Tuhaf bir dönemden geçiyoruz. Yüzde 99’u her daim Müslüman olan bir toplumu yeniden Müslüman yaptığını söyleyen nev-zuhur kahramanlar türedi. Bu kahramanlar piyasa toplumunda yaşamanın acılarıyla kıvranan ve çoğunluğu ilk dönem Müslümanların ismini taşıyan Müslümanlara kurtuluşları için yeniden İslam’a dönmenin şart olduğunu söylüyor. Çağrıya uyan Müslümanlar yeniden İslam’a dönerken din de tıpkı Emevi-Abbasi döneminde olduğu gibi bir devlet dini haline dönüştürüyor.
Ama tarihin ve talihin cilvesi; Din, devlet dini oldu mu bir ölü kabuğa dönüşür. Şeklen dinselleşme artar ama alttan alta ahlaksızlık hüküm sürmeye başlar. Devletin kalabalıkları disipline etmek için bir araca dönüştürdüğü din, onun sonunun da hazırlayıcısıdır.
Karşı karşıya olduğumuz derin toplumsal-dinsel bunalımın toplumun dinselleştirilmesinin ardından gelmesi o nedenle doğal. Çöküş yasasıdır bu; Derin dinselleşme, yaygın bir ahlaksızlığın ortasında baş gösterir. Böyle dönemlerde din, yitirilmiş ahlakı geri getirme iddiasıdır. Ama gelgelim dinin elinde onu bu ahlaksızlığa karşı koruyacak bir panzehir yoktur. Ahlaksızlık hızla dine sızar. Bütün ahlaksızlar, hırsızlar, katiller dindarlaşır. Giderek din ile ahlaksızlık arasındaki sınırlar ortadan kalkar, hangisinin nerede başladığı, hangisinin nerede bittiği anlaşılmaz olur.
Ama evet, dinin ahlaksızlık diye teşhis ettiği şey, normal işleyişi içindeki piyasa toplumunun ta kendisidir.
xxx
“Bu kadar derin bir dinselleşmenin ortasında neden bu kadar yaygın bir ahlaksızlıkla kıvranıyor ülke?” diye irkiltici bir soru soruyoruz evet. Taşralı diktatör özentilerinden her köşe başında bitiveren zevksizlik abidesi saraylara, kirli peçete yemek için yarışan öğretim üyelerinden kutsal don biriktirme meraklısı müritlere, 0-5 yaş grubu bebelere evlenme fetvası veren ulema görünümlü yaratıklardan şişme kadın kılığında arzı endam eden tarikat erbaplarına kadar pek çok işaret var bunu sormak için…
Son bir iki ayda önümüze düşen haberlere bir bakın.
-Ankara'da FETÖ'den açığa alınan bir kadın hâkim, gizli tanık oldu. Kocasını bile örgütün bulduğunu açıkladı. Kendisini evlendiren imamı da fotoğrafından teşhis etti. “Şahin” kod adlı bu kişi, Yargıtay eski Tetkik Hâkimi M.F. çıktı.
-Altı yaşındaki kız çocuklarının evlendirilebileceğini savunan dinci Nurettin Yıldız, yaptığı televizyon programlarında kız çocuklarını okutmanın sakıncalarından söz etti. “Kız çocukları cehennem kadar risktir” dedi.
-Gaziantep’te bir caminin içinde 3 yaşındaki erkek çocuğuna tecavüz etmeye çalışan 4 şahıs, çocuğun annesi tarafından suçüstü yakalandı. Hastaneye tedavisi için götürülen küçük çocuğun dilinin, tecavüz girişiminde bulunanlar tarafından ısırıldığı ve bu nedenle konuşma zorluğu çektiği anlaşıldı.
-Maraş'ta bir tarikat yurdunda kalan 4 çocuğun yurtta çalışan bir öğretmen tarafından cinsel istismara uğradığı iddia edildi. Çocuklardan birinin ailesinin şikayeti üzerine gözaltına alınan M.A., çıkarıldığı mahkemece tutuklandı.
-Başbakanlık Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı’na bağlı Nizip Mülteci Kampı’nda 30 erkek çocuğuna tecavüz edildi. Cinsel istismara uğrayan yaklaşık 30 erkek çocuğundan 8’inin ailesinin şikâyetçi olduğu öğrenildi.
İşaretler bu kadar çoğalınca ensar-sansar vakaları çoktan hafızanın derinliklerine atılıp unutulmaya terk edildi. Her gün bir yenisi fışkırıyor ülkenin dört bir yanından. Çocuklara tecavüz, hırsızlık, yolsuzluk, adam kayırma, katliam dinsel yükseliş dönemimizin sıradan vakaları artık. Hepsinin “dinsel” bir yanı var üstelik. Dinci sapıkla cinsi sapık arasındaki mesafenin silinip gitmesi ülkede oluşan yeni din-ahlak diyalektiğinin en kuvvetli delili.
xxx
Müslümanları İslam’a davet etmenin hikmeti de böylece ortaya çıkıyor aslında. Çünkü Müslümanlar aslında İslam değil. Hırsızlığın Müslümana mubah, bebelere tecavüzün inanana dini emir olduğunu yüzü kızarmadan söyleyen din bilginlerini hatırlayın. Yani din geniş kalabalıklar için gerçek kimliği saklayan bir ölü kabuk.
Din elbette çöküş döneminde aldığı bu biçimden ibaret değil. Dönemlerin ve inan insanların ruhuna göre şekil alıyor, biçimleniyor o da. Değişen yanları ve değişime direnen yanları var. Yazılı hali ve toplum arasında hüküm sürdüğü biçimiyle sözlü biçimi ayrı yollarda ilerliyor. Din âlimlerinin anladığı din ile halkın anladığı din birbirinden büsbütün farklı. Yani insanın bütün zenginliği ve bütün yoksulluğunun sindiği bir ideolojik-toplumsal yapıdan söz ediyoruz.
Ama bu çürümeyi teşhis edebilmenin biricik yolu da o kabuğu toplumun üzerinden sıyırıp atmak. Bunu yapınca kabuğun altında vahşi bir kapitalizmin hükmünü sürdürdüğü, dinin ön şartı olan cemaatlerin tuzla buz olduğu ve bir menfaat şebekesi olarak yeniden bir araya geldiği, bütün eşitlik iddialarına rağmen zulmün de zalimin de yerli yerinde durduğu ve bu temaşa içinde ezilenlerin inlemelerinin yeri göğünü sardığı hemen anlaşılacaktır.
xxx
Dine bilimsel bir eleştiri yapma iddiasında değilim. Bilim, bu haliyle dini eleştirmeye yetkili değildir hem. Çünkü dogma, dogmadır. Dogmatiği dogmatik olmamaya çağırmak ise eninde sonunda onu din dışına çağırmaktır. Dogmasız inanç olmaz.
Demek istediğim, bir Hıristiyan veya Müslüman, dünyanın düz, düzlüğün de öküzün boynuzları üstünde olduğuna inandığı için kınanamaz. Ancak ve ancak bir Hıristiyan veya Müslüman olduğu için kınanabilir. Dogmalar, dinsel tutumların vazgeçilmezleridir.
Peki, bize düşen ne? Din karşısında Voltaire gibi durmak elbette iyi. Bu eleştiri yapılmalı, dogmalarla her yerde acımasızca mücadele edilmelidir. Ama Voltaire’e rengini veren ve dine karşı o küstah tutumu gösteren eski devrimci sınıf mevzilerini çoktan terk etti. Onun bilim ve din anlayışı arasında artık bir fark görülemiyor.
Bizim için esas olan ise onun karşısında Marx gibi durmak. Çünkü ezilenlerin bu iç çekişini eleştirirken anlamaya çalışmaktan başka çaremiz yok. Denildiği gibi, dini eleştirmek isteyen, önce onu mümkün kılan dünyayı eleştirmelidir.
Piyasa toplumunun üzerinde yükselen tepetaklak bir maddi âlemdir karşımızdaki. Bu sahte şeyhler, şarlatan din bilginleri, nev zuhur mehdiler, gecikmiş peygamberler ve cihatçı katiller de ancak o âlemin yansımasıdır.
Dinbaz sapkındır evet. Ama ona rengini veren şey 7. Yüzyıl Arabistan çölünün ılık esintisi değil, vahşi kapitalizmin sihirli, kutsal, anlaşılmaz ve dokunulmaz dolaşım alanının sert rüzgârıdır. Bu gericilik, bu yobazlık piyasa toplumdan besleniyor özetle.
Dediğim gibi tuhaf bir dönemden geçiyoruz. İnsanlık tarihinin en maddi ve en vahşi düzeni başında takke ile arz-ı endam ediyor. Demek ki kapitalizmi yıkmak da “kutsal” bir görevdir artık!
Orhan Gökdemir/SOL
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder