Yerel seçimler yaklaşırken, sanat dünyasının yerel yönetimlerden beklentileri de kuşkusuz konuşulan gündemler arasında. Zira bu seçim sürecinde, ti-yatro ve sinemaya müdahale, mekanların kapatılması/satılması, özellikle de AKM, Emek Sineması gibi örnekler nedeniyle insan, kent ve kültür sanat ilişkisi yoğun bir şekilde tartışılıyor.
İstanbul’un mimarisi, kültürel dokusu, tarihi salon ve mekanları tahrip edildi. Kültür ve sanat alanında ‘genel ahlak’, ‘yasal faiz’ yine bu dönemin dayatmalarıydı. Bir asırlık Şehir Tiyatrosu, varlık yokluk mücadelesi içinde. Muammer Karaca kullanılamaz halde, Emek Sineması yıkıldı, AKM tam bir virane...
Sanatın ihtiyacı, sanatçıların ihtiyacı, kent insanının kültür sanat ihtiyacı… Aslında bu alana dair tüm beklentiler ortaklaşıyor. İstanbul Şehir Tiyatrosu Sanatçıları Derneği (İŞTİSAN) Başkanı, Oyuncu Levent Üzümcü’ye, HDP’nin İstanbul Eş Başkan Adayı ve Yönetmen/Senarist Sırrı Süreyya Önder’e, yazıları ve girişimleriyle AKM’nin unutulmasına izin vermeyen tiyatro eleştirmeni Üstün Akmen’e bu beklentileri sorduk.
İstanbul’un mimarisi, kültürel dokusu, tarihi salon ve mekanları tahrip edildi. Kültür ve sanat alanında ‘genel ahlak’, ‘yasal faiz’ yine bu dönemin dayatmalarıydı. Bir asırlık Şehir Tiyatrosu, varlık yokluk mücadelesi içinde. Muammer Karaca kullanılamaz halde, Emek Sineması yıkıldı, AKM tam bir virane...
Sanatın ihtiyacı, sanatçıların ihtiyacı, kent insanının kültür sanat ihtiyacı… Aslında bu alana dair tüm beklentiler ortaklaşıyor. İstanbul Şehir Tiyatrosu Sanatçıları Derneği (İŞTİSAN) Başkanı, Oyuncu Levent Üzümcü’ye, HDP’nin İstanbul Eş Başkan Adayı ve Yönetmen/Senarist Sırrı Süreyya Önder’e, yazıları ve girişimleriyle AKM’nin unutulmasına izin vermeyen tiyatro eleştirmeni Üstün Akmen’e bu beklentileri sorduk.
BİR METROPOLÜN BELEDİYE BAŞKANI NE MENEN BİR BAŞKAN OLMALI
Üstün AKMEN
Önce ayrıştıralım.
Bir ilin ya da ilçenin belediye başkanı kültür-sanat konusunda nasıl olmalı sorusu başka, bir metropolün başkanı kültür-sanat konusunda nasıl olmalı sorusu başka.
Metropol için hemen yanıtlayayım: Bir metropolün başkanı kültür-sanat konusunda her şeyden önce İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş gibi olmamalı.
Dürüst olmalı.
Günlerden bir gün, Kadir Topbaş tarafından Sait Halim Paşa Yalısı’nda kahvaltıya davet edildik.
Anlattı, “Harbiye Kongre Vadisi Avan Projesi” hakkında bilgiler verdi.
Bir de maket gösterdi, maketin etrafını tavaf eyledik.
Muhsin Ertuğrul Sahnesi’nin yıkılıp yerine Lütfi Kırdar Uluslararası Kongre ve Sergi Sarayı ile uyumlu yeni bir bina yapılacağını söyledi. Proje, Lütfi Kırdar Uluslararası Kongre ve Sergi Sarayı, Hilton Convention Center, Harbiye Orduevi, Askeri Müze, Cemil Topuzlu Açıkhava Tiyatrosu, Taşkışla Caddesi arasında kalan 17 bin metrekarelik alanı kapsayacaktı. Toplam inşaat alanı 83 bin 695 metrekare olacak, yapılacak yeni tiyatro binasının 5 katı yer üstünde, 6 katı da yer altında inşa edilecekti. Mevcut binadaki 601 olan seyirci kapasitesi, yeni binada 696’ya çıkarılacak, tiyatro binasının altında 800 araçlık bir garaj yapılacak, Şehir Tiyatroları Müdürlüğü ofisleri de aynı binada yer alacaktı.
Yer altındaysa tiyatronun depoları, alt birimleri, arşivi, hatta kütüphanesi konuşlanacaktı.
İnanmadık, ama bir halt da edemedik.
Yıkıldı, yerine yenisi yapıldı.
YALANCI OLMAMALI
Demem o ki bir metropolün başkanı kültür-sanat konusunda İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş gibi olmamalı.
Sözü söz olmalı.
Nedenine gelince, zamanı geldi, gittik ve yeni yapılan binaya girdik.
Ne biçim projeyse bu, 601 olan seyirci kapasitesi 696’ya çıkarılacağına 598’e indirilmiş; dünyada belki de ilk kez, gişeleri dışarıda olan bir tiyatro binası inşa edilmişti. Salona girişi dik mi dik yirmi basamak olan, yaşlıların nefes nefese salona girdikleri, eskisini aratan bir tiyatro binasıydı yapılan. Fuaye bir mimari kepazelikti. Otopark falan yoktu. Muhsin Ertuğrul Sahnesi’ne, Hilton Oteli’nin araç çıkış kapısı önünden ya da Cemal Reşit Rey Konser Salonu’nun biraz ilerisinden karda kışta, yağmurda bastığımız itinasız döşenmiş taşların aralarından pırtlayan çirkeflerle yıkanarak varabildik.
Yani tiyatrosever olma hakkımızı, mimar ve sanat tarihi doktoru Topbaş Efendi’ye kerhen iğdiş ettirdik.
AKM YALANI
Dediğim gibi, bir metropolün başkanı kültür-sanat konusunda asla İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş gibi olmamalı.
Bir tarihte, Başbakan Efendi’nin Hıncal Uluç’a anlattıklarına (Sabah- 23.09.2010) göre, Taksim Meydanı’nda trafik yer altına alınacaktı. Bu meydan tamamen yayalara açılacak, çok yetersiz AKM binası yıkılacak, mevcut otopark da yer altına ineceğinden otopark arsası da, bina arsasına eklenecek ve bir mimari yarışma ile İstanbul’a Taksim Meydanı ile bütünleşmiş, kent simgesi bir Atatürk Kültür Merkezi yapılacaktı.
Taksim Meydanı’nda trafik, daha da sıkışsın diye yer altına alındı, başka da bir şey olmadı.
Hukuk kurallarına; (yukarıdan aşağıya) Anayasa, yasa, tüzük, yönetmelik ve tebliğleri iplemeyen yönetime elbette ki inanmadık.
Haaa… Bir de, fotoğraf karesinde Topbaş Efendi’yi Başbakan Efendi’nin yanında saptadık. Bir metropolün başkanı kültür-sanat konusunda İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş gibi olmamalı düşüncesinde bir kez daha anlaştık.
Pekiii…
Bir metropolün başkanı nasıl bir başkan olmalı diye sual edecek olursanız, buyurun cevabınız:
Bir kere İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş gibi olmamalı.
“Dil üstünde kaydırmaca” erbabı, söz cambazı, yalancı, “hık” deyici”, kafa sallayan soysuzlardan olmamalı.
İyi de, bulabilecek misiniz?
Ben ne bileyim?
İşte sandık, işte pusula.
Bulabilirsiniz!
Önce ayrıştıralım.
Bir ilin ya da ilçenin belediye başkanı kültür-sanat konusunda nasıl olmalı sorusu başka, bir metropolün başkanı kültür-sanat konusunda nasıl olmalı sorusu başka.
Metropol için hemen yanıtlayayım: Bir metropolün başkanı kültür-sanat konusunda her şeyden önce İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş gibi olmamalı.
Dürüst olmalı.
Günlerden bir gün, Kadir Topbaş tarafından Sait Halim Paşa Yalısı’nda kahvaltıya davet edildik.
Anlattı, “Harbiye Kongre Vadisi Avan Projesi” hakkında bilgiler verdi.
Bir de maket gösterdi, maketin etrafını tavaf eyledik.
Muhsin Ertuğrul Sahnesi’nin yıkılıp yerine Lütfi Kırdar Uluslararası Kongre ve Sergi Sarayı ile uyumlu yeni bir bina yapılacağını söyledi. Proje, Lütfi Kırdar Uluslararası Kongre ve Sergi Sarayı, Hilton Convention Center, Harbiye Orduevi, Askeri Müze, Cemil Topuzlu Açıkhava Tiyatrosu, Taşkışla Caddesi arasında kalan 17 bin metrekarelik alanı kapsayacaktı. Toplam inşaat alanı 83 bin 695 metrekare olacak, yapılacak yeni tiyatro binasının 5 katı yer üstünde, 6 katı da yer altında inşa edilecekti. Mevcut binadaki 601 olan seyirci kapasitesi, yeni binada 696’ya çıkarılacak, tiyatro binasının altında 800 araçlık bir garaj yapılacak, Şehir Tiyatroları Müdürlüğü ofisleri de aynı binada yer alacaktı.
Yer altındaysa tiyatronun depoları, alt birimleri, arşivi, hatta kütüphanesi konuşlanacaktı.
İnanmadık, ama bir halt da edemedik.
Yıkıldı, yerine yenisi yapıldı.
YALANCI OLMAMALI
Demem o ki bir metropolün başkanı kültür-sanat konusunda İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş gibi olmamalı.
Sözü söz olmalı.
Nedenine gelince, zamanı geldi, gittik ve yeni yapılan binaya girdik.
Ne biçim projeyse bu, 601 olan seyirci kapasitesi 696’ya çıkarılacağına 598’e indirilmiş; dünyada belki de ilk kez, gişeleri dışarıda olan bir tiyatro binası inşa edilmişti. Salona girişi dik mi dik yirmi basamak olan, yaşlıların nefes nefese salona girdikleri, eskisini aratan bir tiyatro binasıydı yapılan. Fuaye bir mimari kepazelikti. Otopark falan yoktu. Muhsin Ertuğrul Sahnesi’ne, Hilton Oteli’nin araç çıkış kapısı önünden ya da Cemal Reşit Rey Konser Salonu’nun biraz ilerisinden karda kışta, yağmurda bastığımız itinasız döşenmiş taşların aralarından pırtlayan çirkeflerle yıkanarak varabildik.
Yani tiyatrosever olma hakkımızı, mimar ve sanat tarihi doktoru Topbaş Efendi’ye kerhen iğdiş ettirdik.
AKM YALANI
Dediğim gibi, bir metropolün başkanı kültür-sanat konusunda asla İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş gibi olmamalı.
Bir tarihte, Başbakan Efendi’nin Hıncal Uluç’a anlattıklarına (Sabah- 23.09.2010) göre, Taksim Meydanı’nda trafik yer altına alınacaktı. Bu meydan tamamen yayalara açılacak, çok yetersiz AKM binası yıkılacak, mevcut otopark da yer altına ineceğinden otopark arsası da, bina arsasına eklenecek ve bir mimari yarışma ile İstanbul’a Taksim Meydanı ile bütünleşmiş, kent simgesi bir Atatürk Kültür Merkezi yapılacaktı.
Taksim Meydanı’nda trafik, daha da sıkışsın diye yer altına alındı, başka da bir şey olmadı.
Hukuk kurallarına; (yukarıdan aşağıya) Anayasa, yasa, tüzük, yönetmelik ve tebliğleri iplemeyen yönetime elbette ki inanmadık.
Haaa… Bir de, fotoğraf karesinde Topbaş Efendi’yi Başbakan Efendi’nin yanında saptadık. Bir metropolün başkanı kültür-sanat konusunda İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş gibi olmamalı düşüncesinde bir kez daha anlaştık.
Pekiii…
Bir metropolün başkanı nasıl bir başkan olmalı diye sual edecek olursanız, buyurun cevabınız:
Bir kere İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş gibi olmamalı.
“Dil üstünde kaydırmaca” erbabı, söz cambazı, yalancı, “hık” deyici”, kafa sallayan soysuzlardan olmamalı.
İyi de, bulabilecek misiniz?
Ben ne bileyim?
İşte sandık, işte pusula.
Bulabilirsiniz!
'AKP SANAT KURUMLARINI 'ŞER YUVASI' OLARAK GÖRÜYOR'
Sırrı Süreyya ÖNDER
Geçtiğimiz günlerde yerel yönetimlere yönelik çözüm önerilerini halka açıklayan Halkların Demokratik Partisi (HDP), kültür ve sanat alanına dair çalışmalarını ‘Kültürel varlığını yaşamak hakkın!’ başlığıyla açıkladı. Kültürel çeşitliliği desteklemeyen, insanı ve kültürü tek tipleştiren kültür ve sanat politikalarına karşı duracağını, herkesin kültürel varlığını yaşama hakkını savunacaklarını duyurdu. HDP’nin bu alana dair öne çıkardığı önemli başlıklardan biri de yerel yönetimlerde kültür sanat politikalarının özerk yapılarca yönetilmesi. Sinemacı kimliğiyle de tanıdığımız HDP’nin İstanbul Büyükşehir Belediyesi Eş Başkan Adayı Sırrı Süreyya Önder, kentin, sanatın ve sanatçıların ihtiyaçlarıyla ilgili sorularımızı yanıtladı.
HDP, SANATIN TALEPLERİNE AÇIK
Özellikle İstanbul’da AKM, Gezi Parkı, Emek Sineması gibi örnekler üzerinden fazlasıyla tartışılan kent, insan ve kültür sanat ilişkisini sorduğumuz Önder, HDP’li yerel yönetimlerin kültür hizmetleri ve tarihi mekanlarla ilgili politikasını şöyle anlatıyor: “HDP’nin yerel yönetim anlayışı içerisinde sanata iki açıdan bakış var. Bir izleyici/dinleyici açısı bir de sanatın üreticisi açısından. Biliyorsunuz, sanattaki emek süreçleri diğer üretim süreçlerine göre çok daha kırılgan bir yapıya sahip. Galerilerden sanat projelerine, çoğunlukla ad-hoc çalışmalar yapılıyor ve bu da sigorta vb. güvenlik şartlarını aza indiriyor. Belediyelere ve devlete bağlı sanat kurumlarının durumu da belirgin. AKP bunları devlet içindeki şer yuvaları olarak görüyor olsa gerek ki her daim ümüklerini sıkacak yeni yönetmelikleri ortaya koyuyor.
HDP, kendisini oluşturan iradenin entelektüel birikimini, sanat üretiminin bu birikime yaptığı etkiyi asla küçümsemeyen, bunun talep ve yönlendirmelerine sonuna kadar açık bir parti. Sanat alanlarını da bu birikimi korumanın bir yolu olarak görüyor ve sanatın mekanını sanatın değerinden ayırmıyor. HDP olarak yetkimizi son sınırına kadar kullanıp mevcut mekanları koruyacak, kaybedilmiş mekanları da geri almaya çalışacağız.”
CİNSELLİK VE LİNÇ KÜLTÜRÜ
Son günlerde sanat dünyasında yoğunlukla tartışılan ‘genel ahlak’ konusunu soruyoruz. Bilindiği gibi bu gerekçeyle tiyatrolar ödenek alamadı, oyunlar repertuvardan çıkarıldı, Danimarkalı Yönetmen Lars van Trier’in son filmi ‘Nymphomaniac’ın vizyona girmesi yasaklandı. Bunları hatırlattığımız Önder, cinsellik ve linç kültürünün toplumun iki temel açmazı olduğunu belirterek, şöyle devam ediyor: “Biliyorsunuz, bu karar HDP’ye yönelik linçlerin arttığı bir dönemde verildi. Hayatımızın her alanına ve hatta düşünce biçimimize işleyen sansürün sonucu, ifade alanı kısıtlanmış bir toplumsallık ortaya çıkarıyor. Sivil toplum örgütlenmelerini şeytanlaştırırsanız, gençlerin, kadınların, yaşlıların ifade kürsülerini ortadan kaldırırsanız hayatınızda linç olur, onların hayatlarına yalnızca ana akım TV kanallarını koyup, dünyanın geri kalanıyla bağlarını keserseniz, hetero erkek ideolojisini dayatırsanız da ortaya çıkacak sonuç belirlidir.”
TÜSAK’A KARŞI GÜÇLÜ MUHALEFET
Sırrı Süreya Önder’e Kültür Bakanlığı Müsteşarı Nihat Gül’ün yönetiminde hazırlanan Türkiye Sanat Kurumu (TÜSAK) yasa tasarısıyla ilgili düşüncelerini de soruyoruz. Taslağı “AKP’nin yukarıdan aşağı toplumsallaşan tüm alanlara müdahale etme çabasının bir başka ayağı” olarak değerlendiriyor. Önder, “Eğitimde ne yaptılarsa aynı şeyi sanata da yapmak istiyorlar. Yukarıdancı bir biçimde toplumun sanat algısını, sanatın icra biçimlerini dönüştürmek istiyorlar. HDP içerisinde kurulan komisyonlar üstünden TÜSAK’la ilgili çalışmalarımız sürüyor. Bunun yanı sıra soru önergeleri ve araştırma önergeleri ile birlikte konunun takipçisi olacağız. Ancak hepimiz farkındayız ki çok daha geniş bir muhalefet alanı oluşturmaya ihtiyacımız var” diyor.
HDP, SANATIN TALEPLERİNE AÇIK
Özellikle İstanbul’da AKM, Gezi Parkı, Emek Sineması gibi örnekler üzerinden fazlasıyla tartışılan kent, insan ve kültür sanat ilişkisini sorduğumuz Önder, HDP’li yerel yönetimlerin kültür hizmetleri ve tarihi mekanlarla ilgili politikasını şöyle anlatıyor: “HDP’nin yerel yönetim anlayışı içerisinde sanata iki açıdan bakış var. Bir izleyici/dinleyici açısı bir de sanatın üreticisi açısından. Biliyorsunuz, sanattaki emek süreçleri diğer üretim süreçlerine göre çok daha kırılgan bir yapıya sahip. Galerilerden sanat projelerine, çoğunlukla ad-hoc çalışmalar yapılıyor ve bu da sigorta vb. güvenlik şartlarını aza indiriyor. Belediyelere ve devlete bağlı sanat kurumlarının durumu da belirgin. AKP bunları devlet içindeki şer yuvaları olarak görüyor olsa gerek ki her daim ümüklerini sıkacak yeni yönetmelikleri ortaya koyuyor.
HDP, kendisini oluşturan iradenin entelektüel birikimini, sanat üretiminin bu birikime yaptığı etkiyi asla küçümsemeyen, bunun talep ve yönlendirmelerine sonuna kadar açık bir parti. Sanat alanlarını da bu birikimi korumanın bir yolu olarak görüyor ve sanatın mekanını sanatın değerinden ayırmıyor. HDP olarak yetkimizi son sınırına kadar kullanıp mevcut mekanları koruyacak, kaybedilmiş mekanları da geri almaya çalışacağız.”
CİNSELLİK VE LİNÇ KÜLTÜRÜ
Son günlerde sanat dünyasında yoğunlukla tartışılan ‘genel ahlak’ konusunu soruyoruz. Bilindiği gibi bu gerekçeyle tiyatrolar ödenek alamadı, oyunlar repertuvardan çıkarıldı, Danimarkalı Yönetmen Lars van Trier’in son filmi ‘Nymphomaniac’ın vizyona girmesi yasaklandı. Bunları hatırlattığımız Önder, cinsellik ve linç kültürünün toplumun iki temel açmazı olduğunu belirterek, şöyle devam ediyor: “Biliyorsunuz, bu karar HDP’ye yönelik linçlerin arttığı bir dönemde verildi. Hayatımızın her alanına ve hatta düşünce biçimimize işleyen sansürün sonucu, ifade alanı kısıtlanmış bir toplumsallık ortaya çıkarıyor. Sivil toplum örgütlenmelerini şeytanlaştırırsanız, gençlerin, kadınların, yaşlıların ifade kürsülerini ortadan kaldırırsanız hayatınızda linç olur, onların hayatlarına yalnızca ana akım TV kanallarını koyup, dünyanın geri kalanıyla bağlarını keserseniz, hetero erkek ideolojisini dayatırsanız da ortaya çıkacak sonuç belirlidir.”
TÜSAK’A KARŞI GÜÇLÜ MUHALEFET
Sırrı Süreya Önder’e Kültür Bakanlığı Müsteşarı Nihat Gül’ün yönetiminde hazırlanan Türkiye Sanat Kurumu (TÜSAK) yasa tasarısıyla ilgili düşüncelerini de soruyoruz. Taslağı “AKP’nin yukarıdan aşağı toplumsallaşan tüm alanlara müdahale etme çabasının bir başka ayağı” olarak değerlendiriyor. Önder, “Eğitimde ne yaptılarsa aynı şeyi sanata da yapmak istiyorlar. Yukarıdancı bir biçimde toplumun sanat algısını, sanatın icra biçimlerini dönüştürmek istiyorlar. HDP içerisinde kurulan komisyonlar üstünden TÜSAK’la ilgili çalışmalarımız sürüyor. Bunun yanı sıra soru önergeleri ve araştırma önergeleri ile birlikte konunun takipçisi olacağız. Ancak hepimiz farkındayız ki çok daha geniş bir muhalefet alanı oluşturmaya ihtiyacımız var” diyor.
ŞEHRİN TİYATROSUNU YOK ETMEK İSTEYENE KARŞI DURMALIYIZ
Levent ÜZÜMCÜ
Yerel seçimler yaklaşırken, akıbeti en çok konuşulan kentlerden biri de İstanbul. Dile kolay yüzyıllar boyunca nice savaşı, talanı, yıkımı görmüş bir kent son yıllarda yine bir savaş veriyor. ‘Çılgınca’ yok edilmek istenen kent, sadece, parkıyla meydanıyla, mimarisiyle değil, 100 yılını dolduran Darülbedayi (İstanbul Şehir Tiyatroları)’sini de korumak, saklamak zorunda yıllardır. Hatırlarsınız en son 2012’de yapılan yönetmelik değişikliğiyle şehrin tiyatrosu doğrudan belediye bürokratlarının eline bırakılmak istenmişti. Yönetim Kurulu, Repertuvar Kurulu ve Genel Sanat Yönetmenliği gibi departmanlarının içeriği uzun bir süre tartışılmıştı. İstanbul Şehir Tiyatrosu Sanatçıları Derneğinin (İŞTİSAN) Başkanı, Oyuncu Levent Üzümcü’ye, İstanbul Büyükşehir Belediyesi seçimlerine yönelik düşüncelerini, derneğin seçimlerden beklentilerini ve taleplerini sorduk. Üzümcü’nün söyledikleri şöyle:
TİYATRO ZAPTURAPT ALTINA ALINMAZ
* Sadece size oy verenleri değil, bütün bir halkı anlamak konusunda maalesef yerel ve genel yönetimler sınıfta kaldı. Artık herkesin istediği kişiye ulaşma, istediği düşüncesini paylaşma özgürlüğü var. İnsanlar bunu özgürce ifade edecekleri uygulamaları talep edecektir. Asıl sıkıntı muhatabın bunu kabul etmiyor olması. Bu kadar farklı insanın bir arada yaşadığı ülkeyi tek bir ağızdan çıkan ulufelerle yönetmek mümkün değil. Bu ütopya bile değil. Onun için yerel yönetimler halkın ‘bütün ortak sesine’ kulak vermelidir.
* Şehir Tiyatrosu oyuncuları olarak, ‘Tiyatro zapturapt altına alınmaz’ diyoruz. M. Ö. 2500 yılından beri insanlar, yaşama dair dertlerini, acılarını, sevinçlerini yazıyor. Bu insanlar oyunlarını yazarken düşünmezler ki 2000’li yıllarda Türkiye’de baskıcı bir rejim olacak ve oyunlarını oynatmayacak. Hiç kimse yazdığı oyunu baskıcı rejimlere beğendirmek üzere yazmaz. Çünkü evrensel sanat özünde muhalefet olmayı ve doğru bildiğini söylemeyi barındırır. Herkes aklıselimle oturup özgür tiyatro yapmanın yollarını konuşmalı.
TÜSAK SANATA VE SANATÇIYA OLAN HINCIN ÜRÜNÜ
* ‘Bana oy verene tiyatro yaparım’ mantığıyla ne oyun yazarı bulabilirsiniz ne de bir tiyatroyu yönetebilirsiniz. Ödenekli tiyatro oyuncularına, kendi partisinin şakşakçılarına, ‘Bunlar sizin vergilerinizi sömürüyor’ diyerek hedef göstermek ne vicdana ne de ne siyasi ahlaka sığar! Ne de bunu söyleyen birinden sanata dair ileriye dönük olumlu bir beklentiye girilebilir. Çünkü ödenekli sanat kurumu çalışanları olarak, daha özgür bir sanat hayatı beklemekteyiz. Çünkü kurumlar dünyadaki bütün medeni ülkelerde olduğu gibi devlet yardımına ihtiyaç duyarlar. Türkiye’deki rejimin sanattaki yansıması olan Türkiye Sanat Kurumu (TÜSAK) yasa tasarısı sanata ve sanatçıya karşı sevgisizlikten ve anlayışsızlıktan doğan bir hıncın sonucudur. Sanat kurumlarını böylesine baltalamak, siyasi gücü kötüye kullanmaktır.
YÜZ YILLIK BU KURUM HEPİMİZİN
* Bugün itibarıyla aynı yönetimle devam etmesi halinde açıktır ki Türkiye’deki ödenekli sanat kurumlarının ve Şehir Tiyatrolarının ölüm fermanı imzalanmış olacak. Birçok farklı şeyin seçiminin yanı sıra, bu seçimlerde halkın tiyatrosunun, operasının, balesinin, orkestrasının geleceği de oylanacaktır. Yüz yıllık bir sanat kurumunu ve çalışanlarını sırf konuşuyorlar, fikirlerini söylüyorlar diye ‘halk düşmanı’ ilan etmek, bu ilan edenlere ses çıkarmamak görevini kötüye kullanmaktır. Bu tiyatronun sahibi ne oyuncuları, ne başbakan ne de bu şehrin belediye başkanıdır. Bu tiyatronun sahibi ister yalan politikalarla kandırılabilmiş, ister kandırılamamış olsun bütün bir İstanbul halkıdır. İstanbul halkının elinde, dünyanın çok az şehrine nasip olmuş yüzyıllık bir sanat kurumu vardır. Hangi partiye oy atarsa atsın; ırksal, etnik veya kültürel olarak nereye ait olursa olsun halkımız şunu unutmasın, bu tiyatro hepimizindir. Onun için hepimizin bu tiyatroyu yok etmek isteyen zihniyete karşı durması gerekir.
TİYATRO ZAPTURAPT ALTINA ALINMAZ
* Sadece size oy verenleri değil, bütün bir halkı anlamak konusunda maalesef yerel ve genel yönetimler sınıfta kaldı. Artık herkesin istediği kişiye ulaşma, istediği düşüncesini paylaşma özgürlüğü var. İnsanlar bunu özgürce ifade edecekleri uygulamaları talep edecektir. Asıl sıkıntı muhatabın bunu kabul etmiyor olması. Bu kadar farklı insanın bir arada yaşadığı ülkeyi tek bir ağızdan çıkan ulufelerle yönetmek mümkün değil. Bu ütopya bile değil. Onun için yerel yönetimler halkın ‘bütün ortak sesine’ kulak vermelidir.
* Şehir Tiyatrosu oyuncuları olarak, ‘Tiyatro zapturapt altına alınmaz’ diyoruz. M. Ö. 2500 yılından beri insanlar, yaşama dair dertlerini, acılarını, sevinçlerini yazıyor. Bu insanlar oyunlarını yazarken düşünmezler ki 2000’li yıllarda Türkiye’de baskıcı bir rejim olacak ve oyunlarını oynatmayacak. Hiç kimse yazdığı oyunu baskıcı rejimlere beğendirmek üzere yazmaz. Çünkü evrensel sanat özünde muhalefet olmayı ve doğru bildiğini söylemeyi barındırır. Herkes aklıselimle oturup özgür tiyatro yapmanın yollarını konuşmalı.
TÜSAK SANATA VE SANATÇIYA OLAN HINCIN ÜRÜNÜ
* ‘Bana oy verene tiyatro yaparım’ mantığıyla ne oyun yazarı bulabilirsiniz ne de bir tiyatroyu yönetebilirsiniz. Ödenekli tiyatro oyuncularına, kendi partisinin şakşakçılarına, ‘Bunlar sizin vergilerinizi sömürüyor’ diyerek hedef göstermek ne vicdana ne de ne siyasi ahlaka sığar! Ne de bunu söyleyen birinden sanata dair ileriye dönük olumlu bir beklentiye girilebilir. Çünkü ödenekli sanat kurumu çalışanları olarak, daha özgür bir sanat hayatı beklemekteyiz. Çünkü kurumlar dünyadaki bütün medeni ülkelerde olduğu gibi devlet yardımına ihtiyaç duyarlar. Türkiye’deki rejimin sanattaki yansıması olan Türkiye Sanat Kurumu (TÜSAK) yasa tasarısı sanata ve sanatçıya karşı sevgisizlikten ve anlayışsızlıktan doğan bir hıncın sonucudur. Sanat kurumlarını böylesine baltalamak, siyasi gücü kötüye kullanmaktır.
YÜZ YILLIK BU KURUM HEPİMİZİN
* Bugün itibarıyla aynı yönetimle devam etmesi halinde açıktır ki Türkiye’deki ödenekli sanat kurumlarının ve Şehir Tiyatrolarının ölüm fermanı imzalanmış olacak. Birçok farklı şeyin seçiminin yanı sıra, bu seçimlerde halkın tiyatrosunun, operasının, balesinin, orkestrasının geleceği de oylanacaktır. Yüz yıllık bir sanat kurumunu ve çalışanlarını sırf konuşuyorlar, fikirlerini söylüyorlar diye ‘halk düşmanı’ ilan etmek, bu ilan edenlere ses çıkarmamak görevini kötüye kullanmaktır. Bu tiyatronun sahibi ne oyuncuları, ne başbakan ne de bu şehrin belediye başkanıdır. Bu tiyatronun sahibi ister yalan politikalarla kandırılabilmiş, ister kandırılamamış olsun bütün bir İstanbul halkıdır. İstanbul halkının elinde, dünyanın çok az şehrine nasip olmuş yüzyıllık bir sanat kurumu vardır. Hangi partiye oy atarsa atsın; ırksal, etnik veya kültürel olarak nereye ait olursa olsun halkımız şunu unutmasın, bu tiyatro hepimizindir. Onun için hepimizin bu tiyatroyu yok etmek isteyen zihniyete karşı durması gerekir.
www.evrensel.net
Eklenme tarihi: 2014-03-23 06:00:00
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder