28 Aralık 2016 Çarşamba

Fazıl Say’ın çoğalan sesi... - Evin İlyasoğlu




Klasik müzikçiler bizim basında pek yer almaz. Onların dünyanın bir ucunda verdiği konserler, bin bir zorlukla yayınladığı kayıtlar, ancak sanatla ilgili köşe yazılarında kısacık bir haber olur. Çünkü gazete sayfaları ve televizyonun haber kanalları geniş kitleyi ilgilendiren, popüler kültürün temsilcilerine ayrılmıştır. Klasik müziğe adanmış yaşamlar, (değerli bestecimiz İlhan Usmanbaş’ın sözüyle) “dağ çiçekleri” gibidir: dağlarda açarlar, dağlarda solarlar, ancak dar bir çevreden takdir görürler. 
 
Fazıl Say, piyanistliği, besteciliği ve söylemleriyle ülkemizde olduğu kadar uluslararası arenada da bu klasik müzik tiplemesine yeni bir kimlik getirdi. Uluslararası müzik çevrelerinde konserleri ve kayıtlarıyla büyük kitlenin, geniş bir coğrafyanın ilgisini çekti. Müziğinde kullandığı Anadolu renkleri, başta ritimsel özellikle, otantik sazların renklerini piyanoda yansıtmasıyla dikkat topladı. Önce piyanistliğiyle övgüler aldı, sonra hemen her konserinde kendi yapıtlarını tanıtarak ünlü plak şirketlerinin etiketleriyle kayıtlar yaptı. Korolu, büyük orkestralı yapıtlarının içine pek rastlanmayan otantik veya unutulmuş çalgıları yerleştirdi. Gelenekseli yeni tınıyla birleştirdi. Şimdi Avrupa’nın birçok köşesinde konserleri kapalı gişe yapılıyor, CD’leri ise çeşitli ödüller alıyor ve yok satıyor. Ayrıca, bugüne dek hemen hiçbir klasik müzik yorumcusuna benzemeyen bir yaklaşımla, fikirlerini yüksek sesle medyaya açıklıyor. Şimdi söyleşilerinde tematik olarak terörün karabasanını işliyor. Aynı söylemde, toplumsal karabasanı da duyuran yapıtlar besteliyor. 
 
Geçen akşam Boğaziçi Üniversitesi Albert Long Hall konserlerinin yeni yıl dinletisinde, Fazıl ile pek çok konser vermiş Camerata Salzburg üyeleri en son onunla Valencia’da Mozart’ın bir konçertosunu çaldıklarını ve konserin başarısını anlatıyorlardı. 
 
Fazıl, şu günlerde Beethoven Akademisi’nin 2016 “Uluslararası Beethoven İnsan Hakları, Barış, Özgürlük, Yoksullukla Mücadele ve İçselleşme Ödülü”nü aldı. Bu yıl ikincisi verilen ödülün yalnız sanatsal değil toplumbilimsel değeri de var. Geçen yıl piyanist Aeham Ahmad kazanmıştı. Ahmad, Yermuk mülteci kampının yıkıntıları arasında piyano çaldığı görüntüsüyle sosyal medyada büyük etki yaratmıştı.
 
Fazıl da yeni çağın yeni sanatçısı. Yaşadığı gün sokakta olanlara sırtını çevirip içine kapanmıyor, söylemleriyle, müziğiyle tepki veriyor. Bugünü de, tarihin derinliğinde yaşananları da, insani sorunları, toplumsal haykırışları da müziğine taşıyor. Haykırdığı ses, dalga dalga yayılıp, piyanosunun çok uzaklarına kadar ulaşabiliyor. 

Ayşegül Sarıca’dan öğrendiklerimiz
Neredeyse 82 yaşında Ayşegül Sarıca. Ondan dinleyici, öğrenci ya da dost olarak ne çok şey öğrendik: Titizlik, dürüstlük, bilgelik, birikimi doğru kullanmak! Ama her şeyden önce “saygı”yı öğrendik. Besteciye saygı, dinleyiciye saygı, birlikte müzik yaptığı kişilere, şefe, orkestra üyelerine, hatta öğrencilerine bile saygı dolu bir insan. Belki de bunların başında kendine saygısı geliyor. Mükemmelci olma tutkusu onu böylesine disiplinli yapmış. Bugüne kadar ondan kim bilir kaçıncı kez dinlediğimiz yapıtlar zamanın süzgecinden geçmişler ve o, aynı yapıtlarda hâlâ taze bir soluk sunabiliyorlar. Bu hafta, Hollandalı şef Joseph Sulien’in özenli eşliğinde, İstanbul Devlet Senfoni Orkestrası ile Schumann’ın Piyano Konçertosunu çaldı. Gerek konçertoda, gerekse bis olarak çaldığı Brahms’ın op.118 Intermezzo’sunda ve Grieg’in Lirik Parçalarından Kelebekler’de hem ustalığını sergiledi, hem de yılların birikimiyle renklenen ifade gücünü.
 
Neden hiçbir CD’si yoktur Ayşegül Sarıca’nın? Ne zaman sorsam yanıt alamam. Kimbilir nerelerde saklanan değerli kayıtlar vardır! Bir gizli kuvvet peşine düşse de bulup ortaya çıkartsa. Yeni yıl için bütün okurlarımıza ve sanatçılarımıza güzel günler diliyorum.

Evin İlyasoğlu / CUMHURİYET

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder