21 Şubat 2014 Cuma

Ölüm yıldönümünde anıyoruz: İsmail Gülgeç - ZEYNEP ORAL

Sevgili okurlar. Uzaklardayım. Bugün bu köşeyi, çok sevip saydığım eşsiz bir insanı, İsmail Gülgeç’i anmak üzere Şükrü KOCAGÖZ’e bırakıyorum... İşte “İsmail’in (kendisince öyle olmayan) olağanüstü yaşamı.

Engel Tanımayan Engelli

İsmail Gülgeç bu ülke için kahramanlık öyküsü olan bir yaşam sürdü ve bunu bütün içtenliği ile doğal saydı. Engelli durumundan yakındığını bir kez gördüm; o da bir vergi yasası değişikliğinde bazı muafiyetlerin kaldırılması söz konusu olunca toplumun, giderek hükümetin engellilere karşı olan tavrından yakınmasıydı.
1969 yılıydı. İsmail ile Demokrat İzmir gazetesinde tanıştık. Zeminden bir kat yukarıdaki odama kapıcı Mustafa Efendi ve rotatifte çalışan iki genç çocuk tekerlekli sandalyesini havalandırıp merdivenlerden çıkarak getirdiler. Hemen ardından yukarıdan gazetenin genel yayın müdürü Attilâ Abi (İlhan) indi. Hiçbir karesi yayımlanmamış olsa da kıdemli resimli romancı olarak Attilâ Abi İsmail’i bana emanet (!) ediyordu. İsmail hemen karakterleri çok kalabalık bir köy hikâyesi çizmeye başladı...


İsmail bu işe içgüdüsel olarak merak sardığını ve piyasadaki resimli romanlar gibi bir şeyler çizmeye başladığını anlattı. O sıralar en önemli yayın Suat Yalaz’ın Kaan’ıydı. Çizdiklerini toplayıp İstanbul’da Suat Yalaz’a götürmüş. Suat Bey ona resimli romanın çini mürekkep, tarama ucu, fırça, cetvel, rapido ile çizildiğini anlatmış, göstermiş. Dönüp doğru malzemeler ile çizmeye başlamış.
Perspektifi çize çize öğrenmiş. Kısa sürede ben de kendisine bu alandaki sınırlı bilgi ve becerimi aktardım. İsmail karikatür türündeki bandını hazırlarken bir taraftan da“ciddi” çizgilerle denemelere başladı.
Ruh ikizliği
Daha sonra ikimize resimli romancı Mithat Akman katıldı. (Sonradan o da benim gibi mimar oldu). Mithat “temiz” çizgilerle aşk ve polisiye konular çizerdi. Attilâ Ağabey onunkileri fazla bekletmeden basmıştı. Bir süre sonra “Kuzum sen çizdiğinden daha iyi metinleri yazıyorsun” diyerek beni zaman zaman İsmail’in senaryolarına bulaşmaya itti. Bundan sonra ve birlikte çok eğlenerek onun senaryolarını konuştuk. Bu süreçte kafalarımızın müşterek çalışması birinin attığı diyaloğu öbürünün geliştirmesi neredeyse bir ruh ikizi hali yarattı. Ve bu bizi birbirimize kimseye anlatamayacağımız şekilde bağlayan şey oldu.
Aradan yıllar geçti: Bir gün İsmail “Çok önemli bir durum var” diyor. Bir seri ameliyat geçirirse yürüme ihtimali varmış, kim söyledi diye soruyorum. “Veli Lök” diyor. Baba dostu, İzmir’in, Türkiye’nin en iyi ortopedisti. Çok seviniyorum. “Sevinme” diyor. “SSK’nin hekimler kurulundan onay almadan masrafları kendim yapamam. Kurulda bir bayan hekim karşı çıkıyor. ‘Efendim ameliyatların başarı şansı yüzde on. Sosyal Sigortalar bu olasılık için masraf yapmamalı’ diyor.Ben de ona hanımefendi siz gelin bu tekerlekliye oturun, ben oradan size yüzde on şansınız var, diyeyim. Ondan sonra karar verin dedim. Kapıyı vurup çıktım. Şimdi kararı bekliyoruz” diyor.
Ama karar olumlu çıktı. İsmail her seferinde haftalarca yatakta alçılı kaldığı bir seri ameliyattan sonra koltuk değnekleri ile yürümeye başladı. Yeniden doğmuş gibiydi. Koltuk değnekleri ile yürümekten hiç sıkıntısı, kompleksi yoktu. Bir gün İzmir’de Martı kebapçısında döner yerken Yalçın Pekşen, “İsmail senin komplekssizliğinden komplekse kapılıyorum” demişti. İsmail ameliyatlardan sonra bir süre daha İzmir’de çalıştıktan sonra Milliyet’e, İstanbul’a gitti. İkimizin de zaten çok sevdiğiSuavi Süalp’le ça- lışması istenmişti. Sanırım fikir Ab- di İpekçi’nindi. Ona kim önermiş hiçbir zaman öğrenemedim. Ama Milliyet’in mermer yuvarlak dö- ner merdivenlerini İsmail ile çıkarken sanırım ben ondan çok gurur duyuyordum.
Abdi Bey ona çok büyük bir iyilik daha yaptı. Önayak oldu, belki de Türkiye’nin ilk engelli otomobilini getirtti. Ehliyet aldırdı. Yeşil (bir otomatik DAF mıydı) bir arabaydı. İlk yanına oturduğumda biraz heyecanlandım. “Bak aylardır kullanıyorum, sen bindin diye kaza yapacak değilim” diyerek hızla trafiğe daldı. Biraz daha beni korkutarak eğlendik. Sonra alıştım. O da araba ile Avrupa turuna çıktı. Haftalık çizimlerle yolculuk anılarını aktardı.
Son yıllarda “Çanakkale İnzivası” nedeni ile telefonlaşıyorduk. O her zamanki sakin iniş çıkışsız hafifçe genizden duygusal titreşimli ifadesi ile sanki başkasından bahseder gibi kanser tedavisini veya beyin tümörü ameliyatını aktarıyordu. Bu donuk söylemlerin ardında ikimizin de sözünü etmeden düşündüğümüz, üzerinde titrediğimiz çizim yetisinin eksilmemesi düşüncemizdi. Teselli filan değil; son ana kadar çizme isteğini başardı.

Gerçek bir engelsiz
İsmail’in yaşamı, sürekli engelleri aştığı için ülkemizdeki engelliler için bir kahramanlık öyküsüdür diyemeyeceğim, çünkü o en medeni insanın bile başaramadığı, engel diye bir şeyi tanımlamayan, bu kavramın dışında bütün içtenliği ile var olabilen bir yapıdaydı. O yaşamın maddi, manevi zorlukları karşısında gerçek bir engelsizdi.
Bu yazıyı uçakta bitirdim. Cenazeye yetişemedim. Pencereden bakıyorum. Orada bir bulutun üzerinde oturmuş dizüstü aşağıya bakarken bana işaret ediyor. “Yav bak bu bulutun üstünden bakınca aşağıda dünyadayken görmediğim kadar çok matrak şey görülüyor.” 

ZEYNEP ORAL
Cumhuriyet 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder