1 Ekim 2016 Cumartesi

Dışı Jön Türk içi Osmanlı!- ORHAN GÖKDEMİR

RedHack Milli Damat Berat Albayrak’ın elektronik postalarını ele geçirdi ve bir kısmını yayınladı. Postalardan iktidarın gazetecilerle tuhaf ilişkileri ortaya saçıldı. Bunların içinde güya muhalif Nuray Mert, Ahmet Hakan, Ruşen Çakır gibi şahsiyetler var. Postaların söylediği şu; muhalifi yandaşı, ortalıkta kim varsa bir şekilde hükumetle bağ kurmuş, brifing vermiş, himmet dilenmiş. E bu şartlarda iktidarın himmeti olmadan nasıl “gazetecilik” yapacaksın ki?

Deniz Zeyrek ile ilgili yazışmalar bunun en güzel örneği. Doğan Gurubu içindeki iktidar yanlısı klik Hürriyet Ankara Temsilcisi Deniz Zeyrek’in önünü kesmeye çalışıyor. Deniz Zeyrek de buna yine iktidardan aldığı destekle direniyor. Yani müthiş bir iktidara tutunma hikâyesi.

Ama asıl önemlisi, iktidar için asıl sorunun muhalifler değil, içlerindeki yandaş gazeteciler olduğunun ortaya çıkması. Her biri adeta saatleri ayarsız birer saatli bomba. Nerede ve kime patlayacağı bilinmez bir şekilde ortalıkta dolaşıp duruyorlar.

Cumhurbaşkanı başdanışmanı Mustafa Varank’ın, gazeteci kökenli diğer başdanışman Yiğit Bulut hakkında yazdıkları da işte bu kalemden. Varank, Berat Albayrak'a gönderdiği e-postada Yiğit Bulut için; "Adam saatli bomba. Ekran yasağı gelmeli” diyor. Bu haberlerin tartışıldığı günlerde Yiğit Bulut’u Türkiye’nin kredi notunu düşüren iki kredi derecelendirme kuruluşunu havuz kanallarından birinde ekrandan azarlarken gördüm. Gerçekten harcıâlem bir saatli bombadan söz ediyoruz. Varank yakınmakta pek haklı…

Önceki gün olağan bir muhtarlar toplantısında ortaya atılan Lozan tartışmasının esin kaynağının da yine bir iktidar yandaşı yazar olduğu ileri sürüldü. Sözünü ettiğimiz yazar Kadir Mısırlıoğlu. Başında fesle dolaşan, Mustafa Kemal düşmanı, hilafet yanlısı, Osmanlıcı bir tuhaf âdem. Lozan’ın zafer değil bir hezimet olduğu yönündeki tezi tarihe en büyük katkısı. Yalnız fesin ilk kılık kıyafet devriminin sembolü olduğunun farkında değil henüz. Laik bir kıyafettir fes, yönünü Batıya dönmüş Osmanlı aydınının kıyafetidir.

İktidarın “aydın” desteğinin ne kadar derme çatma olduğunun sıradan belirtileri bunlar. Egoları pek güçle ve ışıkları pek az. Başında fesle dolaşan ve Lozan’ın hezimet olduğunu söyleyen biri bir Batılı için bile oldukça fantastik bir doğu figürüdür. Taa okyanus ötesindeki kuruluşlara, TRT’den ayar vermeye çalışan birini ise hiçbir ölçüye sığdıramıyorum. O kesinlikle sui generistir.

***
Perşembe günü Çağlayan Adliyesindeydik. Sabah Enver Aysever’in yargılandığı davanın karar duruşması vardı. Enver, Kabataş yalanına ortak olan iktidar yanlısı gazetecilere “yalancı” diyerek ağır bir suç işledi. Halime Gökçe bu suçu yargıya taşıdı, çünkü bu yolla kendine de hakaret edildiği iddiasındaydı. Enver’in son sözü “yalancıya yalancı denir” oldu. Bunun üzerine şikâyetçinin avukatı söz alarak Enver’in dava konusu olan suçu mahkeme önünde tekrarladığını söyledi. Ona göre yalancıya yalancı demek suçtu. Ancak, hâkim yalancıya yalancı demenin suç olmadığına karar verdi, Enver beraat etti.

Arada Orhan Aydın’la sohbet ettik. Cebinden bir tomar mahkeme celbi çıkardı. Hepsi iktidar yanlısı değerli şahsiyetlerin şikâyeti üzerine açılmış davalar, soruşturmalar…
Öğleden sonra Avukat Özgür Murat Büyük ile basın savcılığının kapısını çaldık. Kapılarına Ohal gereğince kilit vurulan Hayatın Sesi TV’den arkadaşlar bizden önce gelmişler, kalabalık bir gurup olarak bekliyorlardı. Rica ettik, öne geçtik. Bizimki onlarınki gibi kalabalık bir suç değil, iki kelimelik. Nurettin Yıldırım’a “pedofil” dediğimiz için ifade vereceğiz.

Girdik odaya, görevli savcı “ne diyorsun” dedi. “Pedofil diyorum” dedim. Ne diyeyim? Pedofili, psikoseksüel bir hastalık. Ergen veya henüz ergen olmamış çocuklara cinsel yönelim demek. Ama pek saygıdeğer beyefendi, 5-6 yaşındaki kız çocuklarına evlenebilir fetvası veriyor. Cinsiyeti henüz şekillenmemiş bebelerden söz ediyoruz yani. Şüyuu vukuundan beter, konuşulması yapılmasından daha berbat bir durum bu.
Avukat Özgür Murat Büyük’le bu ikinci adliye seferimiz. Birincisinin kahramanı Ahmet Mahmut Ünlü, nam-ı diğer Cübbeli Ahmet Hoca. Adının sanın yer almadığı bir twitter paylaşımından dolayı kendisine hakaret ettiğimiz kanısına varmış, şikâyetçi olmuş. Olaya kendisini dâhil etmesinin tek nedeni cümle içinde “cübbeli” kelimesinin geçmesi. Savcılık da bu şikâyeti kayda değer bulmuş. Bilmem, küçük bir araştırma yaptım kimdir-necidir diye. Tuhaf, o da Kadir Mısırlıoğlu gibi fes giymeyi seviyor. Dışarıdan baksan hepsini hevesli birer Jön Türk sanabilirsin!

***
Hem okuyarak, hem davalar vesilesiyle yüzgöz olarak iktidarın aydın desteğinin ne kadar renkli olduğuna bizzat şahit oluyoruz. Gerçi liberal cenahın bertaraf edilmesiyle bilgi-görgü zafiyeti oluşmuş bir parça ama bunu 15 Temmuz’dan sonra baş gösteren özgüven patlamasıyla telafi etmişler. Yalnız pek alınganlar. Her yerde yazabilmelerine, bütün ekranlara çıkabilmelerine, ekstra olanaklara sahip olmalarına rağmen her eleştiriyi mahkemeye taşıyarak muhataplarına gözdağı vermeye meyilliler. Bence bunda mahkemelerin de idarenin bir parçası olduğuna yönelik geliştirdikleri güçlü inanç etkili. Hep kazanacaklarını ve hiç kaybetmeyeceklerini düşünüyorlar.
Hâlbuki bunun böyle olmayacağını çok güçlü bir biçimde gösteren günlerden geçiyoruz. Cemaatin kudretli, burnundan kıl aldırmayan aydın tayfası içeride gün sayıyor mesela. İtirafçı olmalarına bile izin verilmedi üstelik. Her biri birer çuval patates gibi kulaklarından tutulup içeri tıkıldı. Arkasından ağlayan bir kişi yok.

***
Ergenekon ve Balyoz türü davalar eski düzeni tasfiye etmenin yanında, iddianameler ile yeni bir resmi tarih yazma girişimiydi. Esası laikliğe ve cumhuriyete karşı duyulan sınırsız öfke ve kindi. Bu davaların iddianamelerinin ruhu budur.

O davalarla birlikte yeni bir resmi tarih oluşturma girişimi de çöktü. Bu girişime lojistik destek sağlayan liberal cemaat paramparça oldu. Ayakta kalanlar sığınmak için yeni bir güç odağı aramakla meşgul. Nuray Mert bunun en temsili örneği.

Şimdi iktidar 15 Temmuz sonrası elde kalanlarla bir yeni tarih oluşturmaya, yazmaya çalışıyor. “Aydın” dememiz sözün gelimi. Hangi kalıba giriyorlarsa, elde kalanlar bu yazıda adı geçenler işte. Yakın tarihte gördüğümüz en komik ve en dramatik girişim bu. Ne tarihi, bu kadroyla üçüncü sınıf bir komedi filmi senaryosu bile yazamazsınız.

Aydın yetmezliği iktidarlar için öldürücü bir hastalıktır. Şimdiden geçmiş olsun!

Orhan Gökdemir
SOL

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder