Rusya önderliğinde gerçekleşen üçlü zirvede
Türkiye’nin, daha doğrusu AKP iktidarının imza attığı metin üzerine şu
ara çokça yazılıp çizilmekte... Bunlara bir yenisini eklemeye niyetim
yok. Sadece küçük bir çağrışımı paylaşmak ve tartışmak istiyorum.
Suriye’ye yönelik 2011’den beri ısrarla ve inatla izlenen politikanın terk edilmesi, amiyane deyişle tükürülenlerin yalanması anlamına gelen imzanın üzerinde yer alan metin, giriş cümlesi ile bana hiç mi hiç hesapta olmayacak şekilde bir başka metni hatırlattı.
Necmettin Erbakan’a 28 Şubat 1997’de Milli Güvenlik Kurulu’nda laiklik vurgulu kararların dayatıldığı metni...
Onu başbakanlıktan istifaya zorlayan bir postmodern darbeye maruz bırakan metni...
Ve onu, İslâmcılığın Türkiye tarihine, bir bakıma yüzüp yüzüp kuyruğuna gelse de o noktada pes etmiş bir müflis lider olarak geçiren metni...
“İran, Rusya ve Türkiye, içerisinde pek çok etnik grubu barındıran, çok mezhepli, demokratik ve seküler bir devlet olarak Suriye Arap Cumhuriyeti’nin egemenliğini, bağımsızlığını, birliğini ve toprak bütünlüğünü tamamen destekliyor.”
Vay ki vay!..
Böyle bir bildirinin altına imza atacağı bu iktidara, bırakın 4-5 yıl öncesini, Meclis Başkanı “Abi”leri İsmail Kahraman’ın “Laiklik anayasada olmamalıdır” dediği, daha dün gibi yakın (Nisan 2016) bir zaman öncesinde söylense inanırlar mıydı acaba?!
Yıllardır Sünni-mezhepçi bir siyasetle Suriye’de kirli hesapların ve ilişkilerin içine girmiş, cihatçı Selefi gruplarla “al takke ver külah” olmuş...
Bu hesap ve ilişkileri sorgulayan CHP Genel Başkanı’nın tutumunu Alevi olmasına bağlayıp onu ağır töhmet altında da bırakarak ters yönden aynı mezhepçiliği sürdürmüş...
Ve bu süreçte kendi ülkesinin hiç yabana atılmayacak laiklik birikim ve deneyimini harcayarak “sekülerlikten Selefiliğe” savrulmuş...
Dinbaz bir iktidar...
Kim derdi ki yıllardır lânetleyip “Esed”lediği Beşşar Esad’ın şimdi meşruiyetini kuzu kuzu teslim edecek, demokratik ve “seküler” Suriye’nin egemenlik ve toprak bütünlüğünü tanıyan bildirinin altına imza atacak!.. Ne oldum değil, ne olacağım demeli sözü herhalde bugünler için söylenmiştir.
Hatta Erbakan’ın 28 Şubat’taki basireti bağlanmış tavrını, 27 Nisan e-muhtıra’sında AKP’nin tavrı ile titreşime sokarlar ve “İslâmcılık” adına bir kaybeden bir kazanan, bir boyun eğen bir kahraman, yani bir Erbakan ve bir de Erdoğan çıkarırlar.
Elbette 28 Şubat’la 27 Nisan’ı karşılaştırmalı olarak ele almak ve değerlendirmek bambaşka bir konudur. Bunu daha önce yaptık, gerekirse tekrar da yaparız. Ama şimdi üzerinde durmak istediğim nokta başka.
Demek ki el elden üstün olabiliyor ve Erbakan’a “28 Şubat”ı dayatan irade gibi, bir başka irade de çıkıp sizi öyle bir kapana kıstırıyor ki beş yılı aşkın zamandır izlediğiniz “dinbaz” Suriye politikasından çark ediyorsunuz.
Hanidir flört halinde olduğunuz Selefilikten de yüz geri ediyor ve sekülerlikle yeniden yüz yüze gelip ona “Selamünaleyküm” diyebiliyorsunuz...
Buna pek çok şey denilebilir de...
Ben buna Erbakan’ın âhı da derim!..
Tayfun Atay
Cumhuriyet
Suriye’ye yönelik 2011’den beri ısrarla ve inatla izlenen politikanın terk edilmesi, amiyane deyişle tükürülenlerin yalanması anlamına gelen imzanın üzerinde yer alan metin, giriş cümlesi ile bana hiç mi hiç hesapta olmayacak şekilde bir başka metni hatırlattı.
Necmettin Erbakan’a 28 Şubat 1997’de Milli Güvenlik Kurulu’nda laiklik vurgulu kararların dayatıldığı metni...
Onu başbakanlıktan istifaya zorlayan bir postmodern darbeye maruz bırakan metni...
Ve onu, İslâmcılığın Türkiye tarihine, bir bakıma yüzüp yüzüp kuyruğuna gelse de o noktada pes etmiş bir müflis lider olarak geçiren metni...
***
Moskova’da imzalanan ortak bildirinin ilk maddesi şöyle: “İran, Rusya ve Türkiye, içerisinde pek çok etnik grubu barındıran, çok mezhepli, demokratik ve seküler bir devlet olarak Suriye Arap Cumhuriyeti’nin egemenliğini, bağımsızlığını, birliğini ve toprak bütünlüğünü tamamen destekliyor.”
Vay ki vay!..
Böyle bir bildirinin altına imza atacağı bu iktidara, bırakın 4-5 yıl öncesini, Meclis Başkanı “Abi”leri İsmail Kahraman’ın “Laiklik anayasada olmamalıdır” dediği, daha dün gibi yakın (Nisan 2016) bir zaman öncesinde söylense inanırlar mıydı acaba?!
Yıllardır Sünni-mezhepçi bir siyasetle Suriye’de kirli hesapların ve ilişkilerin içine girmiş, cihatçı Selefi gruplarla “al takke ver külah” olmuş...
Bu hesap ve ilişkileri sorgulayan CHP Genel Başkanı’nın tutumunu Alevi olmasına bağlayıp onu ağır töhmet altında da bırakarak ters yönden aynı mezhepçiliği sürdürmüş...
Ve bu süreçte kendi ülkesinin hiç yabana atılmayacak laiklik birikim ve deneyimini harcayarak “sekülerlikten Selefiliğe” savrulmuş...
Dinbaz bir iktidar...
Kim derdi ki yıllardır lânetleyip “Esed”lediği Beşşar Esad’ın şimdi meşruiyetini kuzu kuzu teslim edecek, demokratik ve “seküler” Suriye’nin egemenlik ve toprak bütünlüğünü tanıyan bildirinin altına imza atacak!.. Ne oldum değil, ne olacağım demeli sözü herhalde bugünler için söylenmiştir.
***
AKP’ye meftun ve İslâmcılık deyince mangalda kül
bırakmayan pek çok kişi, 28 Şubat’a atfen Erbakan’ı kıyasıya eleştirir
ve onun “İslâmcıları utandıran tutumları olduğunu” söylemekten geri durmazlar. Hatta Erbakan’ın 28 Şubat’taki basireti bağlanmış tavrını, 27 Nisan e-muhtıra’sında AKP’nin tavrı ile titreşime sokarlar ve “İslâmcılık” adına bir kaybeden bir kazanan, bir boyun eğen bir kahraman, yani bir Erbakan ve bir de Erdoğan çıkarırlar.
Elbette 28 Şubat’la 27 Nisan’ı karşılaştırmalı olarak ele almak ve değerlendirmek bambaşka bir konudur. Bunu daha önce yaptık, gerekirse tekrar da yaparız. Ama şimdi üzerinde durmak istediğim nokta başka.
Demek ki el elden üstün olabiliyor ve Erbakan’a “28 Şubat”ı dayatan irade gibi, bir başka irade de çıkıp sizi öyle bir kapana kıstırıyor ki beş yılı aşkın zamandır izlediğiniz “dinbaz” Suriye politikasından çark ediyorsunuz.
Hanidir flört halinde olduğunuz Selefilikten de yüz geri ediyor ve sekülerlikle yeniden yüz yüze gelip ona “Selamünaleyküm” diyebiliyorsunuz...
Buna pek çok şey denilebilir de...
Ben buna Erbakan’ın âhı da derim!..
Tayfun Atay
Cumhuriyet
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder