüyerek geliyor. Araçları yok. Çoğunun ayakkabısı bile yok. Kötü kıyafetli, açlar, susuzlar. Yardım malzemeleri arasında su yok. Ve oraya varabilmek için aktif bir savaş alanının içinden yürümek zorundalar.

"Çocuklar silahla vurularak ya da hastalıkla değil, açlıktan ölmüştü"

İki ayrı olayda, birinde bir erkek birinde bir kadın, kucaklarında ölü çocuklarını taşıyordu. Bu çocuklar silahla vurularak ya da hastalıkla değil, açlıktan ölmüştü. Bunu kendi gözlerimle gördüm. Gazze’de bizzat şahit oldum.

Amerikalılar, açlıktan kıvranan bir halka yiyecek verilecekse, bu yiyeceği savaş alanının ortasına koyup, oraya yürümelerini sağlayıp, sonra onlara ateş açıp biber gazı ve ses bombası atmazlar. Bu Amerikan tarzı değil. Bu, Amerikan değerleriyle bağdaşmaz.

25 yıl boyunca hizmet ettikten sonra üniformamı çıkardım ama yeminimi bırakmadım. Benim yeminim Anayasa’ya ve bu ülkenin değerlerine. Ne bir başkana, ne bir kongreye, ne bir şirkete, sadece bu ülkeye. Ve bence çoğu Amerikalı da böyle düşünür.

Mevcut dağıtım şekli Gazze halkını doyurmuyor. Aslında, o kadar az yardım sağlanıyor ki, onları açlığa mahkûm ediyoruz. Şu anki sistem işe yaramıyor. Benim görevim, Amerikan halkının bunu bilmesini sağlamak. Çünkü bunun parası bizim vergilerimizden gidiyor.

14 Mayıs’ta işe alındım ve 21 Ağustos’a kadar sürecek bir kontrat imzaladım. 14 Haziran’a geldiğimizde artık rastgele ateş açıldığını, uygunsuz güç kullanıldığını, liderliğin görevini ihmal ettiğini defalarca görmüştüm. Her durumu liderliğe rapor ettim, çözüm önerileri sundum. Bu işin başarılı olması için elimden geleni yaptım. Ama liderlik hiçbir şey yapmayınca benim için kırmızı çizgi aşıldı. Ahlaki sınırım aşılmış oldu. Görevi bıraktım. Sözleşmemi feshettim ve eve döndüm.”

                                                      ***

BİRGÜN "Köşebaşı + Gündem" -3 Ağustos 2025-

 Aile hekimlerinden uyarı: 'Verilerin indirilmesi riskli'

1 Ağustos itibarıyla kullanıma açılan “Aşıla” uygulaması, aile hekimliği sisteminde zorunlu hale getirilirken, uygulamanın kişisel cihazlara indirme zorunluluğu getirilmesinin bir dizi soruna yol açabileceği vurgulandı.

Aile hekimliği uygulamasında 1 Ağustos itibariyle zorunlu hale getirilen “Aşıla” uygulamasının kişisel cihazlara indirme zorunluluğu getirilmesinin yanlışlığına dikkat çeken Birlik ve Dayanışma Sendikası Merkez Yürütme Kurulu Üyesi Melike Sizege, verilerin aile hekimliği yazılımı dışındaki bir uygulamaya aktarılmasının KVKK açısından ciddi risk oluşturduğunu söyledi.

Birimlerin iş telefonunun akıllı telefon olma zorunluluğu yokken sağlık çalışanlarına kamu yararına olduğu iddia edilen bu uygulamayı kişisel cihazlarına indirme zorunluluğu getirildiğini, oysa bu cihazların kurumsal değil, bireysel mülkiyette olduğunu da ifade eden Sizege, “Bu durum, kişisel mülkiyet hakkına ve çalışanların özel alanına müdahale anlamı taşımaktadır” uyarısında bulundu.

ENDİŞE DUYUYORUZ

Aile hekimliği verilerinin, mevcut ve güvenilir aile hekimliği yazılımları dışındaki bir uygulamaya aktarılmasının riskli olduğuna dikkat çeken Sizege, Sağlık Bakanlığı’nın SİNA, e-Reçete ve e-rapor gibi mevcut dijital sistemlerinde yaşanan aksaklıklar her ay tekrar ederken, benzer teknik sorunların “Aşıla” uygulamasında da yaşanmasından endişe duyduklarını açıkladı.

Aşı reddi formlarının hâlâ manuel olarak kağıt üzerinde doldurulmasının, ebe ve hemşirelere ek iş yükü oluşturduğunu hatırlatan Sizege, aşı reddi gibi kritik bir sorumluluğun yalnızca sağlık çalışanlarının omuzlarına bırakılmasını eleştirdi. Aşıla uygulamasında aşı reddi seçeneğinin de bulunmadığını belirten Sizege “Bu nedenle güvenli kayıt yapma imkanı sağlayan mevcut aile hekimliği yazılımlarının dışına çıkılması gereksiz bir risk oluşturmaktadır. Teknik altyapısı yetersiz, hukuki, mesleki ve maddi sorumluluğu yalnızca sağlık çalışanlarına yükleyen bu uygulamanın, çalışanlara ne gibi bir katkı sunduğu belirsizdir. Asıl olarak kime hizmet ettiği kamuoyuna açık ve şeffaf biçimde açıklanmalıdır. Bizler bütün gelişmiş toplumlarda olduğu gibi koruyucu sağlık hizmetlerinin kamu tarafından desteklenmesini istiyoruz” diye konuştu.

                                                              ***

Tekirdağ'da anestezi gazı üretilen fabrikada patlama: 2 işçi hayatını kaybetti

Tekirdağ'ın Ergene ilçesinde anestezi gazı üretilen fabrikada kazan patladı. Patlamada 2 işçi yaşamını yitirdi.(https://www.birgun.net/haber/tekirdag-da-anestezi-gazi-uretilen-fabrikada-patlama-2-isci-hayatini-kaybetti-643095)

                                                ***

Yurttaşa sürpriz vergi şoku: Emlak vergisinde astronomik artış geliyor!-Tuncay KAPUSUZOĞLU - Vergi hesap uzmanı-

2026 yılında uygulanacak emlak vergisi tutarlarında astronomik artış yapıldı.

2026 yılında uygulanacak emlak vergisi tutarlarının hesaplandığı emlak vergisine esas teşkil eden asgari ölçüde arsa ve arazi metrekare birim değerleri takdir komisyonlarınca belirlenmiş olup, 30 Haziran itibariyle ilgili muhtarlıklara tebliğ edilmiştir. Vatandaşta şok etkisi yaratan sorun da burada çıkmış; takdir komisyonu kararlarında asgari ölçüde arsa ve arazi metrekare birim değerlerinde birçok yerde “rayiç bedel” yani piyasa değeri ile ilgisi olmayan, 10 katın çok üzerinde tutarlarda artış görülmüştür. Durumu öğrenen emlak vergisi yükümlüleri büyük tepki göstermiştir. Bunun yanı sıra henüz olaydan haberi olmayan ciddi bir kitle vardır.

ARTIŞIN DEVASA BOYUTU

Emlak vergisine esas teşkil eden asgari ölçüde arsa ve arazi metrekare birim değerleri, takdir komisyonlarınca her dört yılda bir belirlenmektedir. Bir önceki belirleme 2022’de uygulanmak üzere 2021’de yapılmıştır. 2021 ila 2025 yılları arasında ülkemizde önemli bir ekonomik gösterge olan enflasyon ve döviz tutarlarındaki değişim ilgili tablodaki gibidir. Görüleceği üzere ülke ekonomisindeki enflasyon ve dövizdeki artışlar %350 ila %525 arasındadır. Emlak vergisine esas tutarların belirlendiği takdir komisyonu kararlarındaki %1000’in üzerindeki artışlar normal değildir.

KOMİSYONDA KİM VAR?

Emlak vergisine esas değeri belirleyen takdir komisyonu, belediye başkanı veya vekil kıldığı bir memur, ilgili belediyeden yetkili bir memur, defterdarın ya da vergi dairesi başkanlığı bulunan yerlerde ise vergi dairesi başkanının görevlendireceği iki memur, tapu sicil müdürü veya vekil kıldığı bir memur, ticaret odasınca seçilmiş bir üye, ilgili arsalara ilişkin organize sanayi bölgesini temsilen bir üye ve ilgili mahalle veya köy muhtarından oluşur.

Takdir komisyonunun bu yapısına baktığımızda, emlak vergilerine esas tutarların belirlenmesinde belediyelerin açık bir şekilde etkili ve yönlendirici olduğunu söylemek mümkün değildir.

KİMLER ÖDEMEZ?

Kendisine bakmakla mükellef kimsesi olup on sekiz yaşını doldurmamış olanlar hariç olmak üzere, hiçbir geliri olmadığını belgeleyenlerin, gelirleri münhasıran kanunla kurulan sosyal güvenlik kurumlarından aldıkları aylıktan ibaret bulunanların, gazilerin, engellilerin, şehitlerin, dul ve yetimlerin Türkiye sınırları içinde brüt 200 m²'yi geçmeyen tek meskeni olması (intifa hakkına sahip olunması hali dahil) halinde, bu meskenlerine ait vergi oranları sıfır olarak uygulanacaktır. Yani, söz konusu bu kişiler emlak vergisi ödemeyeceklerdir.

Getirilen sınırlamalar, emlak vergisi ödemeyen vatandaşların da son derece sınırlı bir kitle olmasına yol açmaktadır.

***

EMLAK VERGİSİNDEKİ ASTRONOMİK ARTIŞIN YARATACAĞI SORUNLAR:

Emlak vergisi tutarlarının artması, biraz rahatsızlık verse de varlıklı kitle için çok büyük bir sorun değildir. Asıl sorun, ev sahibi olan, kira geliriyle yaşamını sürdüren, geliri kısıtlı orta kesim ve alt kesimde yaşayan vatandaşlar üzerinde oluşmaktadır. Belirlenen abartılı tutarları, bu kesimdeki vatandaşlar temel ihtiyaç giderlerinden kısarak karşılayacaktır. Emlak vergisinden muaf kitle son derece sınırlıyken, sıradan vatandaşların üzerindeki yük, rahatsızlığın çok ötesindedir.

Geçmişte uygun fiyatla aldığı konutu şu anda değerli hale gelen ve son olarak ödeyemeyeceği tutarda, gerçekle ilgisi olmayan astronomik emlak vergisi nedeniyle çaresiz kalan geliri kısıtlı vatandaşlar vardır. Bu şekilde 2026’da uygulanacak emlak vergisi tutarında yüzde binin üzerinde artış olan yerler vardır. Bu kitlenin sırf emlak vergisi nedeniyle yaşadığı evini satmak zorunda kalması dünyada eşine az rastlanan bir durumdur.

Emlak vergisindeki astronomik artış vergilendirmede mali güce göre ödeme ilkesine ve vergide belirlilik ilkesine aykırıdır. Mali güce göre ödeme ilkesinde vergi mükellefinin ekonomik ve kişisel durumları dikkate alınarak mali gücüne göre vergi alınması esastır. Bu sağlandığı zaman verginin adaletli ve dengeli dağılımı da sağlanmış olacaktır. Astronomik emlak vergisi tutarları vatandaşın mali gücünü zorlamaktadır.

Vergilendirmede belirlilik ilkesi, vergilerin tutarının, tarh, tahsil zamanlarının ve biçimlerinin hem İdare hem de kişiler açısından belli ve kesin olması anlamına gelir. Vergilerle ilgili kurallar ve işlemler, açık ve anlaşılır olduğu ölçüde keyfilik de önlenmiş olacaktır. Aniden ortaya çıkan, keyfilik taşıyan astronomik vergi artışları, vergi yükümlüsünün tüm planlarını, beklentilerini etkilediği gibi, Devlete olan güvenini de önemli ölçüde zedelemektedir.

NE YAPILABİLİR?

Emlak vergisi yükümlüleri söz konusu takdir kararlarının ilgili muhtarlık ve belediyelerde ilan tarihinden itibaren 30 gün içerisinde ilgili takdir komisyonu kararına karşı dava açılabilecektir. Emlak vergisine esas değerin belirlendiği takdir komisyonu kararları 30 Haziran 2025’de muhtarlıklara bildirilmiştir. 30 Temmuz tarihi adli tatil süresi içinde kaldığından, davalar adli tatil süresi bittikten sonraki 7 gün içinde de açılabilecektir. İdari Yargılama Usulü Kanununa göre adli tatil 20 Temmuz ila 31 Ağustos arasında uygulanmaktadır ve son günü adli tatile rastlayan davalar, 31 Ağustos'tan itibaren 7 gün içinde açılabilmektedir. Bu durumda son dava açma tarihi 07 Eylül 2025’dir.

KİMLER YARARLANACAK?

Belediyelerin tek başına yönlendirmesinin mümkün olmadığı takdir komisyonlarında emlak vergisine esas değerlerin abartılı şekilde bu kadar yüksek belirlenmesinin nedeni konunun en can alıcı noktasıdır. Başta büyükşehirler olmak üzere ülkedeki belediyelerin önemli bir kısmı muhalefet partilerindeyken, İktidarın bu konuda tepkisiz kalması ve sessizce beklemesi çok ilginçtir.

Şu anda 2026'da ödeyeceği emlak vergisi tutarlarını öğrenen vatandaşlar büyük bir şaşkınlık geçirmekte ve ciddi tepki göstermektedir. Eleştirilerin okları tabii ki emlak vergisini tahsil eden belediyelere yönelmektedir. Takdir komisyonu kararlarına karşı ilgili vergi mahkemelerine çok sayıda dava açılacağı açıktır.

Muhalefetteki belediyeleri oldukça yıpratacak bu sürecin sonunda 2026'da alınacak vergilerin tahsilatında da bir değişim olabilir mi? Acaba, 1986 yılında Turgut Özal’ın Başbakanlığı döneminde belediyelere bırakılan emlak vergisi, uygun koşulların sağlanmasıyla tekrar merkezi idareye alınabilir mi? Bekleyip göreceğiz!

                                                   ***

Kendi geçiminden sorumlu çocuk işçiler!-Gözde Bedeloğlu-

Türkiye, çocuk yoksulluğunun dünyada en yüksek olduğu ülkelerden biri. Avrupa’da ise lider konumda. Çocuklar, çocuk olmaktan doğan temel haklarını kullanamıyor. Derinleşen yoksulluk, yetersiz ve kalitesiz beslenmelerine ve bu da sağlık sorunları yaşamalarına neden oluyor. Gelir azlığı çocukları eğitimden koparıp çalışmaya zorluyor. Evde, okulda, işte; okurken ya da çalışırken çocuklar istismara uğruyor, fiziki ve psikolojik şiddete maruz kalıyor. İktidarın ekonomiyi yönet(e)meyişi, insanları tabağa bir dilim karpuz, bir parça peynir koyamaz hale getirdi. Analar babalar canı çeker de alamam diye çocuklarını pazara götüremez oldu. Okulda olmaları gerekirken -ki eğitim, içeriğinden amacına kadar başlı başına tartışma konusu- ucuz iş gücü olarak sahaya sürülüyor. Sermaye ve hükümet el ele vermiş, çoluk çocuk yoksulluktan kırılan herkesin hakkını ezme peşinde.

***

Türkiye İstatistik Kurumu’nun (TÜİK) 2024 yılı verilerine göre, nüfusun yüzde 25,5'i çocuklardan oluşurken, çocukların işgücüne katılım oranı ise yüzde 24,9’a yükseldi. Yani Türkiye’de her dört çocuktan biri çalışmak zorunda kalıyor. 15-17 yaş grubunda 3 milyon 894 bin çocuk bulunurken, çocuklardan 970 bini kayıtlı işçi olarak çalışıyor. Ayrıca 504 bin çocuk da mesleki eğitim merkezleri (MESEM) kapsamında çalıştırılıyor. Toplam çocuk işçi sayısı en az 1 milyon 474 bin. Kayıt dışı çalıştırılan çocuklar da dikkate alındığında sayının 3.5 milyona yaklaştığı belirtiliyor. İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi (İSİG) verilerine göre 2013-2024 dönemi ve 2025’in ilk beş ayında 770 çocuk iş cinayetlerinde hayatını kaybetti. Ölen çocuk işçilerin 261’i (yüzde 34) çalışması yasak olan 5-14 yaş arasında, 509’u (yüzde 66) da 15-17 yaş aralığında.

***

Çocuk işçi sayısındaki bu artışta ekonomik krizin etkili olduğu çok açık. Diğer yandan hükümet, ‘Aile Yılı’ kapsamında çiftlerin daha fazla çocuk sahibi olmasını teşvik ediyor. Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan nüfusun azalıp yaşlanmasından yakınıyor. Yoğun ‘aile diplomasisi’ ile meşgul Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanı Mahinur Özdemir Göktaş ise, doğurganlık hızının düşmesiyle yirmi yıl sonra askere gidecek genç bulamayacağımızdan endişeli. Pek çok konuda olduğu gibi iktidar endişelerinin sebebini ve çözümünü başka yerlerde arıyor. Geçen hafta iki asker susuzluktan öldü. Ceza olarak dört saat güneşin altında bekletildikleri söyleniyor. Yasaklanması gereken çocuk işçiliği sermayeye ‘can suyu’ olarak sunuluyor. Fakir ailelerin temel ihtiyaçlarını bile karşılayamadığı çocuklar güvencesiz ve tehlikeli işlerde çalışıyor.

***

12 yaşındaki Eyüp Can, Mersin Anamur’da çalıştığı bir dönerci dükkanında, sabaha karşı saat 4’te öldü. Yatağında, uykuda olması gereken bir çocuk, iddiaya göre, ‘yavaş çalıştığı’ için azarlandı ve kendisini kovalayan ustabaşıdan kaçarken yüksekten düştü. Vücudunda şüpheli kesici alet izlerine rastlandı. Baba İbrahim Can, Evrensel gazetesinden Eylem Nazlıer’e buz gibi gerçeği dümdüz anlatmış. “Şimdi soracaksınız bu çocuk bu yaşta neden çalışıyor. Emekliyim, hâlâ çalışıyorum. 16 bin 800 lira maaşla geçinilir mi? Kiraya 10 bin lira veriyorum. Eyüp de bunu görüyordu, okul masraflarını çıkarmak için çalışmak istedi.” Baba Can, başta karşı çıkmış, sonra oğlunu evden alıp eve bırakacakları için ikna olmuş. Eyüp, kendine üst baş alıp ailesine destek olunca mutlu oluyormuş.

***

12 yaşındaki bir çocuğun mutluluk tarifinde üst baş almak mı olmalıydı? Okulunu, derslerini düşüneceği yerde aile bütçesindeki asgari ‘yükünü’ nasıl hafifletirimin derdine mi düşmeliydi? Nerede bu devlet? Nerede Milli Eğitim Bakanı, nerede Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanı? Milli eğitimin görevi sermayeye ucuz iş gücü mü sağlamaktır? Sosyal hizmetlerin görevi ülkenin asker açığını mı hesaplamaktır? TÜİK’in çocukların karıştığı güvenlik olaylarına dair 2024 verilerine göre suça sürüklenen çocuk sayısında artış var. Suça sürüklenme nedeni ile güvenlik birimlerine gelen veya getirilen çocukların yüzde 40,4’üne yaralama, yüzde 16,6’sına hırsızlık, yüzde 8,2’sine uyuşturucu veya uyarıcı madde kullanmak, satmak veya satın almak, yüzde 4,6’sına tehdit, yüzde 4,2’sine genel tehlike yaratan suçlar, yüzde 26’sına ise bu nedenlerin dışında kalan diğer suçlar isnat edilmiş.

Küçücük yaşta geçim derdine düşerek okulunu, derslerini bırakıp sanayide, tarlada, dükkanda çalışmak zorunda kalan çocuklar için, "Ne güzel hayata erkenden atılıyorlar, meslek öğreniyorlar" demek, ekonomik çöküşün nedenini gözden kaçırıp emek ve çocuk sömürüsüne apaçık destek vermektir. Bu ülke çocukları için ya işte ya sokakta, ya ölümle ya suçla burun buruna bir hayatı layık görmemeliydi.

                                                        /././

Öne Çıkan Yayın

Savcı ‘İngiliz casusu’ olmakla suçluyor! Yöneticisi olduğu şirkete siber güvenlik ihalesi verildi -Bahadır Özgür /halkTV-

İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’nın başlattığı ‘ casusluk ’ soruşturması, İBB dosyasında şimdiye kadarki en ağır itham. Savcılık CIA, MOSSA...