Türkiye’ye dışarıdan bakan bir gözlemci (yatırımcı ya da diplomat olabilir) ekonomide, siyasette, dış politikada yaşananlara ilişkin “her tarafı dökülüyor” demekten kendini alamaz. Zaten salı günü de Financial Times’da yazan bir fon yöneticisi, Türkiye’nin risk primlerinin daha da artması gerektiğini savunuyordu.
Modelin sonu
“Dışardan borç al, tüketimi besle, ekonomiyi büyüt” modeli artık bitti. Son beş yılda ekonominin prodüktivite artış oranının sıfırda süründüğüne işaret eden Daron Acemoğlu, bu yıl büyümenin yüzde 1 dolayında kalacağını düşünüyor. Dış kaynakla tüketimi körüklemeye devam etmek de olanaklı görünmüyor. Özel sektör net borcu 200 milyar doların üstünde seyrediyor. Borcu çevirme oranıysa yüzde 160 dolayında; 100 dolarlık borcu ödeyebilmek için 160 dolar borçlanmak ya da dolar bulmak gerekiyor (Financial Times).
İhracat bir kaynak olabilir. Ancak Rusya piyasası henüz açılmadı. Avrupa piyasaları zayıf. İhracat canlansa bile borcun yüzde 60’ı dolar cinsinden, ihracat gelirlerininse yalnızca yüzde 40’ı. Dahası ihracatın yüzde 60’ları aşan bir ithalat bağımlılığı da var. TL’nin değer kaybetmesi ihracatı teşvik ederken ithalat maliyetlerini arttırıyor. Şirketler, borç ödemeleri için gereken doları ülke içinden satın alabilirler. Ancak ekonominin yavaşlıyor olması, TL gelirleri açısından umut verici değil. Diğer taraftan, TL’nin dolar karşısında yıl başından bu yana yüzde 18, son üç haftada da yaklaşık yüzde 9 değer kaybetmesi, borçlu firmalara yalnızca son bir buçuk ayda yaklaşık 100 milyar TL’lik ek yük getirmiş (M. Sönmez). Turizm gelirleri de umut verici değil. Geriye Boratav Hocamızın vurguladığı gibi çok yüksek düzeylerde seyreden kaynağı belirsiz döviz girişi kalıyor.
Siz yabancı yatırımcı olsanız, bu koşullarda bir an önce daha fazla zarar etmeden çıkmayı düşünmez misiniz? Nitekim, ocakeylül döneminde yabancı sermaye girişi önceki yıla göre yüzde 11 azalmış, yalnızca eylül ayında 2.2 milyar dolar çıkmış (Boratav).
Wall Street Journal’ın “ucuz dış kaynakla ekonomiyi yüzdürme günleri geride kaldı” dediği bu modelin tükendiğini, bence en iyi şu açmaz gösteriyor: TL’yi korumak, yabancı yatırımcıya güven vermek için faizlerin artması gerekiyor. Zaten borç yükü altında ezilen yerli yatırımcıyı (özellikle inşaat sektörünü), tüketiciyi destekleyebilmek, ekonomik büyümeyi koruyabilmek için de faizlerin düşmesi...
Ve diğer tıkanmalar
Birçok yanı hâlâ karanlıkta kalmaya devam eden (Bkz: O. Bursalı’nın son yazıları) bir darbe girişimi, ardından gelen büyük tasfiyeler, sanatçılardan, akademisyenlerden gazetemize, HDP liderliğine, oradan da sosyalistlere kadar uzanan garip tutuklamalar, muhalefet üzerinde artan baskılar, özel mülkiyet güvencesinin, hukuk düzeninin hızla kaybolması, tüm siyasi iradenin, ne zaman ne yapacağı belirsiz, tek bir hedefe, adeta saplantı düzeyinde kilitlenmiş bir kişinin dudaklarının arasında olması, yerli yabancı yatırımcıyı çok tedirgin ediyor.
Diğer taraftan bu kişinin, geleneksel müttefiklerini, Avrupa Birliği’ni yeni bir sığınmacılar krizi yaratmakla, NATO’ya karşılık, Rusya ve Çin’e yaklaşmakla tehdit etmesi, böylece, ülkenin, Batı’nın güvenlik mimarisi içindeki yerinin giderek belirsizleşmesi; haziran seçimlerinden sonra, Kürt sorununda savaş politikasının egemen olması yabancı yatırımcı açısından belirsizliklerin, risklerin daha da artması anlamına geliyor.
Tüm bunlara ek olarak, Suriye’de Esad rejimi, isyancıları Şam ve Halep’ten çıkararak iç savaşı kazanıyor. Türk askerine yönelik (mutlaka Rusya’nın onayıyla) gerçekleştirilen hava saldırısı, dış politikanın, Batı’dan uzaklaşırken tam anlamıyla iflasını sergiliyor. Bunlar, orta dönemde risklerin artmaya devam edeceğini gösteriyor.
Yabancı yatırımcılar, diplomatlar da ister istemez “AKP’nin elinde, her tarafı dökülen bu ülke nereye gidiyor” diye düşünmeden edemiyorlar.
***
AKP Türkiye’sine bakanların ‘her tarafı dökülüyor’ kanaatini güçlendiren veriler artıyor.
Ekonomik kriz...
Türk Lirası, dolar karşısında bir yılda yüzde 34 değer kaybetti. Dış ticaret açığı azalması gerekirken bu yılın ekim ayında bir önceki yıla göre yüzde 29 arttı. Bu artışa bakarak, şirketlerin dolar cinsinden borçlarını karşılama olanaklarının daha da zayıfladığını söyleyebiliriz. AKP liderliği, kurun değeri, sermaye hareketlerinde serbestliği, bağımsız para (faiz) politikası, hedeflerinden, aynı anda yalnızca ikisini gerçekleştirebileceğinden habersiz bocalayıp duruyor.
Bu sırada, Türkiye ekonomisinin büyüme hızı, son yedi yılda ilk kez eylül ayında yıllık yüzde -1.8 ile resesyon alanına giriyor. Bu bozulmanın arkasında iç tüketimdeki hızlı gerilemenin olduğu anlaşılıyor. İç tüketimdeki hızlı gerilemeyi, 15 Temmuz’dan sonra yüz binden fazla insanın işinden atılmasına yol açan tasfiye dalgasının yarattığı gelir kaybıyla ilişkilendirirsek, resesyonun, siyasal İslamın başkanlık saplantısının doğurduğu kötü yönetimle ilgili bir siyasi boyutunun da olduğunu söyleyebiliriz.
AKP döneminin başında 129 milyar dolar dolayında olan toplam dış borç, bu yıl 421 milyar dolara ulaşmış, aynı dönemde, portföy yatırımlarına toplam 144 milyar dolar, doğrudan yatırımlar için de 137 milyar dolar yabancı sermaye gelmiş. Bu kaynak girişine karşılık, imalat sanayiinin ve tarım, orman, balıkçılık üretiminin GSMH içindeki payları sırasıyla yüzde olarak 1998’de 23.6 ve 12.6 düzeyinden 2002’de 17.6 ve 10.3’e, 2015’te 15.2 ve 10.1’e gerilemiş. İmalat sanayiinin yıllık ortalama büyüme hızı da 1998-2003 döneminde yüzde 30’larda dolaşırken 2012-15 döneminde yıllık ortalama 9.8 düzeyine gerilemiş.
Peki öyleyse “ülkeye giren bu kaynaklara ne oldu?” Ben cevabını bilmiyorum ama aklıma Asya krizi sırasında “ahbap çavuş ekonomisi”, otokratik yönetimler konuşulurken IMF’nin, “verilen borçların yüzde 30’unun, ekonominin üretim kapasitesini geliştirmeye değil, doğrudan liderlerin cebine gittiğine” ilişkin açıklamaları geliyor.
Siyasette kaosa doğru
AKP’nin projesinin gelip dayandığı, kültürel, siyasi ve jeopolitik sınırlara bakarak, “AKP rejiminin ne kadar şiddet kullanırsa kullansın, artık asla istikrar kazanamayacağını” ileri sürmüştüm. İstikrarsızlık unsurları da birikmeye devam ediyor.
Irak’ta IŞİD toprak kaybetmeye, Suriye’de Esad muhalefeti hızla erimeye devam ederken IŞİD’in Türkiye’yi hedef göstermeye başladığı görülüyor. AKP rejimi HDP’nin eş genel başkanlarını, milletvekillerini, belediye başkanlarını tutukladı. Baskıları arttırdıkça, provokasyona, “false flag” (yanıltıcı) operasyonlara uygun bir ortam gelişiyor. Devleti ve toplumu “liderle” “bir”leştirmeyi amaçlayan bir başkanlık saplantısı da “ya başkanlık ya kaos denklemini” yeniden gündeme getiriyor. Bu gelişmeler de en az 44 kişinin ölmesine, 160 kişinin yaralanmasına yol açan terörist saldırılara benzer eylemlere uygun bir ortam yaratıyor.
Güvenlik güçleri HDP’li siyasetçilere yönelik operasyonları genişletirken AKP yandaşı medyada kimi yazarların, Alevileri hedef alan katliam tehditleri bu kesimde, iktidarın nimetlerini toplamaya devam etmek adına iç savaş çıkartmaktan çekinmeyen bir anlayışın gelişmekte olduğunu düşündürüyor. En yukarıdaki sesin, “İç savaş çıkarsa ezer geçeriz” ifadeleri de bu anlayışı cesaretlendiriyor.
Dış basında analistler, Türkiye’nin “AB ve Batı’yla bağlarını kesin bir biçimde koparmaya doğru gittiğini” (Carnegie), “Kürt politikasının çıkmaza girdiğini” (Brookings), yönetimin “politikalarının başarısızlığa mahkûm olduğunu” (Bloomberg) savunuyorlar; Türkiye’nin Trump üzerinden ABD’ye şantaj yapmaya çalıştığı ileri sürülüyor (MSNBC). Adeta Türkiye, bir “haydut ülke” konumuna doğru itiliyor.
Ergin Yıldızoğlu / CUMHURİYET
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder