Meyve olsun, sebze olsun, yediğim hiçbir şeyin çekirdeğini çöpe atmam. Yuvasına salarım, yani toprağa. Çöpe atmak, onu daha doğmadan boğmak, filizlenmeden yolmak anlamındadır.
Çünkü çekirdek canlıdır, can taşır. ‘Binde biri bile toprağa tutunsa, yeter, yeşerir, boy verir’ diye düşünürüm. Can taşıyan her tohum, her canlı için böyledir, çok azı hayata tutunup boy verir. Yumurtasından çıkan her yüz deniz kaplumbağası yavrusundan sadece birkaçı denize ulaşabilse de, yeterlidir, nesli onlarla sürüp gider.
Deneyin: her gün, birkaç karpuz, kavun, elma, erik gibi yediğiniz meyvenin çekirdeğini yanından geçtiğiniz boş bir arsaya, toprağa atın; bir süre sonra boş arsanın yeşerip kıpırdadığını, bostan olduğunu göreceksiniz.
Anam karpuz, kavun çekirdeğini atmazdı; yıkar, kurutur, çıtlamamız için ceplerimize doldururdu. ‘Can cana misali’ bu da can taşıyan çekirdeği değerlendirmenin, yani hayata katmanın bir yoludur.
Çekirdeği toprağa atarken, kafesteki kuşu göğe salıyormuşum gibi heyecanlanırım. Öyle ya, çekirdeğin göğü de topraktır. O da toprakta kanatlanır, kökleri kanatlarıdır, dalları kolu, filizi gözleri, yaprakları dudağı...
Toprağa düşen çekirdekle, yuvasında kanatlanıp göğe çıkan kuşun bağrında aynı kıvılcım saklıdır. Bu kıvılcım umuttur. Yaşama umudu. Çekirdeğin özgürlüğü toprağa kavuşmasıdır. ‘Çekirdeği hayata salın’ sözümdeki anlam budur.
Çekirdekte sancı gizlidir. Doğum sancısı. Bu sancının sesini kulağınızla değilse bile, varsa eğer, kalbinizle duyabilirsiniz. Dinlemesi doyumsuzdur. Öpülesidir. O yüzden ki ben, çekirdeği toprağa salarken öperek vedalaşırım, buluşmak üzere.
Çekirdeği çöpe atmak, doğum sancısına sağırlık anlamına gelir. Vicdan sağırlığıdır. İnsan kılıklı yaratık dışında hiçbir canlıda bu sağırlık yoktur. Vicdanı sağır olan, cana karşı duyarsızdır. Bu duyarsızlığı besleyen birçok neden sayılabilir. Korku, kuşku, çıkar, tembellik...vb gibi. Fakat ‘kâr, kazanç hırsı, doymazlık’ ilk sırada gelir ki siyaset dilinde ‘kapitalizm’ diye adlandırılan sistemin özellikleridir. ‘İnsan sistemi’ olması ‘insani’ olması anlamına gelmez. Tam tersidir.
Bu sistemin hayat ve umut düşmanlığına yüzbinlerce kanıt sayabilirim. Diyelim ki ‘karagül kuzusu’. Bu kuzucuk, bu sistemin en hazin ‘kurbanlarından’ biridir. Çekirdeğin içindeki kıvılcım gibi, daha anasının karnındayken, ‘astragan’ kürkçüleri, onun kürkünü çalmak için sabırsızlanır. Kürkü simsiyah, kıvır kıvır, ipek ışıltılıdır. Doğunca anası yalayıp da siyah ipek ışıltılı kıvırcıkları bozulmasın diye, gün ışığıyla buluşmasına, yaşama umuduna sarılmasına, anasınca yalanmasına bir hafta kala, anasının karnı yarılarak çıkarılıp yüzülür. Karagül koyunun analık içgüdüsü ve tehlike sezgisi kuvvetlidir. Tehlike anında çember olup, yavruları ortalarına alırlar. Fakat eli bıçaklı, palalı yaklaşan adama karşı “kesMEEEE” diye inlemekten başka çareleri yoktur. Peki, karagül kuzuyu, daha doğmadan, anasının karnından çıkarıp yüzen kişi ‘vicdan sağırı’ da, o kürke sarınıp salına salına gezen kişi ve ona karşı sessiz olan nedir? Ben şu satırları yazmasam, yani şu kuzucuğun safında durmasam, yani onun yaşama umudu için bir şey yapmamış olsam, karagül koyunla göz göze bakamam, insanlığımdan utanırdım!
Çekirdeği çöpe atmayışım da çekirdeğe karşı utanmak istemeyişimden, daha doğrusu can taşıyan umuda karşı insan sorumluluğumdandır.
Dedim ya, çekirdeği hayata salmak gerekir. Umuttur. Hayata salınmayan umut kanatlanır mı?
Hayat umudun bileği taşıdır!
Son zamanlarda moda oldu: insanlar birbirini arayıp, ‘bu ülkede benim hiç umudum kalmadı, tükendi’ diye birbirinde ‘umut yoklaması’ yapıyor! ‘Umudun tükenmesi’ benim anlayabileceğim bir şey değil. Çünkü hayata salınan umudun ölümsüz olduğunu bilirim. Gökyüzünün, gün doğumunun, baharın, yağmurun, rüzgârın, toprağa salınan çekirdeği beslediği gibi, hayat da ona salınan umudu besler. Çöpe atarsan ölür. Umutsuz insanın içi çöplük gibidir ya da umut mezarlığı!
Çöpe atılan çekirdeğin ‘kaderi’ ile karagül kuzunun kaderi ‘ikizdir’! Bu hazin kaderin küreği ise bilinçsiz insan elidir! Bilinçsiz insan: yani canlılar aleminin en duyarsız, en hayatsız, en hayasız, en doymaz; en saldırgan ama en korkak, en tehlikelisi.
Umut, tıpkı çekirdeğin can kıvılcımı gibi, insan canındaki yaşam kıvılcımıdır. Yangına döndürmezsen kararır. ‘Karamsarlık’ dediğimiz şey de zaten umudun kararmasıdır.
“Umudum tükendi” diye yakınanlara, “Tükenmemesi için çöpe atmayıp hayata salmayı dene!” diyorum. “Bu da zor değil, çekirdeği toprağa salmak gibi, biraz bilinç, biraz emek işidir! Söz gelimi, en son hangi devrimci etkinliğe, mitinge katıldın; hangi devrimci yayını alıp okudun; hangi devrimci çabaya omuz verdin; hangi devrimci kuruluşa destek oldun, görev istedin, üç kuruş yardım ettin?” diye soruyorum. Çok açık görüyorum: umudu tükenenler hep kendi içine gömülü! Eylemsiz, uyuşuk, korkak, tembel; ya da bilgiç! Oysa minicik bir elma çekirdeğini toprağa salmak bile eylem işidir ve ‘bilgiçlik’ değil bilgi işi. Sen git, ‘tanrıdan bekler’ gibi zalimden kurtulma umudunu köşende eylemsiz bekle! Öyle ‘umudun’ çöpe atılan çekirdekten ne farkı var! Umut taşımak duayla değil, eylemle olur; bilinç ve çaba ister! Umudun güveni bilinç ve eylemdir!
Karamsarlıkta can yoktur! Karamsarlık soluksuzdur. Boğucudur. Karanlık çöpte tohum kanatlanmaz ki, karamsarlıkta umut kanatlansın. Sözgelimi devrimci şiirin çekirdeği umuttur. Karamsarlıkta devrimci şiir kök tutmaz.
Bu yazının başlığı, 4 Eylül’de Kartal’daki “Gericiliğe, emperyalizme, darbecilere boyun eğmeyeceğiz” mitinginde aklıma düştü! Gözleri ışıl ışıl, gencecik bir öğrenci kardeşimle konuşurken. Mitingin güvenliğinde görev üstlenmişti. “Gelecekten umutlu musun?” diye sorduğumda, “Elbette umutluyum, olmasam burada işim ne?” dedi. “Tersinden düşün, belki de burada olduğun için umutlusun!” dedim. “Birbirinin zıddı değil, umutlu olduğum için buradayım, burada olmakla umudum çoğalıyor!” dedi. “Bileği taşının üstündeki bıçak gibisin” dedim, “ya da toprağa salınmış çekirdek gibi!”
Nihat Behram/ SOL
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder