Üç günden beri Türkiye “Twitter yasağını”, dünya da “Türkiye’deki Twitter yasağı”nı konuşuyor.
Herkes bir yanıyla Twitter yasağını ve Hükmetin Facebook’u da yasaklamaya hazırlandığını, öte yanıyla da Twitter gibi bir sosyal medya alanının“yasakladım” deyince “yasaklanamayacağını” görüyor, konuşuyor. Dahası Başbakanın emriyle hayata geçirilen Twitter yasağının delindiği ve üstelik yasaktan sonra tweet atanların sayısının rekor düzeye ulaşması üstünden, yasağa karşı mücadeleyi tartışıyor.
Bunların da ötesinde, “Twitter yasağını” TİB ve AKP sözcülerinin İstanbul Başsavcılığı ve mahkeme kararlarına bağlamalarının büyük bir yalan olduğu da ortaya çıkmış bulunuyor.
Böylece anlaşıldı ki Twitter, tamamen Başbakanın “Twitter mıwitır hepsinin kökünü kazıyacağız” biçimindeki çağrısını emir telakki eden TİB tarafından yasaklanmıştır. Yani bu yasağın yasal hiçbir dayanağı olmadığı gibi idare bu yasaklamayla açıkça suç işlemiştir.
Aslında Başbakanın “Twitter mıwitır hepsinin kökünü kazıyacağız” lafı bir anlık, çoğu zaman yaptığı gibi “promter”a bakmadan konuştuğu zaman devirdiği çamlardan birisi değildir. İnternet’e sansür yasasıyla ve daha bir hafta önce “YouTube’u, Facebook’u kapatacağız!” diye televizyondan ilan etmişti.
Hal böyle olunca önümüzdeki sorunu “Twitter’i yasaklama” kararını bir hukuk ya da hilkat garibesi, rastlantısal bir karar olarak değil, Hükümete egemen olan zihniyetin tezahürü olarak anlamak gerekir. Yani burada bir kez daha “dindar nesiller”, “kinci gençlik” yetiştirmek isteyen, bunların üstünde “muhafazakar bir toplum” yaratma programına kılavuzluk eden bir zihniyetle karşı karşıyayız. Bu yüzden de Twitter yasağına karşı mücadele, aslında “Twitter yasağını kaldırtmayı” aşan, özgürlükler ve Türkiye’nin demokratikleşme mücadelesi olduğu ölçüde anlamlanmaktadır.
Çünkü bu zihniyetin egemen olduğu bir Hükümetten;
n Talepleri, “Ana dilinde eğitim”den “halkın kendi kaderinin tayin hakkına”, “bölgesel özerklikle” ilgili özgürlüklerden “basın ve ifade özgürlüğüne”, çok geniş bir özgürlükler yelpazesine sahip olan Kürt sorununun demokratik çözümüne dair taleplerin karşılanması,
n Milyonlarca Alevinin inanç özgürlüğüne yanıt veren, devleti laik bir çizgiye çekme,
n Basın ve ifade özgürlüğünü geliştiren, bilim ve sanat alanını özgürleştirecek, seçim ve siyaset alanındaki özgürlükleri engelleyen düzenlemelerin kaldırılması,
n İşçilerin emekçilerin sendikal özgürlüklerinin önündeki, grev hakkı engellerinin kaldırması, beklenebilir mi?
Elbette AKP ve Hükümetinin gönlüne kalırsa, ondan özgürlükleri genişleten, Türkiye’nin demokratikleşmesine katkı yapan girişimler beklemek ham hayaldir. Nitekim bugüne kadar az çok özgürlükler doğrultusunda atılan adımlar bir yandan Türkiye’nin halklarının, demokrasi güçlerinin öte yandan da “Batı odaklı dış baskıların” ürünü olmuştur. Ve bu köşenin okurları bunun öneminin farkındadırlar.
Yani sorun sadece bir “Twitter yasağı” değil; özgürlüklere karşı savaş açmış, amaçları her tür özgürlük fikriyle çatışan bir Hükümetin deli gömleği giydirmek istediği “muhafazakar Türkiye” planına karşı bir mücadele sorunudur.
Şu açıktır ki Hükümet, böyle tüm dünyanın gözünün Türkiye’de olduğu bir zamanda sudan gerekçelerle Twitter’ı yasaklayarak, en gerici güçleri ve Orta Çağ değerlerine sahip çıkan kesimleri birleştirmek ve kendisine oy veren özgürlük ve demokrasi kaygısı taşımayan seçmen kitlesini kemikleştirmeyi amaçladığı anlaşılmaktadır.
Onun içindir ki Başbakan bu yasakları açıkça ilan etmekte, savunmakta, meydanlarda topladığı kalabalıklara onların en geri duygularını okşayarak bu yasakları onaylatarak yasakçılığa meşruiyet kazandırmaya çalışmaktadır.
AKP Hükümeti kendi iktidarını sürdürme ve muhafazakar bir toplum inşa etme planını ilerletmek için medya alanındaki üstünlüğünü sürdürmek için sosyal medyayı da denetleyeceği bir “medya ortamı” oluşturmak üzere savaşın ön cephesini medya alanına kurmuştur. Hükümet, medyadaki gücünü kullanarak, demokrasi mücadelesini bastırabileceğini düşünmektedir. Ancak aynı zamanda hem ulusal hem de uluslararası çapta (teknolojinin imkanları da dikkate alındığında) en yumuşak karnı da bu alandır.
Bu yüzden Başbakan Erdoğan ve yandaşları eninde sonunda kaybedecekleri bir savaş girmişlerdir.
İHSAN ÇARALAN
EVRENSEL
Herkes bir yanıyla Twitter yasağını ve Hükmetin Facebook’u da yasaklamaya hazırlandığını, öte yanıyla da Twitter gibi bir sosyal medya alanının“yasakladım” deyince “yasaklanamayacağını” görüyor, konuşuyor. Dahası Başbakanın emriyle hayata geçirilen Twitter yasağının delindiği ve üstelik yasaktan sonra tweet atanların sayısının rekor düzeye ulaşması üstünden, yasağa karşı mücadeleyi tartışıyor.
Bunların da ötesinde, “Twitter yasağını” TİB ve AKP sözcülerinin İstanbul Başsavcılığı ve mahkeme kararlarına bağlamalarının büyük bir yalan olduğu da ortaya çıkmış bulunuyor.
Böylece anlaşıldı ki Twitter, tamamen Başbakanın “Twitter mıwitır hepsinin kökünü kazıyacağız” biçimindeki çağrısını emir telakki eden TİB tarafından yasaklanmıştır. Yani bu yasağın yasal hiçbir dayanağı olmadığı gibi idare bu yasaklamayla açıkça suç işlemiştir.
Aslında Başbakanın “Twitter mıwitır hepsinin kökünü kazıyacağız” lafı bir anlık, çoğu zaman yaptığı gibi “promter”a bakmadan konuştuğu zaman devirdiği çamlardan birisi değildir. İnternet’e sansür yasasıyla ve daha bir hafta önce “YouTube’u, Facebook’u kapatacağız!” diye televizyondan ilan etmişti.
Hal böyle olunca önümüzdeki sorunu “Twitter’i yasaklama” kararını bir hukuk ya da hilkat garibesi, rastlantısal bir karar olarak değil, Hükümete egemen olan zihniyetin tezahürü olarak anlamak gerekir. Yani burada bir kez daha “dindar nesiller”, “kinci gençlik” yetiştirmek isteyen, bunların üstünde “muhafazakar bir toplum” yaratma programına kılavuzluk eden bir zihniyetle karşı karşıyayız. Bu yüzden de Twitter yasağına karşı mücadele, aslında “Twitter yasağını kaldırtmayı” aşan, özgürlükler ve Türkiye’nin demokratikleşme mücadelesi olduğu ölçüde anlamlanmaktadır.
Çünkü bu zihniyetin egemen olduğu bir Hükümetten;
n Talepleri, “Ana dilinde eğitim”den “halkın kendi kaderinin tayin hakkına”, “bölgesel özerklikle” ilgili özgürlüklerden “basın ve ifade özgürlüğüne”, çok geniş bir özgürlükler yelpazesine sahip olan Kürt sorununun demokratik çözümüne dair taleplerin karşılanması,
n Milyonlarca Alevinin inanç özgürlüğüne yanıt veren, devleti laik bir çizgiye çekme,
n Basın ve ifade özgürlüğünü geliştiren, bilim ve sanat alanını özgürleştirecek, seçim ve siyaset alanındaki özgürlükleri engelleyen düzenlemelerin kaldırılması,
n İşçilerin emekçilerin sendikal özgürlüklerinin önündeki, grev hakkı engellerinin kaldırması, beklenebilir mi?
Elbette AKP ve Hükümetinin gönlüne kalırsa, ondan özgürlükleri genişleten, Türkiye’nin demokratikleşmesine katkı yapan girişimler beklemek ham hayaldir. Nitekim bugüne kadar az çok özgürlükler doğrultusunda atılan adımlar bir yandan Türkiye’nin halklarının, demokrasi güçlerinin öte yandan da “Batı odaklı dış baskıların” ürünü olmuştur. Ve bu köşenin okurları bunun öneminin farkındadırlar.
Yani sorun sadece bir “Twitter yasağı” değil; özgürlüklere karşı savaş açmış, amaçları her tür özgürlük fikriyle çatışan bir Hükümetin deli gömleği giydirmek istediği “muhafazakar Türkiye” planına karşı bir mücadele sorunudur.
Şu açıktır ki Hükümet, böyle tüm dünyanın gözünün Türkiye’de olduğu bir zamanda sudan gerekçelerle Twitter’ı yasaklayarak, en gerici güçleri ve Orta Çağ değerlerine sahip çıkan kesimleri birleştirmek ve kendisine oy veren özgürlük ve demokrasi kaygısı taşımayan seçmen kitlesini kemikleştirmeyi amaçladığı anlaşılmaktadır.
Onun içindir ki Başbakan bu yasakları açıkça ilan etmekte, savunmakta, meydanlarda topladığı kalabalıklara onların en geri duygularını okşayarak bu yasakları onaylatarak yasakçılığa meşruiyet kazandırmaya çalışmaktadır.
AKP Hükümeti kendi iktidarını sürdürme ve muhafazakar bir toplum inşa etme planını ilerletmek için medya alanındaki üstünlüğünü sürdürmek için sosyal medyayı da denetleyeceği bir “medya ortamı” oluşturmak üzere savaşın ön cephesini medya alanına kurmuştur. Hükümet, medyadaki gücünü kullanarak, demokrasi mücadelesini bastırabileceğini düşünmektedir. Ancak aynı zamanda hem ulusal hem de uluslararası çapta (teknolojinin imkanları da dikkate alındığında) en yumuşak karnı da bu alandır.
Bu yüzden Başbakan Erdoğan ve yandaşları eninde sonunda kaybedecekleri bir savaş girmişlerdir.
İHSAN ÇARALAN
EVRENSEL
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder