3 Ekim 2016 Pazartesi

GDO'lu eğitim- İZZETTİN ÖNDER

Geçtiğimiz hafta sonunda AKP gençlik kollarında başbakanın gençlere hitabı vardı. Anladığım kadarı ile, gençlere bir eğitim programı uygulanmış, başbakan da konuşması ile kafalara yerleştirilenlere son noktayı koyuyordu. Demokrasi sözcüğünün de geçtiği bu konuşmada gençlerin “AKP mefkûresi” yolunda yürümeleri için oldukça ilginç öğüt ve direktifler verildiğini gördüm. Doğrusu üzüldüm ve FETÖ ile mücadelede böyle bir konuşmanın nerede durduğunu anlayamadım.

Cumhuriyet’in ilk yıllarında üniversite kurulurken, daha doğrusu Osmanlı medrese sistemi çağdaş üniversite sistemine dönüştürülürken, yeni bölümlerin açılması ve olanların ileri düzeye taşınması amacı ile yurt dışına talebeler gönderilmişti. Yurt dışına giden talebeler eğitimlerini tamamlayarak yurda dönüp, kendilerine verilmiş görevleri hakkıyla yerine getirerek, üniversitelerin bugünlere gelmesinde büyük katkı yapmışlardır. Bugün aramızdan ayrılmış olan hemen hepsinin izlerinin silinmeye başlaması çok üzücüdür.

Üniversite topluma ışık saçan bir kurum mudur, yoksa alt-yapı üzerinde yükselen ideolojiyi kavramsallaştırıp, bilimsel görüntü altında kurumsallaştırarak topluma yayan bir organ mıdır, tartışmasında ikinci görüşün ağır bastığı gözlenmektedir. Üniversitelerin 1982 YÖK müdahalesi ile üç aşamada çökertilmeye çalışılması sürecin başlangıcı olmakla beraber, son dönemde uygulanan politikalarla süreç fevkalade iç karartıcı aşamaya gelmiş bulunmaktadır. YÖK müdahalesinin birinci aşaması 1402 sayılı yasa ile bazı hocaları tasfiyesi şeklinde gerçekleşti. Üniversite kurumuna ikinci aşama müdahale idari dokuda üstten atama ve yönetme mantığı ile anti-demokratik yapılanma ile gerçekleştirildi. Üçüncü aşama müdahale ise, uzun erimli olarak, üniversiteye finansal destek azaltılarak, proje-tabanlı çalışma ve özel kesimle yakın ilişkiye itme süreci ile gerçekleştirilerek, adeta YÖK’e bünyesel özellik kazandırıldı.

Günümüzde ise, bir yandan eğitimli işsizlik, diğer yandan devletin akıl almaz atama politikası ve öğretim üyelerine karşı bilinmez bir kin ve nefretle saldırması genç akademisyenleri ve akademiye girmeye çalışanları şiddetle dış dünyaya sıçratmaktadır. Kısacası, Cumhuriyet’in ilk dönemlerindeki gerçek anlamda üniversiteleşme ve hoca aktarma politikası karşısında günümüzdeki yandaş hoca yaratma ve yandaş olmayanları dışlama ya da kadrosuzlukla cezalandırma politikası, iki anlayış arasındaki farkı çok net ortaya koymaktadır.

Küreselleşme ve teknolojik atılım çağında yüksek eğitim kurumları ve üniversitelere reva görülen bu akıl almaz muamelenin bir sebebi olmak durumundadır. Evet, bu konuda çok ikna edici bir sebep vardır. Sebep olarak birinci aşamada tek-adam yönetiminin karşıt güç veya fikir görmek istememesi görülebilir. Ancak bu açıklama kısmîdir, tüm resmi göstermemektedir. Tüm resmi görebilmek için Türkiye’yi küresel olgu ve politikalar bağlamında ele almak durumundayız. Konuya böyle baktığımızda küreselleşme ve emperyalizm dokularının içine girdiğimizi görürüz. Emperyalizmin günümüzdeki tezahürü olan küreselleşme, doğal olarak, çevresel ekonomileri teknoloji üretim alanı değil, teknoloji uygulama alanı olarak görmek ister ve bunun için de iç politikalara müdahale etmekten de çekinmez. Nitelikli gençlerin yurt dışına gitme arzularını, emperyalist merkezler, kendi çıkarları doğrultusunda değerlendirir ve yönlendirir.

Hükümetin politikalarına baktığımızda, yabancı yatırıma kucak açılırken, araştırma kurumlarına ve üniversitelere yan bakılması, malum ifadesi ile, “balık vermeyip, balık tutmayı öğretmek” ilkesi ile taban tabana zıttır. Küreselleşmede yabancı sermaye, kendi çıkarı doğrultusunda çevresel konumlu bir ekonomiye gidebilir. Kapitalizm politikaları açısından dahi buna söylenecek çok şey olmakla beraber, güçlünün dayattığı politikalar ve zayıfın içinde bulunduğu ihtiyaçlar açısından buna söyleyecek fazla bir şey olmayabilir. Ülkenin eğitim politikasını rasyonel olarak oturtup, gençlere istihdam olanakları sağlanmaz ise, yabancı sermayenin ülkeye gelişi, ancak sömürü yönünde çok şey ifade eder. Daha 1950’lerde Birleşmiş Milletler örgütünde görevli ekonomist olan Dr. Singer çevresel ekonomilerde yatırım yapan ileri ülke sanayilerinin o ülkenin değil, ileri ülkenin yararına olduğunu çok açık ifade etmiştir. Bu ifadeyi tedricen de olsa, yumuşatabilmek için teknoloji yoğun temel-bilim eğitimine öncelik vererek istihdam sağlamak yanında, üniversitelerdeki günümüzün olumsuz politikası olan yandaş atama anlayışına son vermek gerekir. Barış bildirisi kinini üzerinden bir türlü atamayan siyasi erk, OHAL’i dahi amacı dışında kullanmaktan çekinmemektedir. Ne var ki, baltanın sapı odun olunca, ağaçların işi zordur!

 İZZETTİN ÖNDER
 SOL

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder