Bu yıl Birinci Dünya Savaşı’nın 100. yıldönümünü anacağız. Yüz yıl önce bir haziran sabahı Avusturya Dükü Franz Ferdinand’ın Sarajevo’da bir suikast sonucu yaşamını yitirmesiyle kıvılcımlanan Avrupa coğrafyası, dört yıl boyunca süren savaş sonrasında geride 40 milyon ölü, yıkılmış, tahrip olmuş bir kıta ve on yıllarca sürecek olan ekonomik-sosyal sorunlar dizisi bırakacaktı. 1914’e öncelik eden koşulları anımsayalım. Dönem İngiltere İmparatorluğu’nun himayesinde yürütülen altın standardına dayalı serbest ticaret dönemiyle çizilmiştir. Avrupa’nın yeni sanayileşmekte olan merkez ülkeleri, Afrika ve Orta ve Uzakdoğu Asya’da yeni sömürgeler elde etmek ve var olan hükümranlık bölgelerini korumak için birbirleriyle kıyasıya bir mücadeleye girmiş durumdadır. Bir yandan da 1900’ün ilk on yılı 19. yüzyılın son (ya da 20. yüzyılın ilk) küreselleşme dalgası olarak anılacaktırBurada söz konusu olan “serbest” ticaret ilkesinin aslında bir yanılsama amaçladığını ve esasen gelişmiş Batı dünyasının kendi sanayilerini koruma duvarları altında geliştirirken sömürgelerini “ticarette serbestleştirmeye” zorlamakta olduğunu vurgulayalım. On dokuzuncu yüzyıl küreselleşmesinin bir başka ayırt edici özelliği ise cari işlemler açığının finanse edilmesiyle ilgilidir. Küresel ekonominin mantığı açısından bakıldığında İngiltere hegemonik merkez ekonomisi olarak küresel piyasalara likit para sunmak yükümlülüğünde idi.
Dolayısıyla İngiltere dışarıdan daha fazla ithalat yapmak (cari açık vermek) ve küresel piyasalara “sterlin” sağlamak zorundaydı. Aynı şimdilerde ABD’nin, kapitalizmin merkez ekonomisi olarak dolar sunmak için dış açık vermek zorunda olması gibi. İngiltere ise sömürgelerinden serbest ticaret yoluyla elde ettiği fonlar aracılığıyla diğer merkez ekonomileri ile olan dış açıklarını finanse edebilmekteydi.
Dolayısıyla, sömürgecilik üzerinde sağlanan fonlar küresel finans sisteminin gereksinim duyduğu likit paranın yaratılmasında ve İngiltere’nin cari işlemler açıklarının finanse edilmesinde önemli bir işlev görmekteydi. Ne zaman ki gezegenimizin sömürge “kaynakları” tükendi, dünyamız emperyalistler arasında sömürgelerin yeniden paylaşımının amaçlandığı bir dünya savaşına sürüklendi. Bu dönemi yüzyılın başında Lenin, Rosa Luxemburg, Hilferding gibi sosyal bilimciler can çekişen kapitalizm ve emperyalizm sözcükleriyle betimledi. Dolayısıyla Birinci Dünya Savaşı, küresel kapitalizmin bir sistem olarak kendini yeniden üretebilmek çabasıyla yaratmış olduğu şiddet ortamının kaçınılmaz sonucuydu.
Dolayısıyla İngiltere dışarıdan daha fazla ithalat yapmak (cari açık vermek) ve küresel piyasalara “sterlin” sağlamak zorundaydı. Aynı şimdilerde ABD’nin, kapitalizmin merkez ekonomisi olarak dolar sunmak için dış açık vermek zorunda olması gibi. İngiltere ise sömürgelerinden serbest ticaret yoluyla elde ettiği fonlar aracılığıyla diğer merkez ekonomileri ile olan dış açıklarını finanse edebilmekteydi.
Dolayısıyla, sömürgecilik üzerinde sağlanan fonlar küresel finans sisteminin gereksinim duyduğu likit paranın yaratılmasında ve İngiltere’nin cari işlemler açıklarının finanse edilmesinde önemli bir işlev görmekteydi. Ne zaman ki gezegenimizin sömürge “kaynakları” tükendi, dünyamız emperyalistler arasında sömürgelerin yeniden paylaşımının amaçlandığı bir dünya savaşına sürüklendi. Bu dönemi yüzyılın başında Lenin, Rosa Luxemburg, Hilferding gibi sosyal bilimciler can çekişen kapitalizm ve emperyalizm sözcükleriyle betimledi. Dolayısıyla Birinci Dünya Savaşı, küresel kapitalizmin bir sistem olarak kendini yeniden üretebilmek çabasıyla yaratmış olduğu şiddet ortamının kaçınılmaz sonucuydu.
***
Günümüzde elbette artık geleneksel on dokuzuncu yüzyıl “sömürge” paylaşım savaşları geride kaldı. Ancak, gelişmiş metropoller kapitalizmin dayattığı küresel kaynakları artık “yeni emperyalizm” üzerinden, bizlere sanki bir teknoloji ve insan hakları projesi gibi sunulmaya çalışılan “yirmi birinci yüzyılın küreselleşmesi” kavramı aracılığıyla yaratma savaşımı içindedir.
Küreselleşmenin yeni emperyalizm aşamasında gelişmiş kapitalist metropoller, ulus ötesi şirketler ve uluslararası finans kapital, bir kolektif güç olarak, üçüncü dünyanın az gelişmiş ekonomilerini tahakkümü altına alma savaşımı içinde gözükmektedir. Bu süreç, Samir Amin ve Prabhat Patnaik gibi iktisatçılar tarafından “kolektif emperyalizm” diye tanımlanmaktadır. Mevcut küresel kriz ise bu sürecin artık iktisadi sınırlarına ulaşılmasının doğrudan yansımasıdır.
Günümüzde Irak müdahaleleri, Arap Baharları, Somali, Libya ve Suriye’de tezgâhlanan iç savaşlarla yürütülen bu savaş ve şiddet konjonktürünü mevcut kriz dalgasının patlak verdiği ilk günlerde Milliyet gazetesinde Devrim Sevimay ile gerçekleştirdiğimiz söyleşilerde (10 Ekim 2008 ve 7 Haziran 2010) düzeltici savaş deyimiyle açıklamaya çalışmış idik. O günlerdeki söyleşilerde şu cümleleri vurgulamışız:“Bir iktisadi kriz konjonktürü çoğunlukla sosyal ve siyasi krizleri de beraberinde getirir. İnsanlar sistemi sorgulamak yerine, bağlı bulundukları kökenler üzerinden durumlarını açıklamaya çalışır. İşsiz kalmış, dışlanmış, umudunu yitirmiş yığınların yaşadıkları çözümsüzlüklerin sisteme karşı sınıfsal bir tepkiye dönüşmesini engellemek için işbaşında olan siyasiler gerekirse hayali bir düşman yaratırlar. Düzeltici savaşlar, yaşanan krizlerin gerçek nedenlerini saptırmak ve toplumsal tepkileri din, etnik köken ve benzeri başka alanlara çekmek üzere yaratılır.”Kapitalizm, gezegenimiz kaynaklarını yönetebilmek için sürekli olarak şiddet ve savaş ortamı yaratmak zorundadır.
Küreselleşmenin yeni emperyalizm aşamasında gelişmiş kapitalist metropoller, ulus ötesi şirketler ve uluslararası finans kapital, bir kolektif güç olarak, üçüncü dünyanın az gelişmiş ekonomilerini tahakkümü altına alma savaşımı içinde gözükmektedir. Bu süreç, Samir Amin ve Prabhat Patnaik gibi iktisatçılar tarafından “kolektif emperyalizm” diye tanımlanmaktadır. Mevcut küresel kriz ise bu sürecin artık iktisadi sınırlarına ulaşılmasının doğrudan yansımasıdır.
Günümüzde Irak müdahaleleri, Arap Baharları, Somali, Libya ve Suriye’de tezgâhlanan iç savaşlarla yürütülen bu savaş ve şiddet konjonktürünü mevcut kriz dalgasının patlak verdiği ilk günlerde Milliyet gazetesinde Devrim Sevimay ile gerçekleştirdiğimiz söyleşilerde (10 Ekim 2008 ve 7 Haziran 2010) düzeltici savaş deyimiyle açıklamaya çalışmış idik. O günlerdeki söyleşilerde şu cümleleri vurgulamışız:“Bir iktisadi kriz konjonktürü çoğunlukla sosyal ve siyasi krizleri de beraberinde getirir. İnsanlar sistemi sorgulamak yerine, bağlı bulundukları kökenler üzerinden durumlarını açıklamaya çalışır. İşsiz kalmış, dışlanmış, umudunu yitirmiş yığınların yaşadıkları çözümsüzlüklerin sisteme karşı sınıfsal bir tepkiye dönüşmesini engellemek için işbaşında olan siyasiler gerekirse hayali bir düşman yaratırlar. Düzeltici savaşlar, yaşanan krizlerin gerçek nedenlerini saptırmak ve toplumsal tepkileri din, etnik köken ve benzeri başka alanlara çekmek üzere yaratılır.”Kapitalizm, gezegenimiz kaynaklarını yönetebilmek için sürekli olarak şiddet ve savaş ortamı yaratmak zorundadır.
ERİNÇ YELDAN
Cumhuriyet
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder