Belki biraz abartıyorum ama ben kardeşin kardeşi öldürdüğü bir iç savaştan korkuyorum. Dün kahvede rastladığım bir dostum anlattı, o uzun yol kaptanıdır. Nijerya açıklarından geçerken bir Nijeryalı küçük bir sandalla gemiye yaklaşmış ve yardım istemiş. Onu gemiye almışlar. Nijeryalı çat pat İngilizcesiyle anlatmış: “Kardeşim beni öldürmek istedi ama ben kaçtım, bunun üstüne öfkelenmiş ve annemizi öldürmüş.”Kardeşin kardeşi öldürdüğü bir iç savaş sanki kapımızda gibi. Bundan tam on yıl önce Irak işgali sırasında bir yazı yazmışım, hâlâ geçerliliğini koruyor ve ben, son Antep yolculuğumda El Kaide militanlarının ellerini kollarını sallayarak kentte dolaştıklarını gördüm ve çok genç bir itfaiyeci şöyle anlattı: “Daha geçenlerdeAbadan kapısında on kişiyi keserek öldürdüler.” Abadan nerede mi? Gaziantep’in Suriye sınır kapısı. On yıl önceki yazı şöyle:
“Sevdiğim bütün kentler işgal altında. Mardin, Urfa, Nusaybin, Gaziantep,İskenderun, Diyarbakır, evet sevdiğim bütün kentler işgal altında. Bütün çocukluk anılarım, gençlik anılarım işgal altında. Kimseler bana bu savaşın Irak’la ilgili olduğunu söylemesin! Dünya tarihi kadar eski bir oyun, güzelim kentlerimi işgal için oynanıyor. Görüneni görmek için askeri eğitim görmeye ya da uluslararası ilişkiler okumaya gerek yok! Her şey öylesine hayâsızca oynanıyor ki, güzelim kentlerim benim olmaktan çıkıyor artık. İnsanlar bu oyunu doğdukları gün öğrenirler, adına da ‘hedef şaşırtma’ denir. Avrupa’nın emperyalist geçmişlerini sözüm ona uygarlık gösterileriyle kapatmaya çalışan ülkeleri ve Amerika Birleşik Devletleri şimdi bu oyunu oynuyorlar. Hem de kıran kırana. Hedef güya Irak... Hayır, bu bir hedef saptırma oyunu, hedef: Anadolu ve onun en şiir dolu, en güzel kentleri. Hepsi en çok benim olan kentler.
İşte Mardin’de durmuşlar. Süryani ustalarının, kapılarını gök mavisine boyadığı o güzelim taş evlerin önünde. Ne kiliselerin ne camilerin farkındalar ne de bütün zamanlardan sonsuz anılar barındıran Deyrüzzaferan Manastırı’nın sessizliğinin. Hiçbir güzelliğin, hiçbir emeğin, hiçbir yaşamın farkında değiller. Mardin onlar için sadece bir askeri üs. Oradan bütün dünya coğrafyasına hâkim olacaklar, sadece daha çok zengin olmak için, daha çok sömürmek için. Dünyanın tarih miraslarından biri artık onların olacak ve bize ve bana Mardin’den Süryaniustalarının yaptığı taş evlerin sadece fotoğrafı kalacak.
Diyarbakır’ın bazalt taşı güzelim evleri de onların olacak! Ben ki, Dicle’ye bakan omuhteşem evlerden birinde, bir günbatımı havuzlu bir avluda en güzel eşkıyahikâyeleri dinlemiştim. O hikâyeler de tarih olacak, Dicle’nin muhteşem kıvrımları da...
Sırada Urfa var. Bütün zamanların en mistik kenti. Gölün ve peygamberhikâyelerinin birbirine karıştığı, gözleri her zaman sürmeli, rengârenk giysiler giyenArap kadınlarının kıraç sokakları süslediği ve sıla gecelerinde en güzel aşk şarkılarının, şiirlerinin okunduğu Urfa da onların olacak! Bir tek su başında oturup hiç durmadan sevdiğinin adını yineleyen o deli kızın sesini bastıramayacaklar. O tarih kadar eski ses, bütün acılardan, hasretliklerden geçip gelmiş ses, sürecek. Ama artık ben duymayacağım, her yıl en az iki kez gittiğim ve bütün acılarımı, hasetlerimi, kaygılarımı orada, o göl başında bıraktığım, suyun beni arındırdığı bu kent artık hiçbir zaman benim olmayacak. Çünkü ben oraya gittiğimde sokaklarda akan çocuk kanlarını göreceğim, tecavüze uğramış gencecik kadınları göreceğim, artık Urfa benim olmayacak, bir kanlı tarihin en kanlı parçalarından biri olacak!
Hayır, hiçbir şeyi abartmıyorum, sevdiğim kentlerin kokularını, ışıklarını, renkleriniabartabilirim ama onların işgale uğradıkları bir abartma değil, artık hiçbir şey eskisigibi olmayacak. Bütün bu güzelim kentler, Fırat ve Dicle’nin usul usul aktığı bütün su boyları, tankların ayak sesleriyle, yüzyıllık mutlu uykularından uyandılar. Urfa-Harran arasında eski ay kenti Sumatra’daki Ay Tapınağı’na şimdi bir ulusun tüm onuru, tüm geleceği, tüm umutları kurban ediliyor. Sumatra’daki Ay Tapınağı’ndaki sunakta şimdi hepimiz varız ve kurban edilmek için sıramızı bekliyoruz.”
IŞIL ÖZGENTÜRK
Cumhuriyet
“Sevdiğim bütün kentler işgal altında. Mardin, Urfa, Nusaybin, Gaziantep,İskenderun, Diyarbakır, evet sevdiğim bütün kentler işgal altında. Bütün çocukluk anılarım, gençlik anılarım işgal altında. Kimseler bana bu savaşın Irak’la ilgili olduğunu söylemesin! Dünya tarihi kadar eski bir oyun, güzelim kentlerimi işgal için oynanıyor. Görüneni görmek için askeri eğitim görmeye ya da uluslararası ilişkiler okumaya gerek yok! Her şey öylesine hayâsızca oynanıyor ki, güzelim kentlerim benim olmaktan çıkıyor artık. İnsanlar bu oyunu doğdukları gün öğrenirler, adına da ‘hedef şaşırtma’ denir. Avrupa’nın emperyalist geçmişlerini sözüm ona uygarlık gösterileriyle kapatmaya çalışan ülkeleri ve Amerika Birleşik Devletleri şimdi bu oyunu oynuyorlar. Hem de kıran kırana. Hedef güya Irak... Hayır, bu bir hedef saptırma oyunu, hedef: Anadolu ve onun en şiir dolu, en güzel kentleri. Hepsi en çok benim olan kentler.
İşte Mardin’de durmuşlar. Süryani ustalarının, kapılarını gök mavisine boyadığı o güzelim taş evlerin önünde. Ne kiliselerin ne camilerin farkındalar ne de bütün zamanlardan sonsuz anılar barındıran Deyrüzzaferan Manastırı’nın sessizliğinin. Hiçbir güzelliğin, hiçbir emeğin, hiçbir yaşamın farkında değiller. Mardin onlar için sadece bir askeri üs. Oradan bütün dünya coğrafyasına hâkim olacaklar, sadece daha çok zengin olmak için, daha çok sömürmek için. Dünyanın tarih miraslarından biri artık onların olacak ve bize ve bana Mardin’den Süryaniustalarının yaptığı taş evlerin sadece fotoğrafı kalacak.
Diyarbakır’ın bazalt taşı güzelim evleri de onların olacak! Ben ki, Dicle’ye bakan omuhteşem evlerden birinde, bir günbatımı havuzlu bir avluda en güzel eşkıyahikâyeleri dinlemiştim. O hikâyeler de tarih olacak, Dicle’nin muhteşem kıvrımları da...
Sırada Urfa var. Bütün zamanların en mistik kenti. Gölün ve peygamberhikâyelerinin birbirine karıştığı, gözleri her zaman sürmeli, rengârenk giysiler giyenArap kadınlarının kıraç sokakları süslediği ve sıla gecelerinde en güzel aşk şarkılarının, şiirlerinin okunduğu Urfa da onların olacak! Bir tek su başında oturup hiç durmadan sevdiğinin adını yineleyen o deli kızın sesini bastıramayacaklar. O tarih kadar eski ses, bütün acılardan, hasretliklerden geçip gelmiş ses, sürecek. Ama artık ben duymayacağım, her yıl en az iki kez gittiğim ve bütün acılarımı, hasetlerimi, kaygılarımı orada, o göl başında bıraktığım, suyun beni arındırdığı bu kent artık hiçbir zaman benim olmayacak. Çünkü ben oraya gittiğimde sokaklarda akan çocuk kanlarını göreceğim, tecavüze uğramış gencecik kadınları göreceğim, artık Urfa benim olmayacak, bir kanlı tarihin en kanlı parçalarından biri olacak!
Hayır, hiçbir şeyi abartmıyorum, sevdiğim kentlerin kokularını, ışıklarını, renkleriniabartabilirim ama onların işgale uğradıkları bir abartma değil, artık hiçbir şey eskisigibi olmayacak. Bütün bu güzelim kentler, Fırat ve Dicle’nin usul usul aktığı bütün su boyları, tankların ayak sesleriyle, yüzyıllık mutlu uykularından uyandılar. Urfa-Harran arasında eski ay kenti Sumatra’daki Ay Tapınağı’na şimdi bir ulusun tüm onuru, tüm geleceği, tüm umutları kurban ediliyor. Sumatra’daki Ay Tapınağı’ndaki sunakta şimdi hepimiz varız ve kurban edilmek için sıramızı bekliyoruz.”
IŞIL ÖZGENTÜRK
Cumhuriyet
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder