1 Ekim 2016 Cumartesi

Lozan…- Nilgün Cerrahoğlu

On beş gün önce bu köşede “Economist” de çıkan “post-gerçek siyaseti/post-truth politics” üzerinde bir araştırmadan söz etmiştim. 
Post gerçek siyaseti” ile gerçeklerin yerini algı operasyonlarının aldığı bir yeni siyaset tarzından bahsediliyor; ABD’de Trump ve İngiltere’de “Brexit”çi lider Boris Johnson başta olmak üzere, uluslararası arenanın bu tip siyasetçilerle dolduğu anlatılıyordu. 
Post gerçek üstadları” arasında bu meyanda Erdoğan ve Putin’in de adı sayılıyordu. 
Son dönemde okuduğum en çarpıcı değerlendirmelerden biri olan “Economist”in dosyasının ayrıntılarına giremeyeceğim. Mealen yazı siyasetin sağ-sol paradigmalardan çok giderek artık hep daha çok rasyonel-akılcı duruşla, usdışı-irrasyonel kesimlerin mücadelesine dönüştüğünü belirtiyor; buna somut örnek olarak da desteksiz palavralarla inşa edilen İngiltere’nin “Brexit” referandumu ile Trump’ın serbest atışlarından oluşan başkanlık sınavını işliyordu.

‘Biz ve onlar’ dinamiği 
Gerçekdışı “dediğim dedik, çaldığım düdük” savlar ortaya atan bu siyasetçilerin başvurdukları araçlar sırf “dezenformasyon”dan ibaret değildi. Farklı ülkelerin farklı şartlarda siyaset yapan bu politikacıların ortak özellikleri tüm siyasi söylemlerini “biz ve onlar” dinamiği üzerine kurmalarıydı. 
Biz halkız, biz kurbanız; onlar tuzu kuru elitler” gibi şematik, siyah-beyaz şartlanmalar ile yapılandırılan bu siyaset türünde sade “duygular” ve “önyargılar” devreye sokuluyor, “nesnel bilgi”, “veriler” tümü ile dışlanıyordu. 
Post gerçek siyasetinin” ustaları zaten bilgili seçmenleri muhatap almıyordu. “Rasyonel” kesimler, “bilgi, belgelerle”…“irrasyonel yana” meram anlatmaya kalktığında kendisini her durumda-bir deli kuyuya taş atmış on akıllı çıkartamamış hesabı- irrasyonel politikayla kuşatılmış buluyordu. 
Geçmişte siyasete “yalan” karıştığında, yalanın “gerçekle yüzleştirilmesinden” bir korku duyuluyordu. Geri planda bir “ispat” gayreti oluyordu. 
Bugün böyle bir gayrete gerek duyulmuyor çünkü somut gerçeğin ne olduğu, “post gerçek liderler” tarafından hiç kale alınmıyor. Başka deyişle gerçeğin bir değeri yok. Veriler ve tutarlılığın, bu irrasyonel siyasette yeri bulunmuyor. Bu siyasetin aktörleri konuyu bir kez “bizonlar” çerçevesine oturttu mu; akla gelen her şok/skandal önermeyi yapabiliyorlar... 
Bunu ardından Goebbelsvari bir “propaganda çarkı” işliyor. Yandaş medyalar, troller... Lidere kenetlenip yalan yanlış tezleri, modern teknolojinin imkânlarıyla sanal âlemde milyon kere tekrarlıyor. Tekerleme gibi tekrarlanan “post gerçek söylemler”sonra yalın gerçeğin yerine geçiyor...

Muhalefet boşluğu 
Lozan üzerindeki son fırtına tam işte bu “post gerçek siyasete” örnek. 
Bağırsan sesinin duyulacağı adaları Lozan’la verdik” diyor Erdoğan: “Hakkını veremedikleri anlaşmanın sıkıntısını biz yaşıyoruz”. 
Anlaşmanın hakkını veremeyenler”... “Onlar” yani “Kemalistler”. 
Sıkıntıyı yaşayanlar... “Biz / Reisçiler!” 
Bu kaçıncı “bizonlar” polemiğine şimdi siyaset bilimcileri, yazarlar, diplomatlar, muhalefet laf yetiştirmeye çalışıyor. 
İnönü’nün torunu Gülsüm Bilgehan, Erdoğan’ı “belgelere dayalı gerçek bir tarih kitabı okumaya davet” ediyor.

Baskın Oran tarihçe anlatıp, “Adalar Lozan’da değil 1913’te kaybedildi!” diyor. 
Yazar Taha Akyol konu sanki “tarih bilgisi” imişçesine “Cumhurbaşkanı yanlış bilgilendirilmiş” girizgâhları yapıyor... 

Eski Büyükelçiler Churchill’in Lozan zaferi için söylediklerini hatırlatıyor vs... 
Bu nesnel argümanların “post gerçek” siyasette ne yazık ki hiçbir karşılığı yok. 
Türkiye’de “cumhuriyetçi kesim”, bu gerçekleri zaten biliyor ve teslim ediyor. Bilmeyenler/bilmezden gelenler ise “onlar”. 
Onlar”la, güçlü bir muhalefet lideri olmaksızın iletişim kurmak imkânsız. 

ABD de -misal- hiç olmazsa Clinton başkanlık yarışında milyonların izlediği tartışma programında çıkıp “post gerçekçi” Trump’ın yüzüne gerçekleri haykırabiliyor. 
Türkiye’de Lozan gerçeğini Erdoğan’ın yüzüne eşit koşullarda haykırabilecek bir lider var mı? Tüm mesele burada.

Nilgün Cerrahoğlu
CUMHURİYET

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder