Ne zamandır Başbakan’ın sınır tanımaz öfke, şiddetle söylediklerine, Bakanları, milletvekilleri, sözcüleri, yandaş yazarları.. “yumuşatıcı” etkisinde açıklamalar getiriyorlar? “İktidara iç-dış odaklı büyük destek, cephe ittifakı ile geldiklerinin ilk ayları, yıllarını çıkarın” dersek bile tam gerçeğe uymayacak... O tarihlerde“Kasımpaşalı raconu” ile, içtenlik, sevimlilik olarak pazarlanabiliyor, medyatik güçle kitleler için “bana benziyor” algılamasında kullanılabiliyordu. Hukuk devleti düzeni, demokrasi kültürünün belirleyiciliğinde geçerli olmaması, alışkanlık edinilmemesi gereken uslup; “Ananı da al git..” türünden ağır hakaret içeren, siyasi liderlik için bağışlanmaz olması gereken çıkışları caydırıcı eleştirilemedi... Demokrasiyi algılamama, liderliği istediğini yapma, baskı gücü olarak kullanmanın sağlıksız benzer ilk çıkışlarının yandaş, çıkar ittifakı korosuyla, biat kültürünün de katkılarıyla eleştirmek yerine alkışlanmasıyla ipin ucu baştan kaçmıştı...Kişisel, liderlik kimliğinde işe yaradığı da ortada, Sayın Başbakan’ın denetlenemez olduğu söylenen bu öfke, çıkışlarının sevimli, haklı olarak siyasal değerlendirilmeleri, çıkarlar adına artılar hanesine yazılmalarıyla da denetlenemez bir liderlik otoritesi, gücünün yaratıldığı bugünlere gelindi...
En çarpıcı örnekler, dönemeç çıkışlar arasında “One Minute” üzerinden yazılan efsaneyi, yürütülen kampanyaları anımsatmak isterim. Hukuk devleti düzeni, demokrasisinin taşları yerli yerine oturmuş bir ülkenin başbakanı, içerik yerine öfke patlaması yansıması bir üslupla mı derdini anlatır? Bir başka ülkenin en haksız bulduğu dış politika icraatlarını eleştirirken, ekranlardan siyasi zafer belgesi olarak yıllarla gösterilen içerikten çok denetlenemez bir dil ve öfke patlamasının yansıması olan görüntülerle, sadece Türkiye’nin değil, Ortadoğu’nun, İslam dünyasının ezilmiş halklarının mağduriyetleri anlatılabiliyor, hakları savunulabiliyorsa... Eşi bir köşede neden o kadar çok ağladı sorusunu da sormadan, çok zor kazanılabilecek bu büyük başarı, liderlik gücünün, neden bu kadar hızlı tüketildiğini de sorgulamayacak mıyız?En azından gerçek dünyada, gerçekten günümüzde silahtan daha etkili medyatik güçle kazanılan sanal başarıların arkası gelmiyor, içeriği doldurulamıyor, kalıcılığı sağlanamıyorsa.. çok kolay uçup buharlaşabilecekleri gerçeğinin dersini de çıkarmayacak mıyız?
En çarpıcı örnekler, dönemeç çıkışlar arasında “One Minute” üzerinden yazılan efsaneyi, yürütülen kampanyaları anımsatmak isterim. Hukuk devleti düzeni, demokrasisinin taşları yerli yerine oturmuş bir ülkenin başbakanı, içerik yerine öfke patlaması yansıması bir üslupla mı derdini anlatır? Bir başka ülkenin en haksız bulduğu dış politika icraatlarını eleştirirken, ekranlardan siyasi zafer belgesi olarak yıllarla gösterilen içerikten çok denetlenemez bir dil ve öfke patlamasının yansıması olan görüntülerle, sadece Türkiye’nin değil, Ortadoğu’nun, İslam dünyasının ezilmiş halklarının mağduriyetleri anlatılabiliyor, hakları savunulabiliyorsa... Eşi bir köşede neden o kadar çok ağladı sorusunu da sormadan, çok zor kazanılabilecek bu büyük başarı, liderlik gücünün, neden bu kadar hızlı tüketildiğini de sorgulamayacak mıyız?En azından gerçek dünyada, gerçekten günümüzde silahtan daha etkili medyatik güçle kazanılan sanal başarıların arkası gelmiyor, içeriği doldurulamıyor, kalıcılığı sağlanamıyorsa.. çok kolay uçup buharlaşabilecekleri gerçeğinin dersini de çıkarmayacak mıyız?
***
Ülkemizdeki 12 Eylül düzeninden de çok beslenmiş, hukuk devleti düzeni, bağımsız yargı, güçler ayrılığının işlemediği, parlamento içi ve dışı muhalefet güçlerinin bastırıldığı, liderlik otoritesini sınırsız destekleyen, demokratik kriterlere aykırı yapılanmada, “güçlü iktidar, güçlü otoriter lider” algılamalarını, sınırsız, keyfi, iç-dış kirli çıkarlar adına kullanmak gibi bir yolun önü açıldığında... Beraber yürünen yollarda işler tıkırında giderken keyifler sınırsız olur... Gelin görün ki çağımız koşullarında birçok koşulun, nedenin bir araya gelebilmesiyle işlerin tıkırında beraber yürünülebilen yollar çok uzun olmuyor... Zengin kuzey dünyasında bile işler uzun soluklu tıkırında yürümüyor. Evrensel sömürü düzeninin acımasız çarklarında, zengin kuzey dünyasının tepe çok uluslu şirketleri, ülkeleri bile, kendilerini sistemin ağır, kaçınılmaz krizlerine karşı bağışıklı kılamıyorlar...
Irak’ı, Afganistan’ı umduğundan çok daha kolay, ucuz bedelle işgal etmiş ABD’nin lideri, haksız işgal gerekçelerinin hesabını vermeyi aklının ucundan geçirmeden,“Yanımda yer almamış ülkeler savaşın ganimetlerden yararlanamazlar” havasını yaparken, yaratılan ırklar ve mezhepler iç savaşlarının bölgede hızla büyüyen bataklığına çekilirlerken dünyadaki gidişin, işin renkleri hızla değişiveriyordu... Yoksul güney dünyasındaki kirli iç savaşlardan elbette yoksul güney, enerji kaynaklarının üzerindeki Ortadoğu, İslam dünyasının milyarlarca insanının daha ağır paylar almaları kaçınılmaz, hızlı olacaktı... Türkiye, dengeleri çok hassas olduğu söylenen gidişte önce arkadan esen rüzgârlardan olumlu pay alan, sonra da olumsuz pay almaya mahkûm gelişmekte olan birkaç ülke arasında sayılıyordu...
Yelkenleri şişiren rüzgârlar desteğinde, şanslı, beraber yürünen yollarda, ılımlı İslam projeleri büyüleyiciydi... İktidarları cephesi adına İslam dünyasında liderlik dayanılmaz çekicilikteydi. İlk Suriye’den kaçanlar için çadırlar kurulurken, stratejik ortak olarak sırtımız sıvazlanırken, en önde yürümemiz gerektiği söylenirken... Bir küçücük yanlış hesap, ırklar, mezhepler çatışmasında yaratılan bataklığın derinliğinin dünyayı çekebileceğinin öngörülememesi... Dünya dengeleriyle birlikte, iktidarları cephesininde kaderini değiştirdi.
Balayı bitmiş, gerçek yaşamın gerçek koşullarında yolların ayrılması, çıkar çatışmalarının zorlukları, bedelleri öne çıkıvermıştı. Başbakan’ın “Ne istediler de vermedik?” şaşkınlığını yansıtan sorudaki öfkeyle, Arınç’ın “Başbakanımızın yerinde olsanız, bildiklerini bilseniz, öfkesine hak verirdiniz” savunması, yollar ayrılırken acımasız hesaplaşmanın dışa vurumları...
Irak’ı, Afganistan’ı umduğundan çok daha kolay, ucuz bedelle işgal etmiş ABD’nin lideri, haksız işgal gerekçelerinin hesabını vermeyi aklının ucundan geçirmeden,“Yanımda yer almamış ülkeler savaşın ganimetlerden yararlanamazlar” havasını yaparken, yaratılan ırklar ve mezhepler iç savaşlarının bölgede hızla büyüyen bataklığına çekilirlerken dünyadaki gidişin, işin renkleri hızla değişiveriyordu... Yoksul güney dünyasındaki kirli iç savaşlardan elbette yoksul güney, enerji kaynaklarının üzerindeki Ortadoğu, İslam dünyasının milyarlarca insanının daha ağır paylar almaları kaçınılmaz, hızlı olacaktı... Türkiye, dengeleri çok hassas olduğu söylenen gidişte önce arkadan esen rüzgârlardan olumlu pay alan, sonra da olumsuz pay almaya mahkûm gelişmekte olan birkaç ülke arasında sayılıyordu...
Yelkenleri şişiren rüzgârlar desteğinde, şanslı, beraber yürünen yollarda, ılımlı İslam projeleri büyüleyiciydi... İktidarları cephesi adına İslam dünyasında liderlik dayanılmaz çekicilikteydi. İlk Suriye’den kaçanlar için çadırlar kurulurken, stratejik ortak olarak sırtımız sıvazlanırken, en önde yürümemiz gerektiği söylenirken... Bir küçücük yanlış hesap, ırklar, mezhepler çatışmasında yaratılan bataklığın derinliğinin dünyayı çekebileceğinin öngörülememesi... Dünya dengeleriyle birlikte, iktidarları cephesininde kaderini değiştirdi.
Balayı bitmiş, gerçek yaşamın gerçek koşullarında yolların ayrılması, çıkar çatışmalarının zorlukları, bedelleri öne çıkıvermıştı. Başbakan’ın “Ne istediler de vermedik?” şaşkınlığını yansıtan sorudaki öfkeyle, Arınç’ın “Başbakanımızın yerinde olsanız, bildiklerini bilseniz, öfkesine hak verirdiniz” savunması, yollar ayrılırken acımasız hesaplaşmanın dışa vurumları...
ŞÜKRAN SONER
Cumhuriyet
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder