18 Haziran 2014 Çarşamba

Ekmeleddin İhsanoğlu: Kazanç mı Hata mı?-MELİSA TEKELİ/POLİTİKA DERGİSİ

Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu ve Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Devlet Bahçeli görüşmeleri sonucunda dün yaptıkları açıklamayla muhalefetin çatı adayının Ekmeleddin İhsanoğlu olduğunu açıkladı. İki muhalefet partisi arasında yaratılan geç kalınmış bu fikir ortaklığı elbette umut verici. Ancak Ekmeleddin İhsanoğlu isminin yarattığı soru işaretleri de bu iş birliğine gölge düşürmüyor değil.

Soru işaretlerinin nedeni  çatı adayı destekleyenlerin gözünde İhsanoğlu'nun kişiliği olsa da neden bu değil. Öncelikle muhalefet partisinin milletvekillerinin bir kısmının çatı adayı bizlerle birlikte öğrenmiş olması sağlıksız bir durumdur. Halkın oy kullanacağı cumhurbaşkanlığı seçimlerinde geniş çerçeveli bir çalışma yapılmadan, kamuoyu nabzı tutulmadan cumhurbaşkanı adayı belirlenmesi ne kadar büyük bir sorunsa;  aynı çalışmanın parti içinde de yapılmaması, parti meclisinde yer alan vekillerin bile adaydan haberdar olmaması  da oldukça büyük bir sorundur. Yani cumhurbaşkanlığı adaylığının açıklanmasının ilk adımını incelerken bile muhalefetin süregelen sorununa ulaşmış oluyoruz: İletişim eksikliği, birlik duygusunun yokluğu.
Ekmeleddin İhsanoğlu; Türk bilim tarihi profesörü, akademisyen, diplomat ve yazar. Azımsanamayacak derecede yüksek bir birikime ve kariyere sahip.  Tüm kariyerinde en çok dikkat çeken noktalardan biri İslam Konferansı Örgütü'nde 2005-2014 yılları arasında bulunduğu genel sekreterlik görevi. İslam Konferansı Örgütü'nün seçimle iş başına gelen ilk genel sekreteri ve bu görevi yerine getiren ilk Türk olması İhsanoğlu'nun İKÖ'deki görevinin önemini daha da arttırıyor. UNESCO ve Harvard Üniversitesi'ndeki görevleri, milli ve uluslararası bir çok bilim kurumunda bulunan üyeliği, bu kurumlardan bilim ve eğitim tarihine katkılarından dolayı aldığı ödüller, dünyanın farklı bölgelerindeki bir çok üniversiteden aldığı fahri doktora ve profesör unvanları İhsanoğlu'nun uluslararası alandaki saygınlığını gözler önüne koymaya yeterli derecede.

İhsanoğlu'nun AKP ile arasındaki iplerin kopmasıyla ilgili iki konu da Ortadoğu ile ilgili. Hükümetin aksine anlaşmazlıkların çözümü için uluslararası hukuk vurgusu yapan İhsanoğlu'nun Mısır'daki darbe konusunda hükümetten farklı bir bakış açısı dile getirmesi ve Suriye'de yine hükümetten farklı olarak Beşer Esad'ın içinde yer alacağı bir geçiş dönemi önermesi bilinen iki konu. Özellikle Mısır konusundaki farklı görüşler Bekir Bozdağ'ın görev süresinin dolmasına aylar kalmasına rağmen İhsanoğlu'nun istifasını istemesine ve Hüseyin Çelik'in sosyal medyada İhsanoğlu'nu ağır bir biçimde eleştirmesine neden oldu.  Dış politikanın seçimleri etkileyeceği göz önüne alınırsa; İslamcı terörün yükseldiği bu dönemde İhsanoğlu'nun Ortadoğu'yu içeriden tanıma ve bölgeye hakimlik niteliği oldukça büyük bir avantaja dönüşüyor.

Ancak ne yazık ki aynı hakimiyet iç siyaset alanında bir dezavantaja dönüşüyor. İhsanoğlu'nun Türkiye'de yeterince tanınmaması, iç siyaset ile ilgili Türk basınında ya da uluslararası basında çarpıcı çıkışlarının olmaması iç siyaset hakimiyetinin sorgulanmasına neden oluyor. Özellike Türkiye'de artan  insan hakları ihlallerinde göze çarpan bir açıklamasının bilinmemesi;  Türkiye'ye büyük bir dönüşüm yaşatan Gezi Direnişi gibi bir süreçte cumhurbaşkanlığı görevinde Ekmeleddin İhsanoğlu bulunsaydı çok farklı bir yol mu izlerdi diye düşündürüyor. Ekmeleddin İhsanoğlu'yla ilgili yeni bilgiler ulaştırmakta birbirleriyle yarışan gazete ve portallardan ulaşılabilen bilgiye göre ise İhsanoğlu verdiği röportajda Gezi Direnişi'nin çevrecilik yanını benimsediği kadar vandallık boyutuna karşı çıktığını ve tarihi eserlerin yeniden inşa edilmesinin önemli olduğunu da belirtiyor.

İhsanoğlu'nun çoğunluk tarafından yeterince tanınmayışı güçlü bir propaganda süreci ile üstesinden gelinebilecek bir sorun. Ancak bu propaganda sürecini sorgulamamak elde değil. Daha önce adı oldukça duyulmuş, insanların haklarında fikir sahibi olduğu siyasi veya akademik figürlerin bile propaganda süreciyle başarıya ulaşamadıklarını gördük. Bu propaganda süreçlerinin yeterince başarılı olamamasında partilerin etkisi oldukça büyük. Daha önceki seçimlerde siyasi kimlik olarak tabanlarının ve kendilerinin benimsedikleri uygun adaylar çıkarmalarına rağmen yeterince etkin bir propaganda yürütemeyen muhalefet partilerinin şimdi birbirleriyle sağlam bir iletişim içinde, düzenli bir eşgüdümle propaganda süreci yürütüp yürütemeyecekleri merak konusu. Partilerin bu eşgüdümde ve propagandada yaptıkları en ufak bir hata İhsanoğlu için çok büyük bir dezavantaja dönüşecektir dersek yanılmış olmayız. İktidar partisinden aday olarak kim çıkarsa çıksın; seçim kampanyasında, iç siyasette oy kullanacak büyük bir kitle üzerinde güçlü bir etki yaratmış Recep Tayyip Erdoğan'ın 'karizmatik liderliği'nin kullanılacağı iktidar partisinin şimdiye kadarki tüm seçim kampanyalarına bakıldığında oldukça net görülebilir. İhsanoğlu'nun günlük siyasi dilden uzaklığı ve tanınmaması bir seçim kampanyasıyla aşılabilir ama bu ancak; iktidar partisinin organizasyon yeteneği ve bilinen bir siyasi figürle yürüteceği güçlü seçim kampanyasıyla yarışacak düzeyde bir kampanyanın her anında iki muhalefet partisi arası eşgüdümün sağlanabilmesi ile mümkün. Kemal Kılıçdaroğlu'nun "Halk tanıdıkça sevecek." açıklaması güçlü bir propaganda beklentisi doğuruyor, yine de bu beklentiyi karşılamak pek kolay görünmüyor.

Sayısal üstünlük konusunda kilit olarak görülen Kürt oylarının en azından ilk tur için bir değişim yaratmayacağı;  HDP'nin cumhurbaşkanlığı eş başkan adayları olarak Selahattin Demirtaş ve Figen Yüksekdağ'ı açıklamasıyla kesinleşti. Muhalefet partilerinin ve iktidar partisinin 30 Mart yerel seçimlerindeki oy yüzdesi temel veri olarak alınırsa; çatı adayın %45,2'ye karşı %43 gibi küçük bir farkla geride olduğu görünüyor. 30 Mart yerel seçimlerinde %2'lik bir oy oranına sahip olan Saadet Partisi'nin henüz bir aday çıkarma ya da destekleme açıklaması yapmaması da Saadet Partisi tabanın cumhurbaşkanlığı seçimlerindeki oylarının kritik olduğunu gösteriyor.

Ekmeleddin İhsanoğlu'nun tüm bu avantajları ve dezavantajları göz önünde tutulduğunda aşılması zor olsa da başarılamayacak derecede büyük bir dezavantaj görünmüyor. Ancak bu adaylığa tepki İhsanoğlu'nun kendisinden çok muhalefet partilerine. Milliyetçi Hareket Partisi tabanından milli kimliği daha ön planda bir aday olması gerektiğini düşünenlerin sayısı az değilse de asıl tepki Cumhuriyet Halk Partisi tabanından geliyor. Önümüzdeki Cumhuriyet Halk Partisi resmi; parti içindeki iletişimsizliği ve birlik olma duygusunu halka da yansıtan ve başka parti tabanlarından oy alabilmek için kendi parti tabanının sesine kulak vermeyen bir kitle. Cumhurbaşkanlığı seçimi elbette ki stratejik kararlar alınması gereken bir süreç ve elbette ki cumhurbaşkanı belli bir ideolojinin insanı olmaktan çok her ideolojinin kendini gerçekleştirme özgürlüğünü sağlayabilecek bir figür olmalı. Ancak Cumhuriyet Halk Partisi'nin bu taktikselliği tamamen parti ideolojisinin önüne koyması, her kesimden oy alabilmek için farklı siyasi figürleri bünyesinde bulundurması parti içinde bir huzursuzluk ortamı yaratıyor ve bu huzursuzluk muhalefet tabanında memnuniyetsizlik olarak kendini gösteriyor. Türk siyasetinde her kazanımın çaresi olarak İslamcılık'a tutunmanın görüldüğü çatı adayla bir kez daha anlaşılmış oldu ve ne yazık ki bazı çevreler de henüz anlamını bile bilmeden İslamcılık'a tutunmaya tepki gösterenleri İslamofobik olarak nitelendiriyor. Tepki gösterilen İslam değil siyasal İslam'dır, İslam'ın siyaset malzemesi haline getirilip insanların manevi değerleri üzerinden suistimal edilmesine izin vermektir, muhalefetin de anlık siyasi kaygılarla bunun bir parçası olmasıdır.

Ekmeleddin İhsanoğlu'nun iktidar partisinde bir rahatsızlık yarattığı adaylığının açıklanmasından itibaren başlayan açıklamalara bakılınca oldukça net görülüyor. Şimdiden İhsanoğlu'nun Müslümanlıkla bir ilgisi olmadığı, Pensilvanya projesi olduğu, paralel yapının işi olduğu gibi her seçim öncesi bir klasik haline gelen şehir efsaneleriyle aday yıpratma çalışmalarına başlandı. Tüm bunların her seferinde söylenen sözler olduğunu görmemek, İhsanoğlu'nun kişiliğine saldırmak ne kadar tehlikeliyse sadece iktidar partisini rahatsız ettiği için bir adayı desteklemek ve geri kalanını irdelememek de o kadar sığ bir bakıştır.

Seçimlere daha iki ay var, az gibi görünse de uzun bir zaman. Yaşanacak iç ve dış siyaset gelişmelerini ve seçim kampanyalarını bilemeyiz, ben de ancak herkes gibi kendi tahminlerimi yapabilirim. Şahsi fikrim tepkinin kişiye değil Cumhuriyet Halk Partisi'nin süregelen İslamcılık'a tutunma tavrına olduğu yönündedir. Belki bu cumhurbaşkanlığı seçimlerinde iktidar partisinin tabanı Ekmeleddin İhsanoğlu'na oy vermeyi düşünecek ve belki de önemli bir kesim oy verecek ama Cumhuriyet Halk Partisi  tabanı da oy vermemeyi düşünecek ve önemli bir kesim oy vermeyecek gibi görünüyor. İktidar partisinden aşındırılacak taban muhalefet tabanındaki sürekli kaybı karşılar mı bilemeyiz. Orhan Bursalı'nın bugünkü yazısında dediği gibi: "Acele etmeyin.. Politika yapıyoruz."
Naçizane önerim Ekmeleddin İhsanoğlu'nun İslamcılık kimliğini İKÖ'ye bağlayanların İslam Konferansı Örgütü'nü araştırmaları, İhsanoğlu'nun İslamcılık kimliğini Mısır ve Suriye'deki fikir ayrılıkları öncesi iktidar partisi ile yakın ilişkiler içinde olmasına bağlayanlara İslamofobik yakıştırması yapanların İslamofobi kavramını daha çok araştırmaları, parti ne yaparsa doğrudur diyip eleştiriden korkanların particilikten sıyrılıp biat kültürüne giden yolun başından geri dönmek için çaba sarf etmeleri, Ekmeleddin İhsanoğlu'nun eşiyle fotoğraflarını gösterip eşinin türban veya baş örtüsü kullanmamasını laiklik belirtisi olarak gören ve gösterenlerin de şekilcilikten kati suretle kurtulmalarıdır. Seçimler biter, siyasi figürler değişir ancak halk her daim birlikte yaşamaya devam eder.
Melisa TEKELİ
melisa.tekeli@politikadergisi.com

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder