İnternet dünyası, her gün yeni programlar ve fırsatlar sunuyor. Güncelleniyor her şey.
Güncellemeyi, kapitalist/emperyalist dünya da yapıyor krizlerinin derecesine göre; mekanlarla oynuyor, insanlarla oynuyor; devletlerle, hukukla oynuyor.
İki güncelleme başlığı hayli zirvede: lider yönetimi ve gericilik… Birincisi, siyasetin halk tarafından daha katılımcı yürütülmesine, partilere ve parlamentoya karşı güncelleme; ikincisi de aydınlanmaya karşı güncelleme… İkisi de liberalizmden besleniyor.
Türkiye’de kurulu 96 siyasi parti var iken, Meclis’te 4 partinin olması, Küçük Amerika adaylığı için bir gösterge. 1 Kasım seçimleri sonrasında da vurgulamıştık, Türkiye’nin iki partili rejime doğru gittiğini… 7 Haziran’a göre HDP ve MHP’deki küçülmeler yalnızca niceliği değil politika kayıplarını da işaret ediyordu. Bugün yaşananlar iki küçüğün gözden çıkarıldığını gösteriyor.
AKP’nin dokunulmazlık oyununa CHP’nin katılması, iki büyük parti benzetmesinin emarelerinden biri. Sömürü devletinde sosyallik(!) ile hukuk devleti ve bağımsız yargı konularında yarışıyormuş gibi gözüken; NATO üyeliği, laiklik ihlali, özelleştirme, sınırsız mülkiyet ve sermaye birikimi, temsili demokrasi gibi konularda özdeşleşen iki büyük parti… Sınıfsal konumu aynı iki parti… Bu konularda, CHP’nin “laik cumhuriyetçi, aydınlanmacı” üye ve oydaşlarının da rahatsız olduğu, yalnızca -kimi zaman doz artırarak- eleştirmenin CHP’lilik olmadığı şikayetleri hayli artıyor.
AKP öylesine alıştı ki koltuğa, sermayenin, “iki partili rejim olsun, hangisi kazansa fark etmez” hülyalarına da sekte koyacak gibi… ABD demokrasisini “en iyi demokrasi” olarak tanımlayan TÜSİAD’ın kulakları çınlıyordur herhalde.
AKP’yi, “demokrasinin halka sunduğu meyve” sananlar listesinin üst sıralarında bugün Meclis’te olan ama şok üstüne şok yaşayan muhalefet partileri var. Hukukun ayaklar altına alınmaması için çaba gösteriyor gibi gözüken ama sonuçta teslim alınmış muhalefet partileri… Ara seçime de razılar, genel seçime ve halkoylamasına da… “Partili cumhurbaşkanı” gibi sözcük oyunlarıyla getirilecek olan başkanlık rejimine de…
Yeni anayasa ve başkanlık tartışmaları içinde, OHAL düzeninin dişlileri “yakma, yıkma, kapatma, çalma, işsiz ve mesleksiz bırakma, ömür boyu hak mahrumiyetine mahkum etme, hukuk tanımama, iftira atma, yargısız infaz, yalan, cinayet, katliam, tecavüz” diye diye; “ben yaptım oldu” diye diye çalıştıkça çalışıyor.
OHAL KHK’leri kasıp kavuruyor; gericilik, toz bulutunu yığıyor halkın ve örgütlerin üstüne… KHK’ler OHAL’siz gelecekte de uygulanmak üzere yasalaşıyor Meclis’te; Anayasa Mahkemesi tarafından da denetlenmiyor. Hukuk devletinin siyaseti, baskının ve şiddetin sözde hukukuyla biçimlendiriliyor. Hukuk ve yargı, toplumun değil, piyasanın ve gericiliğin güvencesi olarak çalışıyor. Ve gericilik olmadan yaşayamayan bu batak düzen hâlâ demokrasi adına ayakta tutuluyor.
Devlete ve hukuka, üretim ilişkilerinden, toplumsal ilişkilerden farklı rol yüklenemez. Yüklendiği sanılan anlar da kısa sürer. Bugün yalnızca AKP’yi hedefe koyanlar, bu düzenin muhalefetine, devletine ve hukukuna farklı rol yüklenebileceği yanılsaması içinde koruyorlar bu yozlaşmayı.
Kimse tarihteki mücadele kazanımlı olumlu örneklere, anayasal güvencelere, hukuk güvenliğine aldanmasın. Kimse burjuva devrimi dönemlerine dönüleceğini sanmasın. Artık kapitalizm ve emperyalizm için iyi örneklerle yaşama dönemi bitti. Neoliberalizm, battıkça batıyor; battıkça dönüştürüyor. Devletlerin orduları ve birçok çeteye bölünmüş gözüken özelleşmiş ordular karma takımlarıyla savaştıkça savaşıyor.
Liberalizm, yıllarca devletin denetlenmesini savundu. Devlet, mülkiyet hakları ve sermayenin gücü için frenlenirken, işçi ve emekçilere baskı için gaza bastırıldı.
Şimdi ayakta durabilmek uğruna devletin desteğini istiyorlar, yeniden devlete ve hukuka ihtiyaçları var. Yasama ve yargısı işlevsiz, yürütmesi güçlü, tek liderli devlete ve onun çıkarcı hukukuna ihtiyaçları var. Bir de bütün yaptıklarını maskeleyecek gericiliğe ihtiyaçları var.
Anayasa uygulanmıyor, fiili durum var diyorlar; “kim ihlal ediyor, kim fiili durum yaratıyor” diye sormadan, “ihlal eden suçlu” deyip üzerine gitmeden fiili durumu anayasaya yazmaya kalkışıyorlar elbirliğiyle… Neyin geleceği belli: olağanüstü düzenin olağanı…
Yıkılıyorlar; yıkılırken de yakıp yıkıyorlar. Hukukta ayaklar baş yapılıyor. Özgürlüğü, adaleti, barışı savunan, anayasal güvence altında olan dernekleri OHALLİ KHK’lerle, hukuksuz olarak kapatıyorlar. Zevki sefaları için çocuklara kıymaya hukuksal kılıf arıyorlar.
Darbe tehdidi/girişimi ya da terör tehdidi/eylemleri üzerine kurdukları demokrasi yanılsamaları sürüyor; devletin baskı ve şiddetiyle koşut sürüyor. İşçiler ve emekçi halk nefessizliğe terk ediliyor. Ülke, sermaye için özgürlük, emekçiler için tutsaklık alanı…
"Türkiye’ye özgü” denilen şey, kapitalist/emperyalist çıkarlara uygun saltanat güncellemesi… Tarikat ve cemaatlerin işbirliğiyle “laik cumhuriyet”i silmek için sürekli “delete” tuşuna basılıyor. Saltanat güncellemesiyle tuşlar tek liderin eline geçecek, yeni anayasa dedikleri de bu modern kölelik durumunun “enter” tuşu olacak.
Sınıfsal karşıtlığı ve mücadeleyi ellerinin ucuyla itenler, unutanlar, yok sayanlar, hâlâ düşmanın demokrasi oyunları içinde nefes alınabileceğini sanıyor; devrimci mücadelenin neferlerini de aynı tuzağın içinde birleşmemekle suçluyor. Hem suçluyor, hem de “haydi” deyince sırtını dönüyor.
Emekçilerin sınıfsal mücadelesi, kurucu ve düzenleyici kuralların başkaları tarafından yazılmasına ve yaşama geçirilmesine terk edilemez. Onlar, sınıfsal karşıtlarını, “işbirliği” denilenin sömürenlerin kurallarıyla yaşamaya razı edilmek olduğunu bilir.
İşçi sınıfı mücadelesi, sınıfsal karşıtlarının demokrasisinin “burjuvazinin güdümünde yanılsama” olduğunu ve hukuk oyunlarıyla meşrulaşmanın sahteliğini bilir.
Bu düzenden ve saltanat güncelleşmesinden kurtuluşun öznesi emekçi halk, anahtarı da devrimi hedefleyen emekçilerin örgütlü gücüdür.
İnadına örgütlülük… İnadına örgütlülük…
Ali Rıza Aydın
SOL
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder