Bir yeni insan işidir devrim. Eski bağlılıkların kırılması ve yerine yeni bağlılıkların kurulması işidir. Böyle bakınca Büyük Fransız Devriminin Aydınlanma Çağının ardından gelmesi doğaldır. Aydınlanma eski düzenin değerler sistemini sarstı. Fransız Devrimi o sarsıntının açtığı çatlakta bir yeni düzen kurdu ve bir yeni insan yarattı. Respublica, cumhuriyet, o devrimin getirisidir. Devrim eski düzenin kullarını bağlarından kurtararak bir araya getirmiş ve bir halka (res public) dönüştürmüştür.
Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği veya Türkiye Cumhuriyeti, adlarından da anlaşılacağı gibi Büyük Fransız Devrimi ile aynı soydandır. Devrim ile kuruldular, iki devrim de monarşiyi yıktı ve yerine cumhuriyet kurdu. Bu aynı zamanda, monarşide kul olanlardan bir halk yarattıkları anlamındadır. Rus Devrimi Çarlığı ve Türk Devrimi Sultanlığı tasfiye etti. İkincisi esinini birincisinden almakla birlikte, eşitlikçi bir düzen fikrinden ürktü, kapitalist yolu seçti. İktisadi yürüyüşleri farklı farklıdır, ancak her ikisi de cumhuriyettir. Bunu etki alanındaki coğrafyada yaşayanları bir halk yapma mücadelesi olarak anlıyoruz.
Büyük Fransız Devrimini devrimler çağı için bir milat saymamızın asıl nedeni işte budur. Fransız Devrimi cumhuriyet fikrini yarattı ve bu fikir hala devrimlere esinini vermeyi sürdürmektedir.
Devrim, kulu insana, cemaati halka dönüştürme işidir. Bunun için mutlaka eskinin bağlılıkları ortadan kaldırılmalıdır. Kilisenin, kralın, mülkiyetin, dinin, tanrının ve bunlardan esinlenen kutsal inançların devrimin hedefleri arasında olması rastlantı değildir. Monarşi, onun dayanağı olan eski sınıflar, kilise babaları, aristokrasi, bu arkaik yapıdan beslenen cemaatler devrim karşısında köhne olanın güçleridir. Eşitlik, özgürlük, kardeşlik işte o güçlere karşı verilen kavganın adıdır.
Ve 200 yıl sonra aynı yerdeyiz. Demek ki hala ve henüz bir cumhuriyet davası ile karşı karşıyayız.
***
Devrimin yeni insanını konuşmaya Joseph Fouché ile başlamak ne kadar dramatik. Üstüne kilisenin ve aristokrasinin o küflü kokusu sinmiş bir yeni insandır. Fakat devrimin içinde hızla biçimlenecek ve bambaşka bir canlı olarak ayakları üzerine dikilecektir. İnsanın olmadığı bir düzenin içinden sıyrılıp gelen tuhaf bir yaratık da diyebiliriz ona, yenidir. Cumhuriyetten çok onun dayandığı yeni sınıfın, burjuvazinin bir soyutlamasıdır. Devrimcidir, fakat dönmeyi, saf değiştirmeyi kural haline getirmiş bir haindir aynı zamanda. Nüve halinde soyut bir burjuvadır özetle. Bu çağları aşan kişiliğin biyografisini büyük yazar Stefan Zweig’a borçluyuz.
Lakabı “Lyon Kasabı.” Fransız Devriminin en vahşi, en acımasız kişiliğidir çünkü. Devrimde, terör günlerinde, monarşide hep en öndedir. Başlangıçta dindar, sonra Jironden, Jakoben, gizli polis teşkilatı şefi, vali, dük, içişleri bakanı, diktatör Napolyon’un akıl hocası kimliklerinde görürüz onu. Her kimlikte sanki o görev için doğmuş gibi rahattır. Her devrin adamıdır. Hain ve dahi; Her iki nitelik de onun doğal bir davranış biçimi, iğreti durmaz bunlar üzerinde. Çağlar boyunca arayıp bulabileceğiniz en kusursuz dönektir bir iddiaya göre. Para, güç ve iktidar düşkünü. Yaşadığı çağda kim değil ki?
Terör günlerinin amansız devrimcisi. Kiliseye, dine ve özel mülkiyete başkaldırdı ve bunlara her yerde saldırarak yerle bir etti. Belli ki, bunları yaparken aynı zamanda önceki bağlılıklarına saldırıyordu. Kiliseye, krala, mülkiyete, dine, tanrıya ve halkın kutsal inançlarına amansızca saldırdı. Bunları yıkmak için sınırsız bir şiddete gerek olduğunu biliyordu. Hepsini bir giyotin darbesiyle parçaladı ve yıktı.
Fakat devrim büyük çalkantılarla, gelgitlerle ilerliyordu. Bu çalkantıda ayakta kalmak güçtü. Yıkılanlar ayakta kalanların ayakları altında eziliyordu. Belki de bir tek o ayakta kaldı bu yıllar boyunca. Jakobenlerin terör döneminin bittiğini anlayınca Thermidor’u ve Direktuvar’ı destekledi. Direktuvar’ın işi bitince Talleyrand'la birlikte Napoleon'un darbesini tezgâhladı. Napoleon devrilince Restorasyoncularla uzlaşmaya çalıştı.
Tuhaf ve sinsi bir oportünisttir Fouche. Bir prensip adamı olan Robespierre’in antitezidir. Geçmişi yoktur; kişilere, geçmişine, düşünceye hiçbir bağlılık göstermez. Geleceğe bakar, zamanın ruhuna hemen nüfuz eder, akan zamana ışık hızıyla ayak uydurur. Safı her daim kazananın yanıdır, gözü çoğunluğun ve gücün üzerindedir. Sadakatsizlik bu oyunun zorunlu davranış biçimidir, yaptığından utanç duymaz.
Ama onun iktidarı “perde gerisi”ne gizlenmiştir. İlk bakışta adeta görünmezdir. Bir nefret objesi olmakla birlikte iktidarı elinde tutanlar onsuz olmayacağını hemen fark etmişler ve ardından da ona teslim olmuşlardır.
Devrinin kapanmasının Restorasyon döneminde olması da rastlantı değildir. Kral-aristokrasi-kilise babaları geri dönüp iktidarı almış, kendi dışındaki tüm iktidar odaklarını ezmiştir. Bu ortamda Fouche sadakatini yitirmiş, soylu olmayan alt sınıftan sıradan biridir.
Ancak aradan geçen zaman içinde Fouche, bir soyutlama olmaktan çıkmış, ete kemiğe bürünmüştür. 1848’de işçi sınıfı yeniden barikatlara dayandığında yardımını ve yoldaşlığını umduğu burjuva sınıfının aslında Fouchelerden oluştuğunu çok acı bir biçimde anlayacaktır.
***
Sovyet Devriminde yeni insanımız doğal olarak birden çoktur. Semion Ter Petrosyan, bilinen adıyla Kamo ilk örneğimiz. Alt sınıftandır, ümmidir. Biyografisini Jacques Baynac’a borçluyuz.
Bir görev adamıdır Kamo. Onun için dünya iki sınıftan ibarettir; Proleterler ve burjuvalar. Dolayısıyla insanlar da ikiye ayrılır, burjuvalardan yana olanlar ve proletaryadan yana olanlar. Sırtında illegal yayın taşır Kamo. Silah temin eder yoldaşlarına. Tiflis'te bir bomba laboratuvarı kurmuştur ihtiyaç hâsıl olunca. Partiye para gerekiyorsa hiç düşünmeden bir bankaya dalıp soyar, çıkar. Dava için birini vurmak gerekiyorsa vurur. Partiye para gerekiyor ve soyacak banka da yoksa, zengin ve yaşlı aristokrat kadınları ikna etmek de ona düşer. İnatçı ve dirençlidir. Ömrü kaçma ve kovalamalarla geçmiştir. Polisin eline düştüğü her defasında konuşmamanın ve olanak olduğunda kaçmanın bir yolunu bulmuştur. Polis bırakın konuşturmayı, kimliğini bile tespit edememiştir. Tıkıldığı bir hapishaneden uzun zaman deli taklidi yaparak ve muhataplarını buna inandırarak çıkmayı becerebilecek kadar irade sahibidir. Devrimden sonra okuma yazma öğrenme sancısıyla kıvranarak Gorki dâhil pek çok tanıdık simanın kapısını çaldı. Bisikletiyle bir otomobilin altında kalarak can verdi. Kamo, Rus Devriminin proleter yanıdır.
Alexander Parvus ise devrimin burjuva karakterinin soyutlamasıdır. Marksist teorisyen, Rus devrimci, Almanya Sosyal Demokrat Partisi'nde tartışmalı bir eylemci. “Sürekli Devrim Tezi”nin yaratıcısı. Troçki’nin yol arkadaşı. Bazı iddialara göre Alman ajanı. Hiç kuşkusuz 20. Yüzyılın en önemli olaylarında başrol oyuncusu. Arada Türkiye’ye gelip İttihat ve Terakki ile de yakınlaştı. Bizde de “Türkiye’nin Mali Tutsaklığı” adıyla kitap olarak yayınlanan bir sürü makale yazmış dönemin dergilerinde. Büyük paralara hükmeden dönemin en karanlık para babalarından biri aynı zamanda. Devrimcilik ile hükumet ajanlığı arasında dolaşıp duran bir tür geç gelmiş Foche’dir Parvus.
12 Aralık 1924'te Berlin'de öldü. Bedeni yakıldı ve Berlin'deki bir mezarlığa gömüldü. Ölümünden sonra Konrad Haenisch onun hakkında hatıratına şöyle yazdı "Bu adam İkinci Enternasyonal'in en yetenekli beynine sahipti."
Ümmi Kamo ve Entelektüel Parvus, Rus Devriminin iki yeni insanın soyutlaması.
***
Peki ya Türk Devrimi? Topal Osman’ı mı yoksa Çerkez Ethem’i mi anlatsak? Evet, ikisi de eşkıya.(Yobaz İsmail’in kulakları çınlasın!) Ama o yıllarda kim eşkıya değil ki? Bir imparatorluk dağılırken herkes eşkıyadır. Yıkıma yol açanın kendisi olduğunu anlamayıp yıkımdan geriye kalanı mülkü sanan sultanın-imparatorun kendisi bile. Ama eninde sonunda ikisi de en fazla Fouche kadar acımasız, Kamo kadar kahraman ve dirençli, Parvus kadar zeki ve dalaverecidir. Belki başka bir yazıda, daha tamam bir portre çizeriz.
Bu karmakarışık kişilikler, devrimlerin karmaşasını ele vermektedir. İdeal koşulların ve ideal insanların işi değildir devrim. Hatalardan doğar, kendisi de bir sürü hata yapar. Doğaldır; devrimi yapanlar eski toplumun içinden gelen “kirli” insanlardır. Karanlıkta, el yordamıyla yollarını açarlar. Eski bağlılıklarından kurtulmakta kararsızlık gösterirler. Yeni ortaya çıkınca onu korumak için çok acımasız olurlar ve yer yer bir zalime dönüşürler.
Bugünün devrimcisi, dünün bütün devrimlerinin mirasçısıdır. Onların amansız eleştirmeni olmasına da engel değildir bu. Evet, onlara kanını veren sınıf gericileşmiş, bayraklarını yere düşürmüştür. O bayrağı yerden kaldırmak da bugünün devrimcisinin boynunun borcudur.
Bu kayıtla yazıyorum; Kemal Okuyan kardeşimin dediği gibi Vahdettin onların Mustafa Kemal bizim olsun. Fransız Devrimine, Rus Devrimine, Türk Devrimine ayağı basmayan devrimci olmaz çünkü. Bu devrimlere kin besleyerek yol alınmaz. Eksiğiyle fazlasıyla, hatasıyla sevabıyla hepsi bizimdir...
ORHAN GÖKDEMİR/ SOL
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder