Değerli dostlar, izninizle, bu yazıya bir anımsatma ile başlayayım; çağımızda kişilerden ya “adı-soyadı” ile ya da yalnızca “soyadı”yla söz etmenin, böyle anmanın, hele toplum karşısında konuşurken bu kurala kesinlikle uymanın, uluslararası bir düzenleme olduğu bilinir; dolaysiyle iç siyasette de, dış siyasette de geçerlidir bu kural, bu tutum.
Ayrıca bir ülkenin “Başkanı”ndan, bir devletin “Kurucu Başkanı”ndan söz ederken buna özen göstermek, yalnızca o kişiye değil o ülkenin halkına da bir “saygı” gereğidir.
Sözgelimi, “ABD”nin kurucu başkanı, “Başkan George” diye mi anılır yoksa “Başkan George Washington” diye mi?
Bu tutum, “TC Devleti”nin, “Kurucu Başkanı” ve ilk “Cumhurbaşkanı Atatürk”için de geçerlidir kuşkusuz. Bu kurala -özellikle- “Atatürk” için uymayanlar, üstelik anımsatmalara karşın bu tutumunu sürdürenler karşısında insan, Atatürk’ün ulusuna seslenerek, “Bağrında yetiştirip başının üstüne dek çıkardığın adamların kanındaki, vicdanındaki öz mayayı çok iyi incelemelerini isteyen”öğüdünü, ister-istemez anımsıyor. (Söylev, Cilt II)
Çünkü bilinmesi gereken bir durum da Atatürk’ün nüfus cüzdanında, “Adı: Kemal - Soyadı: Atatürk” yazdığıdır; üstelik bu soyadını “O’na”, halk vermiştir.
“Gazi” unvanına gelince; ilkin bu unvanı alabilmenin, “R. T. Erdoğan”ın, Türkiye’deki -hemen hemen- tüm üniversitelerden aldığı “Doktor” unvanına, dolaysiyle kendisini “Doktor Recep Tayyip” ya da alışılagelmiş biçimiyle, “Dr. Recep Tayyip” yapmasına benzemediğini belirterek başlayalım.
“Kurtuluş Savaşı”nın çok önemli bir aşamasını oluşturan, “23 Ağustos” günü başlayıp, “13 Eylül 1921” gününe değin, “22 gün-22 gece” aralıksız süren ve Atatürk’ün Başkomutan olarak cephede yönettiği “Sakarya Savaşı”ndan sonra “Meclis”, kendisine “Mareşal” rütbesiyle “Gazi” unvanını verdi.
Ayrıca, Atatürk’ün bu unvanı yalnız kendisi için değil, “Kurtuluş Savaşı”nın yüz binlerce “Gazi”sinin adına aldığından, bu unvanı büyük bir özenle taşıdığı, her an her yerde ortaya koymadığı da bilinir.
Öte yanda “Kurtuluş Savaşı”nın, “Batı emperyalizmi”nin sömürüsü altındaki öbür ezilmiş “mazlum” uluslara da “örnek” olduğu bilinir. Dolaysiyle Atatürk”ün önderliğindeki Türk halkının yengi (zafer) ile sonuçlandırdığı “Kurtuluş Savaşı”mız “TEK”tir; bir “ikincisi yoktur” ve tarihteki yerini çoktan almıştır.
Ve Atatürk’ün, “Kurtuluş Savaşı”nı, öncesini sonrasını neredeyse saati saatine anlattığı Büyük “Söylev”indeki, “89 yıl” önceki vurgulamalarına değinmenin tam zamanı. Ve yine önce, günümüz basınının pek çoğunun atası olan “96” yıl önceki “Mütareke Basını”nın; Anadolu’da seçilip İstanbul “Mebusan Meclisi”ne gelen milletvekilleri üzerinden, Ankara’daki “Milli Mücadele”ye ve Atatürk’e, -günümüzdeki gibi- utanmazca saldıranlardan, bir yazardan kısa bir alıntı: “Merhaba Savaş kuzuları, Ankara keçileri, ağıla mı geldiniz? (...) Millet paşası mı sizi seçip ayırdı? (...) Boynunuzdaki tasmayı da o mu taktı? Niye ‘Koç’ Ankara’da kaldı? Âdeti uzaktan mı toslamaktır? (...) Rütbesiz mesnetsiz kalmış. Dağdan dağa kaçar; rastgeleni toslar. (...) Ortaya bir Milli yavru daha attı: ‘Milli Misak’ Aman Allahım telaffuzu ne güç, ne çirkin, ne gayri milli bir kelime...” (Alemdar Gazetesi, 2.2.1920)
Alıntı, görüldüğü gibi, “iki konu” üzerine günümüzün ve “96” yıl öncesinin anlayışlarını, tutumlarını karşılaştırma fırsatı veriyor; ilki -pek ayrıntılı olmasa da- o günlerin “Misakı Milli” ile günümüzde yeniden ele alınan “Misakı Milliye”arasında; öteki de Atatürk’e -o günlerin ve günümüzün kimi siyasetçilerinin diliyle- “hayâsızca” takılan adlarla ilgili olarak.
Alemdar Gazetesi’ndeki yazı, dönemin ünlü yazarlarından “Refik Halid Karay”imzasını taşır; ilk konu günümüzün gündeminde, hâlâ tartışılıyor; ötekine gelince önce şunu belirtelim; Atatürk o tarihte yani kendisine “Koç” dendiğinde, “Anadolu Rumeli Temsilciler Heyeti”nin “Başkanı”dır; R.H. Karay bu tutumunu daha sonraları da sürdürünce gereken karşılığı alacak, cezalandırılacaktır.
Ne var ki, Karay’ın açtığı bu çığır, günümüzde Atatürk’e “Ayyaş” diyen ve “TC Devleti”nde “Başbakan” olan “R.T. Erdoğan”a dek ulaşacak ve aynı zamanda bir din adamı, bir imam olan bu kişi Atatürk’ün yarattığı “TC Devleti”nin “Cumhurbaşkanı” olarak da, O’nun makamına oturacaktır...
Ve yazıyı Atatürk’ten bir alıntı ile noktalamak gerekirse şu değerlendirme geçerliliğini koruyor: “Yüz yıllardan beri olduğu gibi, bugün de binbir türlü kişisel ve siyasal amaç ve çıkar sağlamak için ‘dini bir araç olarak’ kullanmaya kalkışanlara yurtiçinde ve dışında bulunuşu, bizi bu konuda söz söylemekten, ne yazık ki, şimdilik alıkoyamıyor...”
Evet, yarın laik “Cumhuriyet”imizin “93.” yılı, kutlu olsun! Evde değil dışarda kutlamaya çaba gösterelim; Kadıköylüler akşam fener alayı yürüyüşünde buluşalım!
Meriç Velidedeoğlu
CUMHURİYET
Ayrıca bir ülkenin “Başkanı”ndan, bir devletin “Kurucu Başkanı”ndan söz ederken buna özen göstermek, yalnızca o kişiye değil o ülkenin halkına da bir “saygı” gereğidir.
Sözgelimi, “ABD”nin kurucu başkanı, “Başkan George” diye mi anılır yoksa “Başkan George Washington” diye mi?
Bu tutum, “TC Devleti”nin, “Kurucu Başkanı” ve ilk “Cumhurbaşkanı Atatürk”için de geçerlidir kuşkusuz. Bu kurala -özellikle- “Atatürk” için uymayanlar, üstelik anımsatmalara karşın bu tutumunu sürdürenler karşısında insan, Atatürk’ün ulusuna seslenerek, “Bağrında yetiştirip başının üstüne dek çıkardığın adamların kanındaki, vicdanındaki öz mayayı çok iyi incelemelerini isteyen”öğüdünü, ister-istemez anımsıyor. (Söylev, Cilt II)
Çünkü bilinmesi gereken bir durum da Atatürk’ün nüfus cüzdanında, “Adı: Kemal - Soyadı: Atatürk” yazdığıdır; üstelik bu soyadını “O’na”, halk vermiştir.
“Gazi” unvanına gelince; ilkin bu unvanı alabilmenin, “R. T. Erdoğan”ın, Türkiye’deki -hemen hemen- tüm üniversitelerden aldığı “Doktor” unvanına, dolaysiyle kendisini “Doktor Recep Tayyip” ya da alışılagelmiş biçimiyle, “Dr. Recep Tayyip” yapmasına benzemediğini belirterek başlayalım.
“Kurtuluş Savaşı”nın çok önemli bir aşamasını oluşturan, “23 Ağustos” günü başlayıp, “13 Eylül 1921” gününe değin, “22 gün-22 gece” aralıksız süren ve Atatürk’ün Başkomutan olarak cephede yönettiği “Sakarya Savaşı”ndan sonra “Meclis”, kendisine “Mareşal” rütbesiyle “Gazi” unvanını verdi.
Ayrıca, Atatürk’ün bu unvanı yalnız kendisi için değil, “Kurtuluş Savaşı”nın yüz binlerce “Gazi”sinin adına aldığından, bu unvanı büyük bir özenle taşıdığı, her an her yerde ortaya koymadığı da bilinir.
Öte yanda “Kurtuluş Savaşı”nın, “Batı emperyalizmi”nin sömürüsü altındaki öbür ezilmiş “mazlum” uluslara da “örnek” olduğu bilinir. Dolaysiyle Atatürk”ün önderliğindeki Türk halkının yengi (zafer) ile sonuçlandırdığı “Kurtuluş Savaşı”mız “TEK”tir; bir “ikincisi yoktur” ve tarihteki yerini çoktan almıştır.
Ve Atatürk’ün, “Kurtuluş Savaşı”nı, öncesini sonrasını neredeyse saati saatine anlattığı Büyük “Söylev”indeki, “89 yıl” önceki vurgulamalarına değinmenin tam zamanı. Ve yine önce, günümüz basınının pek çoğunun atası olan “96” yıl önceki “Mütareke Basını”nın; Anadolu’da seçilip İstanbul “Mebusan Meclisi”ne gelen milletvekilleri üzerinden, Ankara’daki “Milli Mücadele”ye ve Atatürk’e, -günümüzdeki gibi- utanmazca saldıranlardan, bir yazardan kısa bir alıntı: “Merhaba Savaş kuzuları, Ankara keçileri, ağıla mı geldiniz? (...) Millet paşası mı sizi seçip ayırdı? (...) Boynunuzdaki tasmayı da o mu taktı? Niye ‘Koç’ Ankara’da kaldı? Âdeti uzaktan mı toslamaktır? (...) Rütbesiz mesnetsiz kalmış. Dağdan dağa kaçar; rastgeleni toslar. (...) Ortaya bir Milli yavru daha attı: ‘Milli Misak’ Aman Allahım telaffuzu ne güç, ne çirkin, ne gayri milli bir kelime...” (Alemdar Gazetesi, 2.2.1920)
Alıntı, görüldüğü gibi, “iki konu” üzerine günümüzün ve “96” yıl öncesinin anlayışlarını, tutumlarını karşılaştırma fırsatı veriyor; ilki -pek ayrıntılı olmasa da- o günlerin “Misakı Milli” ile günümüzde yeniden ele alınan “Misakı Milliye”arasında; öteki de Atatürk’e -o günlerin ve günümüzün kimi siyasetçilerinin diliyle- “hayâsızca” takılan adlarla ilgili olarak.
Alemdar Gazetesi’ndeki yazı, dönemin ünlü yazarlarından “Refik Halid Karay”imzasını taşır; ilk konu günümüzün gündeminde, hâlâ tartışılıyor; ötekine gelince önce şunu belirtelim; Atatürk o tarihte yani kendisine “Koç” dendiğinde, “Anadolu Rumeli Temsilciler Heyeti”nin “Başkanı”dır; R.H. Karay bu tutumunu daha sonraları da sürdürünce gereken karşılığı alacak, cezalandırılacaktır.
Ne var ki, Karay’ın açtığı bu çığır, günümüzde Atatürk’e “Ayyaş” diyen ve “TC Devleti”nde “Başbakan” olan “R.T. Erdoğan”a dek ulaşacak ve aynı zamanda bir din adamı, bir imam olan bu kişi Atatürk’ün yarattığı “TC Devleti”nin “Cumhurbaşkanı” olarak da, O’nun makamına oturacaktır...
Ve yazıyı Atatürk’ten bir alıntı ile noktalamak gerekirse şu değerlendirme geçerliliğini koruyor: “Yüz yıllardan beri olduğu gibi, bugün de binbir türlü kişisel ve siyasal amaç ve çıkar sağlamak için ‘dini bir araç olarak’ kullanmaya kalkışanlara yurtiçinde ve dışında bulunuşu, bizi bu konuda söz söylemekten, ne yazık ki, şimdilik alıkoyamıyor...”
Evet, yarın laik “Cumhuriyet”imizin “93.” yılı, kutlu olsun! Evde değil dışarda kutlamaya çaba gösterelim; Kadıköylüler akşam fener alayı yürüyüşünde buluşalım!
Meriç Velidedeoğlu
CUMHURİYET
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder