Şafak Sezer’le ablası Gönül Akpınar arasındaki “hesaplaşma” dikkatinizi çekmiştir…
Abla Akpınar; Sezer için “fırıldak!” deyimini kullanmaktan çekinmedi, “Benim böyle bir kardeşim yok. Ben çapulcuyum, o fırıldak. Ben artık Memet Ali Alibora’nın, Ethem Sarısülük’ün ablasıyım” dedi.
“Sanatçı” Sezer de ablaya Twitter’dan, “Ömür biter hüloooğğğ bitmez. Hüloooğğğçular için şafak vakti. Konu: Gönül abla, Ders: Fırıldak” şeklinde, yitirdiği irtifayı daha da düşüren bir yanıt verdi.
Sezer’in, Erdoğan’ın önünde diz çökerek Gezi Direnişi’ni ortaoyununa çevirmesine abla anlaşılan katlanamamış.
En küçük kardeşini -ki küçük kardeşler genelde hep korunup kollanır- bir hamlede gözden çıkarmış.
Bunu da gizi saklı değil, sağır sultanın duyacağı şekilde kamuoyu önünde“akrabalıktan istifa ederek” yapmak istemiş.
Aile ve şahsı adına duyduğu acıyı böyle hafifletiyor belki Akpınar. “BabamızPolat Sezer çok değerli bir adamdı” diyerek içini döküyor:
“Bize çocukluğumuzdan beri Atatürk, CHP ve Beşiktaş öğretti. Şafak’ın tavrı ve açıklamaları çok zorumuza gitti… Diğer kardeşlerim Şafak’la konuşabilir, onu affedebilir ama ben affetmeyeceğim!”
Abla Akpınar; Sezer için “fırıldak!” deyimini kullanmaktan çekinmedi, “Benim böyle bir kardeşim yok. Ben çapulcuyum, o fırıldak. Ben artık Memet Ali Alibora’nın, Ethem Sarısülük’ün ablasıyım” dedi.
“Sanatçı” Sezer de ablaya Twitter’dan, “Ömür biter hüloooğğğ bitmez. Hüloooğğğçular için şafak vakti. Konu: Gönül abla, Ders: Fırıldak” şeklinde, yitirdiği irtifayı daha da düşüren bir yanıt verdi.
Sezer’in, Erdoğan’ın önünde diz çökerek Gezi Direnişi’ni ortaoyununa çevirmesine abla anlaşılan katlanamamış.
En küçük kardeşini -ki küçük kardeşler genelde hep korunup kollanır- bir hamlede gözden çıkarmış.
Bunu da gizi saklı değil, sağır sultanın duyacağı şekilde kamuoyu önünde“akrabalıktan istifa ederek” yapmak istemiş.
Aile ve şahsı adına duyduğu acıyı böyle hafifletiyor belki Akpınar. “BabamızPolat Sezer çok değerli bir adamdı” diyerek içini döküyor:
“Bize çocukluğumuzdan beri Atatürk, CHP ve Beşiktaş öğretti. Şafak’ın tavrı ve açıklamaları çok zorumuza gitti… Diğer kardeşlerim Şafak’la konuşabilir, onu affedebilir ama ben affetmeyeceğim!”
‘Kardeş kavgası’ iklimi
Türkiye bu hale geldi.
İki kardeşi yüz yüze bakamaz hale getiren “kutuplaşmalar”, Şafak Sezer örneğinde görüldüğü gibi ailelerin içine girdi.
Ben bu raddede kutuplaşmaları yalnız yedi yıl yaşadığım İspanya’da görmüştüm…
20. yüzyılın ikinci çeyreğinde Avrupa’nın en kanlı iç savaşını yaşamış ülkedeki siyasi parçalanmalar ve hesaplaşmaların ailelere girdiği bana anlatılmış; her ailede, iç savaşın iki uç cephesine verilen kurbanlar olduğu söylenmişti.
İspanya’ya vardığımda, kanlı “kardeş kavgası”nın üzerinden 40 yıl geçmişti. Ama yaralar tazeydi. Öyle ki “hassas yaraya tuz basmamak” adına herkes söylediği sözün nereye gideceğine hâlâ özenle dikkat ediyor, bilhassa“demokratikleşme” misyonunu üstlenen siyasetçiler “uzlaşma yanlısı” dil kullanmaya azami gayret gösteriyorlardı. 80’lere damga basan ve dünyaya çok başarılı bir örnek olarak gösterilen İspanya’nın “demokrasiye geçiş modeli”nin ruhu, gerçekte tamamen buna, eski yaraları deşmemek ve yeni kamplaşmalar açmamak üzerine endeksliydi.
Bizde tam tersi bir durum var.
Türkiye’de “demokratikleşme” davasını sözde bayrak edinen ve her vesileyle bununla şişinen bir iktidar; en tahrik edici söylemlere sarılıyor.
Başbakan’ın her gün “bunlar” diye AKP dışındaki herkesi dışlayarak yaptığı konuşmalar ötesinde, bu kutuplaştırıcı koroya en yakın mesai arkadaşları da katılıyor.
Ortamı yumuşatmaya çalışmak dururken onlar da yangına benzinle gidiyor. Son örnek Yalçın Akdoğan’ın, Ergenekon kararları için yazdıkları…
“Star”da bir köşesi olan Akdoğan; “Ergenekon Davası, Cumhuriyet tarihinin en büyük hukuki hesaplaşmasının adıdır” diyor: “Ergenekon Davası’yla sadece bir zihniyetten hesap sorulmuyor, aynı zamanda bu anlayış yargı yoluyla tasfiye ediliyor.”
Başbakan’ın en yakın çevresi, yargıyı gizlenemez biçimde bir “hesaplaşma”mercii olarak görüyor.
Sevgili Mümtaz (Soysal) Hoca’nın dediği gibi, “Bir hukuk süreci için kullanılabilecek bir kavram ya da etiket ancak bu kadar tehlikeli olabilir… Bir‘siyasi dava’nın kurbanı olduklarını ileri sürenleri haklı göstermek için‘hesaplaşma’ sözcüğünden daha iyisi bulunamazdı.”
İki kardeşi yüz yüze bakamaz hale getiren “kutuplaşmalar”, Şafak Sezer örneğinde görüldüğü gibi ailelerin içine girdi.
Ben bu raddede kutuplaşmaları yalnız yedi yıl yaşadığım İspanya’da görmüştüm…
20. yüzyılın ikinci çeyreğinde Avrupa’nın en kanlı iç savaşını yaşamış ülkedeki siyasi parçalanmalar ve hesaplaşmaların ailelere girdiği bana anlatılmış; her ailede, iç savaşın iki uç cephesine verilen kurbanlar olduğu söylenmişti.
İspanya’ya vardığımda, kanlı “kardeş kavgası”nın üzerinden 40 yıl geçmişti. Ama yaralar tazeydi. Öyle ki “hassas yaraya tuz basmamak” adına herkes söylediği sözün nereye gideceğine hâlâ özenle dikkat ediyor, bilhassa“demokratikleşme” misyonunu üstlenen siyasetçiler “uzlaşma yanlısı” dil kullanmaya azami gayret gösteriyorlardı. 80’lere damga basan ve dünyaya çok başarılı bir örnek olarak gösterilen İspanya’nın “demokrasiye geçiş modeli”nin ruhu, gerçekte tamamen buna, eski yaraları deşmemek ve yeni kamplaşmalar açmamak üzerine endeksliydi.
Bizde tam tersi bir durum var.
Türkiye’de “demokratikleşme” davasını sözde bayrak edinen ve her vesileyle bununla şişinen bir iktidar; en tahrik edici söylemlere sarılıyor.
Başbakan’ın her gün “bunlar” diye AKP dışındaki herkesi dışlayarak yaptığı konuşmalar ötesinde, bu kutuplaştırıcı koroya en yakın mesai arkadaşları da katılıyor.
Ortamı yumuşatmaya çalışmak dururken onlar da yangına benzinle gidiyor. Son örnek Yalçın Akdoğan’ın, Ergenekon kararları için yazdıkları…
“Star”da bir köşesi olan Akdoğan; “Ergenekon Davası, Cumhuriyet tarihinin en büyük hukuki hesaplaşmasının adıdır” diyor: “Ergenekon Davası’yla sadece bir zihniyetten hesap sorulmuyor, aynı zamanda bu anlayış yargı yoluyla tasfiye ediliyor.”
Başbakan’ın en yakın çevresi, yargıyı gizlenemez biçimde bir “hesaplaşma”mercii olarak görüyor.
Sevgili Mümtaz (Soysal) Hoca’nın dediği gibi, “Bir hukuk süreci için kullanılabilecek bir kavram ya da etiket ancak bu kadar tehlikeli olabilir… Bir‘siyasi dava’nın kurbanı olduklarını ileri sürenleri haklı göstermek için‘hesaplaşma’ sözcüğünden daha iyisi bulunamazdı.”
‘Atmosfer zehirlendi’
Ülkede pompalanan propagandaların aksine bu yaşananlara dışardan bakanlar da durumu tam böyle görmekte. Dış basına bilmem hiç göz attınız mı?
İngiltere’den “Times”, Ergenekon süreci için “Erdoğan’ın düşmanları cezalandırıldı” değerlendirmesini yaptı. “Guardian” harbiden “Hükümet orduyla hesaplaşıyor” dedi.
“Der Spiegel”, “Erdoğan muhaliflerini susturuyor” tespitinde bulundu.
“New York Times”, “Erdoğan intikam duygusuyla ve askeri düzen tarafından ezilmiş sınıfının hissettiği içerlemeyle hareket etti” diye yazdı.
İtalyan basınından “Repubblica” ise “Erdoğan’ın yumruğu gazetecilere ve askerlere indi” demekten kaçınmadı. “Türkiye’de atmosferin zehirlendiğini”öne süren gazete; “Türkiye’de neler oluyor” sorusunu sormayı ihmal etmedi.
“Erdoğan kendisine karşı çıkan herkese -ki buna artık dışarısı dahil- yumruğunu indiriyor. Türkiye’de neler oluyor?” diyen “Repubblica” özetle şöyle devam etti:
“Son dönemde çarpıcı bir dini içerik kazanan hükümet, kendisine karşı mücadele edenlere karşı safları sıklaştırıyor. Otoriter görünüm içinde olan Erdoğan, anayasada laikliğin garantörü olarak tanınan askerleri ve özgür basını çok sert bilek güreşi ile mat etti.”
Bu minval yorumları çoğaltmak mümkün. Ama anladınız.
Ergenekon kararlarına “demokrasinin zaferi” diye alkış tutan artık pek kalmadı.
Yapılan değerlendirmelerde bilakis hep Türkiye’yi teslim alan hesaplaşma iklimi öne çıkartılıyor. Gezi’den bu yana sertleşen iktidara, işini yitiren gazetecilere ve en son Ergenekon’da en ağır cezaları alan basın mensuplarına sürekli atıf yapılıyor…
Ergenekon sürecini “tüm kusurlarına rağmen” kucaklayan “yetmez ama evet”çi aydınlara kapak olsun!
İngiltere’den “Times”, Ergenekon süreci için “Erdoğan’ın düşmanları cezalandırıldı” değerlendirmesini yaptı. “Guardian” harbiden “Hükümet orduyla hesaplaşıyor” dedi.
“Der Spiegel”, “Erdoğan muhaliflerini susturuyor” tespitinde bulundu.
“New York Times”, “Erdoğan intikam duygusuyla ve askeri düzen tarafından ezilmiş sınıfının hissettiği içerlemeyle hareket etti” diye yazdı.
İtalyan basınından “Repubblica” ise “Erdoğan’ın yumruğu gazetecilere ve askerlere indi” demekten kaçınmadı. “Türkiye’de atmosferin zehirlendiğini”öne süren gazete; “Türkiye’de neler oluyor” sorusunu sormayı ihmal etmedi.
“Erdoğan kendisine karşı çıkan herkese -ki buna artık dışarısı dahil- yumruğunu indiriyor. Türkiye’de neler oluyor?” diyen “Repubblica” özetle şöyle devam etti:
“Son dönemde çarpıcı bir dini içerik kazanan hükümet, kendisine karşı mücadele edenlere karşı safları sıklaştırıyor. Otoriter görünüm içinde olan Erdoğan, anayasada laikliğin garantörü olarak tanınan askerleri ve özgür basını çok sert bilek güreşi ile mat etti.”
Bu minval yorumları çoğaltmak mümkün. Ama anladınız.
Ergenekon kararlarına “demokrasinin zaferi” diye alkış tutan artık pek kalmadı.
Yapılan değerlendirmelerde bilakis hep Türkiye’yi teslim alan hesaplaşma iklimi öne çıkartılıyor. Gezi’den bu yana sertleşen iktidara, işini yitiren gazetecilere ve en son Ergenekon’da en ağır cezaları alan basın mensuplarına sürekli atıf yapılıyor…
Ergenekon sürecini “tüm kusurlarına rağmen” kucaklayan “yetmez ama evet”çi aydınlara kapak olsun!
Nilgün Cerrahoğlu
11 Ağustos 2013 - Cumhuriyet
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder