Değerli bilim insanı Sayın Atilla Karaosmanoğlu’nun anısına...
İstanbul, geçen hafta önemli bir konferansın ev sahibi idi. TC Kalkınma Bakanlığı ve BM Kalkınma Programı (UNDP) öncülüğünde “2015 Sonrası Kalkınma Gündemi Üzerine Bölgesel Danışma” temalı toplantı İstanbul’da 6-8 Kasım tarihleri arasında gerçekleştirildi.
“2015” birçok açıdan kritik bir yıl. Ülkemiz açısından önemi, G20 toplantılarına dönem başkanlığı görevinin 2015’te Türkiye tarafından üstlenilecek olması. Birleşmiş Milletler açısından ise, Yeni Bin Yıl Hedefleri’nin küresel ekonomi açısından tartışılmaya başlandığı şu günlerde “2015” yepyeni bir eşik olarak değerlendirilmekte.
21. yüzyılın ilk on yılı için konulmuş bulunan Bin Yıl Hedefleri artık geride kalmakta. Söz konusu hedeflerin ana eksenini oluşturan “yoksulluğun azaltılması”,“sürdürülebilir büyüme” ve “doğaya ve emeğe saygı” kavramları kuşkusuz insanlığın yüzyıllar boyunca yaşattığı idealleri kucaklamaktaydı. Ancak 21. yüzyılın başında bu mevcut çarpık küreselleşme ve kolektif emperyalist sömürü altında insanlık bu amaçlardan çok uzakta gözüküyor.
Bugün temiz su kaynaklarından yoksun 1 milyar, temiz barınma olanaklarından yoksun 2.6 milyar ve elektrik ya da benzeri enerji kaynaklarından yoksun 1.5 milyar insan ile dünyamız eşitsiz gelişmenin yol açtığı sosyal çatışmalar ve ekolojik tahribatın yarattığı çöküntünün eşiğinde duruyor.
Başta karbondioksit ve kükürt olmak üzere yoğun çevre kirliliğine yol açan sera gazı salımları dizginlenemez bir boyutta gezegenimizin atmosferinde birikim gösteriyor, gezegenimizin ortalama ısısı yapay olarak arttıkça yeni tür bakteriler ve parazitler dünyanın gıda güvenliğini tehdit eder duruma geliyor, iklim değişikliğinin yol açmakta olduğu çevre felaketleri ise en başta küresel yoksulları tehdit ediyor.
Hesaplamalara göre, dünya ekonomisinde her 1 dolarlık üretim için 1980 yılında 1 kg. karbondioksit gazı salımı söz konusu idi. 2050 yılında 9 milyar nüfusa ulaşması beklenen dünyamızın toplam sera gazı salımını 1980 düzeyinde tutabilmesi için her 1 dolarlık üretim için yapılan karbondioksit emisyonunu 0.06 kg’a indirmesi gerekiyor. Böyle bir teknoloji mucizesinin gerçekleşmesi ise hiç de olanaklı gözükmüyor. Bunun ötesinde, küresel ekonomiye katılması beklenen 3 milyar düzeyindeki yeni tüketici “orta sınıfın” yaratacağı tüketim baskısına gezegenimizin doğal kaynaklarının daha ne kadar dayanabileceği bir diğer açmaz olarak karşımızda duruyor.
***
Küresel ekonominin içine sürüklendiği büyük durgunluk, kuşkusuz, kapitalist dünyanın yukarıda özetlediğimiz eşitsiz gelişme yasalarının doğrudan bir uzantısını oluşturmaktadır. Nitekim küresel finans piyasaları hiper-likidite ve spekülatif balon köpükleri ile şişerken, finans sermayesi sanayi sermayesinin önüne geçerek tüm ekonomileri sürekli bir deflasyonist “istikrar” süreci içine hapsetmekteydi. Genişleyici mali politikaların ve sosyal devletin yerini “faiz dışı fazlalar” elde etmekle yükümlü“sorumlu ve etkin” yönetişim prensipleri almakta, “enflasyon hedeflemesi”nden başka herhangi bir ekonomik sorun ile ilgilenmesinin yasaklandığı “bağımsız” merkez bankaları da daraltıcı maliye politikaları ile bu deflasyonist sürecin başlıca uygulayıcıları haline dönüştürülmüştür.
Kalkınma ve sanayileşme hedefleri artık terk edilerek yerlerini finans dünyasının kısa dönemci ve miyopik kararlarına dayalı rant arayışlarına bırakmış durumdadır. “Ulusal tasarruf” kavramı iktisat yazınından tamamıyla kaldırılırken, “yatırım” kavramı sadece tek bir hedefe kilitlenmiştir: “Yabancı sermayeyi davet etmek”.
Sorunların özünde dünyamızın üretim, birikim ve tüketim faaliyetlerinin yıkıcı rekabet altında çalışan kapitalist pazar ekonomisinin çılgın kâr elde etme yarışına terk edildiği acımasız sömürüsü yatmaktadır. Yatırımların ve üretimin ana amacının “insan” değil, “kâr dürtüsü” olduğu bu çarpık küreselleşme süreci “Bir başkaküreselleşme mümkündür” anlayışıyla dönüştürülmediği sürece, “doğaya ve insana saygılı, sürdürülebilir büyüme” idealleri insanlığın değerlerinden daha da uzaklaştırılıyor.
Kalkınma ve sanayileşme hedefleri artık terk edilerek yerlerini finans dünyasının kısa dönemci ve miyopik kararlarına dayalı rant arayışlarına bırakmış durumdadır. “Ulusal tasarruf” kavramı iktisat yazınından tamamıyla kaldırılırken, “yatırım” kavramı sadece tek bir hedefe kilitlenmiştir: “Yabancı sermayeyi davet etmek”.
Sorunların özünde dünyamızın üretim, birikim ve tüketim faaliyetlerinin yıkıcı rekabet altında çalışan kapitalist pazar ekonomisinin çılgın kâr elde etme yarışına terk edildiği acımasız sömürüsü yatmaktadır. Yatırımların ve üretimin ana amacının “insan” değil, “kâr dürtüsü” olduğu bu çarpık küreselleşme süreci “Bir başkaküreselleşme mümkündür” anlayışıyla dönüştürülmediği sürece, “doğaya ve insana saygılı, sürdürülebilir büyüme” idealleri insanlığın değerlerinden daha da uzaklaştırılıyor.
ERİNÇ YELDAN
Cumhuriyet
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder