Hollanda kökenli Amerikalı tarihçi Hendrik Willem van Loon’un “Gençler İçin Uygarlık Tarihi” kitabını
624 sayfalık kitap fevkalade akıcı. Su gibi okunuyor. Sade gençlere değil, dünya tarihi hakkında hızlandırılmış, derli toplu formatta bilgi tazelemek isteyen herkese ivedilikle öneririm.
Kitabı kaleme almaktaki meramını yazar, “dörtnala koşan bir tarih hikâyesi yazmak” olarak özetlemiş ve bunu da başarmış. Bir “uygarlık tarihi” olmaktan ziyade gerçekte “uygarlık tarihinin öyküsü” Van Loon’un kitabı.
Anekdotlarla renklendirilmiş salon sohbeti havasında aktarılan insanlık serüvenini izlerken bir an dahi sıkılmıyorsunuz.
Tarih boyunca gelişen dramatik çatışmaları açıklarken yazar bir yerde, bir“sessiz film” örneği kullanıyor…
yeni bitirdim.624 sayfalık kitap fevkalade akıcı. Su gibi okunuyor. Sade gençlere değil, dünya tarihi hakkında hızlandırılmış, derli toplu formatta bilgi tazelemek isteyen herkese ivedilikle öneririm.
Kitabı kaleme almaktaki meramını yazar, “dörtnala koşan bir tarih hikâyesi yazmak” olarak özetlemiş ve bunu da başarmış. Bir “uygarlık tarihi” olmaktan ziyade gerçekte “uygarlık tarihinin öyküsü” Van Loon’un kitabı.
Anekdotlarla renklendirilmiş salon sohbeti havasında aktarılan insanlık serüvenini izlerken bir an dahi sıkılmıyorsunuz.
Tarih boyunca gelişen dramatik çatışmaları açıklarken yazar bir yerde, bir“sessiz film” örneği kullanıyor…
Altyazıyı okuyamamak
“Sessiz filmlerin” revaçta olduğu yıllarda yazan Loon; “Sessiz filmlerde”diyerek söze giriyor:
“Şakalar ve komik sözler genellikle yazılı olarak ekranda gösterilir. Seyircilere bakın. Birkaç kişi, sözcükleri adeta yutar. Satırları bir saniyede okurlar. Diğerleri daha yavaştır. Kimilerinin okuması yirmi-otuz saniye kadar sürebilir. Son olarak, hiçbir şey okumayanlar gelir. Onlar, daha zeki olanlar bir sonraki yazıyı okumaya başladıkları sırada önceki şakayı ancak kavrarlar… Bu durumun gerçek hayattan farkı yoktur.” (Gençler İçin Uygarlık Tarihi, Hendrik Willem van Loon, Say tarih dizisi, s. 463)
Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez’in BM teşkilatına yönelik olarak BM ile işbirliği kapsamında sarf ettiği, “Kadına karşı şiddetle uğraşacağınıza insanlığa karşı cinayetleri önleyin!” sözlerini duyunca; uygarlık tarihinin bu harika “sessiz film alegorisini” düşündüm.
Görmez, gözümün önünde, sessiz filmlerin altyazısını okumaktan aciz bir“uygarlık filmi izleyicisi” olarak canlandı.
Bu filmin “tek tanrılı dinler” bölümünde evet doğru, kadınlar insandan sayılmıyordu…
Kutsal kitapların tümünde kadın erkeğin dipnotu gibi yansıtılıyordu…
Tevrat ve İncil’de, kadının örneğin erkeğin kaburga kemiğinden yaratıldığı anlatılıyordu…
Kuran’da kadının yeri ise herkesin malumu. Ayrıntıya girmiyorum.
Bozkurt Güvenç’in son kitabı “Kadın Sorunları Sözlüğü”nden tek bir cümleyle özetlemek gerekirse, kısaca tüm semavi dinlerde “Kadın erkek için vardır!” denebilir.
Kadın bu nedenle tek başına “insan” kategorisine girmez/giremezdi…
Ancak “uygarlık”, arkada bıraktığımız son yüzyılda, bu alanda muazzam aşamalar kaydetti.
Kutsal kitapların “kadın” için tanımladığı “erkeğe bağımlı rolün” zihinlerde aşılması, çeşitli merhalelerle mümkün olabildi.
20. yüzyıl başında kadınlara öncelikle eşit oy hakkı tanındı. Giderek kadına yasalarda eşitlik hakları teslim edildi. Ancak çoğu kez “kâğıt üzerinde” kalan bu yasal eşitlik hakkının yaygın ihlali karşısında, dünyada “kadının insan hakları mücadelesi” başlatıldı. 20. yüzyılın nihayet son on yıllık diliminde, kadının da “insan haklarına” -kölelerden ve siyahlardan çok sonra!- sahip olduğu zihinlere kazındı. Bu hak, kadınlara teslim edildi.
İnsanlık tarihinin upuzun serüveni düşünüldüğünde, aslına bakarsanız bu çok geciken bir hak teslimi!
Ne var ki tek tanrılı dinlerin bağnazlığı karşısında mücadele çok zaman aldı. Ama bugün papa dahil, kadınlar hakkında kelam eden tüm dini liderler alabildiğince dikkatli ve özenli davranıyor. Çünkü “kadının tek başına birey olduğu” ve “insan hakları mücadelesinin” ayrılmaz parçası olduğu gerçeği, önemli tüm uluslararası anlaşmalar, sözleşmelere ve bundan böyle belgelere geçti.
BM örgütü, tüm bu mücadelede, en önsafta rol oynadı.
Kadına karşı şiddet hakkında dünyada ciddi farkındalık yaratan ve kadına karşı ayrımcılığı dünya çapında izleyen faaliyetler başlattı…
Kadına karşı her türlü ayrımcılığı önlemeye yönelik gayet etkin takip yapan“CEDAW” sözgelimi kuruldu…
“Şakalar ve komik sözler genellikle yazılı olarak ekranda gösterilir. Seyircilere bakın. Birkaç kişi, sözcükleri adeta yutar. Satırları bir saniyede okurlar. Diğerleri daha yavaştır. Kimilerinin okuması yirmi-otuz saniye kadar sürebilir. Son olarak, hiçbir şey okumayanlar gelir. Onlar, daha zeki olanlar bir sonraki yazıyı okumaya başladıkları sırada önceki şakayı ancak kavrarlar… Bu durumun gerçek hayattan farkı yoktur.” (Gençler İçin Uygarlık Tarihi, Hendrik Willem van Loon, Say tarih dizisi, s. 463)
Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez’in BM teşkilatına yönelik olarak BM ile işbirliği kapsamında sarf ettiği, “Kadına karşı şiddetle uğraşacağınıza insanlığa karşı cinayetleri önleyin!” sözlerini duyunca; uygarlık tarihinin bu harika “sessiz film alegorisini” düşündüm.
Görmez, gözümün önünde, sessiz filmlerin altyazısını okumaktan aciz bir“uygarlık filmi izleyicisi” olarak canlandı.
Bu filmin “tek tanrılı dinler” bölümünde evet doğru, kadınlar insandan sayılmıyordu…
Kutsal kitapların tümünde kadın erkeğin dipnotu gibi yansıtılıyordu…
Tevrat ve İncil’de, kadının örneğin erkeğin kaburga kemiğinden yaratıldığı anlatılıyordu…
Kuran’da kadının yeri ise herkesin malumu. Ayrıntıya girmiyorum.
Bozkurt Güvenç’in son kitabı “Kadın Sorunları Sözlüğü”nden tek bir cümleyle özetlemek gerekirse, kısaca tüm semavi dinlerde “Kadın erkek için vardır!” denebilir.
Kadın bu nedenle tek başına “insan” kategorisine girmez/giremezdi…
Ancak “uygarlık”, arkada bıraktığımız son yüzyılda, bu alanda muazzam aşamalar kaydetti.
Kutsal kitapların “kadın” için tanımladığı “erkeğe bağımlı rolün” zihinlerde aşılması, çeşitli merhalelerle mümkün olabildi.
20. yüzyıl başında kadınlara öncelikle eşit oy hakkı tanındı. Giderek kadına yasalarda eşitlik hakları teslim edildi. Ancak çoğu kez “kâğıt üzerinde” kalan bu yasal eşitlik hakkının yaygın ihlali karşısında, dünyada “kadının insan hakları mücadelesi” başlatıldı. 20. yüzyılın nihayet son on yıllık diliminde, kadının da “insan haklarına” -kölelerden ve siyahlardan çok sonra!- sahip olduğu zihinlere kazındı. Bu hak, kadınlara teslim edildi.
İnsanlık tarihinin upuzun serüveni düşünüldüğünde, aslına bakarsanız bu çok geciken bir hak teslimi!
Ne var ki tek tanrılı dinlerin bağnazlığı karşısında mücadele çok zaman aldı. Ama bugün papa dahil, kadınlar hakkında kelam eden tüm dini liderler alabildiğince dikkatli ve özenli davranıyor. Çünkü “kadının tek başına birey olduğu” ve “insan hakları mücadelesinin” ayrılmaz parçası olduğu gerçeği, önemli tüm uluslararası anlaşmalar, sözleşmelere ve bundan böyle belgelere geçti.
BM örgütü, tüm bu mücadelede, en önsafta rol oynadı.
Kadına karşı şiddet hakkında dünyada ciddi farkındalık yaratan ve kadına karşı ayrımcılığı dünya çapında izleyen faaliyetler başlattı…
Kadına karşı her türlü ayrımcılığı önlemeye yönelik gayet etkin takip yapan“CEDAW” sözgelimi kuruldu…
Görmez, adıyla müsemma
Mehmet Görmez şimdi ya kadın konusundaki geleneksel tüm algıları tersyüz eden BM faaliyetlerine açıkça karşı çıkıyor; Mısır-Suriye’deki insanlık suçlarına sözüm ona öncelik tanımak perdesi altında bir “tavır” koyuyor…
Ya da “uygarlık serüveninin” altyazısını ıskaladığı için; yüz yılı aşan kadın hakları mücadelesi ile kadın hakları kazanımını yok varsayıyor…
İki halde de derin bir “uygarlık çatışması” söz konusu.
“Uygarlıklar ittifakı” (Sahi! Öyle bir şey vardı değil mi?) öncüsü ülkenin diyanet lideri, dünyada ilk dereceden önemsenen bir konu olan “kadının insan haklarını” sıfırlayarak salt “İhvan” duyarlılığını öne çıkarıyor.
“İnsan” deyince aklına yalnız belli ki “İhvan” geliyor.
İhvan’ınki can, kadınınki patlıcan durumu oluyor!
Günde ortalama 5 kadın cinayetinin işlendiği yerde; “Canım şu kabak tadı veren kadın meselelerini bırakın da insan=‘İhvan’la ilgilenin!” demeye getiren Görmez, tam adı ile müsemma bir portre çiziyor.
Ya da “uygarlık serüveninin” altyazısını ıskaladığı için; yüz yılı aşan kadın hakları mücadelesi ile kadın hakları kazanımını yok varsayıyor…
İki halde de derin bir “uygarlık çatışması” söz konusu.
“Uygarlıklar ittifakı” (Sahi! Öyle bir şey vardı değil mi?) öncüsü ülkenin diyanet lideri, dünyada ilk dereceden önemsenen bir konu olan “kadının insan haklarını” sıfırlayarak salt “İhvan” duyarlılığını öne çıkarıyor.
“İnsan” deyince aklına yalnız belli ki “İhvan” geliyor.
İhvan’ınki can, kadınınki patlıcan durumu oluyor!
Günde ortalama 5 kadın cinayetinin işlendiği yerde; “Canım şu kabak tadı veren kadın meselelerini bırakın da insan=‘İhvan’la ilgilenin!” demeye getiren Görmez, tam adı ile müsemma bir portre çiziyor.
Nilgün Cerrahoğlu
24 Ağustos 2013 - Cumhuriyet
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder