Tuncel Kurtiz, güçlüydü, kuvvetliydi, kavga etti mi ederdi, dövdü mü döverdi... Gümbür gümbür sesiyle sahneyi de mahalleyi de inletirdi. Müziğin her dalını seviyordu
* Ağabeyim Ergin Sander’in yakın arkadaşıydı Tuncel Ağabey. Sonra ailelerimiz birleşti, ağabeyim Tuncel Ağabey’in kız kardeşi Sezgin’le evlendi. Ben de zaman zaman onların gruplarına girdim. Hayatımda ilk kez meyhaneye onlarla gittim. Tuncel Ağabey benim ilk gençlik yıllarımda özgürlüğün, hatta biraz da çılgınlığın simgesiydi.
Arnavutköy’ün Mumhane Yokuşu kış geceleri buz tutardı. Yokuşun ortasındaki 15 numaralı ahşap köşkün üst katında yalnız bizim dört kişilik ailemiz yaşamaktaydı. 1960’lı yılların başıydı. Ben konservatuvar ve Amerikan Kız Koleji öğrencisiydim. Buzlu bir gece yarısı kapımız çalındı. Korku içinde açtık. Tuncel Ağabey, yanında Tuncer Necmioğlu ve bir tiyatrocu daha. Benden uyku sersemi, hüzünlü bir Chopin çalmamı istiyorlar. Ama neden bu saatte? O sırada Kenter Tiyatrosu’nda oynadıkları bir Chekov piyesinde intihar etmek üzere olan kahramanın çaldığı müziği duyurmalıymışım. Eğer gün ortası gelselermiş ben kusursuz çalmaya gayret edermişim, oysa buzlu bir gece yarısı mutlaka intihar etmenin ruh halini daha iyi yansıtırmışım! Evet, kırık dökük bir Chopin Noktürn çaldım onlara: Do diyez minör. Bütün mevsim onunla oynadı piyes. Bana da Martı oyunu için iki kişilik davetiye geldi.
Ağabeyim Ergin Sander’in yakın arkadaşıydı Tuncel Ağabey. Sonra ailelerimiz birleşti, ağabeyim Tuncel Ağabey’in kız kardeşi Sezgin’le evlendi. Sezgin psikolojide okuyor, resim yapıyordu. Ağabeyim hukukta okuyor, şiir yazıyordu. Ben de zaman zaman onların gruplarına girdim. Hayatımda ilk kez meyhaneye onlarla gittim: Arnavutköy’deki Arno ve Beti’nin mahzeni! İlk kez kırmızı şarabı onlarla tattım, buruk ve ekşi... Tuncel Ağabey benim ilk gençlik yıllarımda özgürlüğün, hatta biraz da çılgınlığın simgesiydi. İlk mitoloji kitabını onda görmüştüm: Edith Hamilton’un Mitolojisini ondan almıştım, o kitap hâlâ kitaplığımdadır. Mitolojiye tutkum da o yıllarda başlamıştı. Deniz kenarındaki evlerinin damına çıkınca bizim ev görünür, hatta seslerimiz duyulurdu. Tuncel Ağabey zaman zaman çatıya çıkıp seslenerek bana müzik ısmarlardı: “Beethoven çal, gümbür gümbür olsun, duyalım buradan!” Camları açıp Beethoven’in, Schumann’ın parçalarını olabildiğince gümbürtülü çalardım. Gerçekten duyar mıydı ya da dinleyebilir miydi, bilmem. Ama ben coşup çalardım işte...Nâzım şiirleri o sıralarda kurşunkalemle yazılmış defter sayfalarında aramızda dolaşıyordu. O şiirleri de ilk kez Tuncel Ağabey’den dinlemiştim. Sandalla Boğaz’da denize girdiğimiz zamanlar Şeyh Bedrettin Destanı’nı güneşin altında baştan sona okumuş ve oynamıştı. Sözcükleri hecelere bölüyor, uzatıyor kimi zaman düz okuyor, kimi zaman ezgisel ve ritmsel öğelerle coşturuyordu. Tempoyu ağırlaştırıp hızlandırması ise tekdüzeliği önlüyordu. Birkaç yıl sonra Aydın Engin’in Devr-i Süleyman’ını da baştan sona sandalda oynamıştı bizlere. Güçlüydü, kuvvetliydi, kavga etti mi ederdi, dövdü mü döverdi... Gümbür gümbür sesiyle sahneyi de mahalleyi de inletirdi. Müziğin her dalını seviyordu. Klasik, modern, caz, minimalist... Kaç yıldır Boğaziçi konserlerimize kombine bilet alıp eşi Menent ile geliyordu. Çarşamba geceleri onu çok arayacağız.
Ağabeyim Ergin Sander’in yakın arkadaşıydı Tuncel Ağabey. Sonra ailelerimiz birleşti, ağabeyim Tuncel Ağabey’in kız kardeşi Sezgin’le evlendi. Sezgin psikolojide okuyor, resim yapıyordu. Ağabeyim hukukta okuyor, şiir yazıyordu. Ben de zaman zaman onların gruplarına girdim. Hayatımda ilk kez meyhaneye onlarla gittim: Arnavutköy’deki Arno ve Beti’nin mahzeni! İlk kez kırmızı şarabı onlarla tattım, buruk ve ekşi... Tuncel Ağabey benim ilk gençlik yıllarımda özgürlüğün, hatta biraz da çılgınlığın simgesiydi. İlk mitoloji kitabını onda görmüştüm: Edith Hamilton’un Mitolojisini ondan almıştım, o kitap hâlâ kitaplığımdadır. Mitolojiye tutkum da o yıllarda başlamıştı. Deniz kenarındaki evlerinin damına çıkınca bizim ev görünür, hatta seslerimiz duyulurdu. Tuncel Ağabey zaman zaman çatıya çıkıp seslenerek bana müzik ısmarlardı: “Beethoven çal, gümbür gümbür olsun, duyalım buradan!” Camları açıp Beethoven’in, Schumann’ın parçalarını olabildiğince gümbürtülü çalardım. Gerçekten duyar mıydı ya da dinleyebilir miydi, bilmem. Ama ben coşup çalardım işte...Nâzım şiirleri o sıralarda kurşunkalemle yazılmış defter sayfalarında aramızda dolaşıyordu. O şiirleri de ilk kez Tuncel Ağabey’den dinlemiştim. Sandalla Boğaz’da denize girdiğimiz zamanlar Şeyh Bedrettin Destanı’nı güneşin altında baştan sona okumuş ve oynamıştı. Sözcükleri hecelere bölüyor, uzatıyor kimi zaman düz okuyor, kimi zaman ezgisel ve ritmsel öğelerle coşturuyordu. Tempoyu ağırlaştırıp hızlandırması ise tekdüzeliği önlüyordu. Birkaç yıl sonra Aydın Engin’in Devr-i Süleyman’ını da baştan sona sandalda oynamıştı bizlere. Güçlüydü, kuvvetliydi, kavga etti mi ederdi, dövdü mü döverdi... Gümbür gümbür sesiyle sahneyi de mahalleyi de inletirdi. Müziğin her dalını seviyordu. Klasik, modern, caz, minimalist... Kaç yıldır Boğaziçi konserlerimize kombine bilet alıp eşi Menent ile geliyordu. Çarşamba geceleri onu çok arayacağız.
EVİN İLYASOĞLU
2 Ekim 2013 - Cumhuriyet
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder